1828'in Mart ayı... İzlanda'nın kuzeyinde bir çiftlikte iki erkek vahşice öldürüldü. Cinayetlerden suçlu bulunan Agnes Magnúsdóttir, idama mahkûm edildi. İnfaz gününe kadar tutulacağı çiftliğin sahipleri ondan hem korkuyor hem de tiksiniyorlardı. Onların gözünde Agnes bir şeytan, bir cadı, cinayete ortak ettiği iki gencin beynini yıkamış bir caniydi.
Koskoca toplumda ona kulak verecek tek bir kişi vardı... Agnes'in isteğiyle, ölümüne dek ona rehberlik etmekle görevlendirilen Rahip Tóti, bu yapayalnız kadının öyküsünü dinlerken, olaylara farklı bakışımızın gerçekliği nasıl kökünden değiştirebileceğini görecekti.
Bütün yaz tarlada çalışan Agnes'in, kış bastırınca tek bir odaya sıkışıp kalan aileyle ilişkisi değişti. Onu dinleyenlerin zihinlerindeki soru gitgide belirginleşiyordu: Cinayeti işledi mi, işlemedi mi?
Bir insanın, olduğunu düşündüğü kişi ile olduğu düşünülen kişi arasındaki fark bir uçuruma dönüştüğünde, o karanlık boşluğa düşmesi an meselesidir ve bazen bunu aşk bile engelleyemez…
Yaşanmış bir olayı konu alan Ölü Gömme Törenleri bireyin varoluş savaşına dair yürek sızlatan bir anlatı...
Anlatıya doğal bir biçimde yerleştirilmiş olan araştırma bulguları, yazarın ele aldığı konu hakkında derin ve yoğun bir bilgiye sahip olduğunun ispatı.
-New York Times-
Hannah Kent, karmakarışık haldeki tarihsel kayıtları bir araya getirip Agnes'in son aylarını yeniden kurgulamış. Ortaya masallar, şiirler, acı, kapana kısılmışlık hissi, çetin geçen mevsimler ve baştan aşağı yalnızlıkla örülü bir öykü çıkmış.
-The Telegraph-
Olay örgüsü öylesine iyi kurulmuş ki sonunu bilmemiz, öykünün yarattığı heyecan.ı daha da artırıyor.
-Guardian-
Ölü Gömme Törenleri istisnai bir incelikle kaleme alınmış bir ilk roman; özenle araştırılmış, maharetle anlatılmış, içe dokunan bir öykü.
-Observer-
1828'in Mart ayı... İzlanda'nın kuzeyinde bir çiftlikte iki erkek vahşice öldürüldü. Cinayetlerden suçlu bulunan Agnes Magnúsdóttir, idama mahkûm edildi. İnfaz gününe kadar tutulacağı çiftliğin sahipleri ondan hem korkuyor hem de tiksiniyorlardı. Onların gözünde Agnes bir şeytan, bir cadı, cinayete ortak ettiği iki gencin beynini yıkamış bir caniydi.
Koskoca toplumda ona kulak verecek tek bir kişi vardı... Agnes'in isteğiyle, ölümüne dek ona rehberlik etmekle görevlendirilen Rahip Tóti, bu yapayalnız kadının öyküsünü dinlerken, olaylara farklı bakışımızın gerçekliği nasıl kökünden değiştirebileceğini görecekti.
Bütün yaz tarlada çalışan Agnes'in, kış bastırınca tek bir odaya sıkışıp kalan aileyle ilişkisi değişti. Onu dinleyenlerin zihinlerindeki soru gitgide belirginleşiyordu: Cinayeti işledi mi, işlemedi mi?
Bir insanın, olduğunu düşündüğü kişi ile olduğu düşünülen kişi arasındaki fark bir uçuruma dönüştüğünde, o karanlık boşluğa düşmesi an meselesidir ve bazen bunu aşk bile engelleyemez…
Yaşanmış bir olayı konu alan Ölü Gömme Törenleri bireyin varoluş savaşına dair yürek sızlatan bir anlatı...
Anlatıya doğal bir biçimde yerleştirilmiş olan araştırma bulguları, yazarın ele aldığı konu hakkında derin ve yoğun bir bilgiye sahip olduğunun ispatı.
-New York Times-
Hannah Kent, karmakarışık haldeki tarihsel kayıtları bir araya getirip Agnes'in son aylarını yeniden kurgulamış. Ortaya masallar, şiirler, acı, kapana kısılmışlık hissi, ç... tümünü göster
hiyakenin gerçek olması ve araştıranın yaşın bu kadar genç olması tadire şayan
Kitabın adı ve de konusu pek iç açıcı olmasa da kurgusu, akıcılığı, kendinizi tam da olayların içinde hissettiren betimlemeleri çok iyi!
Ve bir idam mahkumunun duyguları, gelgitleri, aklıyla ölümü kabullenmesine rağmen gönlünde müthiş bir yaşama arzusu duyması çok etkileyici bir biçimde yansıtılmış...
http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2016/01/olu-gomme-torenleri-hannah-kent.html
1828 yilinda Izlanda'da yasanmis bir olaydan yola cikarak insanin varolus savasini anlatiyor
Sayın okuyucu,
Öncelikle belirtmek isterim ki her kitap kişiseldir. Ben çilek severim sen portakal.
Harika bir kapak. İtiraf edeyim beni ilk çeken kapağı oldu. Ardından ilgi alanım olan İzlanda.
Resmen kişilerin psikolojilerini hissettim ve bu empati beni biraz tedirgin etti.bu kitap hrm uzak hem yakın geldi. İticiliğinin yanında gizemiyle çekiyor okuyucuyu.
Sonuç bu gece kalbimde bir burukluk ile gidiyorum odama.
esasında bir korku hikayesi olacağını sanmıştım ama oldukça sürükleyici, çok sert bir kuzey hikayesiyle karşılaştım. romantik "kuzey ışıkları" altında yaşanan yoksulluk, soğuk, çaresizlik epey zorluyor okurken ama kuzey ülkelerini çok doğrudan, hiç bir güzelleme yapmadan anlatan bu romandan çok etkilendim. bir film olarak cekilebilecek kadar iyi bir senaryo diline de sahip olan yazım içerisinde, mahkum agnes ile ev sahibini margaret arasında kırılan kadınsı dostluğun sıcaklığı, roman boyunca okuyucuyu teselli eden en kıymetli ısı kaynağı. romanda istem dışı olarak aslında başrol oynayan natan'ın etkileyici kişiliği, okuyucuyu da bu ben de olabilirdim düşüncesine sürüklüyor. söylediğim gibi, bir koku hikayesi sanarak okumaya başladığım ve göz yaşları ile bitirdiğim bu kısa efsaneyi ben de yazarın kendisi gibi hüzünlü bir aşk mektubu niyetine okumanızı öneririm.
Ciltsiz, 344 sayfa
2014 tarihinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı