Güz Şenliği maddelerinden biri Halikarnas Balıkçısı'nın kitaplarından birini okumaktı. İlk kez bir yazar için "Niye kendisini keşfetmekte geç kalmışım?" dedim. Her hikayenin kendine has olan sıcaklığının ve samimiyetinin sizi içine çekmemesi mümkün değil. Teşbih kesinlikle başarılması oldukça zor bir sanat türüdür, yazarın yazdıklarına baktıktan sonra bunu bir kez daha anladım. Bolca teşbih olmasına rağmen sıkılmadan okuduğum nadir kitaplardan biri oldu, çünkü yazarın cümlelerini içinden gelerek ve doğaya,insanlara karşı büyük bir sevgi besleyerek yazdığı başından belliydi. Günümüzde teşbih sanatıyla kitap yazanlara bakıyorum, bir de Halikarnas'ın yazdıklarına. "Teşbih yapıyorum, o yüzden benim edebiyat seviyem oldukça iyi." diyen bu yazarların bir kısmı maalesef bu konuda oldukça başarısızlar. Bence bu yazarların yaptığı tek şey teşbih adı altında, seçtikleri konular gibi süslü püslü ama bir o kadar boş cümleler sarf ederek bir konum elde etmeye çalışmalarıdır. Gerçi onları da suçlayamıyorum. Maalesef son birkaç senedir dünyada bir tüketim çılgınlığı mevcut. Teknolojide gelen yeniliğe alışamadan hemen ertesinde yenisinin gelmesi, Oku-geç kitaplarının çoğalması, dinleyenlerde hoş duygular bırakmak yerine anlamsız sözler ve birbirinin aynısı melodilerden oluşan müziklerin çoğaldığı bir dünyada nasıl güzellik bekleyebiliriz ki? Böyle gidersem kitap yorumu yerine iyice dertlenmeye gideceğim :D En iyisi ben burada yorumumu bitireyim. Edebi yazılara hasret kalanlar için Halikarnas Balıkçsı'nın kitaplarının okunması gerektiğine inanıyorum. Şenlik kitaplarım bittikten sonra incelikle örülmüş olan başka bir kitabını okumak için sabırsızlanıyorum.
SPOILER İÇEREBİLİR! Üzgünüm fakat okuduğum diğer Zweig kitaplarına göre çok sönük geldi bana. Normalde okuduğum diğer kitaplarında yazarın cümlelerini daha iyi kavrayabilmek için birçok kez üzerinden geçmişliğim vardır fakat Olağanüstü Bir Gece okuma açısından bende ters etki yaptı, yani okuması en kolay Zweig kitabıydı benim için. Gerçi bu eser Avusturyalı bir askerin notlarından oluşturularak derlenmiş. Yazar da bu notları bozmamak için kendinden pek aktarım yapmamış olsa gerek, yazarın büyülü sözcüklerini bu yüzden göremediğimi düşünüyorum. Yazar kendi düşüncelerinin aksine, kitabın en başında kahramanımızın akrabalarına göre yazılanların edebi bir çalışma olduğunu düşündüklerinden bahsediyor. Bu konuda akrabalarına katılıyorum. Bize bahsedilen değişim (daha doğrusu değişimler) fazla uçlardaydı. Duyguları hakkında duyarsız birinin, bir gün içindeki ani değişimi bana gerçekçi gelmedi. Daha çok değişimi için birbiriyle örtüşmeyen bahaneler üretmiş izlenimi verdi bana.
Dürüst olacağım kitabı sırf Güz Şenliğimde bulunan bir maddeyi doldurmak için okudum. Ve young adult türünü neden sevmediğimi bu kitap bana güzelce hatırlatmış oldu. Türü new adult/adult dense de bu kitap kesinlikle young adult türüne giren bir kitap. Kitabın başrolü olan Jocelyn sinir bozucu karakterler listeme bana yeni bir bakış açısı sağlayarak girmiş oldu. 15 yaşındayken ailesini kaybediyor ve "Benim mutlu hayatım sona erdi" diyerekten hiç kimseyi umursamayan adi bir karaktere dönüşüyor. Hayatını normale dönüştürecek o kadar insan var ama "İstediğiniz kadar acılarınızı anlatın veya benden açılmamı bekleyin. Banane, ben kimseye kendimi açmam, sizden daha acı şeyler yaşadım ben. Bu yaşadıklarım çok kıymetli ve hiç kimse beni anlayamaz çünkü benim acılarım sizinkinden üstün. Ayrıca dertleriniz benim umurumda değil, gidin başka yerde veya başkalarıyla acınızı yaşayın" havalarıyla hem diğer karakterleri hem de okuyucuyu güzelce delirtmeyi başarıyor. Ve bunu 364 sayfa boyunca sürdürüyor. Sonuç olarak kendini açsa bile yine aynı kafada hikayesini noktaladığı bariz belliydi. Ha sanmayın ki kitabın tek gıcığı o. Kitap ilerledikçe sempatik gelen karakterler bile bir yerden sonra ergen moduna bağlıyor. Örneğin Ellie denen karakter hikayenin yarısını geçince tam bir "Kitapta olmasa daha iyi olurmuş" karakterine dönüşüyor, çünkü karakterin işe yararlılığı bitmiş oluyor. Diğer başrol Braden'a ılımlı olayım dedim ama bana bir yerden sonra fazla iyimser gelmeye başladı ve Türk romantizm klişesi olan aptal kıskançlıkları da bolca öfleyip püflememi sağladı. Kısacası tam bir young adult türünde beklediğimi verdi: hiçbir şey. Ne konusu güzeldi ne de karakterleri aklı başındaydı. Dert bile olmayacak şeyleri takan bir avuç çocuğun hikayesiydi sadece. Bir de yazar gitmiş sonrasında bu salak çifte ek hikayeler yazmış. Allahım beni bir daha bu türü okutturacak kitapla karşılaştırma diyerek yorumumu bitiriyorum.
Konusu güzel olsa da daha iyisi yazılabilirmiş dediğim bir kitap oldu. Baş karakterin dikbaşlılığı beni resmen yedi bitirdi. Sorumluluğunu sadece işinde gösteren, özel hayatında olup biten her sorunda karşısındakini suçlayan ama ben nerede hata yaptım diye sorgulamayı aklına getirmeyen tam bir duygusuz canlı örneği idi. Ayrıca yazar işlediği konuları sırasına göre değil, fazlasıyla karıştırarak anlatmış. Örneğin 2 paragraf A konusu ile ilgili bir bilgi veriyor, hemen ardından 3 paragraf B'ye geçiş, sonraki birkaç paragrafta başka konu anlatıp A'ya dönüyor. Yine birkaç paragraf sonrası öncekilerle alakasız olan bir D konusunun gelişi kitabı tam bir çorbaya dönüştürüyor. Neyse ki yazar Adam'ı anlatmakta başarılı bir iş çıkarmış. Kitabı bitirmem onun tatlılığı sayesinde oldu. O olmasydı kitaba daha düşük puan verirdim.
Hayatımın en kötü çevirisiyle bu kitap sayesinde karşılaştım. Google Translate'den bile kötüydü. Pegasus'un en iyi olduğu zamanda (2012) kitap nasıl bizlere sunulmuş anlamak güç. Fazla bir şey anlamadığımdan 4 veriyorum, daha düzgün çeviri ile okusaydım puanım yüksek olurdu.
Bu kitabı Nemesis'e bastıran kimlerse Allah hepsinden razı olsun. Pegasus'un Maiden Lane'i süründürerek bitireceğini göz önünde bulundurarak, yeni serisinin Nemesis'e geçmesi çok iyi olmuş. Şu an yurt dışında sadece bu kitap mevcut. Diğerleri de zamanla çıktıktan sonra yakın zamanda çevirirler diye düşünüyorum. Yorumdan önce seri hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Hoyt'un bizlerle buluşturduğu son serisinin adı Greycourt. Bu seriye göre bir skandal sonucu birbirine düşman olan iki aileyi, Greycourt ile de Moray bireylerinin başlarından geçenleri, anlatacak. İlk kitapta de Moray üyelerinden biri olan Freya ve bu iki ailenin yakın arkadaşlarından biri olan Christopher Renshaw'ın hikayesini okudum. Goodreads yorumlarının büyük kısmı kitabın yazardan beklenmeyecek derecede kötü olduğuyla ilgili. Bu yüzden beklentiyi düşük tutarak kitabı okudum ve üzülerek söylüyorum, yorumlara hak vermemek elde değil. Maddeler halinde sıralayacak olursam: 1) En sevmediğim kısım serinin ismi oldu. Daha önce de söylediğim gibi Greycourt ailesinin yanı sıra de Moray ailesi de seride önemli yer kaplıyor. Ayrıca iki aileyle alakası olmayan birçok karakteri de barındıracağını belli etmiş oldu. Bazıları bu iki aileden biriyle birleşebilirler fakat ayrıyetten çiftler de göreceğiz gibi. Yazar çiftte karar kılmışsa Arabella-Lord Rookwoode ikilisi ile alakalı bir kitap okuyabilme ihtimalimiz mevcut. Bunun üstüne karakterler eklenmeye devam ederse -ki yazardan beklerim- oldukça uzun bir seri okuyacağız. Umarım serinin adı bir ara değişir. 2) Bilge Kadınlar isminde bir grubumuz mevcut. Yardıma muhtaç olan kadınlara yardım eden, üyelerini donanımlı bir eğitimden geçiren, oldukça eskiye dayanan bu grup hakkında daha fazla bilgi almak isterdim. Şimdilik sadece amaçlarını biliyoruz. Aslında yazar sırf buradan yola çıkarak serisini şekillendirebilirdi. Başarılı birçok kadının maceralarını okuması eğlenceli olurdu. 3) İlk 5 bölümü Hoyt'un yazdığına inanmak zor. En acemi işi olan Çirkinin Aşığı'nda bile sanki yılların yazarı hissini veriyordu. Bu sefer konuya girmek için 113 sayfa ,128 demek daha doğru olur, sabretmeniz gerekiyor. Sebebini sonraki maddede açıklamak gerekirse: 4) Yazarın çiftleri anlaşamasalar bile birbirleriyle şiddetli bir biçimde kavga ettiklerini pek görmeyiz. Bu kitapta ise Freya'nın Christopher'ı sürekli iğnelemesine ve hakaretler etmesine çok şaşırdım. Eski kitaplarından biri olan Saklı Şehvet öncesinde Silence, Mickey'den az çekmemişti fakat bu tarz öfke nöbetlerini ne onda ne de başka karakterinde görmüştüm. Freya'nın duyguları konusunda kafasının dikine gitmesini Hoyt'un kalemine yakıştıramadım. 5) Yine çiftimizden yola çıkarak devam edeceğim. Bu sefer Hoyt'tan romantizm namına aradığımı pek bulamadım. Goodreads yorumlarında Christopher'ın Freya'yı sırf geçmişini hatırlattığı için ona çekildiğini söylüyorlardı ki bu genel olarak doğru bir eleştiri olur. Kızı tanımadan önce de çekim hissediyordu fakat kimliğini öğrenince iş biraz daha geçmişe hasrete dönüştü. Freya desem, intikam almaktan vazgeçtikten sonraki duyguları açısındaki kararsızlığı ile canımı sıktı. Maalesef bu ikili bir olmamışlık duygusunu sezdirdi. 6) Maiden Lane serisinde sonraki kitabına hazırlık olarak, o kitabın kahramanı olacak karakterleri önceden birazcık bize tanıtırdı. Ayrıca seri ilerledikçe yeni karakterler eklenirdi. Bu sefer ilk kitaptan yaklaşık 15 kadar karakter ismi mevcut; kimisini kitapta görüyoruz, kimisini sadece ismen duyuyoruz ve araya 3-4 yan hikaye ekleniyor. Fakat yan hikayeler o kadar yüzeysel kalmış ki... Tamam, bu hikayeleri zamanı gelince daha detaylı öğreneceğiz fakat yan hikayelerin fazla olmasındansa Maiden Lane'deki gibi 1 yan hikaye ile kitabı gelecek olan karakterlerini daha fazla meraklandırmasını tercih ederdim. Bir de çok fazla karakterin işin içine girmesi kitabı birazcık çorbaya dönüştürüyor. Ayrıca haklarında pek bir şey öğrenemiyoruz, oldukça yüzeysel kalıyorlar. Aklımda yer edinen olumsuzluklar bu şekilde. Fakat kitabın güzel kısımları da mevcut: 1) Hoyt'un köpek sevgisini bilmeyen yoktur. 1 hikayesi hariç diğerlerinde sürekli köpek bulunur. Bu seferki kahramanımız olan Tess, Hoyt'un bir hikayesinde en çok yer kaplayan köpek olmuş. Fakat iyi ki de kaplamış. Onun olduğu sahneleri okumak güzeldi. 2) Greycourt kardeşlerden ikisini bu kitapta tanıyoruz: Messalina ve Lucretia ikilisini okumak daha eğlenceliydi. Messalina'nın ılımlı, sıcakkanlı yapısı ve Lucretia'nın obur, dışa dönük, hafif çatlak yapısı kitaba eğlence katmıştı. Gerçi 3. aile olan Holland ailesini de oldukça sevdim. Kızların hikayelerini okumak bir gün nasip olur umarım. 3) Benim açımdan Hoyt kitabı okuduğumu anlamam Christopher'ın Freya'nın kimliğini öğrenmesinden sonra gerçekleşti. Ufak serüvenlerin ve komedi dozunun aniden ama rahatlatıcı bir şekilde gelmesi kitaba daha sempatik bakmamı sağladı. Aslında seri başlangıcının yavan gelmesine pek şaşırmadım. Yazar 2010-2017 arası Maiden Lane serisini bizlere sundu ve her kitapta çıtayı aştıkça aştı. 7 sene boyunca nasıl yol izleyeceğini bulması daha kolaydı. 2018 sonunda çıkan Greycourt yepyeni bir başlangıçtı ve acemi bir iş çıkması normaldi. Sadece bütün karakterleri ilk kitaba sığdırmak yerine önceki gibi yaya yaya gitmesini tercih ederdim. Her ne kadar 2. kitap konusunu bilmesem de bundan umutluyum. Şimdilik tahminler Messalina yönünde fakat başka bir karakter okumamız daha olası görünüyor. Çünkü Maiden Lane'de Silence-Mickey için ön hazırlık yapılmış olsa da onların hikayesini 3. kitapta okumuştuk. Tahminimce Freya'nın abisi Ran veya Arabella-Lord Rookwoode çiftinin kitabının geleceğini düşünüyorum.
Yazıma koca harflerle "NEDEN?" diyerek başlamak istiyorum. Neden romantik kitap yazan Türk yazarlar "tam işi kotardı" diye düşünürken ardından buz etkisi yaratacak bir kitapla karşıma çıkıyorlar? Cümlemden anladığınız üzere olumsuz eleştirilerimin ağırlıkta olduğu bir yorumla daha sizlerleyim. Bu sene Rita Hunter, Bahar Kokusu ile gözümden düşmüştü. Sebebi baş erkek karakterin birbirinden aşağılık hareketleriydi. Bu kitaptan da nefret etmemin sebebi bir farkla benzer durumla karşılaşmam oldu. O da kadın karakterin tiksindiriciliği idi. İsmi Beatrice olan bu gıcık şahısı serinin 2. kitabı olan Aşka Tutsak'ta görmüştük ilk kez. Geçen kitapta sadece Sean'ı sinir etmesinden başka bir özelliğini görmediğimiz bu arkadaş, kendi kitabında da aynı davranışlarına devam ediyor ve her sayfada sizi kendisinden daha da irrite etmeye yemin etmiş bir şekilde işkencelerine doymuyor. Sean-Beatrice sahneleri ne kadar romantik ve komik bir şekilde gösterilmeye çalışılsa da çok başarısız olmuş. Her Türk romantik kitabının klişesi olan "sürekli laf sokma, birbirlerini sözde tanıyıp aşık olma" durumu bu kitapta da mevcuttu. Ben o kadar sayfa boyunca bir kez olsun birbirlerini tanıma adına bir şey yaptıklarını görmedim. BUNDAN SONRASI SPOILER!!! En sinir olduğum kısımsa Beatrice'in şımarıklığından fazlasıyla bıkan kişilerin o kadar kıza ve çevresine söylenmesine rağmen onu daha da kötü şeyler yapması için teşvik etmeleri oldu. Bu konuda en sert kişi olan abisi bile en sonda "Amaaaan, ne olacak canım. Nasıl olsa zıvanadan bir de ben çıkarayım seni ama acısını herkesin yaptığı gibi senden çıkartayım." demesiyle iyice tüy dikti kitaba. Heee, bir Cabir denen arkadaş var. Serinin sadece ilk kitabıyla alakası olan bir karakter kendisi. Fakat ne hikmetse bu kitaba girmesi için hiç sebebi yokken ona da anlamsız bir aşk hikayesi yazalım denmiş. Aslında neden belli, 380 sayfadan aşağısı hiçbir Türk yazarı asla kesmiyor. İlle 450 sayfadan fazla yazacaklar bir aşk hikayesini. Bunu da Sean-Beatrice ile sağlayamayacağını anlamış olacak ki hiç kimsenin merak dahi etmediği bir karaktere de aşk uydurayım demiş. Dürüst olacağım, Cabir'in aşk hayatı umurumda değildi ve o sayfaları hiç okumadım. Bu yüzden 100 sayfaya yakın garanti atlayarak okumuşumdur. Bir de sırf Beatrice'in olduğu sayfaları da sadece gözden geçirmiş olsam, kitabın yarısını okumadım gibi bir şey olmuş. Bu kitapla beraber artık şunu kesin olarak söyleyebilirim: Bu kadın kesinlikle hikayelerini dramatik şekilde yazmalı. Yazar her kitabında iki kısımla karşımıza çıkar. Biri dram, öbürü de komedi. Her kitabında dramı nereden sağlayacağını çok güzel buluyor ve bunu harika bir şekilde ilerletiyor. En iyisini de en çok eleştirdiğim kitabında yani bunda sunmuş. Zaten kitabı okutturan kısımlar Sean'dan ve onun acılı geçmişinden geldi. O kısımlardaki çaresizliği, üzüntüsü, nefretine rağmen duyduğu bağışlama isteği okuyucuya çok güzel aktarılmış. Hatta onunkine yakın bir acıyı Amelia isimli bir kadın çekiyor. (Kim olduğunu spoiler olmasın diye söylemeyeceğim.) Keşke yazar bu Sean-Amelia ikilisinden kitabı çıkarsaymış. Çünkü Amelia, Beatrice'in aksine daha aklı başında biriydi ve bana saçma gelecek hiçbir harekette bulunmadı. Ortak sayılabilecek bir geçmiş ve birbirine yakın tavırlarıyla ikili harika bir çift olurlarmış. Ama yazar yine Türk klişesini konuşturarak, güzelim karakteri sırf ufak bir yanlış anlamadan ve Beatrice'e yaptığı şeyden (ki o cücük bunu sonuna kadar hak ediyordu) dolayı kötü biri olarak lanse edilmesini tercih etmiş. Neyse, gelelim beğenmediğim kısmına. Dediğim gibi, dramda çok iyi olmasına rağmen komedi kısmında bir türlü istediğimi veremiyor. Komedi sadece karakterlerin birbirlerine laf sokmasından oluşuyor ve çok fazla Julie Garwood esintisi mevcut. Garwood da komedi niyetine bir şeyler karalar ama komik olmasını geçtim, yüzüme ufak bir gülümse bile konduramıyor. Bizim yazara dönersem, bir an önce o kısımları bırakıp dram ağırlıklı yazarsa çok iyi olacağını düşünüyorum. Gönül isterdi seri güzel bir şekilde sonlansın ama ne yazık ki yazarın en zayıf eseri bu olmuş. Diğer karakterlere oranla sıfır gelişim ve sorumluluk gösteren Beatrice için sonunda evli-mutlu-çocuklu denmiş ama bu kız yıllar sonra kesin "Sean bana istediğim heyecanı ve özgürlüğü sağlamıyor" diye bunalımlara girip, sonra da serserinin biriyle uzaklara kaçmıştır.