Kitabı okumayı zar zor bitirdim. Şimdi diyeceksiniz ki incecik kitap nasıl zor bitti. Evet ince, kolay okunabilir bir kitaptı; ama ne duygu vardı ne de kurgu.. Ve kitap bittiği gibi ilk düşüncem bu kitap bu yazara ait olamaz. Özellikle de yazarın Bridgerton serisini okuduktan sonra bu kitap tamamen vasat geldi. Vakit kaybıydı benim için..
Yazarın okuduğum kitapları arasında en sevdiğim oldu. Tek kelimeyle harikaydı. Charlotte Darling’in ikinci el mağazasında rastladığı eski tüylü bir gelinlik dikkatini çeker. Özellikle de gelinliğe iliştirilmiş bir aşk mektubu, Charlotte’yi büyük bir arayışın içine sokuyor. Reed ile Charlotte’nin yollarının kesişmesiyle asıl hikaye başlıyor. Reed, ne kadar kabul etmemek için dirense de, duygularını kabul ettiği zaman bile uzaktan sevmek için çaba gösterse de sonunda aşk kazanıyor. Reed, diyorum başka da bir şey demiyorum. Çok ama çok güzel seviyor. Charlotte desem, müthiş inadı, kafasına koyduğu şey için sonuna kadar çabalaması tamamen hayran olunası biri. Bir yerden sonra kendisine değersiz biriymiş gibi davranan kişiye artık yeter diye isyan edesi gelir insanın, iyi sabretti ve mükafatını aldı. Ve o son çok ama çok etkiliydi. Sevginin, aşkın, her engelin üstesinden gelebileceğinin somut kanıtı gibi bir sondu. ----------- “Burada ne yapıyorsun?” “Açık büfe salata barı olduğunu duydum. Ayrıca içki de içebilirim.” “Bir de sakinleştirici hap.” “İkisini birbirine karıştıramam, o yüzden hakkımı biradan yana kullanacağım.” Karşısına oturdum. “Sana katılmaya iznim var mı?” “Akşam yemeğime sinsice girmeye çalışman hoşuma gidiyor mu emin değilim, Eastwood.” Sinsice. Benim kelime seçimimi bana karşı kullanıyordu. Lanet olsun. Hak etmiştim.
Üçüncü kitabı çıkan serinin en çok bu kitabını sevdim. Bu kitapta Callum Royal ve oğullarını daha çok sevdim. Ella’nın çabasını takdir ettim. Steve’den ise tam tersi nefret ettim. Yazar tüm olayları bu kitaba saklamış. Yazarın en sevdiğim kitabı oldu. Şimdi sırada küçük kardeş Easton’un hikayesi var. Ama ben Gideon’un gizemli tavrı nedeniyle en çok onu merak ediyorum. --------------- Babamın çenesi kasıldı. “Grier’ı ara. Ona bizimle çatı katında buluşmasını söyle.” Kötü bir fikir değildi. Hemen avukatı aradım, Ella’nın aksine, o telefonuna cevap verdi. “Reed, senin için ne yapabilirim?” “Bizimle Steve’in dairesinde buluşan gerek,” diye talimat verdim. Kısa bir sessizlik anından sonra, “Yine ne yaptın?” dedi. Telefonu kulağımdan çekip cihaza inanmayan gözlerle baktım. “Bu lanet adam bir şeyler yaptığımı düşünüyor.” Babam gırtlağından öfkeli bir ses çıkardı. “İstemsiz adam öldürmekle suçlanıyorsun. Tabii ki bir şeyler yaptığını düşünecek.”
Yazarımız uzun bir aradan sonra eğlenceli, her sayfadan keyif alabileceğimiz bir kitapla nihayet aramıza döndü. Dilbeste Yenerli, kendi deyimiyle Beste Saimoğlu… Kendini zengin bir koca avcısı olarak göstererek duygularını bastıran ve bunu kendisinin bile farkına varmayan, aşka inanmayan, çocukluk travmasını atlatamayan bir kadın. Kerem Saimoğlu, zengin, popüler, ama bunların yanında dürüst, duygularının arkasında duran sevmeyi bilen kurtarıcı bir prens.. Tadımlık, eğlenceli bir kitaptı. ----------- “Beste…” Gülmekten konuşamıyordu arkadaşım. Bu kızı en kısa zamanda bir psikiyatriste gösterecektim. Kafasında birkaç tahta eksikti bence. “Sen şu an…” Karnını tutarak konuşmaya çalışıyordu hala. “… sen şu an Kerem’in servetini değil, Kerem’in kendisini kaybettiğin için üzüldüğünün farkında mısın?” Ne diyordu bu? “İkisi de aynı kapıya çıkmıyor mu, Gökçe? Kerem’i kaybettiğim için servetini de kaybettim sonuçta.” ******* “Sen de beni sevmiyorsun.” “Hayır,” dedi hemen. “Ben seni seviyorum.” Beste’nin yüzüne şaşkınlıkla bakakaldım. “Sevmiyorsun.” “Seviyorum!” Benimle tıpkı bir çocuk gibi inatlaşıyordu. Yüreğimde beliren heyecan dolu kıpırtıya engel olamazken, “Sana neden inanayım?” diye sordum. “Yine yalan söylüyor olabilirsin.” “Bana inanmalısın çünkü… Çünkü…” Geçerli bir neden bulamamış gibi dudaklarını düşünceli bir şekilde ısırıyordu. Onun bu hali çok hoşuma gitmişti. “Çünkü ne?” “Çünkü ben sarhoşum!”
İlk kitaba göre daha durağan bir kitaptı. Ama bir şekilde kitap kendini okuttu. Serinin ilk kitabında Kordiyar Prensi Rhen ile muhafızı Grey’in çabası ve Harper’in katkısı ile lanet bozuluyor. Şimdi ise Rhen’in tahtı, başka bir yasal varis söylentileriyle sallantıya girdi. Rhen, yasal varisi bulup ortadan kaldırmak için halkı ikiye bölerken; Grey, Rhen’i ve Kordiyar halkını korumak, bölmemek için kayıplara karışıyor. Ta ki Karis Luran’ın kızı Lia Mara ile Grey’in yolları kesişene kadar. Bu sefer ana karakterlerimiz Grey ile Lia Mara ve ben bu ikiliyi daha çok sevdim. Ve o son serinin üçüncü kitabının dehşet bir şekilde geleceğini gösteriyor. ----------- "Karis Luran senin gerçek varisin kimliğini bildiğine inanıyor. Lilith'in sadece sana açıkladığını söylüyor." "İşe yara bulacağınız bir bilgim yok, Majesteleri." Gülümsedi ama gülümsemesinin hiçbir keyifli yanı yoktu. "Bu çok temkinli bir cevap, Grey." Öfkelendim. "Bir zamanlar siz de bana güvenirdiniz. Güveninizi kaybetmek için ne yaptım?" "Gittin." ******* “Kız kardeşim çok güzeldir,” dedim. “Körlemesine reddetmemelisin.” Gözleri karanlıktı ve gözlerime dikilmişti. “Körlemesine reddetmiyorum.”
Muhteşemdi!!.. İlk bölümler kurgunun tam oturması için yazar detaya girmiş, o bölümler acaba kitap hep böylemi devam edecek diye endişelendim ama beni çok güzel yanılttı. Çok heyecanlı ve akıcı bir kitaptı; soluksuz okudum, elimden bırakamadım. Poppy’nin kaderinde yeni bir çağı başlatmak var. Bakire, kimilerine göre Tanrı’nın Çocuğu olarak anılan Poppy’nın hayatı hiç kendisinin olmamıştır. Kimseyle sohbet etmeyecek, kimseyle yakınlık kurmayacak, eğlenmeyecek, konuşmayacak.. Ta ki yükseliş gününe kadar.. Ve Hawke.. Ne kadar kızsam da sonunda ne yapıp edip Poppy gibi benim de kalbim eriyor. Ve o son.. Poppy’e doğru bildiği her şeyi sorgulatan o son.. Bunu beklemiyordum işte.. Bir an önce serinin devamı çıksın lütfeeennn…. ********* “Babanın yerini asla almayacağımı biliyorsun. Almaya da çalışmayacağım. Ama sen benim kızım gibisin.” Ona daha sıkı sarıldım. Bana tekrar vurdu. “Senin için endişeleniyorum. Kısmen benim işim olduğu için ama çoğunlukla sen olduğun için.” “Sen de benim için önemlisin.” Sözlerim göğsünde boğuldu. “Yumruklarımın zayıf olduğunu düşünsen bile.”
Yine harika bir kitaptı. Derim benim için bambaşka.. Çocukken yaşadıklarına rağmen, sevdi mi o kadar güzel seviyor, duygularının sınırı yok. Her ne kadar Anka, Derim’in bu huyundan şikayetçi olsa da bence içten içe seviyor ama kabul etmiyor. Kıskandığını da kabul etmediği gibi Flört eden Derim çok tatlıydı. Tabii Jan ile Alin’in cilveleşmelerine takması ise ayrı tatlı.. Aslında kitapla ilgili söylenecek çok söz var. Derimin yanında çalışan adamları ile olan bağı, Anka’nın çevresine kendini kabul ettirmesi, Aşil ile Ozan’ın masumiyeti, Selin ile Derim’in kankalığı , Derim içini kemiren suçluluk hissi, pişmanlığı… Okurken hissettirdiklerini anlatmak istesem kelimelerim yetersiz kalır; o sebeple bence vakit kaybetmeden alıp okuyun ve hissedin. Spoiler içerir!!!! Kısaca konusundan bahsedeyim: İlk kitaptan Banu’yu tanıyorduk. Derim, Banu’ya ikinci şans vermişti. Her ne kadar ekibine alsa da Banu’ya güvenmese de annesine verdiği söz ve kendisinin affedilmeye olan ihtiyacı nedeniyle ikinci bir şans tanıdı. Ve bu kitapta da Banu’dan beklenilen oldu. Banu’nun ihanetinden dolayı Aşil ateşin ortasında kaldı. Öyle bir yerde bitti ki devam kitabının çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum. ------------ “Annemle babam çok güzeller değil mi prensesim?” dedi mest olmuş bir tonda. “Jan amcanla ben de fena değiliz prensim. Hakkımızı yeme şimdi.” “Bence dünyanın en güzel anne babası benimkiler.” Alin gözlerini devirdi. “Biliyor musun? Annene kesinlikle katılıyorum. Senin şu rekabetçi yanını az biraz törpülememiz gerekiyor.” ******* “Benim adım Aşil. Senin adın ne?” Ozan öylece ona bakmaya devam edince Aşil belli belirsiz kaşlarını çatıp başını hafifçe ileri uzattı ve adeta bilge bir yetişkin edasıyla devam etti. “İnsanlar ilk kez karşılaştıklarında tanışırlar…Annem öyle söyledi. Yoksa çok ayıp olurmuş. Ben adımı söyledim. Şimdi senin söylemen gerekiyor.” Öne uzattığı elini göstererek başını salladı hadi der gibi. Ozan ne yaptığını bile bilmeden elini uzatarak Aşil’in parmaklarının ucunu tuttu ve yalnızca “Ozan” dedi kuru bir tonla ve hızla elini geri çekti.