Olaylar üzerinden geliştiği için karakterlerin içini pek göremiyoruz. Ayrıca bazı olaylar farklı gösterilmiş ya da hiç gösterilmemiş. Yine de, çizimleri çok güzeldi ve okuması keyifliydi. Şimşek Hırsızı hiçbir zaman sıkmıyor :)
Van Gogh'u keşfetmek için ideal. Özellikle sanata ve topluma dair görüşlerini yakalayınca eserlerini eskiye göre daha iyi kavradığımı hissettim. Sanatseverlere önerilir.
Kesintili ve kalitesiz bir şekilde olsa da bir süredir tiyatroyla ilişkiliyim. Bu kitabı okumaya başlayana kadar farklı kişilerin farklı tiyatro metotlarına karşı herhangi bir ilgim yoktu, doğruyu söylemek gerekirse nedense metotların var olduğu ve bu metotlar hakkında bilgi sahibi olmam gerektiği aklıma bile gelmemişti. Tiyatronun teorik ve metodolojik yanıyla Stanislavski ile tanışmış bulunuyorum. Henüz başka metotlar hakkında derinlemesine bir bilgi sahibi olmamama rağmen Stanislavski'nin neden değerli bir metot olduğunu anlayabiliyorum: Çıkardığım kadarıyla, Stanislavki'yle sahnede "gerçek" amaçlanıyor. Bu "gerçek", tabi ki kurgusal bir gerçek, önünde sonunda sahneye konulan şey birinin bir yapıtı. Öte yandan, bu sahneye konulma aşamasında yaşadığımız hayattaki içsel itkilerden ve yollardan yararlanılıyor. Yani, tıpkı hayatımızı olağan bir şekilde idame ettirirken olduğu gibi, yaptığımız şeylerin yapılma sebebi hissettiğimiz ya da düşündüğümüz şeyler, tam tersi şekilde değil. Örnek vermek gerekirse, tökezleyip dizimiz üzerine düştüğümüzde dizimizi ovuşturmaya, dizimizin acıyacağını tahmin ettiğimizden dolayı başlamıyoruz; dizimiz acıdıktan sonra dizimizi ovuşturmaya başlıyoruz. Birnevi her şeyin doğal bir neden-sonuç ilişkisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu neden-sonuç ilişkisi zihin, duygu, irade, eylem ve düşüncenin hepsini kapsıyor. Tıpkı gerçek hayatta, yani "doğa"da olduğu gibi. Bu noktada Stanislavski'nin bir esin kaynağının doğa olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Hiçbir araştırma yapmadan Pozitif Yayınları'nın çevirisini almış bulundum ve gerçekten pişman oldum. Tamamen gelişigüzel bir çeviri; üstüne üstlük orijinal dili Rusçadan bile değil, İngilizceden çevrilmiş. Her türlü anlatım, yazım ve noktalama yanlışına rastlanmakla birlikte hiç açık değil. Gerçekten çöp bir çeviri.
Arka kapağını okuduğum an beni aşina olduğum bu kültüre (felsefeye) geri çekti. Unutmuş olduğum pek çok şeyi bana yeniden hatırlattı, tekrar unutacağımı sanmıyorum. Coelho'ya yön vermiş olayları ve kişileri öğrenmek ona bakış açımı tam tersine çevirdi. Simyacı benim için anlamsızdı ve gereğinden fazla yüceltildiğini düşünüyordum, şimdiyse Hippi'den öğrendiklerimi aklımda bulundurarak tekrar okumam gerektiğini düşünüyorum. Aklımda bir soru var: Bu kitabı yazarken, okuyanlardan birinin Karla olması olasılığı aklında var mıymış?
İnsanın, kendi dışındaki varlıklarla ayrımını ve bütünleşmesini özgün ve yer yer rahatsız edici bir biçimde ortaya koyan bir roman (aslında üç hikaye birleşimi). Rahatsız ediciliğinin olayların psikolojik boyutlarının olmasından ve cinsellik ile aile ilişkilerine uzanmasından kaynaklanıdığını düşünüyorum: Bazı konulara hiç de alışık olmadığımız bir şekilde değinilmiş. Sonuç olarak, Uzak Doğu edebiyatına ilgimi daha da uyandırıyor.
Oldukça etkileyici ve sürükleyici. Öte yandan kitabın başından itibaren beni dil açısından rahatsız eden bir şey vardı. Her şeyin dümdüz, kısaca anlatılması olabilir. Yazarın Ezidiler hakkında okuyuculara bilgi verme amacına yönelik kullandığı anlatım biçimi gözden kaçmıyor, ve amacına ulaşmayı kesinlikle başarmış. Ayrıca bu anlatım biçimi bana Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ını hatırlattı. Kitabın güzel koyu mavi sayfalarının neden böyle olduğu kitabı okuduktan sonra açıklık kazanıyor. Kitaba eklenmiş güzel bir özellik.
"Ortaçağ karanlığına gömülmüş aydınları" anlatan ve hem yazıldığı dönemle hem de kanımca yaşadığımız dönemle ilişkilendirilebilen bir roman. Yazıldığı dönemle nasıl ilişkilendirildiğini Boris Strugatski'ye kitabın sonsözünde açıklamaya bırakıyorum, kendimce yaşadığımız dönemle nasıl ilişkilendirilebileceğini anlatayım: Arkanar'da yaşayan insanlar, ana karakterin de sürekli ifade ettiği gibi benciller, tembeller, yalnızca kendi kuyruklarının derdindeler. Hatta aptal olsalar da, ne de olsa onlar da insan oldukları için zeka kıvılcımları taşıyorlar. Tek yapmaları gereken birlik olmak ve onlar için daha iyi olacak koşullar için uğraşmak. Oysa bir şey yapmamayı tercih ediyorlar. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." zihniyetindeler yani. Tanıdık geldi mi? İthaki Yayınları'nın 2. baskısını okudum. Çevirinin anlam açısından güzel olduğunu düşünüyorum ancak birçok yerde yazım hatası (Dil bilgisi açısından değil de, daha çok bir harf yerine yanlış harf kullanmak şeklinde. Mesela "Rumata" yerine "Rubata" yazmak gibi.), birkaç yerde de anlatım bozukluğu var. Sonraki baskılarda düzelteceklerini umuyorum.