meursault samsa, 191 adet değerlendirme yapmış.  (6/28)
Define Adası
Define Adası

6

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde kitabının altına da yazdığım üzere garip bir adammış Robert Louis Stevenson. O kitap bambaşka bir meseleye ilişkinken bu kitapta klasik bir korsan hikayesi anlatıyor yazarımız. Klasik diyorum ama günümüze göre klasik elbette yoksa 1883 yılında yazılan bir korsan hikayesine klişe demek biraz haksızlık olur. Tabii o döneme kadar korsan yok muydu gibi bir soru da gelmesin aklınıza, o kadar da değil. Korsanlar var, muhtemelen korsan hikayeleri de var ancak –kitabın arkasında yazana göre- karakterlerin bu kadar net işlendiği ve karakterler üzerinde bu kadar durulan bir korsan hikayesi yok ya da pek yok diyelim. Kitabın arkasındaki ya da ön sözündeki bilgiye göre kolu kancalı korsan efsanesinin gelişmesinde bu kitabın katkısı varmış. İş Bankası Kültür’ ün bu çocuk serilerinden 5-6 kitap aldım, hepsini okuyacağım. Çocukluğumuzda bize Ökkeş serisi okutmuşlardı hem zaten ben o zamanlar kitap okuyan biri değildim. Dolayısıyla hazır İş Bankası böyle güzel bir iş yapmışken şunları sırayla gömeyim deyip aldım okumak istediğim 5 6 kitabı, biraz geç kaldık haliyle, dil çok basit ve yer yer sıkıcı geliyor kitaplar, bu da öyle oldu. Bundan 10 sene önce okusam, anlatıcının yerine (genç denizcimiz Jim) kendimi rahatlıkla koyup daha bir şevkle okuyabilirdim belki kitabı. Yine de hikaye oldukça sürükleyici, tek sıkan yanı çok fazla sayıdaki denizcilik terimleri oldu. Bir iki kez telefondan internete girip baktım kelimelere ama bir yerde sonra sıkıldım. Özellikle bir bölüm var ki salt gemiciler okusun diye yazılmış sanki.(Biraz abartmış olabilirim çok takılmayın) Hikayenin sonunu da çok sevmedim. Kötü değil de olması gerekenden de zerre farklı değil. Bir ters köşe ummuştum açıkçası ama çok net başlayan kitap, çok net devam edip çok net bitti. Her yerde rahat rahat okunabilecek, bir cümleyi 2. Kez okumaya gerek kalmayacak ama denizcilik terimleriyle dolu bölüm hariç, hiçbir paragrafında da sizi bunaltmayacak bir çocuk-gençlik kitabı. Yazardan biraz bahsetmek gerekirse; wikide, sözlüklerde filan bahsedilmiş hep :) Silve diye bir puşt var yalnız kitapta. Adamın karaktersizlik üzerine kurduğu muazzam bir karakteri var. Pirates Of The Caribbean’ da Kaptan Jack Sprarrow’ un ani saf değiştirmeleri var ya hani, işte o manevraları yapan Sparrow, bu adamın yanında dürüstlük abidesi gibi kalır. Yalnız bu omurgasızsın hikayeye müthiş bir hareket kattığını da inkar edemem. Yazar bu kitabı üvey oğluyla bir oyun oynadıkları sırada çizdikleri haritadan feyiz alarak yazmış. Genel kültür değil, kitabın ön sözünde ya da yazarın tanıtıldığı bölümde yazıyordu bu da. Genç ölmüş yazarımız, ona üzüldüm. Dr. Jekyll ve Mr. Hyde için değil belki ama bu kitap için çok sevdim ben bu yazarı. Kitapta çok ekstra bir numara olmadığını üste de yazdım da işte artık ıssız ada, korsanlar, define vs. klişelerini sevdiğimden olsa gerek çok ısındım adama. Son olarak; Silver, geber lan yavşak!

Savrulan Otlar Arasında
Savrulan Otlar Arasında

2

Ömür törpüsü. Öncelikle usule ilişkin bir değerlendirme yapacağım; Ulan o nasıl dizgi? Kitap 127 sayfa ama ekonomik bir dizgiyle 60 sayfada hallolurdu bu kitap. Esasa girelim; Boris Vian kimilerinin(Ferhan Şensoy) çok sevdiği bir yazar. Sartre gibi önemli bir adamın arkadaşı. Şimdi bunları göz önüne alıp da saçma sapan kitap yazmış demeye benim bazı uzuvların yemiyor. Dolayısıyla kitabı değil kendimi eleştireceğim mecburen. Kitabın arka kapağına bakarsak kitap; gülünç bir macera, ilginç bir casusluk öyküsü, tuhaf bir polisiye soruşturması. Bana göre bunların bir kısmı doğru sadece. Şöyle ki; yer yer gülünç, tuhaf ve kitabın içerisinde polis olduğu söylenen biri var. Yazdıklarıma anlam yüklemekte zorlanabilirsiniz, o zaman size kitabı anlatmakta başarılıyım demektir çünkü ben bu duyguyu tüm kitap boyunca hissettim zaten. Konu şu kısaca; iki arkadaş bir partiye gidiyorlar, orada bu ikiliden birinin cebindeki bir madeni para çalınıyor ve daha sonra bu iki arkadaşla birlikte bir polis şefi ve polis şefinin yardımcısı bu madeni parayı aramaya başlıyorlar. Yani bu kadarını anlayabildim en azından. Ama aklınıza öyle ''çok süper kurgu'' diye adlandırdığınız klasik polisiyelere filan gelmesin hiç alakası yok çünkü. Günlerin Köpüğünü okumuş biri olarak Boris Vian' dan tuhaf olaylar, metaforik anlatımlar bekliyordum elbette ama bu kadarını da değil. Biliyorum anlamıyorsunuz, çünkü anlatamıyorum o yüzden bir alıntı ekleyeyim; 5. bölüm: Davete Geliş ''Tuvaletini tamamlayan Adelphin yavaşça odasının kapısını açtı ve metalik kristale son kez bakıp, bir kız böceği gibi kayarak, açık mavi yün kumaş kaplı kıvrımlı süsleri nikel trabzanının ışıltılarının dolaysız ufkunu kesen mermer merdivene doğru yöneldi.'' (-ıp ekinden sonra virgül gelmez. Çevirmene, redakte edene selam olsun) İşte buna benzer sayısız cümle okuyorsunuz kitap boyunca. Tabii ben çevirmene atarı yaptım da İsmail Yergüz de Fransızca çeviri konusunda yetkin bir adamdır bildiğim kadarıyla. Yalnız tıraş kelimesini yanlış yazdığını tartışmam bile, tıraş kelimesinde ı vardır ki Avi Pardo da yanlış yazıyor bunu. Çevirmenlere giydirecek kadar ukalalaştığım bu paragrafı burada bitiriyoruz. Kitabın arka kapağında kitap için; ''Boris Vian' ın dil evreninin en yetkin örneği'' denmiş. Dolayısıyla belki orijinal dilinden okunsa daha keyif verici ve anlaşılır olacak bir kitaptır bilmiyorum. Sonuçta Türkçe fonetik bir dil olduğundan, (yazıldığı gibi okunan demeyin rica ediyorum, her dil yazıldığı gibi okunur zaten dünyada) kelime oyunlarına çok fazla müsaade etmiyor dolayısıyla ne kadar özenli çeviri yapılırsa yapılsın eğer kelime oyunlarıyla bezeli bir kitapsa aynı tadı vermesi mümkün değil. Tabii kitabı anlamadığım için kendimce bahaneler de üretiyor olabilirim şu an. Sonuçta bir dil oyunu filan olsaydı en azından dipnotlar ile bunlar belirtilirdi. Özetle; hiç beğenmedim, hiç keyif almadım; anladığımı düşünüyorum ama belki de hiç anlamadım, bilmiyorum. Bu hissi yaratan iki kitap daha vardı; Şövalyeler Kitabı ki buna güzeldi diyen de var. Yok ben kabul etmiyorum güzel olduğunu, aynı hikayede farklı zaman dilimlerinden, farklı kurgular dan bahsedilecekse Gölgesizler kitabı bu işin tepe noktasıdır okuduklarım arasında, o yüzden hiç bunu denedi diye övemeyeceğim Şövalyeler Kitabı' nı. İkincisi ise Bu Bir Pipo Değildir ki o kitap beni aşan bir kitap. Ben onu okuyup anlayabilecek yetkinlikte değilim, umarım ilerde olurum. Bu kitabı anlamamın ise yetkin olup olmamakla alakası yok bence. Bana hitap etmiyor kitap. Ben Tarantino diyaloglarını da sevmem. Bunu neden belirttim; çünkü Tarantino için diyalog üstadı denir, örneğin bir oral seks diyaloğu vardır Rezervuar Köpekleri' nde ve çok övülür. Benim içinse sadece laf kalabalığıdır ki severim o sahneyi ona rağmen böyle diyorum. Diyalog üstadı Woody Allen' dır benim dünyamda. İşte bu kitap için sözcüklerle beslenen, büyüyen bir hikaye denmiş ama sözcüklerle büyümekten kasıt yazdığım alıntıdaki gibi bir şeyse bu benim için sadece laf kalabalığıdır hepsi o. 3 sayfa boyunca bir adamın eşyalarının kıyafetlerinin hangi cebinde taşıdığına ilişkin tasvirler mevcut mesela. Aslında hoşuma gitti bu kısım, benim de kotumda cüzdanın, anahtarın, bozum paranın durduğu yer bellidir ve ekstra bir nesne cebe dahil olduğunda bir yapboz edasıyla bu eşyaların durduğu cepler değişebilir ama bunu 3 sayfa anlatırsam sanırım küfredersiniz bana. Dilin iletişimde yetersiz bir araç olduğuna ilişkin bir şey denedi desem(zorlamanın sınırlarındayım sanırım şu an) bu kez yine beğenmem kitabı çünkü onu da Peter Handke, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi ile muazzam şekilde yapmıştı. Tüm bunları göz önüne alarak, bana sorarsanız okumayın derim bu kitabı. Günlerin Köpüğü' nü okumak Boris Vian için yeterli belki bir de Mezarlarına Tüküreceğim. Kitaptaki en hoşuma giden cümleyse yine bu 3 sayfalık tasvir paragrafına ait; ''Gene bu dönemde Antioche el çantasını, tercihen sarışın ve çok zayıf olmayan bir kadınla değiştirdi.'' Sf: 49 – İmge Kitabevi Yay. - 2. Baskı)

Ölüler Böyle Sever
Ölüler Böyle Sever

6

Bukowski beni sürekli ikilemde bırakan bir yazar. Sevimli ama sıkıcı. Sürekli aynı şeyleri tekrar edip yedim, içtim, seviştim diyen bir adam. Tamam, ben bu tarz hikayeleri okumaya bayılan biriyim ne var ki bir yerden sonra rutine dönüyor, gelecek cümleleri bile tahmin ediyorsunuz. Ukala biriyimdir ama Bukowski' ye sallayabilecek kadar da değil. Evet yani yukarıda yazdıklarımı düşünüyordum Bukowski hakkında ama ne zaman ki romanlarını bırakıp öykülerini okumaya başladım, Bukowski sevgim tekrar kabardı. Az önce sürekli kendini tekrar etmekle itham ettiğim adamın aslında ne kadar yaratıcı biri olduğunu görmemi sağladı Bukowski öyküleri. Cümleleri, romanlarıyla hemen hemen aynı ama karakterler ve konular çok yaratıcı geliyor bana. Rahatlatıcı bir yanı var Bukowski' nin ve nedense öykülerinde daha fazla hissediyorum ben bunu. Ama kendisi ne durumlar yaşamış, ona bakıp halime şükrediyorum gibi bir şey değil anlatmak istediğim. Adam varlığı ve de yokluğu o kadar basit ve 'aynı' anlatıyor ki, içimde bulunduğum durum (iyi veya kötü) bir anlam ifade etmemeye başlıyor bana. Can sıkıcı bir yanı da var tabii. Dürüst yazarları, dürüst insanları hep sevmişimdir. Bukowski de fazla dürüst ve gerçekçi, dolayısıyla da beni kurduğum hayallerden uzaklaştırma konusunda çok başarılı. Kitap yanımda olmadığından alıntılamak istediğim yerleri yarın yazabilirim ancak ama şöyle bir şey diyor mesela ''büyük bir yazar 500 yılda bir gelir'' Uzun bir süre Bukowski okumayı düşünmüyorum, ama bu cümleyi kısa bir süre önce de söylemiştim. Gerçi bu kitap bir istisna oldu. O kadar çok Bukowski kitabı çıktı ki piyasaya artık bu adamın kaç kitabı olduğuna ilişkin gerçekten bir fikrim yok ve Kadınlar ile Ekmek Arası' nı okuyup Bukowski defterini kapatmaya karar verdiğimden, uzun süre Bukowski okumayacağım demiştim. Sonra bir şekilde bu kitap tavsiye edildi bir arkadaşım tarafından, bulabilir misin bilmiyorum dedi ama baskısı çok olan bir kitabı sahaflar aracılığıyla bulmak çok kolay. Yok hiç öyle romantizme bağlayıp da zaten 2. el kitaplar daha değerlidir, üzerinde kim bilir hangi insanların parmakları gezmiştir filan demeyeceğim hatta mümkünse sadece tek bir insanın; güzel, seksi bir kızın parmakları dolaşmış olsun kafi. Bunu düşündüğümde keyifli oluyor 2. el kitaplar. Umarım bu öyledir; harika bir kız bu kitabı başucunda tutmuş, parmaklarını sayfaları üzerinde gezdirmiş, hatta çok şanslıysam kucağına koymuş, dudaklarına yaklaştırmıştır filan. Ama muhtemelen bunların hiçbiri olmadı ve kitap 2 3 okuru dolaştıktan sonra tozlu bir halde sahafa gelip, sahaf tarafından silinip parlatılıp üzerindeki son parmak izleri de temizlendikten sonra rafa konuldu. Ruhsuz ve 'temiz' olarak. Bukowski kitabına böyle bir inceleme gerekiyordu, kusura bakmayın.

Pinokyo
Pinokyo

6

İş Bankası sağ olsun müthiş bir olaya imza attı bu çocuk serisiyle. Hem orijinal metinden tam ve güvenilir çevirilerle hem de muazzam bir fiyatla sundu bu kitapları okuyucuya. Ben de bu çocuk serisinden benim için önemli olan 5 6 kitabı aldım ancak Pinokyo' yu almak aklımda yoktu. Ne zaman ki bir vesileyle orijinal hikayede Pinokyo' nun asılarak öldürüldüğünü öğrendim, ''lan'' dedim, ''benim bunu alıp okumam lazım'' ve aldım kitabı. Harika bir önsöz, Pinokyo üzerine önsözden bile daha güzel bir inceleme yazısı ve Collodi' nin hayat hikayesini okuyup sonra hikayeye başladım, Haliyle farklı bir gözle okudum kitabı. Çok detaya girmeye gerek yok, nihayetinde hepimizin bildiği bir çocuk kitabı. Her çocuk kitabı gibi ders verici olaylar vs. Ama enteresan gelen bir iki detay vardı, onları paylaşacağım şimdi izninizle. Sayfa 55: - Başkaları çıkarsa ben de çıkmak istiyorum hapisaneden, dedi Pinokyo, gardiyana. - Olmaz. Siz çıkamazsınız, dedi gardiyan. Çünkü siz malın gözü değilsiniz. - Özür dilerim, diye karşılık verdi Pinokyo, ama ben de bir dolandırıcıyım. - Öyleyse yerden göğe kadar haklısınız, dedi gardiyan, beresini saygıyla çıkarıp selamlayarak, Pinokyo' ya hapisanenin kapılarını açtı, onu dışarı bıraktı. (Dönemim İtalyası' na, yargı sistemine bir Tayson kroşesi gömmüş Collodi) Sayfa 67: (Pinokyo denizde dalgaların arasında kaybolurken) - Zavallı çocuk! Dediler o zaman kıyıya toplanmış balıkçılar, alçak sesle dualar mırıldanarak evlerine gittiler. (Yine döneme bir gönderme var bana kalırsa. Herkes olan biteni seyredip sonra da duasını edip evine gidiyor, kimse zorda kalan biri için yardım etmeye çalışmıyor) Şimdi sayfa 55' in gönderme olduğu açık da sayfa 67' den yaptığım alıntı için sana öyle gelmiş diyebilirsiniz. Peki buna ne diyeceksiniz o halde? Sayfa 68: (Pinokyo' yu dev balina yutar, onun midesinde bir balıkla karşılaşır Pinokyo ve ona buradan kurtulmaları gerektiğini söylediğinde balık, mantıksız bir fikir ileri sürer ve orada kalmaları gerektiğini, kurtulma imkanı bulunmadığını söyler.) - Budalalık bu! diye haykırdı Pinokyo. - Ben böyle düşünüyorum, dedi Tonbalığı. Politikacı tonların söylediği gibi, düşüncelere saygı gösterilmelidir. Ne alaka bir çocuk hikayesinde politikacılar? Ve neye saygı duymasını istediğine de bakın lütfen; içinde bulunduğun duruma saygı duy, bunun için bir şeyler yapmaya çalışma. Collodi aslında bir çocuk yazarı değil, zaten adı da Collodi değilmiş ki bunu kitabın sonunda kendisiyle ilgili yazılan biyografiden öğrendim. Aslında Collodi' nin asıl ilgi alanı siyaset. Tabii her dürüst ve muhalif yazar gibi pek çok sorunla karşılaşıyor hayatı boyunca. Her şeyi anlatamam gidin okuyun bir yerlerden ama hikayede kesinlikle çok ciddi göndermeler var. En başta Pinokyo ve Gepetto' nun çok zor ve yoluk içinde bir hayatları var ki bu dönemin Floransası' nın bir özeti aslında. Kitaptaki göndermeler içerisinde benim fark ettiklerim yukarıda, bir de fark edemeyip kitabın sonundaki inceleme yazısında belirtilen bir örnek vereyim.''dört altını hemen ek Pinokyo, çünkü tarlayı zengin bir bey aldı... bundan sonra altınları o ekecek'' Bu cümle ile Floransa' ya yabancı sermayenin gelişinden bahsediyormuş Collodi. Collodi pek istekli değilmiş aslında böyle bir hikaye yazmaya, zaten orijinal metinde de 15. bölümün sonunda Pinokyo' yu öldürmüş. Hem de ne öldürmek. Ölüm tasviri muazzam ki kitabın sonunda buna da ayrıca değinilmiş ve sanki İncil' den alınma gibi denerek nitelendirilmiş o paragraf. Sonrasında hikayenin devamı istenince de devreye gece mavisi saçlı peri(Collodi fazlasıyla annesinden öykünmüş bu karakter için) giriyor ve Pinokyo' yu kurtarıp en son olarak da onu gerçek bir çocuk yapıyor son bölümde. Dört madde ile bitireyim zira hem uzadı hem de bunları evde kendi bilgisayarımda yazıyorum ve yazarken çok seksi bir kızı özlüyorum tekrar ve tekrar. 1- Collodi babasız büyümüş daha doğrusu sanırım üvey babayla büyümüş ama adam ona iyi davranmış. Bizim Pinokyo' nun yapıldığı odunu bulan da Gepetto değil, başka biri. Gepetto, ondan sonradan alıyor odunu. Buradan yola çıkarak da Gepetto' nun, Collodi' nin üvey babasından öykünerek yarattığı bir karakter olduğu düşünülebilirmiş ama bana biraz zorlama geldi bu. 2- Ben, kitabı bu çevirisiyle hiçbir çocuğa okutmam. Sansürü destekleyecek değilim ama bu çeviri, yani hikayenin orijinal hali bir çocuk için uygun sayılmaz. 10 yaşında bir çocuğun bu kadar ölüm içeren, yer yer vahşet sayılabilecek (ısırarak kedinin pençesini-bence pati de yazar ya da çevirmen pençe demiş- koparıyor mesela Pinokyo ve sonra da bunu tükürüyor) sahneler barındıran bir kitabı okuması bana doğru gelmiyor. 3- Dünyada pek çok yazar Pinokyo hikayesi yazmış sonrasında. Olabilir tabii de Tolstoy' un da yazmış olduğunu öğrenince ben şaşırdım belki siz de şaşırırsınız diye paylaşıyorum. 4- Ölüm paragrafı: Şiddetli bir günbatısı esmeye başlamıştı bu arada; öfkeyle uğuldayan rüzgar, zavallı kuklayı bayram çanı gibi döndürerek oraya buraya çarpıp duruyordu. Bu sallanma yüzünden şiddetli titremeler geliyor, boğazına gittikçe sıkışan ilmik soluğunu kesiyordu. Gözleri yavaş yavaş sislenmeye başlamıştı; ölümün yaklaştığını duyumsamakla birlikte, her an için iyi yürekli birinin çıkıp geleceğinden ve kendisine yardım edeceğinden umudunu kesmiyordu. Ama bekle bekle, kimse gelmiyordu, hiç kimse. Zavallı babasını anımsadı o zaman, ölmek üzere, kekeledi: - Ah babacığım! Sen burada olsaydın! Başka bir şey söylemeye soluğu yetmedi. Gözlerini yumdu, ağzını açtı, bacaklarını gerdi, şiddetli bir sarsılmadan sonra, donmuş gibi sallandı kaldı.

Zamanın Kısa Tarihi
Yüzbaşının Kızı
Yüzbaşının Kızı

6

Benim okuduğum kitap Varlık Yayınlarından çıkan 1960 basımı bir kitaptı. Çevirmen ise Nihal Yalaza Taluy' du ki bana göre Ahmet Cemal Almanca çeviride ne ise, Nihal Yalaza Taluy da Rusça çeviri için odur. Bir kitabı, yazıldığı dönemden bağımsız olarak ele alıp değerlendirmek o kitaba büyük haksızlık olur. Açıkçası bu roman günümüzde yazılmış olsa üzerinde pek de durmaya değmeyecek; aşk, intikam, kıskançlık unsurlarıyla bezenmiş sıradan bir roman olurdu. Ama yazıldığı dönem ve arka plandaki Pugaçev isyanı romana bambaşka bir hava katıyor ve onu bambaşka bir düzeye taşıyor. Puşkin' in hayatından bazı kesitler barındırıyor roman, daha doğrusu sanki Puşkin, kendi ve eşinin hayatında eksik olan her erdemi, romandaki ana kahraman ve onun aşık olduğu kıza fazlasıyla veriyor. Dil sade, basit ve akıcı; hikaye sıradan. Ayrıca romadan gereksiz ayrıntılara yer verilmemesi çok hoşuma gitti, ama kimileri bunu eleştirip roman değil de romanın özetini okuduğunu hissine kapıldığını iddia edebilir. Ne var ki o döneme kadar bu kadar derli toplu, bu kadar ne anlatmak istediği belli, karakterleri bu kadar net ve oturmuş az sayıda eser yazılmıştır. Puşkin, Rus edebiyatının kurucusu kabul edilir. Bu gözle bakılıp değerlendirildiğinde ancak gerçek anlamını kazanabilir bu kitap. Bu roman geçen sene yazılmış olsaydı mesela yerden yere vurabilirdim kendisini. Yine de 4 yıldız vermeye gönlüm razı olmadı, 3 yeterli :) Şunu da eklemek gerek: Kitapta 2 kez Türklerden bahsediliyor ve Puşkin pek de hoş bakmıyor türklere. Bildiğim kadarıyla Dostoyevski de pek sevmez türkleri. Okulda bize anlatılan tarihten farklı olarak gerçek tarihle de yüzleşmemiz gerekiyor sanki. Okulda anlatılanlara bakarsak; bundan 100 yıl sonra Amerikan çocuklarına, Amerika' nın Irak' a demokrasi getirdiğinden bahsedecek Amerikan ders kitapları.

Yeni Hayat
Yeni Hayat

9

Yıldız Ecevit' in, Orhan Pamuk' u okumak isimli kitabı okunmadan tam olarak anlaşılması mümkün olmayan eserdir. Ben dünyada bu kadar ince düşünülerek yazılmış çok az kitap olabileceği düşüncesindeyim. Kitapta geçen her sayı, her renk, her isim bir göndermedir aslında, bir şeyleri simgeler. burada özetlemem mümkün değil elbette sonuçta kitap yazılmış bu eser üzerine . Yeni Hayat romanı kanımca Orhan Pamuk' un zirve noktasıdır. Ama öyle bu kitabı okuyup arkadaşlarınıza tavsiye edebileceğinizi, günlerce etkisinden çıkamayacağınızı filan sanmayın. Orhan pamuk vb. yazarların; yani modern edebiyatın üst noktalarından biridir Yeni Hayat. Matematiksel bir yapıttır. Üzerinde uzun uzun çalışılmış bir eserdir. Hikaye pek de önemli değildir. Yeni Hayat' ta Orhan Pamuk' un derdi hikayenin içeriği değil, onun kuruluş biçimidir. Basit bir örnek vereyim; romanda 18 argo sözcük var, bunların 9 tanesi ana kişinin bunalıma girdiği 2 bölüme sıkıştırılmıştır. Yıldız Ecevit' ten bir alıntı: '' Kullandığı dili çeşitli söz sanatlarıyla süsleyerek, bir dil ustası olduğunu kanıtlamaya kalkışmak, çağdaş romancıların başat amacı değildir.'' Yani ezanı müezzin yerine imama okutmak hiç önemli değildir Orhan Pamuk tarzı romancılıkta. Orhan Pamuk; Hemingway, Steincbeck gibi yazarların kullandığı dili pek tutmadığını belirtmiştir. Bu iki yazar çok sade ve akıcı bir üsluba sahiptirler. Orhan Pamuk dil konusunda joyce, proust, woolf, faulkner ve nobokov gibi karmaşık bir dil kullanan yazarları ölçü olarak almıştır. Yine de genel bir şeyi belirteyim bu kitapla ilgili Yıldız Ecevit' in kitabından alıntılayarak; Tasavvufta bir inanç vardır. 4 aşamada insanın tanrıya ulaşacağını, hakikati bulacağını savunan bir görüş vardır: 1- Halktan Hakk' a 2- Hakk ile Hakk' ta 3- Hakk' tan halka 4- Hakk ile halkta İşte yeni hayat romanı bu kurguya göre yazılmıştır. --spoiler-- 1-) Ana karakter önce halktan kopar ve ayrı bir dünyaya dalar, Canan' ın peşinden gider, Canan' ı arar. 2-) Canan' ı bulur onunla birlikte yaşamaya başlar 3-) Sonra tekrar kendi dünyasına, hayatına geri döner 4-) Son olarak gerçek huzuru bulur, yolculuk tamamlanmıştır. --spoiler--