Malcolm Lowry - Yanardağın Altında YANARDAĞIN ALTINDA Yazar: MALCOLM LOWRY Çeviri: SİNAN FİŞEK Can Yayınları Malcolm Lowry Yanardağın altında 12 bölüm ve yaklaşık 12 saat devam eden roman anlatımının başladığı zaman ile geçmiş bir yıl önceki yıl arasına geçiş yapan bilinç akışı yöntemi ile yazılmıştır. Roman Meksika’nın Quauhnahuac kentinde ölüler günü olan 1 Kasım 1939 yılında bir sonla başlar ama yazarında belirttiği gibi aslında bu son sizi olaydan uzaklaştırmayacak kadar aksine içine çeken esrarengiz bir başlangıç olmakla birlikle aslında yıl 1938‘dir aynı zamanda. Olay kurgusu Meksika’da ölüler günü olarak kutlanan 1 Kasım 1939 yılında Mr. Jacques Laruelle’nin( Fransız sinema yönetmeni) anlatımıyla başlar. Mr. Jacques roman kahramanı olan Mr. Geoffrey Firmin’in (İngiliz Konsolusu) arkadaşıdır. 1 Kasım 1939 yılında Mr. Jacques arkadaşı Mr. Geoffrey’in kendisine verdiği (‘’ Biliyorum Jacques ‘’ diyordu, bu kitabı hiçbir zaman geri vermeyebilirsin; ama farz etki bende onu sırf bu amaçla veriyorum sana; bir gün, geri vermediğin için pişmanlık duyasın diye sf:40 ) Elizabeth cağı oyunları kitabını rastgele açtığında içinde gönderilmemiş bir mektubun okunmasıyla Geoffrey Firmin kendisini boşanmış olan eşi Yvonne ile olan evliliğini kurtarma çabası (Mektup sf:49-56) ile karşımızdadır. Mr. Jacques anlatımıyla devam eden 1.bölüm içinde Roman kahramanımızın aslında Hindistan doğumlu olan ve kardeşi ile birlikte terk edilen (Kardeşi Mr.Hugh) bir İngiliz yetim olduğunu öğreniriz. 1911 yazında İngiliz ozan Abraham Taskerson ailesinin Caurselluese gelmesiyle birlikte başlamıştır Mr. Jacques ve Mr. Geoffrey arkadaşlığı. Mr. Geoffrey İngiliz Hükümeti tarafından savaş sırasında madalya ile ödüllendirilmiş Eski bir Konsolos olmakla birlikte Çok ciddi bir ( sarhoş olduğu zamanın içmediği zamanlar olacağını düşünecek kadar. Aynı zamanda bir Delirium Tremens sf:160) Alkoliktir. Roman geri dönüşünde Meksika’da ölüler günü olarak kutlanılan 1 Kasım 1938 yılı sabahında geceden kalma Alkolik Mr. Geoffrey barda Smokinli, siyah gözlüklü ama corapsız oturup içmeye devam ederken Yvonne’nin Hornos’dan bir yıllık ayrılık sonrası geri dönüşüyle roman kurgusu devam eder. Geoffrey ve Yvonne saat saat 08:30 çivarı birlikte yaşadıkları eve giderler bu sırada bu bir ziyaret midir? yoksa geri dönüş müdür?sorgulaması Geoffrey’in kurgusudur. Mr Geoffrey içmeye roman boyunca devam eder her daim. Roman ilerledikçe Geoffrey ve Yvonne’n İspanya’da 1932 yılında tanıştıklarını menenjitten ölen bir çocuklarının olduğunu Geoffrey Firmanın 1896 Hindistan doğumlu bir İngiliz yetim, kardeşi Hugh 1909 doğumlu bir besteci ve gemici, Yvonne 1905 Hawaii doğumlu ve sinema artisti olmaya çalışan bir kadın olduğunu öğreniriz. Mr. Geoffrey Yvonne tarafından hem kardeşi Hugh Hemde Arkadaşı Jacques ile aldatmıştır. Sabahın gün doğumundan akşamın gün batımına kadar devam eden roman sürecinde (yaklaşık 07:30 – 19:30 ) Hugh ve Yvonne’nin La Selva Kumarhanesi atları ile olan gezintisi, sonrasında Geoffrey ile birlikte Tomalin arenaya olan yolculukları Salon ofelia ve Mr. Jacques ile karşılaşmaları sonrasında Jacquesin evine olan gidiş ve akşam saatlerinde Farolite barda ve yakın ormanında bulan bir sonla sonuçlanmaktadır. Kendiside bir Alkolik olan yazarımız Malcolm Lowry Yanardağın Altında Kitabında bir çok yazar ve kitapların kahramanlarında da ince ince işlediği atıfları vardır. *** Carvantes; Don Kişot (sf:84) ***Goethe; Ünlü Klise Çanı (sf:90) *** Tolstoy; Savaş ve Barış (sf:99) ***La Fontaine’nin Ördeği (sf:105) *** Oscar Wilde; Hapishane sahnesi (sf:105) *** Jack London(181) *** Joseph Conrad(183) *** Herman Merville (190) *** Ve tabiî ki ve Dante ; İlahi Komedya
Tanner Kardeşler ( AYLAK SİMON ) - Robert Walser TANNER KARDEŞLER Yazar: ROBERT WALSER Çeviri: ECMAL ENER CAN YAYINLARI 1. BASKI TEMMUZ 2011 Aylaklık hiçbir şey yapmamak demek değil. Herhangi bir şey yapmaktan bağımsız olmak demek. FLOYD DELL. Robert Walser Karşımıza BUYRUN okuyun benim AYLAK kahramanım SİMON TANNER… Kapitalizm ve modern dünyanızın kurallarına ayak uyduramayan yada bu kurallara aykırı girişimlerin umutsuz kahramanı. Simon, sürdürdüğü miskin, avare hayatı, katlanılmaz bir şey gibi duyumsamaya başlamıştı. Yakında yeniden çalışması ve işe gitmesi gerektiğini hissediyordu. Çoğunluğun yaşadığı gibi yaşamanın bir anlamı var. Böyle tembel ve ayrıksı olmak beni öfkelendiriyor. Artık yemeklerden bir tat almaz oldum, gezintiler beni yoruyor; hem sıcak kır yollarında karasinekler ve atsinekleri tarafından delik deşik edilmek, köylerden geçmek, dik duvarlardan aşağıya atlamak, kayan kayaların tepesine bağdaş kurup oturmak, başını yaslamak, bir kitap okumaya başlamak ve bitirmemek, ardından güzel ama ıssız bir gölde yüzmek, yeniden giyinmek ve evin yolunu tutmak, sonra evde, aynı miskinlikle hangi bacağının üstünde duracağını ve hangi burnuyla düşüneceğini veya hangi parmağını hangi burnuna dayanacağını şaşırıp beklemek… Böyle bir hayat insanı kolayca bir sürü burun ve sahibi eder ve bütün gün on parmağını on burnuna dayamak ve düşünmek ister. Bu avare hayatın insanı aptallaştırdığı gerçeğini anlatmaya çalışıyorum yalnızca. Hayır, vicdan sıkıntısına benzer bir şey duymaya ve bunun vicdan sıkıntısıyla sınırlı kalması gerektiğini, herhangi bir şey yapmak zorunda olduğumu düşünmeye başlıyorum… Doğuştan tembel değilim ben, hayır çeşitli daireler ve noterler bana iş vermek istemedikleri için onlara ne kadar yararlı olabileceğimden habersiz oldukları için aylaklık ediyorum… Çalışmayı istemek ve önümde bir iş bulunca kapmaktan daha fazlasını beklemiyorum kendimden, çünkü işlerin böyle daha iyi yürüdüğünü görüyorum. Çünkü her şey bocalamaydı, bir çabalama ve kendini zayıf bulmaydı. Ama tatlıydı böylesi, sadece tatlı, bir parça zor ve sonra biraz hasis, biraz ikiyüzlü, sonra düzenbaz, sonra hiçbir şey, sonra tamamen aptalca; en nihayetinde herhangi bir şeyi güzel bulmak çok zorlaşıyordu, insan hiçbir şey göremiyordu bunun için, öylesine oturuyor, yürüyor, salınıyor, sürükleniyor, koşuyor ve duraksıyordu, bir parça buhara dönüşmüş oluyordu. Simon bir katip çeşitli işlerde kısa süreli çalışan yirmi yaşında bir genç adam modern hayatın aylağı; onu kullanmasını bilen herkese kendi bilgisini, gücünü, fikirlerini, hizmetlerini ve sevgisini sunmaktan çekinmeyen bir kişi parmağını kaldırır ve onu çağırıp çalıştırmak isterse, belki ağır aksak gidenler olabilir ama o bu durumda şu uluyan rüzgar gibi fırlar ve sadece rahat rahat koşabilmek için, gözünü kırpmadan tüm hatırları çiğneyip aşan, tüm dünyanın uğultusunu katar yanına, tüm hayatına. Adamın biri gelir ve derse ki: Hey sen! Gel bakalım! Sana ihtiyacım var. İş verebilirim sana! O adam onu mutlu eder.O zaman mutluluğun ne olduğunu anlar! Simon için denenmek bir zevktir. Robert Walser’in kahramanı Simon konuşurken akıcı cümleler, doğru vurgular ama olabildiğince sakin ve dostça bir tavırla konuşur her zaman…Tanner Kardeşler; en büyükleri doktor Klaus, akıl hastanesinde olan abisi Emil, öğretmen ablası Hedwing, Ressam olan Kaspar ve kahramanımız Simon. Robert Walserin yazdığı Tanner Kardeşlerin dört tanesini ve diğer karakterleri artık okuyan kitapseverlere bırakıyorum. Aylaklık, bırakın kötülüğün kaynağı olmayı, aksine tek hakiki iyidir. SOREN KIERKEGAARD
YARDIMCI - ROBERT WALSER YARDIMCI Yazar: ROBERT WALSER Çeviri: CEMAL ENER CAN YAYINLARI 1.BASIM OCAK 2013 Walter Benjamin, Robert WALSER üzerine yazdığı, aynı adlı denemenin hemen ilk cümlesinde yazarın bu şaşırtıcı üretkenliğini vurgulamak ister: Rober WALSER’den çok şey okunabilir, ne var ki onun hakkında okunabilecek hiçbir şey yoktur. Robert WALSER Yardımcı kitabındaki Barenswill köyü, Zürich Gölü kıyısında bulunan Wadenswill adlı küçük bir kasabadır. Barenswill ahalisi, iyi huylu ama aynı zamanda biraz da sinsi yaradılışlı veya belki de daha doğru bir ifadeyle, içten pazarlıklı insanlardan oluşur. Hepsi de kulağı kesik kişilerdir; kiminde daha az, kiminde daha çok olsa da, hepsinin gizli kapaklı bir yönü vardır ve bu nedenle de bir parça kurnaz ve düzenbaz gibi görünürler. Dürüst ve ahlaklı insanlardır ve hiç de gurursuz sayılmazlar; yüzyıllardır medeni ve siyası bakımdan özgür bir ortamda yaşamaya alışmışlardır. Ama dürüstlüğü, belirli bir kurnazlıkla ve dünyevi hesapçılıkla birleştirir ve çok görmüş geçirmiş izlenimi vermeyi severler. Hepsi de içten gelen, doğal dobralıklarından biraz utanır ve kolayca aldatılabilecek dangalak bir eşek olmaktansa, ‘’ alçak bir köpek’’ olmayı tercih ederler. Barenswill’lileri aldatmak hiç kolay değildir, bunu denemek isteyen olursa, dikkatle uyarılmalıdır. Onlara saygı gösterdiğiniz sürece, melek gibi kalpleri vardır; sağlam bir onur duygusuna sahiptirler, çünkü yüzyıllardır bu şekilde yaşanlarına devam etmişlerdir. Duygularının dışa vurmanın her türlüsünden olduğu gibi, iyi kalpliliklerinden de utanırlar. Başka insanların ve milleterin kana kana güldükleri yerde, onlar dişlerini gıcırdatarak gülerler; sohbet ederken serbestçe konuşmaktansa kulak kesilirler; susmaktan hoşlanırlar ama bazen de sanki dünyaya bir batakhane ağzıyla dolmuş gerçek birer gemici gibi böbürlenmeye başlarlar. Sonra yeniden suskunluğa gömülür ve haftalarca ağzını açmazlar. Genelde kendilerini çok iyi tanırlar; güçlü ve zayıf yanlarının neler olduğunu bilerek hareket ederler ve noksanlarını, daima güçlü özellikleriymiş gibi göstermeye eğilimlidirler, zira ne kadar becerikli olduklarını kimsenin bilmesini istemezler. Bu sayede ticaretle işleri çok daha tıkırında gider. Komşu yörelerde kaba saba birer hödük oldukları söylenir, çok da nedensiz değildir bu; çünkü aralarında böyle yontulmamış odunlar da çıkar tek tük ama Barenswill’liler bu birkaç istisna yüzünden bir sürü küstah ve haksız laf işitmez sorunda kalırlar. Canlı bir hayal güçleri vardır ve bu gücü kullanmaya heveslidirler; içlerindeki zevksizler bu yüzden gereğinden ve yeterinden fazla böbürlenirler ve tüm alemde kötü bir nam salmışlardır. Tüm bunların ötesinde de , ayaklarını yere sağlam basan işler yapmak ve dolayısıyla da başarılı olmak için yaratılmışlardır. Oturdukları evler, tıpkı kendileri gibi temizdir; sokakları biraz tümseklidir, tıpkı kendileri gibi ve köylerindeki yolları aydınlatan elektrikli fenerler kullanışlıdır, yine tıpkı kendileri gibi. İşte Herr Tobler tam da böyle insanların arasına düşmüştü. Sayın Mühendis Her Tobler… Herr Tobler daha bundan üç yıl öncesine kadar sıradan bir mühendis olarak çalışıyormuş. Derken günün birinde, miras yoluyla yüklü miktarda bir paranın sahibi olmuş ve bu sayede kendi işini kurmak için planlar yapmaya başlamış. Onun gibi nispeten genç ve ateşli adamlar her konuda, tabi bu arada gizli planlarını uygulamaya koymak konusunda da , biraz aceleci davranırlar ve böyle olması da gayet normaldir. Herr Tobler, bir akşam ya da bir gece veya bir gün bir gazete ilanında Abendstern Villasının satılığa çıkarıldığını okumuş. Göl manzaralı muhteşem bir konum, güzel, haşmetli bir bahçe, yakın mesafede bulunan başkente kolay ulaşım sağlayan tren bağlantıları: Vay canına diye düşünmüş; bu tam bana göre! Fazla teredüüt etmemiş ve mülkü satın almış. Serbest çalışan, bağımsız bir mucit ve işadamı olarak, canı nerede isterse orada yaşayabilirmiş; hiçbir yere bağlı değilmiş. Herr Tobler’in evi sanki içinde ahenk ve kanaatkarlıktan başka yaşayan yokmuşcasına sağlam ve aynı zamanda da zarif görünüyordu. Böyle bir evi yıkmak kolay değildir; çalışkan ve becerikli eller, harcı, kirişi ve tuğlaları esinti araya getirip kalıcı kılmıştır onu. Bir göl esintisi onu yıkamaz; hatta bir kasırga bile. Öyleyse iş hayatında atılmış birkaç talihsiz adım, bu binaya nasıl zarar verebilirdi. Herr Tobler ve Eşi Frau Tobler Branswill köyünde satın almış oldukları Abendstern Villasında Hizmetçileri Pauline ve dört çocukları, Walter, Dora, Silvi, ve Edi ile beraber yaşamaktadırlar. Herr Tobler bodrum katı kendi ofisi ve icatlarını geliştirdiği bir yer olarak kullanmaktadır. Eski yardımcısı Wirsich’i alkol problemlerinden dolayı işten çıkarmış ve yeni yardımcısı Joseph MARTİ olur. Joseph Marti, askere gitmeden önce lastik bantı üreten bir fabrikada çalışmış; Joseph orada yardımcı eleman olarak yalnızca geçici bir süre için işe alınmış kendini o işinde eğreti bir çırak bile gözünde usta görünmektedir. Başka insanların şaşılacak kadar kolayca kavradığı şeyler, onun kafasında tuhaf biçimde zorlukla girmektedir. Joseph binanın arka tarafına bakan küçük bir odada yaşamaktadır. Bu minicik odada okuduğu kitaplar başının üstünde uçuşmaya başlıyordu. İnsanın aylar boyunca bıkmadan okuyabileceği o büyük romanlardan birini okumuştu orada. Yemeklerini teknik lise öğrencileri ve tüccar çıraklarıyla dolu bir pansiyonda yiyordu.Bu iş yerinden kovulmasıyla birlikte ilkbahar tılsımıyla büyülenmiş kırlardan geçen bir tren yolculuğu ve sırada, ve ardında sadece birer rakama dönüşen insanlar topluluğu olarak askere gider. Bu dönemin sonunda alttı ay süren işsizlik sonrasında iş bulma kurumunun pazartesi sabahı göreve başlamasını ilettiği yer Her Tobler’in yardımcısı olarak Barenswill de Abendstern Villasında yardımcı olarak işe başlaması gerektiğidir. Her Tobler’in yanında artık Joseph Marti yardımcı olarak işe başlar. Her Tobler bir mühendis ve çılgın bir girişimci Reklam Saati, Atıcılık Otamatı, Derin Delik Açma Makinası gibi farklı tasarımlarla uğraşmaktadır. Ama ne yazık ki bu girişlerinden hiçbir sonuç çıkaramadığı gibi de üstelik tüm mirasından kalan parayı da harcamıştır. Altı aylı geçen süre sonunda tamamen bitmiş ve iflas etmiştir. Artık yaptıkları tek şey alacaklarına yazdıkları erteleme mektuplardır. Joseph Martı bir yardımcı olarak bu yazışmaları yürütür Tobler ailesi ile aynı evin çatı katında yaşarken farklı ihtiyaçlara da cevap vermektedir. Dora’ya portakal getirmek, Akşam davetlerinde misafirler ile ilgilenmek, Jass oyunlarında artık öğrenmesi ile birlikte masa yerini almıştır. Herr Tobler’i iflası artık girişlerinin sonuç vermesiyle birlikte aslında sonun başlangıcına doğru yürüdüğünü; Her burjuva ailesinde sıkıntılar yaşanır ama, bunların bir kenara bırakılması ve dünyayı unutmuş gibi bir hayat tarzı yaşamak Tobler ailesinin genel özelliğidir. Tobler’in evinde ödenmesi için gönderilen senetlerin, vadelerin uzatılması talebiyle geri çevirmek gibi bir adet olması, Barenswill Bankasının idarecisini de biraz düşündürmeye başlamıştı. Ama içten içe kapılmaya başladığı kuşku ve endişelerini yüksek sesle dile getirmemektedir. Tüm bunlar geçici bir kriz olabilirdi ve sonuçta banka idarecisi bir çamaşırcı kadın değil, vaktinden önce dile getirilen düşüncelerin, var olma mücadelesi veren hırslı bir işadamı açısından ne büyük falaketlere yol açabileceğini bilen disiplin sahibi bir adamdı. Bankalar ve mali kurumlar, genelde sımsıkı kapanmış, zarif dudaklara sahiptir ve mutlaka bir ödeme aczinin yaşandığı kesinkes ortaya çıkmadan önce ağzı açmazlar.Joseph Marti bu dönemin yaşandığı Her Tobler’in Yardımcı elemanı olarak çalıştığı altı aylık sürede sadece Pazar günleri bir miktar para alabilmiş maaşını asla alamamıştır. Zamanın ve şartların görünmez adımlarla ilerlediği, gidişatın hiçbir değişim ve çizginin dışına çıkmaması; kaygıların ve hayal kırıklıklarının yaşandığı; başarısızlık ve umutsuzlukla birlikte ağır ve düzenli şekilde yaşanan çöküşün duygularını dile getirir Robert Walser.
SINIRSIZ BİR KUDRET VE SINIRSIZ BİR MUTSUZLUK Hiç kimse kalmayacak ardımda. Bu koskoca eser, icat fışkıran bu araştırma ve inceleme atelyeleri, bu teknik ürün yığını, bu sürekli yaratım..Ne için peki bütün bunlar, bütün bunlar kimin için? Kendi içinde taşıyordu bu sorunun cevabını: '' Bütün bunlar, sadece benim için. '' Aslında hayatım, ilk bakışta sanıldığından çok daha amansız ve çok daha zor benim. Çocuklarım vardı, karım, bir dostum. Çocuklarımdan biri başını alıp gitti çoktan. Öteki... Roland yüzünden korkunç bir kavgaya tutuştuk daha bu sabah... Dostumu bir hırsız gibi kapı dışarı ettim... Karıma gelince: daha düne kadar tüm vaktini bana ayırmış olurdu; bugünse akşam yemeğine bile zamanında gelmiyor... Ege denizinde ki o adayı da sattım... Yazık oldu tabi! Ama adayı doldurmak için bir haylı mutluluk gerek... Roman Kahramanımız ( George H. Fabre-Simmons) ***Söyleyin bakalım Paul ! Hayatınızı... yani mesleğinizi, işinizi seviyorsunuz değil mi siz? ***Evet Mösyö... dedi Paul. ***Peki bu işi niçin sevdiğinizi de biliyor musunuz ? ****ÇİÇEKLERE İNANIRIM BEN. ****Benim hala aradığımı onlar bulmuşlar bile (Fabre-Simmons) Sınırsız bir KUDRET ve sınırsız bir MUTSUZLUK... Roman hakkında şunu yazılabilirim...Kapitalist sistemin içindeki döngünün aileden topluma ve kaos içindeki materyallere kadar ve kim olursa olsun gerek bir aile ve gerekse bir büyük devasa şirket sahibine kadar bu döngülerin anlamlandırıldığı bir çırpıda okunabilecek bir kitap...
Gezinti -ROBERT WALSER GEZİNTİ Yazar: ROBERT WALSER Çeviri: CEMAL ENER CAN YAYINLARI 1.BASIM KASIM 2011 Robert Walser; gözlemlerinin ihtişamı ve pırıltısını büyük bir zevkle izleten, düş kurar ve oyun oynar gibi olağanüstü becerisiyle güzel kokular saçan buhurdanlarla öykülerini tütsüleyen, çok büyüleyici olmakla birlikte yazdıklarını yaşayan, gerçekliğin içinde harmanlayan mavi gökyüzü ile yeşil yer katmanı arasında düşünmek, düşünceye dalmak ve yürümek sanki yazmak kadar sükunet ile zevk veren, cıvıl cıvıl olmaktan büyük bir neşe duyan, duyarlı ve iyi kalpli olmakla birlikte proleter insanlara daha yakın olan, kelimelerinde gökkuşağının rengi çiçeklerin kokusunu barındıran ve düpedüz büyüleyici zaman zaman kısa veciz ve keskin naif dili ile yazdığı GEZİNTİ KİTABI ve özellikle belirtmek istediğim ROBERT WALSER okuru karşısında ifadeleri ile saygılı, gerçek bir centilmen, nazik beyefendi bir yazar. Bu açıdan baktığımda ROBERT WALSER’e Herman Hesse ve Franz Kafka’nın övgü ile söz etmesini daha net anlaşılır buluyorum.
Decameron Decameron (2 Cilt Takım+ Kutulu) Yazar: Giovanni Boccaccio Çeviri: Rekin Teksoy OĞLAK YAYINLARI 909 SAYFA Biraz araştırma yaptığımda şu bilgileri öğrendim. Yazıldığı dönemi incelediğimizde karşımıza İtalyanca yazılmış bir başyapıt bir düz yazı klasiği ile karşı karşıya olduğumu anladım. Dönem 1300 lü yıllar ki bu dönemde eserlerin italya’da Latince ağırlıklı olduğunda Giovanni Boccaccio Decameron adlı eserini İtalyanca yazıp İtalyan edebiyatında başyapıt olarak literatürdeki yerini almış. Okuduğum kitaplarla ve dönem ile kıyasladığımda düzyazı ve öyküleri akıcı bir dil ve yazım tekniğine sahip dolayısıyla sayfa sayısı çok olması kitabın hızlı okunması ile kıyaslandığında çok kısa sürede okunabilecek bir eser meydana getirmiş Giovanni Boccaccio. Decameron Sarkastik bir yapı ile yazılmış ve kurgulanmış. Kendini ifade eden şu sözlerini yazmadan geçmek istemiyorum. Ressamın fırçasına tanınan özgürlük, benim kalemime de tanınmalı.Yozlaşmış bir beyin bir sözcüğü hiçbir zaman sağlıklı bir biçimde anlamaz; dürüst olandan yarar sağlayamaz. Buna karşılıklı dürüst olmayan da, aklı başında bir insan zarar veremez, tıpkı balçığın güneşi sıvayamaması, çamurun gökyüzünün güzelliğini örtmemesi gibi. Decameron on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşur. Günde on öykü anlatılır. Her günü bir kral ya da kraliçe yönetir. Veba salgınından kaçmak için bir araya gelen yedi genç kadınla üç genç erkek önce bir evde sonrasında ise bir şatoda kalırlar. Her gün ( cumartesi ve Pazar dışında) öğleden sonra, her biri bir öykü anlatır. Öykünün konusunu günün yöneticisi belirler. Böylece on günde (her gün on kişi tarafından anlatılan bir öykü yani günde on öykü) yüz öykü anlatılmış olur.