inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (112/142)
Son DeBurgh (The deBurghs # 7)
Son DeBurgh (The deBurghs # 7)

6

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/deborah-simmons-son-deburgh.html The DeBurgh Serisinin son kitabı "Son DeBurgh" bitti. Nihayet 7 kitaptan oluşan bir seriyi bitirmiş bulunuyorum. Takip ettiğim serileri bitirmiş olmanın verdiği tatmin hissi kadar güzel bir duygu yok yalnız :) Yazarın kalemine değinmeyeceğim, yedi kitabını da okuduktan sonra kalemini sevdiğimi tahmin ediyorsunuzdur. Bu yüzden direk kitap yorumuma gireceğim :) Serinin en durağan kitabı olarak "Kara Şövalye DeBurgh" demiştim ama yanılmışım bu kitap ondan da durağan geldi. Nerede ilk kitaplardaki hareketlilik. Sanki serinin sonuna doğru kurgu da bitmiş gibi durgunlaştı seri. Yazar neden öyle bir şey yaptı bilmiyorum :( Neyse... Kitabın kapak tasarımına hayran kaldım. Bu tür tasarımlar tarihi aşk romanlarında çok hoşuma gidiyor :) Kitabın konusunu arka kapak yazısından anlamak pek mümkün değil bu yüzden kısaca değinmek istiyorum. Nicholas DeBurgh, yardımcısıyla beraber yolculuk ederken Tapınak şövalyelerinden biri olan Gerard'ın saldırıya uğramasına denk gelir ve Gerard Nicholas'tan bir söz alır derken Nicholas Gerard'ın kız kardeşi Emily'e yardım etmeye başlar. Emily'i ilk başlarda erkek kıyafetleri ile görünce genç bir delikanlı zanneder ve daha sonradan bir kadın olduğunu anlar. Bu süre zarfında birbirleri arasında bir etkileşim olur. Derken olaylar ilerlemeye başlar... Hmm... sanırım en kısa yorumum bu kitaba oldu. Bence orta kararda bir kitaptı... Dediğim gibi serinin son kitabıydı ve en durağan kitabı oldu. Normalde serinin son kitapları bomba etkisi yaratır ama bu öyle olmadı ne yazık ki. Seriyi tavsiye ederim ben zevkle takip ettim her ne kadar son kitaplara kadar ilk kitaplar kadar heyecanlı olmasa da. :) eğer tarihi aşk romanlarını seviyorsanız bu seriye el atabilirsiniz :) The DeBurgh Serisinin Kitapları: Wessex Kurdu Kralın Buyruğu Kalp Hırsızı Büyülü Lord DeBurgh Büyülü Prenses Kara Şövalye DeBurgh Son DeBurgh

Sert Rock (Sinners on Tour #2)
Sert Rock (Sinners on Tour #2)

10

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/olivia-cunning-sert-rock.html "Günahkarlar Turnede" serisinin 2. kitabı olan Sert Rock'ı da bitirmiş bulunuyorum. Bu seriye bayılıyorum. Tamam içeriği +18 olabilir ama işlediği aşk ve müzik o kadar dengeli ki sanki seks sahneleri olmadan bu kitap olamazmış gibi bir bütünlük sağlamış yazar. Neyse... Olivia Cunning'in kalemine değinen bir yorum yazmak istemiyordum ama özellikle değinmek istediğim bir nokta var. Yazar kalemini ilk kitaptansa bu kitapta daha belli etmiş sanki. Daha akıcı, daha sürükleyici ve duygular daha hissedilir biçimdeydi. Kitabın konusundan birazıcık bahsedip kitap içeriğine giren bir yorum yapacağım. Kitap kısaca anlatmak gerekirse, grubun solisti olan Sed'in hikayesini anlatıyor. İlk kitapta Sed'in kalbini kırdığını öğrendiğimiz Jessica'yı tanıyoruz. Sed ve Jessica'nın geçmişine birazcık değiniyor ve ardından Sed ve Jessica ayrılıklarından iki yıl sonra tekrar karşılaşırlarsa neler olur onları okuyoruz. Mryna Jessica'ya iş veriyor ve iş gereği grupla beraber turneye katılması gerekiyor sonucunda da Sed ve Jessica aralarındaki cinsel çekime karşı çıkamıyor ve farkına bile varmadan aralarında körüklenmiş aşkı tekrardan alevlendiriyorlar. Kitap sadece bunlarla kalmıyor grup üyelerini de okuyoruz. Taze çiftimiz Brain ve Mryna'yı okuyoruz, Jace'in yeteneklerini, Trey'in hastalığını... Tam anlamıyla bir bütün halinde grubu okuyoruz. İlk kitapta grup üyelerini tanımıştık bu kitapta onların karakterlerini çözmeye başlıyoruz ve olayların içinde kapılıp gidiyoruz. Şimdi kitap içeriğine giren bir yorum yapıyorum, uyarmadı demeyin. :)) İlk kitapta Sed'in Jessica'dan dolayı kalbinin kırık olduğunu öğrenmiştik ve bunun nedenini hep merak etmiştim ve başta ayrılıklarını okurken Allah biliyor ya suçu Sed'de buldum. Jessica sonuna kadar haklı buldum. Bu terk edilişi hak etti Sed ama yine de adamıma kıyamıyorum. Jessica'da gerçekten aşıkmış demek ki hayatına Sed'den başka kimseyi almadı. :) Trey'in hastanede geçirdiği zamanları cidden hüzünle okudum. Trey bence grubun en eğlenceli karakteri ve onun hastanede olması sanki grup neşesini kaybetmiş gibi geldi ama bravo grup üyelerini arkadaşlarını yalnız bırakmadılar. Özellikle Sed'i tebrik etmek gerek ki Trey'in keyfi gelsin de iyileşsin diye beklemedi onu hep teşvik etti çabalamasına. Ahh Trey'in bağımlılığını da ilk o keşfetti. Cidden en dikkatlisi Sed'di ya da bunu arkadaşının yüzüne karşı söyleyebilecek kadar cesaretlisi. Sed'in sahnede yaşadığı talihsizlik mi kaza mı yoksa hastalık mı demeliyim bilemedim ama çok fenaydı. O sahneyi gözlerinin önüne getirdiğinde oluşan görüntü insanın içini ürpertiyordu cidden... çok fenaydı! Sed'in iyileşmiş olmasına çok sevindim. Brain ve Myrna'nın evliliklerine dair konserde geçen sohbet harikaydı. Çok fazla bahsetmeyeceğim kitap içeriğinden çünkü o kadar çok hoşuma giden alıntı vardı ki hepsini sizlerle paylaşmak istiyorum :) ******************** Sed, Jessica'yı ve kendisini yatak odasına kapatarak kapıyı Eric'in suratına çarptı. Yalnız. Birlikte. Jessica zorlukla yutkundu ve kafasını kaldırarak ona baktı. Yakınlığı karşısında şaşkına döndü. Nasıl olup da bu hale düşmüştü ki? Otobüsten ayrılmaya hazırlanmak için kalkmıştı ve sonra... Sed onu izlemeye devam eti, bir şeyler söylemesini bekliyordu. "Senden nefret ediyorum," genç kızın bulabildiklerinin en iyisiydi. "Ben senden daha çok nefret ediyorum." "Benim senden nefret ettiğim kadar birinden nefret etmek mümkün değil." Kapıyı açmaya çalıştı fakat Sed tek elini kapıya doğru kaldırdı ve onu kapalı tuttu. "Eğer benden nefret ediyorsan, neden odama gelip gecelik eğlencemi def ediyorsun?" **************************** "Sadece beni yalnız bırak Sed. Şu anda dünya üzerinde görmek istediğim en son insan sensin." Sed'in dünya üzerinde görmek istediği tek insan oydu. Daima. **************************** Jessica çatalıyla onu işaret ederek “Neye gülümsüyorsun?” diye sordu. “Hiçbir şeye.” Gülümsemesi daha da genişledi. Jessica sırıttı. “Gamzelerin görünüyor.” Sed kızardı. “Ve kızarıyorsun.” Genç adam kaşlarını çattı. “Kızarmıyorum.” “Durma. Bu çok tatlı.” Sed ona doğru tek kaşını kaldırdı. “Sedric Lionheart tatlı değildir.” “Ama öylesin. Demek istediğim tatlısın. Gamzelerin göründüğünde ve kızardığında.” **************************** Sadece ona bakmak bile canını yakıyordu. Onu göremediği zaman, acıtıyordu. Onun hakkında düşündüğünde, acıtıyordu. Onun hakkında düşünmemeye çalıştığı zaman, acıtıyordu. Ama en çok acıtan hangisiydi, onunla olmak mı yoksa onsuz olmak mı? **************************** Sed genç kızın alnını öptü. “Seninle ilgili nefret ettiğim şey ne biliyor musun?” Garip bir duygu soluğunu keserken Jessica kaşlarını çattı. “Ne?” “Beni çok iyi tanıyorsun.” “Benim seninle ilgili nefret ettiğim şey ne biliyor musun?” “Ne?” “Her şey.” “Öğle mi?” Jessica başını sallayarak onayladı. Sed güldü. “Bebeğim, eğer nefretini gösterme şeklin buysa, ilgi gösteriş şeklini görmek için sabırsızlanıyorum.” **************************** Sed... Lütfen bana kızma... Seni bulacağım... Seni incittiğim için üzgünüm... Sana ihtiyacım var... Lütfen, sarıl bana... Beni yalnız bırakma... **************************** Jessica öfkeyle konuştu, "Bazen senden nefret ediyorum." "Sadece bazen mi? İlerleme kaydediyoruz." **************************** Jessica'yı kendine doğru çekip şakağını öptü. "Seni seviyorum," diye fısıldadı. "Daha fazla içimde tutamayacağım. Senin aynı şekilde hissetmediğini biliyorum - bununla yaşayabilirim - ama bu benim nasıl hissettiğimi değiştirmiyor. Seni o kadar çok seviyorum ki bazen nefes alamıyorum." **************************** "Altına mı işedin Eric?" "Sed yaptı." "Sed senin pantolonuna mı işedi?" **************************** "Halihazırda sana aşık olmasaydım Jessica Chase, her günün her dakikasında sana tekrar tekrar aşık olurdum." **************************** İhtiyacın olan kişi olmaya çalışacağım, neye ihtiyacın varsa. Yine başarısız olursam beni parçala, beni kes, beni kanat, eğer bu kalbini bana açacaksa. Sadece beni hiçliğe terk etme. Hiçbir şeyden daha azken gitme. Tıpkı son kez olduğu gibi. Kullan beni. Bu sensiz var olmaktan daha iyi. **************************** Alıntıları Sed'in yazdığı şarkı sözü ile bitirdim :) bu sözler Jessica'nın Sed'e karşı olan davranışlarının birazcık açıklar :) Kitabı çok beğendim ki zaten Tutkulu Notalar kitabına yaptığım yorumda özellikle Sed ve Jace'in kitaplarını merak ediyorum demiştim ve beklememe değdi. Şimdi tatlı bir bekleme telaşı 3. kitap için başladı :) Dilerim Ephesus fazla bekletmez :) Kitabı eğer +18 iseniz ve erotik sahneleri okumaktan rahatsız olmayacaksanız tavsiye ederim :) Ahhh bir de bu seriyi orijinal kapakları kullanıldığı içinde çok seviyorum demezsem içimde kalır dedim :)

Kara Şövalye DeBurgh  (The DeBurghs, #6)
Kara Şövalye DeBurgh (The DeBurghs, #6)

7

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/deborah-simmons-kara-sovalye-deburgh.html Ben bu haftamı tamamen Harlequin'lere ayırdım hep onları okudum ve elimdeki bütün Harlequinleri bitirdim tek biri hariç... O da serinin son kitabı olan "Son DeBurgh". Onu da kısa zamanda okuyup yorumlarım artık :)) Deborah Simmons kaleminden çıkan "The DeBurgh" serisinin altıncı kitabı olan "Kara Şövalye DeBurgh" de bitti. Kitap Reynold DeBurgh'u anlatıyor... Serinin diğer kitaplarına göre çok durağan geldi bana. Serinin kitaplarını pek sırayla okumadım ve henüz ikinciyi okumadan üç, dört ve beşinci kitapları okumuştum şimdi ikinciyi okuyup yeterince hareket, atraksiyon okuduktan sonra bu kitap çok durağan geldi. :/ Reynold'un daha hareketli bir hikayesi olsun isterdim. Hele ki ejderhaymış, onun peşinden döndürülen entrikalarmış, öldü sanılan eski nişanlıymış falanmış filanmış bana... ımm... nasıl desem bilemedim ama beni tatmin etmedi. Kalemini sevdiğim bir yazarı ve daha çok beklentilerim vardı bu yüzden beni pek memnun eden bir kitap olmadı ne yazık ki :( Sevmedim diyemem, okumaktan zevk aldım ama ister istemez diğer kitapları ile bir kıyaslama yapıyorsun okurken ve onların yanında biraz sönük kaldı. Her neyse kitabı puanlamak gerekirse ben 5 üzerinden 3 veririm kitaba, seriyi ise herkese öneririm. Keyifle okunacak hatta sevilecek bir tarihi aşk romanı serisi... The DeBurgh Serisinin Kitapları: Wessex Kurdu Kralın Buyruğu Kalp Hırsızı Büyülü Lord DeBurgh Büyülü Prenses Kara Şövalye DeBurgh Son DeBurgh

Kralın Buyruğu (The DeBurghs, #2)
Kralın Buyruğu (The DeBurghs, #2)

9

Sonunda bunu da okudum ve bitti... Wessex'ten sonra en sevdiğim bu oldu diyebilirim. Mallory'nin davrnaışlarından tutun da Geoffrey'in tavırlarına kadar.. Muhteşemdi. En çok da Mallory'e üzüldüm ama sonunda hak ettiği mutlulukla da sevindim :) Okuyun bence okutun da :) http://illekitap.blogspot.com/2013/04/deborah-simmons-kraln-buyrugu.html

Fırtınada Bir Gece - Wellingham Brothers # 2
Fırtınada Bir Gece - Wellingham Brothers # 2

7

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/sophia-james-frtnada-bir-gece.html Haftasonumu Harlequin okuyarak geçirdim :) sanırım Harlequinlerimi haftasonuna bırakarak günde bir kitap bitirme tadına doyuyorum :) Okuyup bitirdiğim yeni kitabın Sophia James'in Harlequin'den çıkan ikinci kitabı "Fırtınada Bir Gece" kitabıydı. Kitap aynı zamanda "Willinghams Serisi"nin ikinci kitabıydı. Sophia James, akıcı bir üslupla kullanan ve lordları leydileri sever okurları tatmin edecek bir dil kullanan, okuruna istediğini veren, ayrılık küskünlük olmadan kurgusunu kaleme alan ve okurun tadı damağında kaldığı kitaplar yazan bir yazan. Şahsen ben öyle hissediyorum. Biraz daha uzun olabilirdi ve bende keyifle okurdum :) Öncelikle karakterlerden bahsetmek istiyorum size. Bu sefer ki yorumumda da kitap içeriğine girmeyeceğim :) Kitabımızın baş erkek karakteri Taris, diğer tarihi aşk romanlarında okuduğumuz gibi kusursuz bir erkek profili değil. Kusurlu ama yakışıklı, kusurundan utanan ama aynı zamanda korumacı ve sevdiklerine sahip çıkan bir adam. Taris, her geçen günle karanlık günlere adım atan kör olma yolunda ilerleyen bir adam. Serinin ilk kitabında okuduğumuz Dük Asher'ın küçük erkek kardeşi... Kadın karakterimiz Beatrice ise 16 yaşında ailesini kaybedip ve babasının ayarladığı bir evliliğe mahkum olan, acılarla dolu on iki yıllık evlilik yaşayan ve kocasının ölümünden sonra özgürlüğünü elinde tutmak isteyen bir kadın. Güzel olduğuna inanmayan, tutkularını içinde hapsetmiş, korkusuz, insanların hakkında ne düşündüğünü umursamayan bir kadın. Açıkçası genelde bu tür kitaplarda erkekler sosyetenin kendisi hakkında ne düşündüğünü önemsemez, kadınlar da onurlarını korumak adı arkasına saklanarak sosyetenin düşüncelerine önem verirler ama bu kitapta karakterlerin yer değiştirdiğini okumak çok güzeldi. Taris sosyeteden göremediğini saklamaya çalışıyor buna karşılık ise Beatrice onların ne düşündüğünü önemesemiyor... Bunu okumak cidden güzeldi :) Kitapta hoşuma giden taraflar olduğu gibi hoşuma gitmeyen taraflarda vardı. Mesela aşkı yazar ne yazık ki pek hissettiremedi. Keşke bu konu üzerinden biraz daha yazsaydı yazar. Kitap daha çok Beatrice ve Taris'in diyaloglarına, iletişimine, tutkularına değindiği kadar aşklarına değinseydi çok memnun olurdum. Ama olsun yine de beğendim kitabı :) Okumak isteyen, güzel vakit geçirmek isteyenler için harika bir kitap olacağı şüphesiz. :) Ayrıca Harlequin'in tarihi aşk romanları kitaplarının kapaklarına hayranım... Keşke diğer yayınevlerinden de bu tür kapaklar görebilsek :) Neyse çok uzatmadan demek istediği bu kitaba ben puan verecek olsam 5 üzerinden 3,5 verirdim :) ama tavsiye ederim okuyun iyi vakit geçirtecek bir kitap bence :) Willinghams Serisi'nin kitapları: -Fırtınalı Denizler -Fırtınada Bir Gece -One Illicit Night -The Dissolute Duke

Konağın Yeni Düşesi
Konağın Yeni Düşesi

8

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/christine-merrill-konagn-yeni-dusesi.html Veee bir Harlequin kitabı daha bitti. Harlequin'in kısa küçücük sımsıcak okuru tatmin eden kitaplarını seviyorum özellikle tarihi aşk romanı serilerine bayılıyorum tabi son zamanlarda Mystery adında çıkardığı özel sayılara da bayılıyorum ya neyse :) Christine Merrill, oldukça akıcı, ayrılık olmadan, güven, dostluk ve ardından aşk ve sevgi üzerine kurulan bir aşk hikayesi yazmış... Her şekilde herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini bu kitapta okuyoruz. Miranda onca yaşadığı acılar ve mutsuzlukların ardından ikinci şansını Markus ile yaşıyor... Markus ilk karısı ile yaşadıklarından sonra ikinci şansı Miranda oluyor... Sir Anthony ve Leydi Cici de aynı şekilde ve her şeyden çok ikinci bir şansı da yakalayan St. John... Aslında Markus da St. John da Miranda sayesinde 2. şansı yakalayıp mutluluğu ulaşmaya çabaladılar. Tabi bu durum John konusunda bir tartışılır ama neyse :) Konudan saptım yalnız :) her neyse yazarın kalemini sevdim ve diğer kitaplarını da çıkarırlarsa severek alıp okuyacağım ki bu kitabı konusunu bilmeden tamamen kapağına vurularak aldım ve iyi ki almışım dedim :) Kitap "The Radwells" Serisinin ilk kitabıydı ve yanılmıyorsam 4 kitaptan oluşuyor seri. 2. kitap erkek kardeş St. John'u konu alıyor ve açıkçası onun hikayesini merak etmiyor değilim hani :) Kitabın kısaca konusuna değinmek istiyorum: Bir Dük olan Markus annesinin evlenmesi konusunda ısrarlarından artık bıkmış bir adam ve annesi tam ölüm yatağındayken Markus'tan bu sefer istediği kızla en azından tanışması için söz alıyor. Miranda da yaşadığı onca zorluk, acı ve yoksulluk içinden Dük ile evleneceğini sanarak Dük Markus'un evine geliyor. Tam o noktada olaylar patlak veriyor. İki adamla, Markus ve John ile aynı evde olmasının Miranda'nın onuruna leke sürer diye düşünerek hemen Markus Miranda ile evleniyor ve asıl olaylar bu noktada başlıyor. Markus ve Miranda'nın birbirlerini tanıma çabaları, dürüst olma istekleri ve buna karşılık olarak John'un ağabeyine karşı olan nefreti ve bu nefret yüzünden yaptıkları ile kitap alıyor başını gidiyor. Kitapta en çok hoşuma giden yer ayrılık olmamasıydı. Evet, Miranda ve Markus sürtüşmeleri tartışmaları vardı hatta Markus Miranda'nın kendini aldattığını bile düşünmüştü ama yazar kalemini konuşturmuş ve sanırım birazda benim gibi ayrılığı sevmeyen okurlarını düşünmüş çifti ayırmak yerine kısa sürede birbirlerine açıklamalarını dinlettirmiş ve olayı tatlıya bağlatmıştı bunu çok sevdim ve bu da yazarı biraz daha sevmeme neden oldu :) Kitaba dair küçücük bir eleştirim var. Aslında kitaba dair değil de çeviriye dair... Çeviri genel anlamda kusursuzdu hiçbir hata yoktu ama Miranda'nın St John ile yaptığı konuşmalarda St John yazılması gereken yerlerde Markus yazılmıştı. Mesela kitabı elinde olanlar bakabilirler. 210 sayfada St John ile Miranda arasında yatak odasında geçen konuşmada John değil Markus denilmiş... Ha okurken evet anlıyoruz kim olduğunu ama işte hata... bir an Markus nereden çıktı diyorsun başta ki bu bir iki yerde daha vardı... Bir diğer rahatsız eden şey de kırk yıllık Marcus oldu Markus... bu biraz bana garip geldi. Kitabın orijinalinde Marcus olarak yazılmıştı keşke değiştirilmeseydi. Bu hataları görmezden gelirsek kitap, konu, kapak her şey çok güzeldi ve tarihi aşk romanı severlere de tavsiye ederim okuyun :) The Radwells Serisinin kitapları: -Konağın Yeni Düşesi -An Unladylike Offer -A Wicked Liaison -Seducings a Stranger

Melekler Zamanı
Melekler Zamanı

10

http://illekitap.blogspot.com/2013/10/fatma-erdek-melekler-zaman.html Yeni bir Türk yazarı daha keşfetmiş olmanın gurur ile size yeni yorumumu yapıyorum :) Hep söylerim ve yine söylüyorum genelde Türk yazarları tercih etmeyen, okumayan ve benim beklentilerimi karşılamadıklarını düşündüğüm için elimi hep geri çeken bir okurum ve olurda okursam hep beklentilerimi çok çok düşük tutarım ki hayal kırıklığına uğramayayım ama artık uslandım! Çünkü öyle yazarlar karşıma çıkıyor ve hiç adını duymadığım isimlerin kitaplarını okuyorum ve sonucunda o kadar memnun, tatmin olmuş bir şekilde bitiriyorum ki kitabı içimden tekrar tekrar okumak geliyor. Sanırım artık Türk yazarların, yazarlarımızın kalemlerine güvenmeliyim... FMArsal, Osman Aysu, Vefa Enver derken birkaç isim daha okudum ilk defa kitap çıkaran ve kalemleriyle harikalar yaratan şimdi bunlara bir de Fatma Erdek eklendi. Facebook'da o kadar duydum ki yazarın ve kitabın methini ister istemez merak ettim ve aramama rağmen bulamadım ve Ephesus isteyip de bulamayanlara bir şans daha vererek kitabın yeni basımını yaptı. Onların sayesinde okuduğum kitabı o kadar beğendim ki hiç bitsin istemedim ama ne yazık ki her güzel şeyin sonu var. :( Bunları neden açıklama gereği duydum bilmiyorum ama gerçek düşüncelerimdi paylaşmadan edemedim. Ki düşünün benim gibi ön yargılı bile bu derece beğendiyse gerisini siz tahin edin :) Neyse çok uzatmayayım ve hep yaptığım gibi yazarın kalemine değinerek yorumuma başlayayım :) Fatma Erdek, kalemi cidden çok güçlü, kurgu yeteneği doruklarda ve duyguları okuyucuya hissettirme konusunda bir çok yabancı yazardan bile daha iyi bir yazar... Kitap, bazen hissettirdiği duygularla bana çok ağır geldi. Acı o kadar yüklü ve çok ki kalbini sıkıştırıyor, gözleirni dolduruyor ve yaşların akmasına engel olmayacağın boyuta taşıyor ve işte bu noktada kitap çok ağır geldi bana... Dramatik ve acı yüklü şeylerden genelde uzak dururum çünkü her ne kadar kurgu olsa da etkisinde kalma gibi bir kötü huyum var. Filmlerde bunu çok yaşarım ve beni bu derecede etkileyen kitaplar da olmuştu şimdiye kadar ama bir Türk yazardan böyle bir performans... itiraf ediyorum beklemiyordum. Cidden etkileyici bir hikayeydi... Kısaca kitabın konusuna değinmek istiyorum. Kitap içeriğin girmeden konusunu özet geçeceğim daha sonradan kitap içeriğine gireceğim zaman sizi uyaracağım bu konuda söz veriyorum. Konuyu anlatma kitaptan bir cümleyle başlayıp yine bir cümleyle bitireceğim :) "En aydınlık sabah, en karanlık geceden doğandır." Barlas, acıları ve geçmişi içerisine gömülmüş, hissetmeyi unutmuş, ölümü her an her dakika bekleyerek ve bir an önce gelmesini dileyerek geçiren yalnızlığın içinde yaşayan bir adam. Nesil, cıvıl cıvıl, neşe, sevinç, mutluluk umut dolu, hayatı yaşayan, yaşamayı seven, sevgi dolu bir kalp taşıyan bir genç kız. Barlas'ın sahip olduğu otele gelen Nesil genç adamı gördüğü anda ona aşık olur ve onun her gün dikkatini çekmek için çabalarken bir gün kader yollarını Nesil ölümle burun buruna geldiğinde karşılaşır ve Barlas'da her ne kadar itiraf edemese de Nesil'den etkilenir ve hayat onların hiç ummadığı özellikle Barlas'ın hiç ummadığı bir yörüngeye girerek ikisinin kaderini bir çizer. Yusur henüz küçücük bir çocuk ve Yesra henüz genç bir kız bile olamamış bir kız.. Hayat onların kaderlerini babasının ellerine bırakmış ve babası da öyle bir yol çizmiş ki ikisi içinde acı, hasret, özlem, yalnızlık, korku dolu... "En zor olan, kendi fısıltılarını susturmaya çalışmaktır..." Yusuf ve Yesra'nın hikayesi hala tüylerimi diken diken ediyor ve gözlerimi dolduruyor... Şu yorumu yazarken bile gözlerim doluyor, ellerim titriyor onları her anımsamamda... Kitaplarda genelde farklı zamanlardan farklı kişilerden bahsediliyorsa hep bu kişilerin bir şekilde yolları kesişir ve ben hep Yusuf ve Yesra'nın Barlas ve Nesil ile nasıl bir ilişkileri olacağını merak ettim ama açıkçası çıkan gerekleri beklemiyordum! Beni şaşırttı bazı olayları anlamamı, acıların karanlığın ve umutsuzluğun ardındakileri anlamama neden oldu. Olayların gidişatı hiç de tahmin edemeyeceğim şekilde gerçekleşti ve bu içimdeki merakla okuma isteğimi de arttırdı. Nesil aşkı... öyle güzel, öyle umut dolu, öyle cesur ve öyle saftı ki okumak ve o aşk dolu satırları anımsamak insanı kitapta huzur veren tek noktaydı... Hayır tek nokta o değildi. Asıl insana sevginin ne kadar güzel ve özlemin, hasretin ne kadar zor olduğunu en iyi anlatan satırlar Yusuf ve Yesra'nın adının her geçtiği satırda saklıydı... Onlar istemedikleri bir yola sürüklendiler ve hayat onlara o kadar acımasız davrandı ki insanın tüylerini ürpertiyor ve bir o kadar da kalbine dokunuyor... Ben bu kitapta kitap içeriğine girebilen bir yorum yapabileceğimi hatta küçük detaylar verebileceğimi sanmıştım ama yanılmışım... Kitabın içinden bir şeyi anlatmak şuanda o kadar zor geliyor ki... Henüz etkisinden çıkmadan bunu başarmak çok zor bu yüzden kitaba dair yorumumu burada keseceğim... Yorumumu bitirmeden kitapta çok hoşuma giden satırları not almıştım onları sizinle paylaşmak istiyorum. "Dün gece, aç bir iştahla, kazanacağından zerre kadar şüphe etmeyen bir kumarbaz gibiydi. Bugünse Barlas'la birlikte, onun üzerinde oynadığı her şeyi yitirmişti. Dün gece, şımarık bir çocuk gibiydi. Öylesine rahat, öylesine aldırmaz ve öylesine kendinden emindi ki. İstediği erkeği elde edebileceğine dair güveni tamdı. Barlas onun seçtiği adamdı. Oysa bu gece... Aynı güven, aynı haylaz çocuk, anı cesur kız neredeydi? Her şeyin bir zamanı var diyorlardı ya. İşte 'o zaman' bitirme zamanıydı. Yürek başka söylerken gurur başka söylüyordu. Ruh özgürlük verirken, akıl esir ediyordu kendine. Kim örüyorsa ağları, ilmikler yalan yanlış geçiyordu dizgiye. Kim yazıyorsa yazgıyı, harfler yalan yanlış düşüyordu satırlara." ****************** "Ben, o an sadece, Yesra'yı düşünüyor, Yesra için korkuyordum. Çünkü içime doldurmaya çalıştıkları bütün o ilahi sevgilerden en büyüğünü Yesra'ya hissediyordum. Tıpkı bir mecnun gibiydim. Başka türlü bir aşktı benimki... Onu kaybettiğimi düşündükçe yaşama gücümü yitiriyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar, yüzümü boydan boya yakarak geçiyor, ruhumu besleyen son duygu kırıntılarının sıcaklığı da ruhumu tebiye ettikleri o hücrenin içine dökülüyordu. En son ne zaman ağladığımı hatırlamak istesem, Yusuf'un ruhunu yitirdiği o karanlık odaya gidiyordum... Ateşten birer damlaydı ve son yaşlarımdı onlar..." ****************** "Keşke aşk öğretilebilecek bir şey olsaydı. Aşk; herkesin yüreğindeki boşluğa göre şekillenen, herkesi farklı bir yerden vuran, herkes başka bir iman ve başka bir ibadetle dolduran, öylesine sınırsız ve öylesine belirsiz bir kavramdı ki. Aşk bir evrendi. Sınırsızlığın içinde, milyarlarca tür barındıran, kimi ateşten kimi ışıktan, kimi dumandan kimi yeşilden kimi beyazdan kimi sudan kimi topraktan... Milyonlarca farklı yıldız, canlı, cansız ve bilinmezden oluşan evren kadar zengin... Milyonlarca şarkıya şiire ilham olacak kadar bereketli... Kimine mut getirecek kadar parlak. Kimini umutsuzluğa mahkum edecek kadar karanlık. İşte bu kadar değişken bu kadar tanımsız bir şeydi aşk..." Aşkın milyonlarca tanımını okuduktan sonra yukarıda alıntıladığım gibi bir tanım okumamıştım. Şimdi şöyle bir bakıp anlatılan hikayeleri, okunan kitapları, izlediğin yaşananları düşününce ne kadar da doğru... ****************** "Senin asaletin, cesaretinde Nesil... Sen, ona kimsenin gelmediği gibi geldin. Kimsenin vermediğini verdin. Sen o serseriyi, adam gibi sevdin. Ona da sevmeyi öğrettin sen Nesil." Vural kaptanın bu sözlerini okuduğumda ve Barlas'ın umutsuz, karanlık ve acı dolu kalbini düşündüğümde ne kadar haklı olduğunu söylememek imkansız... Yorumlarımı uzatmaya bayılırım ve eğer sevdiğim bir kitapsa söz konusu olan sınır tanımam ama sizleri daha fazla sıkmadan yorumumu bitireceğim. Kitaba bayıldım! Cidden okuyanların neden bu kadar sevdiğini okuyunca anladım ve onlara hak verdim. Şiddetle tavsiye ederim okuyun! Seveceğinizden eminim... Ama unutmayın kitap yoğun bir acı ve buna rağmen umut dolu bir kitap. Küçük bir uyarı da bulunayım bir de: Kitabı okurken yanınızda mendil, selpak bir şey mutlaka bulundurun ağlama garantisi veren bir kitap.