Gamble kardeşlerden ortancası ile karşınızdayım. Kendisini sadece bir ego olarak tanımlasam çokta haksızlık etmiş olmam inanın. “Yaşayan en seksi erkek seçilmişse ne olmuş? Biraz kendisine gelmeli” sözlerim havada uçuştu. Sonunda da kızıl bir afet onu yola getirdi. Çok havaya girdim o yüzden yine hemen yoruma dalmış bulunmaktayım kusura bakmayın. J Chad beyzbol oynayan bir çapkın. Ve oynadığı kulüp onun kadınlarla olan ilişkisinden bıkmış durumda. Tek yol uslanması, eh gerçekleşiyor da. Bridget Rodgers gibi bir güzel kimi uslandırmaz ki? Kız çok tatlı ve düşünceliydi. Bazen beni çileden çıkarsa da genel olarak benim ilgimi çeken bir karakterdi. İkilinin tanışması deri ve dantel adlı bir bar da gerçekleşiyor. Aslında bar lafı epey masum kaçar bu mekân için. İsmi görünce aklınıza gelecek olanlar doğrudur. Ve Chad, Bridget’i gözüne kestiriyor ama gece pekte beklenmedik şekilde sonlanıyor. Chad için beklenmedik olsa da benim için öyle olmadı çünkü olayları %90’ı tahmin edilebilir seviyedeydi. İlk kitaptan 50 sayfa kadar daha uzundu. Ama ben sanki daha uzun bir kitap okumuşum hissini aldım. Bunda zaman kavramının etkisi olabilir. Olaylar kısa bir dilimde gerçekleşmiyor. Ayrıca olaylar tamda beklenildiği gibiydi. Ne çok hızlı ne çok yavaş. Çıtır çerez kategorisine koyabilirim. Böyle olunca da yorum kısa oluyor. Jennifer yazdığı için ayrı bir sevdim onu söyleyeyim. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/07/yorum-oyuncu-gamble-brothers-2-jennifer.html
J.L.’nin ilk kez bu kadar kısa olan bir kitabını okuyorum ve tadı damağımda kaldı. Keşke Chase ve Madison’ı birazcık daha uzun anlatsaymış. Eğlenceli bir ikiliydiler. 160 sayfa boyunca sırıtarak okudum demem yeterli olur sanırım Chase babası yüzünden daha doğrusu onun gibi olmaktan korktuğu için Madison’dan uzak durmaya çalışıyor, tabi bunu yaparken çok yanlış davranışlar sergiledi. Sinir oldum ama her kitaptaki gibi o da hatasını fark etti. Madison da çocukluğundan beridir Chase aşığı. Ve çok tatlı. Aslında çok bir şey söylemeye gerek yok yazarın bütün kitapları bana göre tartışmasız en iyiler arasında. Konu klasik olsa da karakterlerden ya da karakterler klasik olsa da anlatım biçimden bir fark yaratıyor. Anlayacağınız ipin bir ucundan yakalıyor ve onu çok iyi işliyor. “Seni daha önce de çıplak gördüm Maddie.” Madison’ın ağzı açık kaldı. “Beni tam olarak hiç çıplak görmedin, tamam mı?” Chase’in gözleri parladı. “Aslında bir kez gördüm… sen beş yaşındayken. Suçiçeği olduğunda evde çırılçıplak koşuyordun.” “Aman Tanrım, neden böyle şeyleri hatırlatıyorsun?” Chase’i öpmek… Chase’i sevmek… Madison bundan asla bıkmayacaktı. Chase iç geçirdi. “Ne yapıyorsun Maddie?” Ayı postundan olan halıyı işaret ederek “Bu halı gerçekten çok korkunç, sence de öyle değil mi?” “Kendi evime koyacağım türden bir halı değil.” Madison yüzünü buruşturdu. “Kâbusumda bu canlanacak ve uyurken ayağımı ısıracak. Pedikürüm mahvolacak.” http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/07/yorum-sagdc-gamble-brothers-1-jennifer.html
En sonunda bir kitabı bitirebildim. Sıcaklar beni bunaltmış vaziyette arkadaşlar. Ne yaptın bunca zaman diye sorun, utanarak evde boş boş durdum cevabını vereceğim… Neyse bunu nasıl yenerim diye düşünürken, Kresley Cole’un İmmortals After Dark serisi geldi aklıma. En sevdiğim serilerdendir. Son kitabı da okumamışken hadi kızım yaparsın sen diye başladım. Dediğim gibi sevdiğim serilerden ve öyle olmasına rağmen artık kitaptan mı yoksa benim bu durumumdan mı günlerce süründü kitap. Eh işte kısmet bugüneymiş. Bana göre bu kitap diğerlerinin yanında biraz sönük kaldı. Sebebi olayların çok geri planda kalması, hareketliliğin en düşük seviyede tutulması olabilir. Ayrıca ikili arasındaki yakınlaşmada tam anlamı ile beni etkileyemedi. Buna kafa karışıklığını da eklemeliyim. Çünkü tersten gidiyor hikâye. Nicolay ve Myst henüz evlenmemiş, Conrad bulunmamış, Sebastian yarışlarda. Anlayacağınız önceki kitaplarda okuduklarım bu kitapta henüz gerçekleşmemişti ve bu da biraz kafamı karıştırdı. Yine de hatırlatma niteliği taşımıyor değil. Unutanlar için iyi bir özet olmuş diyebilirim. Danii ve Murdoch birbirlerinin eşi olma yolunda ilerliyorlar, kitap çoğunlukla bu kısma odaklanmış. Konu bakımından diğerlerinden pek farkı olmadığı için o kısma değinmedim. Olaylar geri planda kaldığı için bana göre bir tık aşağıda bu kitap. Yine de yakışıklı vampir ve buz kraliçe konusu ilgi çekiciydi. Ve birbirlerine dokunamamaları merakta bıraktı beni. Yine yeni yeniden Nix diye bitireceğim yorumu. Çok çok merak ediyorum bu kadının hikâyesini. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/07/yorum-ks-opucugu-immortals-after-dark-7.html
http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/06/yorum-guz-frtnas-rita-hunter.html Şunu söyleyerek başlamak istiyorum sevgili yazarımız yakın zaman da böyle bir güzellik çıkartacak mı? Kesinlikle tadı damağımda kaldı. O 500 küsur sayfa bana yetmedi. Hatta bu kitaptan sonra eski kitapları tekrar okumak istiyorum. Siyah kadife ne kadar hüzünlüyse Güz Fırtınası da tam tersi eğlenceli bir havaya sahipti. Tarihi-aşk kurguya sahip romanları sevmeme neden olan nadir yazarlardan Rita Hunter. Bu kitapta da bunu bir kez daha kanıtlamış olduk. Güz Fırtınası ismine laik bir şekilde ilerleyen olaylarla çevrili. Ve öyle güzel betimlemeler var ki o döneme gittim diyebilirim. Jane’e hayran kaldım. Daha doğru susmak bilmeyen ağzı ve samimi bir o kadar da komik, durdurulamayan düşünceleri beni benden aldı. Kadın karakterlerinin çoğu bende böyle bir etki yapıyor ama Jane daha farklıydı. Ne çok patavatsız ne de çok sessiz. İkisinin ortasında harika bir karakter ortaya çıkmış. Gerçi sevgili Dükümüze karşı gayet kendini bilmezdi ama bu en güzeliydi J Önce biraz konuya değineyim; Jane Hammond, ailesi ile birlikte Abertillery Malikânesinde bir çalışan. Babaları önceki düklerin papazıymış. O vefat edince diğer düklerde ailenin orada kalmasında bir sakınca görmemiş. Şimdi ise Anne Ellen Hammond burada hiçbir işe yaramadan kalmanın onlar için iyi olmayacağını düşünüp yeni gelecek olan Düke gideceklerini söyleyecek. Ama bir sıkıntı var. Yeni gelen çapkınlıkları ile ünlü ve adı bir rezalete karışmış Alexander Darius Cunningham onların gitmelerini istemez ve onlara, yanında getirdiği kız kardeşine yol gösterici olmaları konusunda görev vermiştir. İşte olaylarda böylece başlamış oluyor. Jane kızıl saçlı, zeki, duyguları ile yaşayan, özgür ruhlu bir kadın. Duyguları ile yaşar derken abartmıyorum mesela karşısında biri ağlarsa o da ağlıyor ve kim kahkaha atarsa oda atıyor. İnsanları gözlemliyor ve yansıttıkları duygulara göre çözümlemeler yapıyor. Aslında ablalık yapması gereken yerde kardeşleri ona yol gösteriyor ve bu durum bazı zamanlar kahkaha atmama neden oldu. Özellikle en küçük erkek kardeşi Chris çok tatlıydı. Jane, nişanlanmak üzere ama nişanlısının onu sevip sevmediği tartışma konusu. Tabi ki Jane içinde bu geçerli. Yine de çevrelerindeki baskı onları birbirine itmiş. Bunun çaresi de ilerleyen sayfalarda bulunuyor merak etmeyin J Neyse uçarı karakterimiz güzel kızıl, aynı zamanda bir de kitap yazıyor. Ve bölüm bölüm rastladığım hikâye inanın roman kadar ilgi çekiciydi. Çünkü ben fantastik kitap hayranıyım J Alexander ise sert ve soğuk bir karakterdi. Yani ilk başlarda Dük unvanını kullanarak Jane’e tepeden bakması ve umursamaz tavırları beni böyle düşünmeye itti. Ama yine de kendisine hayran kalmaktan geri duramadım. Jane ile sık sık karşılaşmaya başladıktan sonra aralarında oluşan yakınlaşmalar çok güzeldi. Özellikle diyalogları sürekli kahkaha attırdı. Bu ikili kesinlikle benim favorim oldu. Jane’in adamın suratına tuz attığı sahnede gülmekten bayıldım J Chris ve Jane’in Alexander nasıl ölür adlı konuşması zaten yerlere yatırdı beni. Son sayfalar da Ateş serisinin tüm üyelerini görmek ve Jane ile kaynaşmalarını okumak harikaydı. Uzun zamandır böyle güzel bir tarihi aşk okumamıştım. Mutlaka başlayın. Okuyun ya bu kitabı!
http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/06/yorum-sessizler-richelle-mead.html Richelle Mead'i vampir akademisi ile tanımıştım. Daha sonra kanbağı serisine bir kaç arkadaşın tavsiyesi üzerine başlamıştım. Sonuç ise kesinlikle harikaydı. İki seri de birbirinden güzel ve kendine hastı. Sessizler kitabı da beni hayal kırıklığına uğratmadığı için memnunum. Bir kere konu özgün. Olaylar ise son sayfaya kadar ilgi çekiciliğini koruyor. Sessizler, dağda yaşayan bir halkı anlatıyor. Buradaki insanların hepsi sağır ve çoğu da kör olmak üzere. Peki neden? Bu sorunun cevabını ilk başlarda alamıyoruz. Tahminlerinizi bir kenara bırakın bakalım kitap sizi nerelere götürecek. Aslında her şeyin bir açıklaması var ve öyle mistik şeyler de değil. Gerçi sonu güzel bir efsaneye bağlanmış ama sona kadar olan olayları fantastik diye nitelendirmezdim. Köyde madenciler ve sanatçılar olmak üzere iki sınıf var. Madenciler, demir çıkaran ve görme duyuları zayıf olanlardan oluşuyor. Madenlerden çıkardıkları metalleri en fazla 30 kg taşıyabilen bir kutu ile dağın aşağısına yolluyorlar. Yanlış anlaşılmasın kendileri dağdan aşağı inemiyorlar çünkü bir çıkış yok. Aşağıdakiler metaller karşılığında halkın sadece hayatta kalabileceği kadar yiyecek yolluyorlar. Yani çok az yolluyorlar. Dağdaki halk, aşağı inmenin imkânsız olduğuna inanmış ayrıca sağırlık ve körlüğün atalarından kalan bir miras olduğunu kabul etmişler. Böylece olan şeyleri bir kabulleniş içinde yaşıyorlar. Sanatçı sınıfı ise resim yapan kişilerden oluşuyor. Bu kişiler zevkine resim çizmiyorlar maalesef. Onlar herkes sağır olduğu için günlük yaşamda olan biteni tuvale döküyorlar ve belli bir saatte bu resimleri köy meydanında herkes görebilsin diye sergiliyorlar. Yiyeceklerin az olduğu ve her şeyin madende ki metale bağlı olduğu 300 kişi düşünün. Epey gizemli değil mi? Yani ben çok heyecanlandım neden böyle diye diye bir baktım kitabın sonu hemen geldi. Kolay okunabilen ve güzel bir dili olan bu kitap seri değil. Seri olsa nasıl olur diye düşünmüyor değilim ama tadı damağında bırakması ayrıca güzeldi. Fei ana karakterlerden ve o bir sanatçı. Kardeşi ile beraber madencilerden ayrı bir yerde kalıyorlar. Daha güzel bir yaşam tarzı yok. O konuda öyle ayrıcalıklara sahip değiller çünkü köyde herkes yaşam standarttı bakımdan aynı seviyede. Neyse Fei bir gün kalktığında duyabildiği fark ediyor ve ilk başlarda bunu anlamıyor. Çünkü sesin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Daha sonra ise bundan kimseye bahsetmiyor. Gözlem yapmak için yani günlük yaşamda ne olduğunu tuvale dökebilmek için madenin yakınlarına gidiyor. Ve orada İlk ve belki de son aşkı olan Li Wei’yi görüyor. O bir madenci ama çocukken yani sınıflara ayrılmadan önce sevgililermiş. Ve gelişen birkaç olaydan sonra bu ikili köyü kurtarmak için dağdan aşağı iniyorlar. Uçurumdan iple inip köye inmeleri ve ondan sonra gelişen olaylar beni çok heyecanlandırdı ve merakımı arttırdı. Fei neden bir anda duymaya başladı? Dağdan indilerinde onları neler bekliyor? Ben çok beğendim. Tek sıkıntı belki biraz daha uzun olabilirdi. Bir de son biraz aceleye gelmiş gibiydi. Bir şey daha var Fei ve Li Wei arasındakileri biraz daha derin olmasını bize öyle yansıtılmasını isterdim. Çünkü ikili arasındaki duyguları çok alamadım. Bunlar dışında gerçekten de çok beğendim.
Beni feminist yapmak için uğraşıyor bu yazarlar. Çok eminim. Nasıl olur ya? Tam Taylor ‘ı Maddox kardeşler arasında sevimli ilan edecekken bana bu ya pı lır mı? Tatlı Ateş’i okuyan sevgili arkadaşlar benim bu yakınmalarımın sebebini bilirler. Kabul etmiyorum ben bu durumu nokta. Hayır, yani gerçekleşen olayın ne gibi bir katkısı oldu bu ikiliye anlayabilmiş değilim. Zaten bana kalırsa böyle bir olayın ilişkiye bir şeyler katacağını düşünmek ve düşündürtmeye çalışmakta acayip sinir bozucu ve normal değil. Kabul edemediğim duruma kadar bana göre güzel bir kitap okudum. Yani Maddox’lar işte pek bir yorum yaptırmıyorlar kendileri. İkizlerden Taylor ile karşılaşıyoruz bu sefer. Ve Falyn adında kendi ayakları üstünde durmaya çalışan, pek de iyi bir aile sahip olmayan, Taylor’ı kendisine deli gibi âşık eden bir genç kız. Falyn’in gitmek istediği bir yer var ve oraya neden gitmek istediğini öğrendiğimde çok karışık duygular içerisine giren bir ben J İstediği bu yer Taylor’ın kasabası. İyi ama neden oraya gitmek istiyor? Oraya gitmek için Taylor bir bilet onun gözünde ama sonra her şey boyut değiştiriyor çünkü o da çaresizce Taylor’a âşık oluyor. Bir bakmış ki hayatını ve sırlarını onunla paylaşıyor. İkili arasındaki yakınlaşma eğlenceli ve diğer kardeşlerin ki gibi zorluydu. Ama okurken sıkılmadım. Hatta Taylor’ın o tatlılığı beni benden aldı. Ta ki… Neyse o konuya girmiyorum! Objektif olmak gerekirse yazar seride ki kadın karakterleri birbirine çok benzetmiş ve olaylar hep aynı çizgide ilerliyor. Yani öyle sürprizler falan pek yok gerçi burada ki sır beni çok şaşırttı ama buna rağmen karakterler, verilen tepkiler ve olayların ilerleyişi aynı gibi. Mesela her kadın Maddox erkeğine neden hep canavar gibi yaklaşıyor? Veya neden hep ön yargılı bu kadınlar? Kavga sebepleri bile benzer. Bir şey daha var ben Falyn'in neye benzediğini hayal edemiyorum çünkü yazar tasvir yapmamış. Hatta Taylor da aynı şekilde yani dış görünüşleri ile ilgi bir paragrafa rastlamadım ben. Kaçırdıysam biri bana söylesin. Bunlara rağmen ben Maddox kardeşleri seviyorum. Onların -birbirine benzese de- hikâyelerini merak ediyorum. Arada tekrar tekrar dönüp bakacağım bir seri. Yani başı Travis çekmese belki bu kadar ilgi çekici olmazdı kabul. Öyle diğer kitaplardan farklı bir kitap okudum diyemeyeceğim. Yine de akıcı ve eğlenceliydi. Farklı olmasa da Taylor ve Falyn ikilisi tatlıydı. Son olay yüzünden pek sağlıklı bir karar veremiyorum. http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/06/yorum-tatl-ates-maddox-brothers-3-jamie.html
http://satellitebook.blogspot.com.tr/2016/06/yorum-daima-ask-kazanr-asude.html Genelde büyük klasiklere imza atmış Türk yazarlar dışında pek yerli roman okumuyorum. Bunda wattpad adlı okuma sitesinin büyük bir payı var ama Selvi Atıcı’nın ve Asude’nin kitaplarını çoğunlukla takip ederim ve üsluplarını severim. Ne yazık ki bu kitap için bunu söyleyemeyeceğim. Daima Aşk Kazanır pekte Tekin Soyönder’e yakışan bir kitap değildi. Daha doğrusu Pabucumun Ajanın da rastladığım ve kafamda oluşan o sert adama pek uymadı bu adam. Ayrıca Rüya karakteri de fena halde sinirlerimi bozmuş durumda. Hep söylüyorum biraz deli dolu ve güçlü kadın karakterleri seviyorum ben. Burada ki karakter ise deli dolu olmaya çalışmış ama bana göre bazı hareketleri saçmalamaktan ileriye gidememiş ve kesinlikle güçlü değil. Ve hikâyede çok boşluk vardı. Yani 500 küsur sayfa olmasına rağmen çoğu şey üstün körü anlatılmış. Bana göre kişiler de dâhil her şey biraz yüzeysel gibiydi. Bir şey beni hikâyenin dışında tuttu. Tekin ve Rüya’nın yakınlaşması gerçekten ilgimi çekti ve güldürdü. Ama ondan sonra gelişen olaylar açıkçası biraz heyecanımı yitirmeme neden oldu. Tekin, kabalıkta sınır tanımayan bir adam. Bunu çok iyi anlıyorsunuz ama bazı sözler ve hareketler vardır ki Türk Filmi klasiği olsa bile o sözler yüzünde o karaktere çektirilmesi gerekir. Ne yazık ki ne kadar kötü sözlere maruz kalsa da Rüya sürekli; sevdiğim adam, affederim modundaydı. Ayrıca bazı cümleler hiç söylenmemiş gibi de davrandı. Bu sebepler yüzünden Tekin gözümde küçüldü. Rüya da aynı şekilde güçsüz bir karakter olarak kafamda yer edindi. Her şeye rağmen kitap akıcıydı. O kadar yerdin yerdin şimdi de akıcı diyorsun kızım sende karar ver dediğinizi duyar gibiyim J Haklısınız. Tuna-Deniz ikilisini görmek, son sayfalarda Hacer Teyze ve o kinayeli, size kahkaha arttıran konuşmalarına tanık olmak, bir de karakterler her ne kadar ilgimi çekmese de yazarın anlatımından kaynaklı biraz da akıcı kelimesini kullandım. Gereksiz uzunlukta bulsam da kendini okutmayı başardı. Karakterler arasındaki komik diyalogların böyle düşünmemde payı var. Belki de benden kaynaklanıyordur ama Asude’nin diğer kitaplarının yanında kesinlikle sönük kalan bir romandı.