bilge çetin, 146 adet değerlendirme yapmış.  (6/21)
Yeraltından Notlar
Yeraltından Notlar

7

Kısa sayılabilecek bu kitabı bitirmemin uzun bir süre almasının sebeplerinden birincisi yaz başlangıcının rehaveti, ikincisi ise romanın başlangıcının oldukça sıkıcı olması. Bir bilen olsaydım ve bana bu kitap hakkında danışılsaydı, danışana, ikinci bölümden başla, öğüdünü verirdim. Keşke biri de bana bu aklı verseydi. O zaman hem kitabı daha anlayarak ve kısa sürede okurdum hem de Yeraltı Adamını daha iyi anlardım. Kitap hakkında (tabi okuduktan sonra) yaptığım onca araştırmanın hiç birinde Y.A'nın psikolojik bir rahatsızlığı olduğuna dair bir buluş ile karşılaşmadım. Oysa bana göre Y.A kendi namıyla anılabilecek bir hastalığın keşfettiricisi olacak özgünlükte bir hasta. Lafcadio "nedensiz edim" gibi bir kavramın doğuşunu sağladıysa Y.A 'nın neyi eksik? Freud Dosto hakkında bir sürü şey söylemiş ve şunu eklemiştir:" Yaratıcı sanatçı sorunu karşısında psikanalizin, silahlarını ne yazık ki bir yana bırakması gerekiyor.” aynı zamanda varoluşçuluğun ilk romanı sayılan bu eser ciddi bir psikolojik incelemedir. Ama ne yazık okdum ve bitti.....

Oblomov
Oblomov

9

Oblomov Kalın olmasına rağmen oldukça akıcı bir kitaptı. Zaman zaman , hadi be, hadi artık kendine gel diye adeta yalvardım İlya İlyiç'e, zaman zaman galiba artık düzeldi dedim ama maalesef hüzünlü bir sonla bitti. Yazarın üzerinde durduğu Oblomovluk aslında sadece dönemin Rusya'sının soylularını anlatan bir ifade değil, Gonçarov sonraki çağlarda oldukça fazla türeyecek olan bir insan tipinin prototipini tanıtmış bizlere. İçinde bulunduğumuz dönemde de, bittabi demokrasinin tüm dünyaca kabulü neticesinde , ayakkabılara kadar giydirecek hizmetçiler dışında , rahatına düşkün, uyuşuk, sadece yemek, içmek, eğlenmek üstelik bunlara hiç bir çaba sarf etmeden ulaşmak isteyen pek çok insan var. Belki de bunlara yeni nesi Oblomovlar diyebiliriz. Elbette Gonçarov bu kitap ile sadece biyografik bir hikaye anlatmak istemiyor. Oblomov'un şahsiyetinde Dönemin Rusyası ağır eleştirilere maruz bırakılırken Ştoltz karakteri ile de ulaşılması gereken hedef olarak çalışkan Avrupa resmediliyor.

Deniz Feneri
Deniz Feneri

10

Kesinlikle Mükemmel bir kitap. Wirginia Woolf, bilinç akış tekniği ile yazdığı bu kitapta düşünceleri harika bir şekilde harmanlamış. Bu tarz kitapları okumak ilk sayfalarda oldukça zordur ancak sayfalar ilerledikçe ve okuyucu yazar gibi düşünmeye başladığında kendiliğinden akar gider. O yüzden bu tip kitapları okurken oldukça sabırlı olmak gerekir. Kitabın konusuna değinecek olursak; Woolf bu eserinde, Mrs.Ramsay , ailesi ve konuklarını tanıtır bize. Mrs.Ramsay kusursuz güzelliği ve güçlü kişiliği ile çevresindeki herkesi etkileyen bir kadındır. ve Woolf onun karakterinde kadın-erkek ilişkisini irdeler. Bu kusursuz güzellik aynı zamanda erkeklerin her anlamda kadınlardan üstün olduğunu savunur. Ona göre kadın, evlenmeli, çocuk yapmalı onlar için kendisini feda etmelidir. Erkek "tanrı" kadar yüce görülür, özünde erki simgelerken kadın her anlamda onun hizmetçisidir. Ancak Mrs. Ramsay her ne kadar bunları anlatıp yaşamaya çalışsa da bilir ki aslında kadın olmazsa erkek kısır bir döngüden başkası değildir. Elbette bu düşüncelerini asla kimse ile paylaşamaz. Bu yüzden kitabın sonunda onun yerini devralan Lily Birscoe onun bu antifeminist yaklaşmırlayla yüzleşir ve onu anlamak için oldukça fazla çaba üretir. Aslına bakarsanız kitap feminist yazınına katkı sağlayan ciddi bir eserdir. Kitapta sık sık olumsuzluk üzerinden olumla yöntemini seçmiş olan yazar kitabı, kadının üretkenliğini vurgulamak adına harika bir sonla bitirir. Yalnızca bir eserin vücuda gelişi değil ilham kaynakları açısından da irdelenmesi gereken bir sondur bu.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Saatleri Ayarlama Enstitüsü

9

Tanpınar'ın ilk okuduğum kitabı Huzur'du. S.A.E Huzurdan oldukça farklı. Bu kitapta Tanpınar'ın muzip tarafı ağır basmış. Huzur çok dingin, ağır başlı bir kitapken, S.A.E maceraperest, akıcı, komik ve şaşırtıcı. Tanpınar absürdü ince ince işlemiş roman boyunca. Çok iyi bir gözlemci. Cilt cilt kitapların anlatmak için kendini yırttığı konuları çok farklı karakterler yaratarak bir çırpıda anlatıvermiş. Halit Ayarcı, Hayri İrdal, Nuri Efendi hepsi birer dönem aslında. Geçmiş ve gelecek...Üslubu bir miktar zorlayıcı olmasına rağmen keyif verici. Tanpınar gerçek bir usta. Kitap'ın Halit Ayarcı ile başlayan kısmını okuduktan sonra, keşke şöyle adam gibi bir prodüksiyon ile hiç bir şeyden korkmadan, ön yargılarımızı yıkarak bir filmini çekebilsek diye düşündüm. Umarım bir gün olur.

Kule
Kule

5

Kilise Baş Rahibi Jocelin'in Meryem Ana Katedral Kilisesine büyük bir kule yaptırmak istemesi etrafında dönen olayların anlatıldığı, çok fazla olay ve kişinin olmadığı daha çok rahibin git gellerine şahit olduğumuz, (bir hesaplaşmada diyebileceğimiz türden gitgeller) bir kitap. Jocelin idealist bir rahiptir. Ve kilisenin hizmetine girdiği andan itibaren hızla yükselir. Bu yükselişi çok yakın arkadaşları tarafından kıskançlıkla takip edilir. Öyle ki bir gün Şapelin ortasında kendisine ilahi bir rüya gösterilir. Orada bir kule olduğunu görür Jocelin ve ömrünün geri kalanını bu ilahi rüyayı gerçekleştirmeye adar. Çünkü ona göre bu onun artık kutsal amacıdır. Kule inşaatı boyunca kilise içinde ve dışında ahmaklık, bencillik ve dik kafalılıkla suçlanır. Zira kilise zemini kule yapımı için uygun değildir. Jocelin'in inatları ve uğraşları sonrasında inşaat başlar ancak inşaat ustası ve işçiler dindar olmadıkları gibi saygısız, kaba saba insanlardır. Jocelin kule inşaatı tamamlana kadar onların her türlü saygısızlığınıza ve din dışı davranışlarına katlanır. Hatta kilisenin hizmetlerini yapan yaşlı ve ucube görünüşlü Pangal'ın karısı Goody'nin, İnşat ustası Roger Mason ile yaşadığı yasak ilişkiye dahi göz yumar. İşçilerin Pangall'ı rencide etmelerine ses çıkarmaz. Ve yaşlı Pangal kiliseden kaçar, karısı ölür. Onların uğursuzluğu Jocelin ve yapı ustasının peşini bırakmaz. Jocelin kiliseye ihanetle suçlanır. Kule inşaatı tamamlanır ancak fırtınalı bir gecede kule büyük zarar görür. Jocelin bu durum karşısında daha fazla dayanamaz ve hastalanır. Yapı ustası da kör ve sağır kalır. Kitap boyunca Jocelin'in mistik dünyasında seyahat edersiniz. Olaylar onun penceresinden aktarılır. Metafizik ve gerçek olaylar birbirine karışmıştır. Jocelin ilahi hedefi, doğrultusunda yavaş yavaş meczuplaşmaya başlar. Golding bu kitapta inanç ve inançsızlık denkleminde hareket eder. Jocelin'in yaşadığı tereddütler (ki rahip olduğu düşünülürse uç bir kişiliktir) ve bunlar karşısında duyduğu azap semboller yolu ile mükemmel bir şekilde tasvir edilir. Okuması oldukça güç fakat , Hristiyanlık -inanç-inançsızlık, konusunda ciddi ipuçlarına sahip bir kitap.

Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası

6

Yazar dönemin vazgeçilmez karakteri yiğit,serdengeçti,cengaver, maceracı külhanbeyi bir denzici olan Arap ihsanı anlatarak başlar romana. Sonra yavaş yavaş diğer kahramanlar arzı endam ederler okuyucunun zihin dünyasında. Bunlardan en önemlisi, romana da sonuna dek yön veren Uzun İhsan Efendi dir. Düşler ve gerçekler arasında gidip gelen bu adam kelimenin tam anlamıyla ne İsalık ne musalıktır. Düşündüğü için mi vardır yoksa düşündüğü için mi var edendir? Gerçekleri yaşamaya cesaret edemeyec kadar pısırık amaya düşleyebilecek kadar cesur. ve tabiki düşlerinin cengaveri oğlu Bünyamin. Bünyamin babasının pinokyosudur. Geppetto İhsan Usta'nın Pinokyosu ... Ebrehe açgözlülüğü hırsı temsil eder. Bünyamin tevazuyu. Hınzıryedi nefsi emmareyi temsil eder Bünyamin nefsi mütmainne yi. Dertli kör talihi temsil eder Bünyamin talihi. Çünkü her seferinde bir parçasını kaybetmek pahasında olsa hayatta kalmayı başarır. Ve belkide kaybettiği uzuvları arttıkça gönül gözü açılır ve bu silik delikanlı adım adım olgunlaşır.

Dava
Dava

10

Dava okuması gerçekten zor bir kitap. Bunun iki nedeni var. Birincisi bilinçakışı tekniği ile yazılmış olması diğeri ise okuyucunun , yazarın yazdığı ile anlatmak istediği arasındaki bağıntıyı koruma çabası. Okurken aynı zamanda yazarın ne anlatmak istediği konusunda sürekli beyin fırtınası yapmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Tabii ki Dava ile ilgili yazılmış onca yazı var. Ve bu yazıların çoğu bize Dava'nın korku çağı olan 20. y.y ın birey üzerinde yarattığı etkiden bahsettiğini söyler. Can yayınlarından çıkmış olan ve çevirisini Ahmet Cemal'in yaptığı baskı A.Camus'un korku çağı üzerine düşüncelerinin ve Kafka ile ilgili oldukça zengin bilgilerin verildiği bir baskıdır. Kitap hakkında ortaya çıkmış bu yaygın kanaat açıkçası beni çok ikna etmedi. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı ise her okurun değerlendirmesi de farklı olacaktır. Hele ki elimizde buna fırsat verecek çok güzel bir kitap varsa. Ortaya konmuş değerlendirmeler okuru belirli kalıp yargılara yönlendiriyorsa bu okuyucunun kitaba yabancılaşması manasına gelecektir. Ki bu Kafka'nın en korktuğu şey olacaktır : ) Evet Kafka hep bir korku içinde olmuştur. “… ve ayrıca benim özüm, korkudan başka bir şey değil.”diyen de ta kendisi. Korkusunun sebepleri arasında gösterilenleri saymazsak onu bu korkuya iten acziyetinin farkında oluşu diyebilir miyiz? "Dava" bu farkındalığın su yüzüne çıkışı diyebilir miyiz? "Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.” ve Kafka kaybetmeye mahkum ancak savaşmaya da mecbur bir askerden başkası değildir. Kitabın sonlarında yer alan Katedral başlığında, Rahibin anlattığı hikaye aslında anlatılmak isteneni ne güzel özetler. "Mahkeme senden hiçbir şey istemez. Geldiğin takdirde seni kabul eder ve gittiğin zaman da bırakır.” Kafka en çok Tanrı'yı merak eder ve en çok ölümden korkar. Zira dünya bilinenlerle dolu iken ölüm bilinmeyenlerle doludur. "Hiçbir zaman görmediği yargıç neredeydi?" "Kendini bütünüyle kanıtlayamazdı, resmî makamların işini üstlenemezdi, bu son yanlışlığın sorumluluğu, gerekli olan gücün kalanını ONDAN ESİRGEMİŞ OLANA aitti." Cesaretiniz varsa kitaba birde bu açıdan göz atın derim.