maggie, 752 adet değerlendirme yapmış.  (8/108)
Son Söz Aşkın (Bridgerton, #3)
Son Söz Aşkın (Bridgerton, #3)

6

27.01.2021 Yorumu: Kitabı ilk kez 10 sene önce okuyup çok sevmiştim ama saçma salak dizisi çıkana kadar 2. kez okumak aklımda değildi. Sanırım daha o zamanlarda tekrardan okuyunca kitabın büyüsünü kaybeceğimi hissetmişim ve günümüzdeki durumum ne yazık ki tahminlerimi doğru çıkardı. Çok sevdiğim Benedict ne hatırladığım gibi tatlı ruhlu biriydi ne de aşık olunası. Çoğu okuyucunun dediği şekilde tatlı dilli ve sempatik tavırlı ama bir o kadar da zorba biridir Benedict gerçekte. Yine de Anthony gibi şımarık ve işe yaramaz ve o kadar mükemmel özellikleri olduğu söylenen fakat içinin aslında kof çıktığı Colin gibi olmadığı için şükredebiliriz. Aklımdaki büyünün bozulmadığı tek kişi Sophie idi. Öncesinde de kırılganlığına rağmen güçlü duruşunu seviyordum, şimdi de öyle. Ayrıca kitap, Bridgerton kardeşlerin annesi Violet'in varlığının işe yaradığı tek hikaye olma özelliğini de taşımaktadır. Hoş, Violet bu iyiliği oğlunu sevdiğinden değil, aksine başından def etmek için yapmıştır ama hayırlı bir sonuca evrilmiştir. Son olarak yokları oynuyor dediğiniz canımın için Francesca bu kitapta diğer Bridgerton kızları kadar yer kaplamaktadır yani o kadar da görünmez biri değil kendisi. Tabi milletin ağzına baktığı için yazar da kendisini unuttuğu için seriye yeni başlayanların bu söylentiden etkilenmeleri normal. Yaklaşık 10 sene öncenin yorumu: Bridgerton serisinin en güzel romanıdır bence. Hikayenin yarısı Külkedisi masalından alıntılarla gidiyor ama o bölümlerde bile bir özgünlük kendini belli ediyor. Külkedisi hikayesinden sonra hikaye daha da güzelleşiyor. Sophie'nin sakar halleri kadar göründüğü gibi saf olmaması, çektiği acılar, Benedict'e duyduğu büyük sevgi beni çok etkilemiştir. Ve Benedict Bridgerton... O nasıl bir adamdır! 3 sene boyunca sevdiği kadının peşinden koşan, sanatçı ruhuna sahip, çapkınlığı tamamen geride bırakan, erkek kardeşleri arasında en olgun olan aşık olunası,canımın içi!! En sevdiğim Bridgerton o oldu benim için. Sonlara doğru Benedict gerçeği tesadüf sonucu öğrenince Sophie'yle tartışmaları çok üzücüydü ama tatlıya bağlandı. Ah o Sophie'nin üvey annesi yok mu? İnanın Külkedisi üvey annesinden bu kadar çekmemiştir. Sonunda hak ettiğini buldu ama geberisice. Şahane Bir Kadının Gizli Günlüğü'nden sonra sevdiğim 2.romandır. Mutlaka okunmalı okutturulmalıdır.

Sonsuz Sevgilerimle (Bridgerton, #5)
Sonsuz Sevgilerimle (Bridgerton, #5)

4

19.03.2021 Yorumum Kız kurusu gözüyle bakılan Eloise, Sonsuz Sevgilerimle adlı kitapta sonunda kendi mutluluğuna kavuştu. Ailenin düzgün 1-2 kişisinden olan Eloise her konuda söyleyecek bir çift sözü olan, fazla konuşkan, başkalarının işlerine burnunu sokmayı seven ama bunu abartmadan sorgulayan biridir. Bu sefer Eloise'i farklı bir açıdan görüyoruz. Yine fazlasıyla konuşan ve çevresindeki olayları sorgulamaya devam eden biri fakat tanımadığı bir mekanda bilmediği insanlarla beraber olduğu için bu özelliklerini törpülemiş bir Eloise karşımıza çıkıyor. Açıkçası bu kitaptaki Eloise'i öncekilere kıyasla daha çok sevdim. Karşısındakilerle daha fazla empati kuruyordu, sorunlara hafifletici çözümler buluyordu. İçinde yaşadığı "bekar-evli" çatışması olmasa da olurdu fakat gözüme fazla batmadı. Sir Phillip'i yıllar önceki okuyuşumda daha çok sevmiştim. Şimdilerde yaptığı bazı davranışlardan hoşlanmasam da yine de birbirinden angut 3 Bridgerton erkeğinden (Anthony-Benedict-Colin) ve beyinsiz Simon'dan daha oturaklı hareketleri olduğunu söyleyebilirim. Çocukluğundan beri yaşadıkları yüzünden sosyalleşme fobisi oluşmuştu sadece, sorunlarını Eloise ile çözebildiklerini umuyorum. Kitabın diğer iyi yönüyse evlat pazarlamacı Violet'in en az göründüğü kitap olmasıydı. Hoş, bu muşmulayı hiç görmesek kitabın puanı daha yükselirdi ama ne yapalım, buna da şükür. Ayrıca ilk kez Gregory'nin bir derece ön plana çıktığı bir hikaye okuyoruz. Benim için diğer Bridgerton erkeklerinden daha iyi olacak her zaman. Son olarak atıcılık sahnesi iyiydi. Yine bütün uyuzluklarının ön planda olmasına rağmen Bridgerton erkeklerinin atışmaları güldürdü. Fakaaat, yeniden okumada fark ettiğim bir şey var, kitap boyunca delirtti beni. Yazarın dilinden şöyle anlatayım: "Eloise'e sosyal çevrelerde saygı duyuyorlar çünkü o bir Bridgerton, kimse onu geri çeviremez." "Eloise çok sevilen bir insan, bir Bridgerton olması da bunda önemli katkıyı sağlıyor." "Eloise arkadaşları arasında bekar kalmış olsa da sorun değil. Bridgerton ailesinden birine kimse hesap soramaz." Anladık, Eloise bir Bridgerton! Onu o yapan özelliklerinin hiçbir önemi yok. İngiltere kralına dahi sorguya çekilir ama kıçıkırık bir vikontluk ailesi üyelerine kimse hesap soramaz. En iyi ve ahlaklı olanlar onlar, hep doğru yapan onlar. Iyy, ıyy! Quinn'nin "Bridgerton egosu" bu kitaptan itibaren başlamış! Midemi bulandırdı bolca. Allah'ım ne olursun gelecekte bize bir daha Bridgerton karakteri gösterme! 22.02.2012 Yorumum En sevdiğim JQ romanlarından biri daha. Eloise karakterini ilk kitaplarda pek sevmesem de bu kitap kendisine baya bağlanmamı sağladı. Eloise; Bridgerton kızları içinde en entellektüelleri olan, mektup yazmaya bayılan, atıcılıkta usta olan -o dönemde bayanların bunu görse kalpten gideceğine eminim :) - ancak evde kalmış ortanca kardeşlerden biridir. Ölen kuzenin eşine yazdığı taziye mektubuyla olaylar başlıyor. Sör Phillip'in mektupta yazmış olduğu evlilik teklifini düşünen Eloise kimseye haber vermeden evden kaçıp onun yanına gider. Gittiğindeyse şaşkına döner. Sör Phillip hakkında bildiklerinin sadece herkesçe bilinen şeyler olduğunu ve aslında onu hiç tanımadığını anlar. Phillip'in soğuk davranışları ve adamın çocuklarının onu evden atmak için ellerinden gelen tavırlarından dolayı başta tekliften vazgeçmek ister. Ancak baba ve çocuklarının arasındaki kopuk ilişkiyi görünce bu duruma el atar. Kitap genel olarak eğlenceli son kısmı biraz hüzünlü ama o hüzün çok güzel anlatılmıştı. Bridgerton kardeşlerin atıcılık yaptıkları sahnede kahkahalara boğuldum. En sevdiğim replik de şu oldu : Gregory: Daha kahvaltımı etmedim. Colin:Tekrar istemen gerekecek,hepsini yedim. Gregory:Küçük kardeş olduğumdan ölmemem mucize. Colin:Eğer yemek istiyorsan hızlı olacaksın. Anthony:Siz yetimhanede mi büyüdünüz? :D Phillip biraz odun da olsa eşi varken ve gittikten sonra yaşadıkları acıklıydı. Kitapta en sevdiğim kısım Benedict-Sophie'yi bolca görmek oldu :). Kendileri en sevdiğim Bridgerton çifti olur. Mutlaka okunması gereken kitaplardan biri.

Düşler Evi
Düşler Evi

8

Hem puanının düşük olmasından hem yayın evinin yazarı unutmasından ötürü Pegasus'un bu kitabı çevirmesini beklemiyordum. 1000kitap yorumlarını okuyunca kitabı kötülemelerine şaşırmadım. Kitap gerçekten uçuk kaçık, saçma bir kurguydu. Peki buna rağmen ben neden 8 puan verdim? Benim eserlerini kendi dilinde okuduğum ilk yazar Julia Quinn idi. Abartmıyorum, A2 seviyesinde İngilizceniz varsa herhangi bir kitabını zorlanmadan okursunuz. İkinci yazarım ise Anna Campbell oldu ama okumakta en çok zorlandığım 3 yazardan biridir kendisi. Kitaplarında kullandığı kelime çeşitliliği, uzun cümle yapıları derken iyi bir İngilizceniz yoksa yazdıkları içinde kaybolmanız mümkündür ki zamanında benim başıma geldi. Anna'dan yaklaşık 2 sene kadar sonra yani 2017'de sıra Brenda Joyce'a geldi. O dönemde Pegasus, DeWaranne serisinde bizdeki çeviri sırasına göre son kitabı olarak görülen Oyun hikayesini çevirmişti. İnsanlar serinin 11 kitapla bittiğini düşünse de aslında serinin 2 kitabı daha mevcuttur. Biri aslında yazarın serilerinden biri olan Bragg Saga'ya ait Scandalous Love hikayesiydi. Öbürü de yorumunu girdiğim House of Dreams, yani Düşler Evi hikayesidir. Scandalous Love tam olarak DeWaranne kitabı sayılmadığı için Düşler Evi'ni okumaya başlamıştım. Daha önce deneyimlediğim 2 yazardan ötürü neyle karşılaşacağımdan emin değildim ama başladığım andan itibaren kolayca okuduğum bir kitap olmuştu. Ne Julia gibi anaokul seviyesindeydi ne de Anna gibi ıkınarak okuttu. B2 seviyeniz varsa Brenda'nın kitaplarını kolayca okuyabilirsiniz. Azıcık bana hissettirdiklerinden de söz edeyim. Çoğunuz gibi ben de kitabı historical türünde zannetmiştim. Kitabın içinde telefon, uçak gibi ileri teknolojik kavramlar görünce "Bu nasıl historical?" demiştim, kurgunun çoğunlukla 60'lı yıllarda (kafamda o şekilde kaldı, yanlışım varsa düzeltirim) geçtiğini anlamam uzun zaman almıştı. Buradan da geçen paragrafta övdüğüm İngilizcenin nasıl parçalandığına da şahit oluyoruz. Tabi sonrasında kitap giderek acayip bir hâl almaya başladı. Musallat olan hayalet, karakterlerin dengesizliği, sonuna doğru gerçekleşen fantastik olayları ile "Tamam, yazarın kalemi her zaman ilginç gelmiştir ama burada baya sınırları aşmış. Kesin bunu yazarken bolca madde kullanmış." diyerek kitabı sonlandırmıştım. Kitap hangi türde yazılmış olursa olsun hayaletler Casper gibi huyları olan veya kendi halinde takılan iyilik sever ruhlar olarak yazılır/gösterilir. Bu kitaptaki hayaletin tam ruh hastası şeklinde gezmesini açıkçası ben çok orijinal buldum. Saçmalamalardan saçmalıklar beğense de onun olduğu sahnelerde heyecanlandım. Hatırladığım diğer kısımlarsa baş karakterin kız kardeşinin, kitabı okuyanlar tarafından "ağız burun dalınacak şahıslar listesi"nde kendine yer bulması olacaktır. Kitaptaki çiftimizi sevmiştim ben. En azından ortak noktaları fazlaydı ve hayalet olmasa çok daha sağlıklı bir ilişkileri olacağını görmemek münkün değildi. Sonuç olarak Düşler Evi hem İngilizce kitap okuma alışkanlığını kazandırdığı hem de ilk korku romanım olduğu (Biliyorum, korku demek için saçma bir hikaye ama bir korku hikayesi için gereken malzemeye sahipti) için bende özel yeri olacak. Son olarak, bunu sevmeyenler, oldu ki Pegasus yazardan yeni seri çevirmeye kalktı ve seçtikleri seri de Francesca Cahill oldu, o seriye hiç başlamayın. Serinin son kitabını okuyunca "Bu mudur yani?" nidalarınız daha çok yükselir benden söylemesi.

Rüyalar Gerçek Olsa (Bridgerton, #4)
Rüyalar Gerçek Olsa (Bridgerton, #4)

3

SPOILER İÇERİR!!! Öncelikle kitabı okumamın sebebinin karakterleri özlemiş olduğumu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, zira dizisi ufak sevgimi de yok etti. Kitabı bazı bilgileri gözden geçirmek için okudum. Allah'ım bu kitabın vasat ve kötü olduğunu söylüyorlardı da inanmıyordum ama tekrar okuma ile o yorumlara hak veriyorum şimdi. Nereden başlasam acaba? En iyisi başroller ile başlamak olacak. 10 sene kadar önceki okumamda Colin'nin değişen ruh hali beni pek etkilememişti, göründüğünden farklı biri olduğu ilk kitaptan beri belliydi. Şen şakrak, laf cambazı, anlayışlı ve sakin Colin, abisi Anthony denen ekşi surat kadar olmasa da aslında oldukça kıskanç, bencil, öfkeli, aklı bir karış havada, hayatta bir amacı olmayan ve bu amaçsızlığın içini yiyip bitirmesiyle oldukça antipatik bir kişiliğe sahip biridir. Kısacası herkesin ayılıp bayıldığı Colin aslında bomboş bir insandı, okuyucu bu gerçeğe geç uyandığı için büyük şok yaşadı ve kitabı beğenmedi. İkinci okumada da duygularım değişmedi ama başka bir şeyin farkına varmamı sağladı. Kitabın en büyük sorunu Colin'nin değişen ruh hali değildi, Penelope'ye hissettiği "aşk"tı. Önceki kitaptaki büyük gafını saymazsak Colin Penelope'yi arkadaşı olarak dahi görmemiştir. Sahi, bunların yakın arkadaşlar olduğunu nereden çıkardık? A, doğru, Quinn yine yazdığı kurguyu unuttuğu için birbirlerini sadece danstan dansa gören 2 karakteri kanka moduna soktu serinin 2-4 arası kitaplarında. Biz olmayan aşka dönelim. Dediğim gibi Penelope'nin fiziksel olarak nasıl göründüğünü bilmeyen Colin birden aydınlanma yaşıyor. Penelope aslında oldukça güzel, dünyanın en akıllı kadını oluyor birden. Penelope'nin malum sırrı ortaya çıkınca kızımız birden korunmaya muhtaç birine dönüşüyor ve ani kararla evlenmeye karar veriyor. Ona sorsak sebebi kızın üzüntüsünün içinde güzel duygular uyandırmaya başlamasıdır (saygı duyduğu birine dönüşmesi anlamında söyledim) Aradan bazı olaylar geçtikten sonra Colin anlıyor ki Penelope onun başaramadıklarını başardığı içinve dünyadaki amacını bulmasından ötürü ondan nefret ediyor. En sonda bu nefret ve Penelope'yi korumak istediğini söylese de aslında delicesine acıdığından bu duyguları aşk olarak nitelendiriyor. Offf serinin ilk 4 kitabındaki hangi erkek daha leş düşüncelere sahip karar veremedim. Hepsi de al birini, vur ötekine diyebileceğim çirkinliklere sahip. Penelope'ye gelirsem tekrar okumada Sophie için ne hissettiysem Penelope için de aynısını hissettim yani düşüncelerimde olumlu kalmaya devam ettiler. Üstte yazdığım gibi Penelope çekimserliğine rağmen oldukça güçlü, aklı başında, çevresindeki delilere katlanma gücü yüksek sevimli bir hanım. Kitabın kötü yanlarından biri de Daphne denen alığın yine aynı hareketlerde bulunmaya devam etmesidir. Hatırladığım kadarıyla Colin ile şöyle bir diyalog geçiyor aralarında. D: Daphne, C: Colin C: Daphne, sana sormam gereken bir şey var. Aşık olduğunu nasıl anladın? Bir insan aşık olduğunu nasıl bilir? D: Hiçbir fikrim yok! Ne bileyim ben böyle şeyleri! C: Ama Simon ile evlisin, onu seviyorsun. D: Gerçekten bilmiyorum. Gerçi ben her zaman alıkça dolaşırım, hiçbir şey bilmem ve öğrenmek için de uğraşmam. Bana söylenenlere göre aşk seni olduğundan farklı biri yapmaz. Benedict tersini düşünse de o şekilde gitmiyor aşk, anlarsın ya o aramızdaki en salak olanı. C: Ben eve gitsem iyi olacak D. D: Lütfen, seni cahilliğimle kafanı karıştırmayı daha çok istiyorum! Dediğim gibi hiç düşünmedim, kocam da benim gibi kalın kafalı olduğu için onun da aşk duyup duymadığından emin değilim. C: Bence git sor ona. D: Neden? (Allah'ım bu kız inanılmaz bir şekilde daha da salaklaşıyor) C: Daphne, ben cidden eve gideyim. Colin o sırada içinden: "Senin gibi bir embesile bu soruları sorduğum için Allah beni kahretsin!" diye söylenmektedir. Gerçekten üç aşağı beş yukarı böyle bir muhabbet var kitapta. Yazar sonrasında toparlamaya çalışsa da iyice batırmıştır bu sohbeti. Şimdi asıl felakete geliyorum arkadaşlar. Bu Violet denen anne kılıklı evlat pazarlamacısı var ya, 11 Nisan 1800 bilmem kaçta doğmuş. Yani kendisi bir koç burcu, yani ben bu çirkefle aynı burca sahibim! HAYIR HAYIIIIIIR HAYIIIIIIIIIIIIIIIIR!!!!!!! Koç burçlarının biraz egoist ve kavgacı oldukları söylense de oldukça yetenekli, girişken, arkadaş canlısı, ortamların aranan kişisi olarak bilinir. Koç burcu ünlüler diye aratırsanız ne cevherler olduğunu görürsünüz. Ama bu Violet denen pitbull kafalı hiçbir şekilde koç burcu değil, başka bir burca da mensup değil! Olsa olsa kendisi hamamböceği burcunun özelliklerini taşır. Üff Quinn, Allah senin cezanı vermesin, ne diye böyle bir karakter yazdın ki! Penelope de 8 Nisan doğumlu bir koç burcu ama ona laf ediyor muyum? En azından zeki olduğunu biliyoruz. Güzel bir kitap olacakken Colin'in mide bulandırıcı davranışları yüzünden rezil bir şeye dönüşmüştür.

Cesur Gardiyan
Cesur Gardiyan

8

Serinin 8. kitabı için başlarda büyük heyecanım vardı. Çünkü Phobe serideki favori karakterlerimden biriydi ve onun kendi kitabında yaşayacaklarını heyecanla bekliyordum. Sonra öğrendim ki bunun gelecekteki eşi James denen Allahsız kitapsız herifmiş! Bunu görünce ne kadar üzüldüğümü anlatamam. James, seride Maximus ayısından sonra en irrite olduğum kişidir. Sürekli birilerinin işlerine burnunu sokmaktan geri durmayan bir tip. 6. kitapta başına gelenleri okuyunca başta "Allah'ım, sonunda bu eşekten kurtuluyoruz!" diye sevinç nidaları attığım doğrudur. Fakat ne oldu dersiniz, diğer irrite karakter olan Maximus bunu kurtarıp kendisini kız kardeşinin koruması yaptı. Zaten önceki kitapta da ne kadar iyi bir koruma olduğunu (!) gördüm. Maşallah hala birilerinin işlerine burnunu sokmaktan geri durmadı! Bu yüzden kitabı beklentimin biraz altında okumaya başladım. Hoyt'un yine güzel bir hikaye sunacağından ve Phobe'dan memnun kalacağımdan emindim ama bu James denen şahıstan ümidim sıfırdı. Ve Phobe tamamen beklediğim şekilde çıktı. Cesur, güçlü, aşkını söylemede açık sözlü ve sevecendi. Tehlikelere karşı göğüs germede oldukça iyiydi. BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR!!! Ne yalan söyleyeyim, kitap boyunca James'ten yine başkasının işine karışma, saçma hareketler bekliyordum. Ne oldu biliyor musunuz? James bunları yapmadı. Bu yorumu yazarken bile hala şok içerisindeyim. James beklediğimden daha iyi çıktı. Hatta bir ara Phobe'ı koruyamadı diye görevinden istifa etmesini hiç beklemezdim. Bildiğim James, kızı koruyacağım diye daha fazla hırs yapıp işleri iyice batırırdı. Baskıcılık demişken, Phobe'ya zorluk çıkarmasını beklerken tam aksini yaptı. Yani onun kararlarına saygı duydu, kendi başına hareket etmesine izin verdi. Bu da ayrı bir şoktu. Diğer hoşuma giden kısımsa "seni seviyorum" sözcüğünü eveleyip gevelemeden söylemesiydi, hikayenin sonuna gelmeden Phobe'ya açılmasıydı. Meğer James'in saçmalıklarına son vermesi için aşık olması lazımmış. Fakat bazı karakterler var ki aşık olsa da ayı olmaktan vazgeçmiyor. Evet, bildiniz! Bu kitabın sinir karakteri James değil, His Grace the Ass nam-ı diğer Maximus denen dük bozuntusuydu. Ulan bir insan hala mı bu kadar dediğim dedik, geri kafalı olur? Kız kardeşi o kadar olay yaşamış, hatta kendisine kaç kez karşı gelmiş, kitabın sonuna doğru hala "Seni koruyacak birini bulacağım, bu benim görevim. Senin durumun iyi olmadığı için kendini koruyamazsın." söylemleriyle okuyucunun kafasını yine güzel şişirdi. Artemis, sen buna dur diyemiyor musun bacım? Zamanında o kadar bu ayıya karşı geldin, şimdi niye kendini geri çekmeler? Geri çekince tabi ki de bu ayı böğürüp duracak. Apollo bebeğimin dediği kadar var. Tam bir ass'ın teki! Sonuç olarak Hoyt okuyucuya yine güzel bir kitap sunmuş. Ben bu ikiliden felaket beklerken mükemmellik çıkması iyi oldu. Sinir sayımı Maximus ile beraber 2 katına çıkarmadığı için James'e gerçekten teşekkürler. Phobe'ya saçma davranmadığından irrite kısmından sinir bozucuya geçmiş bulunmakta. Ama geçmişte Apollo'ya yaptıklarını unuttum sanma. Maximus, tez zamanda geber inşallah!

Altın Kupa
Altın Kupa

7

Bir süredir John Steinbeck okumuyordum, hasret gidermek için Altın Kupa'yı seçtim. İnceleme yaparken bu kitabın ilk eseri olduğunu öğrendim. Steinbeck'in çevre betimlemeleriyle dolu ve akıcı, kolay anlaşılır bir dili olduğunu biliyordum. İlk eseri olduğu için yazımında acemilikler görünse de sizi rahatsız etmez ve ileride anlatımının daha da güzelleşeceğinin habercisi olduğunu belirtir. Günümüzde gördüğüm karakterlere belli başlı özellikler yazılsa da ya bunları hiç göstermiyorlar ya da yazılan özellikleri azıcık gösterip bambaşka kişiliklere bürünüyorlar ve bunlar yavaşça değil, 2-3 bölüm sonra gerçekleşiyor. Steinbeck'in kitaplarında bu kusuru kesinlikle görmezsiniz. Yazar, çok güzel karakterler yazar ve onların yaptıklarını, gelişimlerini eksiksiz aktarır. Değişimler olacaksa da bunları size yavaşça yedirerek anlatır. Sanırım bu yüzden Steinbeck'in kitaplarını çok seviyorum. Baş karakter Henry'nin hikaye başında hayatını nasıl sürdüreceğini bulması birdenbire gerçekleşse de sonrasında yaşadıklarında anlatılması gereken yerler yeterli uzunlukta anlatılmış, 2 cümlenin yeterli olduğu kısımlarda da bu başarı sağlanmış. Henry'nin hayatındaki mücadeleler, hatalar ve sonundaki pişmanlıkları ruhuma işledi.

Ölüm Diken Üstünde
Ölüm Diken Üstünde

10

2021'e gerçekten güzel bir kitapla başlamış oldum. Agatha Christie sen muhteşemsin! Şu ana kadar okumuş olduğum kitaplarında katillerini tahmin etmede başarılı olmuştum, bu kitapta ters köşe oldum . Poriot'a bayılıyorum, cinayette ortaya çıkardığı her ipucunda heyecanım arttı. Ayrıca uzun zamandır saatler içerisinde bitirdiğim bir kitap okumamıştım, Ölüm Diken Üstünde buna ne kadar ihtiyaç duyduğumu fark etmemi sağladı.