gululucan, 204 adet değerlendirme yapmış.  (14/30)
Kırılmadık Bir Şey Kalmadı
Kâtip Bartleby
Kâtip Bartleby

8

Kitabın kahramanı Baytleby gibi hem sinir olup, hem güldüğüm, hem de fena halde üzüldüğüm bir kahramanım olmamıştı hiç. Okurken tavırlarına, neden böyle yaptığına bir türlü anlam veremedim ta ki kitabın sonuna kadar. Ben olsam Bartleby gibi davranır mıydım bilmiyorum ama bazen yalnızlar ve hayattan kendilerine dair hiçbir umut ışığı göremeyenler için bu hayat çekilmez oluyor onunda farkındayım. Bartleby; katiple tanışmadan önce ölmüş kişilere giden mektupların yakılmasıyla görevli bir departmanda çalışmış ve o insanların belki de hayata tutunmalarını sağlayacak para-özür-hediye vs. gibi şeylerin kendi ellerinden her geçtiğinde kendisi de giderek tükenmiştir. Yaşadıkları çevreye ve ya çağa ayak uyduramayan insanlar yaşarken de ölürken de yalnızdırlar. Kitapta Bartleby ise direnişte bulunmadan direnen, düzenin karşısında sessizce duran, yaşarken ölmeyi seçen pasif bir direnişçi. Bartleby’in kendi özgür iradesiyle her şeye karşı söylediği “yapmamayı tercih ederim” tavrını mecburen yapmak zorunda olduğumuz şeyler karşısında yapamıyoruz ne yazık ki .. Kitaptaki Bartleby’in tavrı patronunu vicdanlı olmaya ve empati yapmaya sürüklüyor bu da örnek alınası bir davranış şekli.. Kitaptan Altını Çizdiklerim: -Dar görüşlü kişilerin bitmek bilmeyen uzlaşmazlıkları, sonunda daha yüce gönüllü olanların en iyi kararlarını bile yıpratır. - Samimi bir insanı pasif bir direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz.

Katya'nın Yazı
Katya'nın Yazı

6

Trevanıan’ın Şibumi kitabını okuduktan sonra yazar hakkında çok araştırma yapmış hikâyeye göre değil yazarın gizemine dayanarak kitaplarını okuduğumu belirtmiştim. Katya’nın Yazı’yla Şibumi birbirinden öyle farklı ki iki hikaye ki birbirini tekrar eden yazarlardan sonra bu farklılık iyi geldi. İki hikayeyi de sevdim. Öyleki sevdiğim filmler arasında bir benzetme yapacak olursam; Şibumi’yi karizmatik güçlü karakterle macera peşinde koşan hikâyesiyle Esaretin Bedeli’ne, Katya’nın Yazı’nı zayıflıkları olan, içinde fırtınalar yaşayan karakterle olağandışı şaşırtıcı hikayesiyle Fight Club’a benzetebilirim. Yazarın betimlemeleri çok iyi olmasından kaynaklı olsa gerek ikisinde de okuduğum satırları film şeridi gibi hayalimde canlandırdım. Puzzle sever gibi olarak, parçaları yerine koyup ipuçlarının peşinden gitmeyi sevdiğimden edebiyattaki bu beklenmeyen çarpıcı sonlara yüzümdeki şaşkınlık ifadesi belirmesine bayılıyorum.Bu kitabı okumak benim için bu bağlamda çok keyifliydi. Kitapta başlangıçta ve ilerleyen sayfalarda Genç Werther'in Acıları’ndaki Werther gibi platonik saplantılı aşk acısı hakimken “biliyorum bu aşkın sonunu diyorken” bir şekilde içindeki gizem sizi sona sürüklüyor. Kitaptan Altını Çizdiklerim: - Hepimiz karşımızdakinin bizi anlamasını isteriz ama, ayna gibi içimiz dışımız görünsün istemeyiz. - Kalbin kendine göre nedenleri olur, beyin bunları bilmez. -Aşk dediğin şeyin yeri insanın kalbi değil, kasıklarıdır evladım. -Ben geleceği hep, yığınlar halinde “bugün” olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm. - Bence yetişme tarzını ve sosyal sınıfı en iyi ortaya koyan şey insanların konuşma biçimidir. - Yanlıştan yanlış doğar, ondan da yanılgı doğar. - Sende gerçekten kötü olabilmek için gerekli olan hayal gücü eksik bir kere. - Çok saçma. Her çocuk kendisini anasına, babasına ebediyen borçlu sanır ama, bu doğru değildir. Eğer ortada bir borç varsa anayla baba borçludur çocuğa. Onu bu acılar, savaşlar, nefretler dünyasına getirdikleri için. Hem de bir anlık zevk uğruna.

Karanlık Dürtü
 Kadınlık Arzuları
Kadınlık Arzuları

6

“Kadınlar eril normdan farklılaştırılmış cinstir. Ve belirlenmiş cins olarak kadınlar imgelerle çalışmaya koyulurlar. İmge saplantılı kültür tarafından yaratılan komut “ Çalışın, kendinizi değiştirin! Daha iyi görünün! Daha erotik olun!” dur. Ve bu ideale ulaşma komutunun aracılığıyla, toplumumuz kadın bedeni üzerine bir mesajı yüksek sesle ve açıkça yazar: Hareket etme, arzu etme, erkeklerin ilgisini bekle.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) "Birisiyle seviştiğimizde onun “ kompleksleri” yle tanışmayı beklemek zorundayız; “ yansımacılığa”, “ savunmacılığa” , “sahiplenmeciliğe” dikkat etmeliyiz.“ Bağımlılık” ve “ bağımsızlık” derecelerini “ tartışmayı” beklemeliyiz; ve herhangi bir “ güvenlik” sağlanmadan önce “ çatışma” yada “ güçlük’lere hazır olmalıyız." (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Toplumumuz cinsiyet çizgilerinde katı bir sınırla bölünmüştür ve bu eve kadar uzanır. Evin sorumluluğunu ne kadar eleştirisiz yüklenirse yüklensin, evi hiçbir zaman bir hapishane gibi görmemiş kadın yoktur.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Toplumumuz cinsiyet çizgilerinde katı bir sınırla bölünmüştür ve bu eve kadar uzanır. Evin sorumluluğunu ne kadar eleştirisiz yüklenirse yüklensin, evi hiçbir zaman bir hapishane gibi görmemiş kadın yoktur.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Erkekler kadınlara dikkatle bakmalarını kadınların estetik çekicilikleri gerekçesiyle savunuyorlar. Fakat kadınların bu sözde estetik değeri, kadın bedeninin “ uzaktan” görünüşü hakkında kararlaştırılmış bir tercihten başka bir şey değildir. Kadınların estetik çekiciliği, kadınların vücuduna bakmak kadınları uzakta, ayrı tutmak tercihini ve bunu yapabilme gücünü gizler. Belki de uzaktan cinsellik erkeklerin kadınlarla girebildiği tamamen güvenli olan tek ilişkidir. Belki de diğer ilişki biçimleri onlar için çok tedirgin edicidir. Çağdaş toplumu niteleyen kadın imgeleri bolluğu, kadınların kararlılıkla uzak tutulmasına dayanan bir gözetlemecilik biçimi olarak görülebilir. Gözetlemecilik özel bir istek nesnesine yakın olmak yerine ona bir röntgenci gibi uzaktan bakarak cinsel zevk almanın bir yoludur. Ve röntgenciler her zaman kontrolü elde tutarlar. Röntgenci her durumda gördüklerinin anlamını kendi belirler. Uzaktır ama güvencededir. Yirminci yüzyıl seksolojisinin şaşırtıcı“ bulgularından” biri olan, cinsel ilişki sırasında bile cinsel imgelerin yaygın kullanımının nedeni bu mudur?” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Kültürel ideal cinsel olarak olgun kadın üzerinde bir tabuya varıyor. Bu tabu, cinsel olarak erkeklere ve kadınlara uygun davranışlara ilişkin diğer ideolojilerle yakından bağlıdır. Örneğin, yasasalar tarihi olarak kadınları cinsel sorumluluk sahibi bireyler olarak tanımlamaya pek yanaşmamıştır. Kanun hükümlerinde sadece erkeklerin cinsel suç işleyebilecekleri öngörülür ve bunun tek nedeni gerçekten erkeklerin kadınlara saldırması değildir. Bu yasal ideolojiler sadece erkeklerin etkin cinselliğe sahip oldukları, dolayısıyla sadece erkeklerin cinsel bir suç işleyebilecekleri inancı üzerine inşa edilmiştir. Bu söylemlerde kadınlar erkeklerin girişimlerine cinsel olarak karşılık veren ya da bu girişimlerin edilgin kurbanı olan kişiler olarak tanımlanırlar. Aslında son zamanlarda yasalar üzerine feminist yazıların ortaya koyduğu gibi, yasanın işleyişi kadınların cinselliği hakkında çok belirli inançlara sahiptir. Tecavüz davalarında sık sık kadını suçlu bulma, kadının tecavüzü bir şekilde “ istediğini” ve erkeğin cinsel saldırısını davet edici mesajlar verdiğini kanıtlama yönünde girişimlerde bulunulur. Yani yasa hükümleri kadınları erkeklerin etkin cinselliği karşısında korur gibi görünürken, yasanın uygulanışı genellikle kadını yargılamaya ve saldırıdaki sorumluluk derecesi hakkında kadını sorguya çekmeye yarıyor. Tecavüzün yasal işlemindeki ideoloji eril ve dişil davranış hakkındaki genel ideolojilere uygun düşüyor. Kadınların bir cinselliği olduğu kabul ediliyor, fakat bu, kadınların vücutlarını kendilerine rağmen istila eden bir cinsellik. Bu cinsel mesajın yalnızca sorumlulukla karşılandığı, yani potansiyel olarak sürekliliğe sahip heteroseksüel durumlarda yerine ulaşmasını sağlayarak kendilerini korumak kadınların görevi. Mütecavizin savunusunun genellikle kadının cinsel “ ahlakı” nı kuşkuya düşürmeye çalışılarak yapılmasının nedeni budur. Kadının, cinselliğini “ sorumsuzca” kullandığı kanıtlanabilirse erkeğin etkin saldırısını davet etmiş olmasından kuşkulanılabilir. Cinselliğini, yasanın korumasıyla garanti altına alınan heteroseksüel ilişkinin güvenliğinde ifade edenler sadece kadınlardır.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Duyguların dili kapitalist sistemin ekonomik etkinliklerinin tanımlarına şaşırtıcı ölçüde benziyor. Kayıplar, kazançlar, girdiler, yatırımlar ve karlardan söz ediliyor. Ve özünde bu dil saldırgan bir nitelik taşıyor. Bir bağımlılık ilişkisinin hedefini düşünün. Nihai amaç, kapitalist mülkiyet tarzına özgü olan güvenlik ve güven. Bir ilişki için en büyük felaket kayıp, harcanan emek. Birbirine bağlanmaktan söz ediyoruz; işe yaramayan risklere giriyoruz. Şanslıysak ödüllendirici bir ilişkiye sahip oluyoruz. Kişisel davranış da bu terimlerle tanımlanıyor. Kahramanlar sahiplenici ya da bağımlı olmakla suçlanıyor ve kendine yeterli oldukları için kutlanıyorlar. Bu ekonomik rekabet ve kalıcılığın dilidir. Tamamen, kimin kimi geçindireceği, kimin kime bağımlı olduğu, diğer kişiye kimin sahip olduğu sorununa göndermede bulunur. Deneyimden kar sağlama isteğini, maddi kazançlar elde etme arzusunu ve cinsel ilişkilerin ekonomik temelini ifade eder. Dilde gizli olan saldırganlığı görmek pek de zor değil. Köpeklerin köpekleri yediği ve ancak pek azının başarıya ulaştığı bir sistemden söz ediliyor. Fakat burada ima edilen saldırganlık duygusal yaşamın diğer büyük metaforu olan savaşla karşılaştırıldığında oldukça yumuşaktır. Bir ilişkinin kahramanları muzaffer, galip ya da mağlup olarak tanımlanabilir. Barışçı ya da yıkıcı ya da mahvedici deneyimlerden söz ediyoruz. Teslim olan ya da direnen ya da kendini koruyan insanlardan bahsediyoruz. İlişkiler tehlikeli ya da patlayıcı olarak tanımlanabilir. Savaşan kuvvetler arasında zaman zaman uzlaşmalar ya da ateşkesler sağlanabiliyor. Ve bunlar gerçekleşince de kendimizi hayatta kalmış olarak adlandırıyoruz. Bu iki metaforda da gizli olan rekabet ve saldırganlık çok çarpıcı.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları) “Sakin ya da fırtınalı, yıkıcı ya da destekleyici olsun, ilişki kendi başına bir amaçtır. Baktığınız her yerde en arzu edilir durum olarak savunulan “ ilişki”yi görürsünüz. Ve “ ilişki” yokluğu üzülünecek “ sorunlar” yaratacak bir durumdur. Güncel konuşmada yer aldığı şekliyle “ ilişki” dilinin oldukça tuhaf bazı yönleri vardır. Bu tuhaf yönler cinsler arasındaki her şeyin iyi gitmediği konusunda bizi uyarıyor. Çünkü ilişkileri tanımlamak için kullanılan metaforlar borsa ve savaş metaforlarının aynısı.” (Rosalind Coward, Kadınlık Arzuları)

insan ne ile yaşar
insan ne ile yaşar

8

İnsan Ne İle Yaşar? Yaşamı boyunca bu soruyu kendisine sormamış olanınız yoktur herhalde.. Ben hayatımın her evresinde soruyorum ve her seferinde sanırım o anki açlığım ile alakalı olarak değişik cevaplar alıyorum. Mesela hayatımın ergenlik döneminde bu soruya cevabım "insan hevesle yaşar" dı. İşte başarıyla okulu bitireceğim, iyi bir işe gireceğim, kendi kararlarımı vererek özgürce canımın istediği gibi yaşayacağım ve en önemlisi anı yaşayacağım hevesiyle yaşadım. Bazı hevesler kursakta kalır ama şükür ki benim ki sekteye uğramadı tabi aklım sayesinde yoksa köstek çok :) 20’li yaşların ortalarından sonra “gereklilik listesi” ile yaşadım. İnsana yaşaması için ne gerekli diye çok düşündüm ve kendimi tatmin edecek şeyleri buldum onları yaptım. Mesela ; -İlk kitaplarım geliyor aklıma açlığımı, susuzluğumu, ruhumu doyuran kitaplara gereksinimim var Yazmam lazım sonra, en başta belki gizlemeye çalışmak adına yaptığım bu işi keyfim yerindeyken yapmak beni eğlendiriyor güçlendiriyor şu evrende minnacıkta olsa “bir ben varım” hissini sağlıyor dur durak bilmeden her şeyi yazmam lazım -Sonra fotoğraf çekmem lazım o anları benimle var etmek için, benim gördüğüm şekilde ölümsüzleştirmek için. -Görmem lazım birde yeni yerleri güzel şeyleri görmem lazım. -Dinlemezsem olmaz dinlemek lazım yeni müzikleri, yeni insanları, kalbimin sesini, dalga sesini … -Tabi bunların hepsini yapabilmek için enerji ve sağlam bünyeye lazım spor yapmalıyım içimdeki heyecanı enerjiyle dışarı atmalıyım..Koşmalıyım gidebildiğim yere kadar koşmam lazım.. -Ve aşk lazım her şeye aşkla bakmak lazım.. Baktım, okudum, yazdım, dinledim, yaptım oldu :)Şimdilerdeyse bir heyecan içimde dur durak bilmeyen her şeye karşı bir heyecanla yaşıyorum.. Kitaba gelecek olursak Tolstoy işte fazla söze ne hacet.. Kitap ismi itibariyle bir mesaj kaygısını gözümüze sokmaya elverişli ama Tolstoy bunu Teist bir yaklaşımla rahatsızlık vermemeden yapıyor. Kitap; iyilik-kötülük; açgözlülük-tokgözlülük, hayat-ölüm benzeri karşıtlıkların erdemli bir yanıtını vermeye çalışırken; cezalandırılan bir meleğin Allah tarafından cevabını öğrenmesini istediği “İnsan kalbine ne hükmeder?, İnsana ne verilmemiştir? ve İnsan Ne ile Yaşar?” sorularına cevap bulması için önderilmesiyle başlar ben soruların cevabını öğrendim. Okuyun sizde öğrenin :) Kitaptan altını çizdiklerim : -Anladım ki, insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, gerçekte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah’ a yaklaşır; Allah da ona yaklaşır. Çünkü O sevgiyi yaratandır!” - Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım. - Önemli olan tek bir an vardır o da “şimdi”dir. En önemli an şu andır çünkü bir tek ona sözümüz geçer. İnsana gerekli olan kişi şu an yanında olan kişidir. Çünkü hiç kimse günün birinde bir başkasına işinin düşüp düşmeyeceğini bilemez. Ve insan için en önemli uğraşı iyilik yapmaktır. Çünkü bu insanın yeryüzüne gönderiliş gayesidir

Zaman Yönetimi
Zaman Yönetimi

6

"Vakit nakittir" hepimizin çok iyi bildiği zamanın çok değerli olduğunu ifade eden bir özdeyiştir.Zamanla para özdeştirilmiş olsada zaman ve para arasında değerli olmaları dışında bir benzerlik yoktur. Zaman; paranın aksine tüm insanlığa son derece adaletli ve eşit olarak dağıtılmıştır.Herkesin bir gün içinde 24 saati, bir yıl içinde 365 günü vardır. Zamanınızı özel olarak tutmak ya da harcamak mümkün değildir. Biz nasıl davranırsak davranalım akıp gider.Ama paramızı biriktirebiliriz, harcayabiliriz, bankaya yatırıp istediğiniz kadar saklayabiliriz, borç verebiliriz. Zamanla bunların hiçbirini yapamayız. Bu yüzden zamanı yönetmek pek mümkün değildir, ancak kendi hayatımızı yönetebilirsek zamanı verimli değerlendirmiş oluruz. Zaman göreceli bir kavramdır.Bazen hiç geçmiyormuş gibi gelirken bazen su gibi akıp gider.Yıllar önce beni çok etkileyen şöyle bir yazı okumuştum. Bir senenin değerini anlayabilmek için o yıl YGS' yi kazanamamış ya da sınıfta kalmış öğrenciye sorun. Bir ayın değerini anlayabilmek için prematüre bebek dünyaya getiren anneye sorun. Bir haftanın değerini anlayabilmek için bir derginin editörüne sorun. Bir dakikanın değerini anlayabilmek için treni henüz kaçırmış birine sorun. Bir saniyenin değerini anlayabilmek için kazayı kıl payı atlatmış birine sorun. Bir milisaniyenin değerini anlayabilmek için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan kişiye sorun. Zamanı iyi yönetememenin belirtileri: -Sürekli olarak işleri yetiştirememe stresi, acelecilik. -Görüşülecek kişiler ve ziyaretçiler için zaman ayıramamak. -Yapmaktan hoşlanılmayan işler ve seçenekler arasında sürekli bocalamak. -Hiçbir şey yapmadan günü boşa harcamak. -Zamanın büyük bir bölümünü yapılması gerekmeyen işlere harcayarak, yapılması gereken işlerin altında ezilme duygusu yaşamak. -Dinlenmek ve diğer insanlarla iletişim için zaman ayıramamak. -Cevaplanacak yazılara cevap verememek. Etkili zaman kullanımı için yapılması gerekenler: -Doğru işleri yapmak -Öncelikleri belirlemek -Hedefleri belirlemek -Hedefleri planlara dönüştürmek -İşlerimizi ve çalışma ortamımızı düzenlemek gerekir. Kitaptan çıkardığım sonuçlar bunlar.Kendi adıma düşüncelerime gelirsek; Neler yapılacağı belli ama burada yazılanlar daha çok iş hayatını baz alınarak anlatılmış.Üst düzey yönetici yada kurumsal firmalar için geçerli olabilir belki ama genelde içinde bulunduğumuz sistem gereği iş hayatında plan, program yada zaman yönetiminden bahsetmek pek mümkün değil..İşler çözülmek, kolaylaştırılmak üzere değil sanki ego tatminine dönüştürülmüş gibi..O yüzden gerekesiz iş yükü bitmek bilmezken insanlar hırpalanıyor bezdiriliyor diye düşünüyorum.İş hayatına müdahale edemezken, kendi idaresini yapabileceğim özel dünyamda bazen bana da zamanın yetmediği oluyor. Şöyle bir bakınca, işyerinde geçen mesai + kitap okuma + aile/arkadaş ziyaretleri + telefon görüşmleri + zorunlu ev ihtiyaçları (yemek+temizlik+alışveriş vs) + spor + eğitim hayatı vs. Off yazarken bile günlük ve süreklilik arzeden bu işleri nasıl yetiştirebileceğim hissine kapıldım:) Ama benim bu gibi durumlarda zaman yönetimi için izlediğim yol önceliklerimi belirlemek..