Kitabın adı ve de konusu pek iç açıcı olmasa da kurgusu, akıcılığı, kendinizi tam da olayların içinde hissettiren betimlemeleri çok iyi! Ve bir idam mahkumunun duyguları, gelgitleri, aklıyla ölümü kabullenmesine rağmen gönlünde müthiş bir yaşama arzusu duyması çok etkileyici bir biçimde yansıtılmış... http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2016/01/olu-gomme-torenleri-hannah-kent.html
Nar Ağacı'na kıyasla hem dil, hem anlatım, hem de hikaye olarak daha sade bir roman olsa da Nazan Bekiroğlu farkını ortaya koymuş ve sizi ta en başından içine çeken ve bittiğinde kendinizi boşlukta hissetmenize neden olan bir roman çıkarmış... http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2016/01/mucella-nazan-bekiroglu.html
altını çizdiğim bir çok cümle, hatta paragraf oldu ki hepsini buraya almadım ama yazarın tanımladığı gibi "1990-2000 yılları arasında İslamcılık söyleminin bir tarafında yer tutmuş kuşağın içinde biriktirdiklerini "dikkafalı" bir söylemle dışavurumu" olarak göremedim ben kitabı. Tamam buna ilişkin bölümler de vardı ama kitabın bütününe baktığımda şizofrenik bir karakterin kendiyle, insanlarla, hayatla hesaplaşmasını ve bunları kafasında anlamlandırmaya ilişkin çabasını gördüm ben. Kitap kötü değil, yine doğru tespitler, güzel ifadeler var ancak bir kafa karışıklığı da var... Tarık Tufan okumalarına başlamak için iyi bir tercih değil bence.. http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/12/kekeme-cocuklar-korosu-tark-tufan.html
"Ben giriş, gelişme ve sonucu severim, her şey açıkça anlatılmalı ve bir nedene, sonuca bağlanmalı" diyenlerdenseniz bu kitap size göre değil. Zira çeşitli olasılıklar ve bilinmezlerle baş başa bırakıyor yazar sizi. Ama eğer "Aman canııım her şey de önümüze hazır mı konsun yani, azcık da ben kafa yorayım" diyorsanız kaçırmayın bu kitabı;) http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/12/uzak-tepeler-kazuo-ishiguro.html
Kitap 3 ana bölümden oluşuyor, bunların altında da kısa kısa yazılmış bölümler var ve her bölümün başlangıcında (tanıtım yazısındaki gibi) çok hoş yazılar var... Kitap, kahramanımızın kanser olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. Henüz 34 yaşındadır ve bu gerçeği kabullenmesi oldukça zor olur, gel-gitler yaşar, gerçeğiyle yüzleşmeye çalışır, bundan sonra yapacaklarına ilişkin planlar geliştirir ve birden kendini geçmişi düşünürken bulur. Ailesinin yanına, çocukluğunun, gençliğinin geçtiği mahalleye yeniden taşınmaya karar verir. Tabi bu arada mahalleden mecburi nedenlerle ayrılış hikayesini de bizlerle paylaşır. İkinci bölüm ise kahramanımızın mahalleye yeniden dönüşüyle başlıyor. Mahalleye döner dönmez hemen huzur bulduğu Nefes Saatçisi'ne uğruyor. Dükkanın sahibi Nurettin Efendi, yıllar önce eşi ve kayınvalidesiyle mahalleyi kimselere haber vermeksizin terk etmiş ama bir müddet sonra tek başına, yine kimselere bir açıklama yapmaksızın dönmüştür ve bu dükkanı açmıştır. Bir saat hariç dükkanındaki bütün saatler 18:10'u göstermektedir. Onun hikayesini de merak ettiniz değil mi?:) Yazar bizi merakta bırakmıyor neyseki;) Valla ne yalan söyleyeyim Nurettin Amca'yla (hatta dikkat ettiyseniz "Efendi" bile demiyorum öyle kanım kaynadı kendisine!:)) ben de oturup çay içmek, sohbet etmek istedim bu bölümde. Son bölümü anlatmıyorum affınıza sığınarak:) Zira son bölüm kısacık ve bütün taşlar yerine oturuyor;) Yazarın üslubunu, anlatımını çok sevdim!:) Betimlemeler öyle güzel ki! Tam da benim düşündüğümü, hissettiğimi anlatmış ama ben neden böyle güzel anlatamıyorum diye sinir olabilirsiniz uyarayım, zira ben pek sinir oldum!:) http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/12/hayal-meyal-tark-tufan.html
Öyle bir gelecek hayal edin ki, Tek parti olsun ve bu partinin başında da "Büyük Birader" adında, her tarafta yer alan posterleri dışında cismine rastlanılmamış, esasında yaşadığı bile şüpheli olan bir lider olsun, İnsanların evlerinde hiç kapanmayan ve sürekli partinin öğretilerini, tasvip ettiği yaşam biçimini dayatan yayınların yer aldığı ve yaşamınızı 24 saat gözetleyebilme imkanına sahip olan tele ekranlar olsun, Bir erkekle bir kadının birbirinden hoşlanma ihtimali bile büyük bir tehdit oluştursun ve iğrenç bir şey gibi kınansın, Yaşamınız kaçınılmaz olarak diken üstünde hissetmenize yol açacak şekilde mercek altında olsun, Hal ve hareketlerinizin standart ölçülere uymamasının aleyhinize delil olarak kullanılmasının yanı sıra olmadık bir anda gözünüzün seğirmesi, hoşnutsuz bir ifadenin yüzünüze yerleşmesi, sebepsiz yere yanaklarınızın kızarması gibi şeyler bile şüpheleri üzerinize çeksin ve artık beyninizin, düşüncelerinizin de parti tarafından izlendiği, denetlendiği ve olmaması gereken düşüncelerin aklınızdan geçmesi halinde bile mutlaka cezalandırılacağınız hissi sürekli içinizde olsun, Cezalandırma da günümüzde bildiğimiz anlamda hapis cezası, para cezası, uyarı, kınama gibi şeyler değil; buharlaştırma olsun yani ölmekle kalmayın bir zamanlar yaşamış olduğunuza dair hiç bir kanıt da kalmasın sizden geriye, ne bir fotoğraf, ne bir yazı... Partiyi her zaman doğru ve haklı göstermek adına gazeteler, kitaplar sürekli olarak güncellensin (!) kısacası tarih sil baştan yeniden yazılsın, Yenisöylem adı altında yeni bir dil yaratılmaya çalışılsın, bir çok sözcük sözlükten atılarak dilin gücü zayıflatılsın ki insanlar çok düşünmesin, duygularını zengin bir dil aracılığıyla detaylı bir şekilde ifade edip de düşünce suçu işlemesinler... Lütfen ama lütfen ertelemeyin bu kitabı! http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/12/1984-george-orwell.html
Kahramanımız Guy Montag, geleceğin dünyasında, yangın söndürme görevini tamamen unutup kendine kitapları yakmayı misyon edinmiş itfaiye merkezinde çalışan bir itfaiyecidir. İşini sorgulamadan gönül rahatlığıyla yapan Guy, karısıyla mutsuz bir evliliği olmasına rağmen mutlu olup olmadığını dahi düşünmeden her şeyin normal olduğuna ikna olmuş bir şekilde yaşayıp gitmektedir. Bir akşam işten çıkıp evine doğru giderken yeni taşınan komşularının 17 yaşındaki kızları Clarisse ile tanışır. Esasında Clarisse tuhaf bir kızdır, yürüyüş yapmayı, doğayı seyretmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı ve sohbet etmeyi sever! Guy ile yaptıkları kısa sohbetlerde de Guy'ın içine şüphe tohumları eker ve hayatını, işini, evliliğini sorgulamasına neden olur. Guy, gerçekten mutlu mudur acaba? Her şey olması gerektiği gibi midir? Kitabı okurken, salon duvarlarında yer alan dev ekranlar ve itfaiye merkezinin, hedefi parçalamaya programlı köpeği "mekanik tazı" olmasa geleceğin dünyasını okuduğumu unutacaktım nerdeyse. Şu anda 1984'ü okuduğumdan onunla kıyaslayınca 1984'te gelecekte olduğumu hissettim ama bu kitapta tam anlamıyla o duyguyu yaşayamadım. Gerçi düşününce, kitapların yakılmasının yanında, halihazırda TV'lerde yer alan "ömrümü yedin" dizilerinin salonumun duvarlarında, bir de interaktif olarak hayatıma dahil olma düşüncesi yeterince korkunç aslında!!:) http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/11/fahrenheit-451-ray-bradbury.html