Bazı yazarlar bazı kitaplar hatta bazi kitaplarin kapak tasarımı bile insanın içindeki yazma arzusunu kışkırtıyor. Bu yazarla yeni tanistim ama mekan olarak otobüsü karakterler olarak şoför ve çeşitli yolculari seçen yazarin kurgusunu sevdim. Kapak tasarimi da oldukça etkileyici :) Aynı araç içinde bazen aynı anda bazen aynı günde ama farklı saatlerde bazen de farklı zaman diliminde aynı hatta birçok farklı yaşamın hikayesi oldukça ilgi çekici. özellikle de onların düşünce biçimlerinden. Senelerce git gel yaptığım, denemediğim toplu taşıma aracı kalmadığından hep aynı şeyi düşünürdüm: Kim bilir bu insanlar nasıl yaşıyor? nerede yaşayıp nerede çalışıyor? Ne hissediyor? Nasıl düşünüyor? Hatta sosyolojik bir çalışma yapmayı bile düşündüm bununla ilgili. O yüzden ilgimi epeyce çekti kitap. çeşitli insan tipi, kimine çok sinirleniyorsun (özellikle de erkeklerin kadına bakış biçimi sinirimi bozdu. çok gerçekçi yansıtılmış toplumumuzun kadına bakışı. VE ÖTEKİ olarak algıladığı tiplemelere bakışı.) kimine hoşgörüyle yaklaşıyorsun sonuçta birçok insan tiplemesiyle karşılaşıyorsun. Bir toplu taşıma aracı içinde kurgu iyi oluşturulmuş dikkat çekici. Bu anlamda da başarılı. Akıcı bir dili var. Okurken her zaman yaptığım otobüs yolculuklarım geldi aklıma. Fazlasıyla aşina o yüzden benim için :) okuması keyifli dili de akıcı.
Galeano'yu tanıdığım kitaptır. Oldukça da memnun kaldım. Kitap bitirmek için değil hazmederek büyük bir konsantrasyonla okunması gereken türlerden. bilgi dolu bu tarz kitapları gerçekten çok severim. Aldığım diğer iki kitabını da bir an önce okuma arzusu yarattı bende. Tarihin görünmez kıldığı (ırksal olsun cinsiyet eşitsizliği olsun ulus açısından olsun vb) kişiliklerden, tarihi önemli ve görünürden çıkarılmış küçük ama önemli detaylardan yalın ve keyifli bir üslupla bahsetmiş Keyifli bir üslup insan gerçeğinin sertliğini ne yazık ki kıramıyor. Kırmamalı da zaten. İnsanı düşündürten, sorgulatan bir eser. Kesinlikle defalarca açıp açıp okunması gereken bir kitap. birbirlerinden bağımsız da okunabilecek bölümlerle oluşturulduğu için dilediğiniz yerden açıp okuyabilirsiniz. Yunan ve Mısır mitolojisinden, dini efsanelere,tarihi bilgilere bolca yer veren ufuk açıcı bir yapıt. Kitabı okurken aklıma lisansta bize okuttukları "Barbarları Beklerken" makalesi gelmişti. ve Tartıştığımız uygarlık nedir barbarlık nedir sorusu tekrar canlandı kafamda. Kendine uygar diyen düzenden de primitif olarak adlandırılan düzenden de bu tanımlamaları kimin neye göre yaptığına yönelik sorgulamalardan da çıkan sonuç: İnsanın her dönem her yerde, her coğrafyada her millette ırkta cinsiyette, ne olursa olsun tarihi şimdiyi ve belki de geleceği yıkımla, yok edişle, güç iktidar otoritenin güçlü afrodizyak etkisiyle üstünlüğünü kurmak, kendini kendine dair olanı dayatmak uğruna insanı, bireyi silme çabası. Galeano'nun dediği gibi gerçekten de farklı harita ama tarih hep aynı. İnsan hep aynı. yıkım döküm, talan, imha etme, çıkar ve iktidar hırsının körelttiği vicdanlar. Evet Resmi tarihi bir kenara bırakırsak bu anlamda gerçekten de Evrensel bir tarihe sahip insanlar hangi kıtada hangi düzen biçiminde olursa olsun...
Kitap aslında ideal bir toplum yapısını anlatmıyor fikrimce. İnsan denen varlığın bulunduğu her toplumsal düzende "ideal" diye bir şeyin olamayacağını distopya kurgusu biçiminde ortaya koyuyor. İnsanın "ego"sunun belki akla en yatkın gelen bir toplumsal işleyişte de kendini yücelttiğini, üstün gördüğünü ve ayrıştırdığını anlıyorsun. Sonuçta Anarres'tekilerde Urras'lıları, o toplum yapısını insanını eleştirip kendilerinden uzak tutan bir tavır içindeler. Her zaman birey ya da toplum olsun kendini, meşruiyetini başkalaştırarak, farklılaştırıp ayrıştırarak kuruyor.iki gezegeni ayıran şey çok daha soyut aslında. O duvar hem soyut hem kapkalın bir somutluk içinde. Gerçekten ikircikli. O zaman en ideali hangisi? sorusu satırlar sayfalar ilerledikçe anlamını yitiriyor. İnsanın, bir topluluğun olduğu yerde, güç ve mülk edinme arzusu var. bu arzu olmasa bile kendini düşünce tarzıyla bile ayırma eğilimi var.Orwell'ın 1984'ü gibi gerçekten önemli bir roman. okunmalı daha fazla okura ulaşmalı bence.
Açıkcası yakınlarda böyle bir kitabın varlığını duyduğumda heyecanlanıp hemen ediniverdim. Çocuklara ithafen yazılmış güzel bir feminizm kitabı. Hem erkek hem kız çocuklarının okuması gerektiğine inandığım bir kitap. Cinsiyet ayrımcılığının ve kadına yönelik şiddetin, ikincilleştirmenin, kadını değersizleştirmenin yoğunlaştığı hatsafhaya çıktığı bizim gibi toplumlarda böyle kitaplar gerekli.Gerçekten böyle kitapların yazılması güzel bir gelisme. Umarim bu ve bunun gibi feminizmin erkek düşmanlığı ile alakali olmadığı, kadina ve erkeğe yüklenen rolleri dünyanın her iki cinse de nasıl farkli muamele ettiğini ayrimcilik haksizlik ve ikincillestirmeyi anlatan öğretici kitaplar çoğalır ve evlere yayılır. Buna gerçekten çok ihtiyacımız var. İsveçli yazar Sassa Buregren çok güzel bir işe kalkışmış. Küçük bir kız çocuğu olan Ebba gazetelerde bir habere denk gelir ve o haber sayesinde kadınlık ve erkekliğe yönelik sorgulamalara girişir? Kitabın arka kapağında da yazdığı gibi her kız çocuğu bir gün erkeklerin egemenlik kurduğu dünyada farklı muamele görerek ikincilleştirilerek yetiştirildiğini fark eder. bir şekilde. Böyle kitapları hem kız hem erkek çocuklara okutturarak farkındalık yaratmak, onlara öğretilen verilen geleneksel rol kalıplarını sorgulayıp düşünerek kendi fikirlerini oluşturabilmek önemli. cins ayrımcılığına gitmeden kadın ve erkeğin biyolojik ve kültürel farklılıklarını kabul edip onları eşit kılmak. eşitliklerini haklarını savunmayı öğretmek için bu tarz kitaplar gerekli. Kitapta oy hakkından, kadın haklarının en bilinen savunucularına kadar derin bir bilgi perspektifi sunulmuş açık ve rahat okunabilecek şekilde. Umarım hak ettiği değeri görür bu kitap.