Bir adada kalan bir sürü çocuğun bir süre sonra çocuk masumiyetinden nasıl uzaklaştığını, içgüdülerinde var olan(bir arkadaşlar bunu tartışmıştık, o kötülük öğrenilir diyordu, bense vardır diyordum) kötülüğün, toplumsal baskılardan ve ahlak anlayışından uzaklaşılınca nasıl acımasızca ortaya çıktığını anlatan bir kitap. Mercan Adası kitabına bir gönderme olarak yazıldığı da iddia edilmiştir. Bir kere zaten kitap bir mecara romanının çok ama çok ötesi, siyasi ve felsefik bir eser. Kaldı ki siz kitabı okurken fark etmeseniz de(ben etmemiştim en azından) kitap bittikten sonra sonsözü okuduğunuzda kitaptaki karakterlerin aslında neleri simgeliyor olabileceğini görüp eserin ne kadar yoğun bir içeriğe sahip olduğunu fark edeceksiniz. İnternette ufak bir araştırma ile görebileceğiniz üzere bu kitap ile Mercan Adası çok karşılaştırılmıştır. Hatta Mercan Adası' nın John Locke' un(özetle, otoriteyi reddeder) devlet teorisini benimsediğini, Sineklerin Tanrısı' nın ise Hobes' un(devletin varlığını savunur, düzen için güçlü bir devlet şarttır) görüşlerini desteklediği iddia edilir. Belki bunları düşünerek yazmamışlardır ama ortaya çıkan hikayelere bakıldığında bu tespitler yerindedir. Önemli bence; yeni baskılarda sonsöz olarak yer almış ama benim okuduğum baskıda önsöz olarak verilmişti bazı açıklamalar. Olur da önsöze denk gelirseniz es geçin, kitabı bitirdikten sonra okuyun onları. Kitap tek kelime ile harika.
Kitabın girişinde yazan bilgilere göre zamanında çok ses getiren bir kitapmış. Çok tepki almış. Sansüre uğramış vs. vs. Yanlış hatırlamıyorsam böyle şeyler diyordu kitabın önsözünde. Bir de erotik roman da denir bu kitap için. Akşit Göktürk gibi muazzam bir çevirmenin elinden çıkması sebebiyle ben bir anlam kayması olabileceğine de ihtimal vermediğimden bu kadar abartılacak hiçbir yanının olmadığını belirterek başlayayım. Yani belki dönemin koşulları göz önüne alındığında zamanının iddialı bir kitabıymış diyeceğim ama yazıldığı tarih de 100 yıl öncesi bile değil ki. Cinselliği yüceltmesi, evlilik kurumunun insanlar tarafından yaratılan 'kutsal' değerlerini eleştirmesi bakımından tepki görmüş olması yüksel ihtimal tabii de Sade diye de bir gerçek var bu dünya üzerinde. Adam 18. yy.' nın sonlarında cinsellik konusunda yıkılmamış tabu bırakmamış. Hal böyleyken bu kitabın neden bu kadar tartışıldığını ya da neresinden tutularak erotik bir roman sınıfına sokulduğunu ben anlamadım. Sıkıcı da bir kitap, oku oku bitmiyor ve bir şey olduğu da yok üstelik. Genç güzel bir kadın ve onunla evli olan kötürüm bir koca. Yazar tepkilerden çekinerek mi yapmış bilmiyorum ama kadının eşini aldatmasını haklı çıkarabilmek için adamı yerin dibine sokmuş. Adam insanlar arasında sınıf ayrımı yapan, paraya çok önem veren, duygudan yoksun bir 'üst sınıf'. Kadın ise duyarlı, hassas, aşka, duygulara, duyguların gösterimi için temasa inanan bir hanımefendi. Sınıfsal farkları filan bir kenara bırakıp dokunmayı bilen, hisleri olan bir adamla takılıyor durum bu. Ya tamam çok basite indirgeyip anlattım ama cidden çok sıkıldım okurken.
itap bir tarafa da kitabın giriş kısmı harikaydı. Böyle bir yazı yazmayı hayal ederdim, artık vazgeçmek zorundayım o yazıdan. İhsan Oktay Anar kafamdakinin aynısını benim asla yazamayacağım kadar güzel yazmış bu kitabın girizgah bölümünde. Kitaba gelirsek; İhsan Oktay' ın üslubuna laf edecek halim yok. Çok özgün, çok akıcı ama daha okuduğum ikinci İhsan Oktay kitabında sıkıldım ben, aynı şey. Ve her ne kadar tek başına değerlendirildiğinde çok sağlam bir kitap olsa da Puslu Kıtalar Atlası ile kıyaslandığında hem hikaye hem de karakterler bakımından o kitabın gerisinde bana göre. Ama tekrar söylüyorum kitap tek başına düşünüldüğünde zaten çok iyi, ben bir kitaba oy verirken kendimce onu kendi kategorisinde değerlendirerek yapıyorum bunu. Genel bir değerlendirme yaparsam 6-7 yıldız verdiğim kitapların yanında bu kitap kesinlikle 8-9 yıldızı hak eder ama o zaman Puslu Kıtalar Atlası' na 12 yıldız vermem gerekir ;)
Beklediğimin çok üzerinde çıkan bir kitaptı. Daha iyi yazılabilir miydi? Kuşkusuz evet ama dediğim gibi çok düşük beklentiyle okuyup bambaşka bir şeyle karşılaşınca çok sevmiştim. Ev isimli bir türk filmi vardır. Onu izlerken bu kitaptan birazcık da olsa etkilenildiğini hissetmiştim. Bir yönetmen var, ki nedense Tarantino' yu andırdı bana kendisi, vurmalı kırmalı kanlı filmler yapıyor ve manyak bir çift de bu yönetmenin filmlerinden çok etkilenip ellerine silah alıp katliam yapa yapa Hollywood' a kadar geliyor. Sonrasında bir eve giriyorlar, evdeki çifti rehin alıyorlar ve canlı yayında, yaptıkları katliamdan gerçekte kimin sorumlu olduğunu tartışmak istiyorlar. E tabii rehin aldıkları çift de bizim yönetmen ve onun yatağa atmak için tüm gece uğraştığı çıtır bir aktris adayı. Başta da dediğim gibi beklentimin çok üzerinde bir kitap çıkan, edebi yönden pek bir şey vaat etmiyor olsa da günümüz insanının şiddete olan merakını, toplum içinde duyarlı gibi görünmesine rağmen üzerindeki toplum baskısı kalktığında aslında nasılda acımasız olabileceğini gösteren ve bu bakımdan Sineklerin Tanrısı isimli esere benzediğini düşündüğüm bir kitap.
Neden 6 yıldız? E ben Galatasaraylıyım. Hem de fena bir Galatasaraylıyım. Hal böyle olunca Ali Kırca' nın çoğu Galatasaray üzerine olan futbol temalı yazılarını sevmemem mümkün değildir elbette. Hele Uefa Kupası ile ilgili yazıları okurken daha bir duygulandım, mutlu oldum. 7-8 bile veririm ben bu kitaba da kitap 7' lik olduğu için değil, bende uyandırdığı hisler 10' luk olduğu için. Özetle koyu bir Galatasaray taraftarı olan Ali Kırca' nın, futbol ile ilgili yazmış olduğu yazıların derlenmesinden oluşmuş, her yerde, her şartta rahat rahat okunabilecek, sizi hiç yormayacak basit bir kitap. Galatasaraylı herkes çok sevecektir.
17 yaşında sevgilisi tarafından kaderine terk edilmiş, sığınacak kimsesi olmayan hamile bir kızın başından geçen olayların anlatıldığı bir kitap. Fazlasıyla gerçek dışı olmasına rağmen ilham verici güzel bir konuya sahip bana göre. Sonu başından belli bir kitap olsa da sonuçta bir polisiyeden ya da entrikalar üzerine kurulu bir romandan bahsetmediğimiz için bu pek de sorun teşkil etmiyor. İçindeki iyilikle etrafındaki herkesi değiştiren, bebeğini büyüten ve bunları yaparken de kendisine yardım eden iyi kalpli insanlarla karşılaşan bir kızın yaşamı var kitapta. Ayşecik filmi gibi anlayacağınız yine de az önce belirttiğim gibi ilham verici bir kitap ve hiç de sıkmadan okunuyor. İyilikle her şey hallediliyor ama okuyucu tatmin olmazsa diye Tanrı' dan da yardım alarak kötü karakterimiz de feci şekilde cezalandırılıyor yazarımız tarafından. Herkes mutlu mesut oluyor işte. Bana kalırsa hiç okumayın ben zaten çok eskiden okumuştum.
Olasılıksız' ın çok satmasını yayıncısı ve menajerine bağlayabilecek kadar dürüst bir tüccar, pardon yazar olan Adam Fawer'ın 2. kitabı yazmaması sürpriz olurdu elbette. Ne var ki bu ikinci kitap, para için yapılan tüm devam serileri gibi ilkini arattı. Zaten bir Terminator, bir Geleceğe Dönüş, bir de Baba filmlerinin devamı haricinde edebiyatta da sinemada da ticari kaygıyla yapılan devam işlerinin, ilk işe oranla başarılı olduğu bir örneğe ben hiç rastlamadım. İlk kitap ne diyordu? ''Bitirmek için yarını, birilerine anlatmak için ise bitirmeyi beklemeyeceksiniz.'' Haklı çıktı mı? Çıktı. Kendi türünün iyi örneklerinden biriydi bana kalırsa ama kendi türü derken de gerilim/macera türünden bahsetmiyorum. Öyle bir sınıflandırma yapmaya kalkarsam Wilbur Smith ezer geçer bu tarz kitapları mesela ya da Michael Connelly' nin ana karakterinin(Harry Bosch) derinliğinde boğulur Adam Fawer' in karakterleri, hikayeleri. Macera/gerilim türleri arasında çerezlik kitaplar alt başlığında değerlendirirsem Olasılıksız 7 yıldız alır benden, ki aldı da. Yoksa genel olarak gerilim/macera diye bakarsak Wilbur Smith' in Bir Avuç Kum kitabına 8 vermişken Olasılıksız' a 6 yeter de artardı bile. İşte bu bakış açıma göre 6 yıldız veriyorum bu kitaba. Kitapta muhteşem bir kurgu var diyeceklere şunu söyleyeyim daha önce de bir yerde yazdığım gibi: Eğer muhteşem kurgu bir kitabı mükemmel kitap yapıyorsa Hollywood yapımı her macera filminin senaristi aynı zamanda muhteşem bir yazardır bu mantıkla. Kitapta da muhteşem bir kurgu yok ayrıca, sadece iyi bir kurgu var. Evet sürükleyici kitap, evet elinizden bırakamıyorsunuz, merak ediyorsunuz ama söyler misiniz lütfen eğer merak etmeyecek, sıkılacaksanız bu tür bir kitap okur musunuz zaten? Bu kitapların birinci amacı, görevi zaten okuyucuyu merakta bırakmak değil midir? E olması gereken bir şeyi yapıyor diye bir kitaba muhteşem denir mi? Yoksa muhteşem olması için olması gerekenin üzerinde bir şeylere sahip olması mı gerekli? Bence ikincisi.