Dili çok akıcıydı, bir günde bitti ve kitabı okurken, buruk bir hüzün bulutu etrafında olduğumu hissettim. Sonlara doğru tüm o eğlenceler hayal kırıklığına, hırslar başarısızlığa, eğlenceli tensel aşklar yalnızlığa ve güzellik artık yaş almaya dönüşürken birbirlerine geç kalan ve birbirlerini bir türlü fark etmeyen bu iki insanın hikayesinin bu şekilde bitmiş olması beni çok etkiledi. Almak isteyen bu kitaptan çok güzel dersler de çıkarabilir, iki tane gerçekçi karakter okuduk bana kalırsa. Hata yapan gerçek insanları okuduk.
Bazı kitapların daha uzun olmasını dilerseniz ya, son sayfayı çevirdiğimde içimde böyle bir his oluştu. Feniçka ve Max arasındaki diyalogları zevkle takip ettim. Feniçka üzerinden, tüm zamanların bir numaralı döngüsü ve paranoyaklığı anlatılmış, kadına uygulanan toplumsal baskı. Okurken hissediliyor gayet net bir biçimde. Sadece sonu birden bitti, biraz daha uzatılsa çok daha iyi olurdu.
Kısacık bir kitap zaten, içinde resimler de vardı. 10 dakikada bitirilecek bir kitap. Çok zamanımı almadığı için okuduğuma değmedi diyemem. Bu tarz kitapların kişisel gelişimden farkı sanırım bir öykü üzerinden "yapabilirsin, edebilirsin" mesajı vermesi. 5 adımda nasıl uçulur adlı bir kişisel gelişim kitabı olsa bu kadar abartılır mıydı bilmem ama gerçekten yüzeysel buldum. Farklı olanlar acı çeker, Martımız pek pişmeden öğretmen oluverdi sanki ve okuyanların da, en azından benim, bilmediği bir şey söylemiyor. Etkileyici bulmadım o yüzden. Belki küçükken okusam ya da Yeşilçam'da birlikteliği sağlayıp tüm esnafla dans eden Ayşecik gibi bir zihne sahip olsam sevebilirdim.
Tahmin yürüttüğünüz zaman rahatlıkla bulabilirsiniz aslında özellikle psikoloji ile haşır neşir olanlar ve buna benzer bir çok film izlemiş ya da kitap okumuş olanlar. Yine de kitap kendini okutuyor. Pek gerilim romanı seven biri olmasam da film gibi akan kitapları okumayı seviyorum. Her bölüm sonrası "şimdi ne olacak?" demekten kendimi alamadığım bir film gibi ama aynı zamanda da sayfalarını çevirdiğin bir kitap. İkisi bir arada, daha ne beklenebilir? Belki daha farklı bir son? Özellikle Chris konusunda o kadar emindim ki başka bir olay olsun istiyordum içten içe. Mark karakterini de sevdim gerçekten. Yazarın dili de zorlayıcı değildi, hemen okunup bitecek bir akıcılığa sahipti ki öyle de oldu.
Meral Kır'ın ilk okuduğum kitabı Aylardan Aşk'tı. Kitabı pek beğenememiştim. Klişe ve uzatılmış olduğunu düşünmüştüm. Kütüphanede serinin 3. kitabının olduğunu gördüm ve bir şans daha vereyim dedim. Öncelik olarak beğenmediğim kısımlar hakkında görüşlerimi belirtecek olursam, Ahmet ile Sena'nın 20 küsür yılda pek yakın olmayıp bir anda birbirlerinin hayatlarına dahil olmalarını garipsedim. Kitapta eksik hissettiğim ilk nokta buydu. Sonrasında Sena'nın karakterine pek ısınamadım. Yalnız yaşamış, etrafında insanlar olsa da yalnızlığa mahkum olan ve acı çeken bir insan. Hayatı boyunca iyi bir kariyer için çabalamış ve bir eğitimci olmuş. Kitapta bir iki kısımda öğrencileri ve odasını paylaştığı meslektaşlarına söylediği sözler inanılmaz rahatsız edici ve gerçek dışı geldi. O sözler bir eğitimcinin söyleceği sözler kesinlikle olamaz. Hele ki yüksek lisans yapıp kariyerinde ilerlemiş bir insanın ofisini paylaştığı insanlara ''fosil'', ''yakışıklılarla günümü gün ederim'' tarzı söylediği anlamsız şeyleri kitapta hiçbir yere oturtamadım. Saçma ve sahte geldi. İkinci olarak Sancaktar Ailesi'nin varlıklı ve güçlü olduğundan bahsediliyor. Varlıklı ve güçlü soyadlarına sahip ailelerin erkek fertlerinin ''benimsin'' mesajları vermeleri artık klişenin de klişesi oldu. Ahmet'in de bu tutumunu beğenemedim. Diğer bir görüşümse, Sena'nın kitapta hep güçlü ve karakterli bir insan olarak gösterilip sonra nişanlısını aldatması oldu. İki anlamsız cümle söyleyip her şey bitmişti ayağına yatılması, aşkının peşinden gitmek diye belirtilen yerler bana göre Sena'nın Onur'a ihanetiydi. Kişisel olarak, bunu aşk ya da karakter meselesi olarak algılayamam. Bu benim gözümde insan dışı bir olay o yüzden Sena ve Ahmet'e daha da önyargılı yaklaştım. Ana karakterlere ön yargılı yaklaşınca kitaba da o şekilde yaklaşıyorsunuz malesef. İmla hataları vardı, bu kitaplar hiç mi gözden geçirilmiyor acaba? Ve son olarak da Onur'un Yandere hislerini tüm ilişki boyunca saklayıp sonda ortaya çıkarması mantıksız geldi. Bu denli bozuklukları olan insanlar kendilerini çabuk belli ederler diye düşünüyorum. Beğendiğim kısımlara gelecek olursak, yazarın sadece aşk yazmaması ve bir cinayet ile aşkı birleştirmesi güzeldi. Aylardan Aşk kitabında da böyleydi. Tahmin ediyorum ki diğer kitaplarda da böyle. Olayları çözmek istemeden, akışına bırakarak okuduğum için katilin kim olduğunu ve gelişmeleri öğrenince şaşırdım çünkü böyle bir gelişme beklemiyordum. Bu da kitabın sıkıcı olmamasını sağladı benim açımdan. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, yazar inanılmaz seviye atlamış. Hele ki ilk kitabı ile karşılaştırdığım zaman. Hissedilen boşluklar daha az, dil daha güzeldi kesinlikle. Okurken pek de sıkılmadım bu sebeple. Genel olarak, kötü değildi ama çok iyi de değildi.
Çok kısaydı, pek tadına varamadım. Okuduğum ilk Çehov kitabıydı, diğer kitaplarıyla karşılaştırmam güç bu yüzden ama çok daha güzel kitapları olduğunu okumuştum. Eskiye karşı savaş verenin kaybedişini, mutsuzluğu anlatan orta bir kitaptı.
Üst üste okuduğum Rowell kitaplarından sonra yazar hakkında emin olduğum tek bir şey var o da, ne kadar eksik kalan kısımlar olsa da bu kitapların kendini okutan bir havası ve karakterlere dair insanın içini ısıtacak, yüzde tebessüm bırakacak detaylar olması. Gerçekten sanırım sıkılmaya başlıyorum dediğim bölümlere geçiyorum ama bir bakmışım aslında sıkılmıyorum. Bad boy, asarım keserim, benimsin, öylesin böylesin tarzında kitaplardan o kadar çok bunalmışım ki Levi gibi bir karakter okuyunca içim rahat etti, mutlu mesut bir şekilde okudum onun insanî hâllerini. İki kardeş arasında, kardeşlerle anne arasında ve kardeşlerle baba arasındaki kısımları da okurken etkilendim diyebilirim. Yalnızca Nick, Cath'in Simon ve Baz'a duyduğu sevgi biraz içimde pasif kaldı. Güzeldi, yer yer gülümsetti, biraz sıkılmış olsam bile kesinlikle okuduğum için pişman değilim, belki ilerde tekrar okuyabilirim.