Lisanstayken bize küçük bir parçasını okuttukları çok güzel hazırlanmış kültürel bir çalışma. 1980'lerden 2005 yılına kadarki olan dönemde Türkiye'nin geçirdiği değişimleri anlatıyor. ekonomik ve siyasi dönüşümlerine de değinirken en çok kültürel yaşam biçimlerine, değişen, dönüşen hatta modern zamanın kıstırmış olduğu hayat tarzı temsillerini anlatıyor. gazete başlıkları ve resimlerle de desteklendirilmiş. 80'lerin serbestçi politikalarından, şans oyunlarına, sağlıklı yaşam fitness gibi konu başlıklarından televizyon artışı otomobil kullanımın artışı gibi teknolojik değişimlerin yaşam pratiklerindeki etkilerini ve statü ve sınıfsal ve cinsiyetçi konumlandırmalarını da irdeliyor. Akademik anlamda ağır bir dili olmadığından akıcı bir şekilde ilerliyor metin. Ama yine de bir anda bitirmemek sindire sindire okumak, anlayarak devam etmek gerek. Meltem Ahıska bu tarz çalışmalar içinde adını çokça duyduğum biriydi zaten. Aldığım ve okuduğum için oldukça memnun olduğum kitaplardan :)
Bildiğim, inandığım, bir sosyolog olmaktan ve kadın olmaktan öte önce insan olarak savunduğum her şeyi içinde barındıran, düşünmeye iten sorgulatmaya iten bir anlamda kurgusuyla da sosyolojik ve psikolojik analizler üreten bir kitap. Yazarın bilgi birikiminin hat safhalarda olduğunu ve sadece bilmeyip gerçekten büyük bir duyarlılığa da sahip olduğunu görüyorsunuz. Bitmesi en olabilecek, olması gerektiği şekilde bitti. benim bu seride en sevdiğim şeylerden biri de artık kimsenin bir kahraman olarak sunulmaması. bazı kitaplarda öyle bir anlatım var. Artık çok seçici davrandığımdan o tarz kitaplara pek rağbet etmiyorum. Bu kitapta hepsine kızıyorsunuz bir yandan da anlıyorsunuz çünkü İNSAN. insan denen varlığın karmaşasını, hatalı yapısını anlayınca en öfkelendiğiniz kibirli ve bencil karakteri bile bir müddet sonra anlayabiliyorsunuz.hepsinin hataları, yanlış kararları var. Kitaptaki karakterlerin kendi tercihleri doğrultusunda yaşamlarının şekillenmesi en doğru şeylerden biriydi. Sonuçta Kader denen bir şey varsa bile bu insanın tercihi ve kararıyla şekillenebilen değişebilen bir şey.Gerçekten yıkıp dökmek, bize benzemeyenlerden nefret edip onları ötekileştirmek yerine farklılıkları kucaklayabilsek, saygı duymayı öğrenebilsek sanırım hayat daha anlamlı olur. Ya savaşarak öldürerek yok edicek insan kendini ya da bir şekilde dönüştürecek evreni daha anlamlı bir hale. Sadece ben yazarın olduğu gibi -Sosyolojinin ve toplumumuzun gerçekliğinin üzerimde yarattığı biraz pesimist etkiden olsa gerek- umutlu olamıyorum pek.
Hermafrodit olarak doğan ancak bunu zamanla, özellikle ergenlik dönemlerine girdiğinde anlayan Callipe/Call'un kendini keşfetme hikayesi. Genlerindeki ve hormonlarındaki aksaklıklara büyükanne ve büyükbabasının hikayesinden başlayarak anlatan roman gerçekten özgün bir yapıya sahip. Akraba evliliklerinden tutun birçok faktör cinsiyeti, hormonları genleri etkilemektedir. Her iki cinsiyete ait özelliklere sahip Callipe/Call'ın kendini, cinsiyetini anlama ve keşfetmesini, ameliyatla tekrar yetiştirildiği gibi tamamen kız olma halini reddedip kendini KENDİ gibi kabul edip yaşamını ona göre uyarlamaya çalışmasını okuyorsunuz. Kalın kitapları pek sevmeyenler için ana karakterin öyküsü için biraz sabır gerektirebilir kitap çünkü birçok kişinin bakış açısından anlatılan çoklu hikayeler serpiştirilmiş kurgunun içine. okunmayı gerçekten hak ediyor.
Thomas Mann'in okuduğum ilk kitabı. diğer kitaplarını da aldım okuyacağı en kısa zamanda. orta yaşlardaki bir kadının temelde aşk, doğa ve çocukları çevresindeki yaşamını anlatmakla kalmayıp içsel dünyasını da yansıtan, kurgusunda eksiklik kalmadan ustaca yazılmış okunulası öykülerden. doğa/mantık, ruh/beden karşıtlık ve ikililiklerini de felsefede çokça gördüğümüz tartışmaların minyatür hali olarak anne-kız diyaloglarında sunmuş yazar. ince ama oldukça dolu bir kitap.