inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (22/142)
Gazap (İskoç Muhafız Alayı, #3)
Gazap (İskoç Muhafız Alayı, #3)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/10/monica-mccarty-gazap-highland-guard-3.html Monica McCarty'nin Highland Guard Serisi'nin 3. kitabı Gazap yorumu ile karşınızdayım. Bu yazarı çok severek takip ettiğimi artık fark etmişsinizdir diye düşünüyorum. Cidden benim nazarımda en iyi İskoç türünde historical romans yazarlarından biridir kendileri. 12 kitaplık bir seri olmasına rağmen Nemesis dur durak bilmeden seriyi yayınlıyor. Hatta şuanda sanırım 7. kitabı yayınlandı bu yüzden eğer seriyi okumak istiyorsanız tam zamanı ipin ucunu kaçırmadan seriye dalın derim ben. Cidden çok güzel çünkü. Aşk, arkadaşlık, aile ilişkileri, sadakat ve savaş muhteşem bir şekilde harmanlanmış bir kitap. Durum böyle olunca da çok daha keyifle okunuyor. Üstelik savaş kısımları ile ilgili konular gerçekten alıntılanıyor. Yani yazar tarihi savaşı alıyor güzel bir aşka dönüştürüyor ve savaşlı bir şekilde okurun önüne koyuyor. Çok keyifle okudum resmen. Kitabın kısaca konusuna değinmen gerekirse, Highland Guard yani İskoç Muhafız Alayı'nın İzci'si olan Arthur'un hikayesiydi bu kitap. Arthur'un aldığı görev bu sefer babasının katilinin klanına girip ona sadıkmış gibi görünüp içeriden Bruce ve adamlarına ve kendi arkadaşlarına bilgi götürmektir. Böylece hem Bruce savaşı kazanacak hem de İngiliz taraftarlarından bir klanı daha yenmiş olacaklardır. Ancak hiç de planlandığı gibi gitmez olaylar çünkü MacDougall klanında klan reisinin kızı Anna ile aralarındaki yakınlaşma ve filizlenen aşk bütün olayları karmaşık hale getirir. Her en kadar onunla olan ilişkisi savaşı ve kralı için olumlu sonuçlar doğursa da kalbi için ne yazık ki aynı sonucu doğurmaz. Üstelik klan reisi tarafından pür dikkat izlenirken. Kitapta en sevdiğim kısımlar Anna'nın cesurca inandığı şeyler uğruna attığı adımlardı. Hem cesurcaydı hem de aptalcaydı ama yine de bu adımlar onu Arthur ile yakınlaştırdı. Arthur ise... ahh adamım sen nasıl mükemmel bir adamdın. Hem savaşçı kimliğin hem de içindeki aşık adam... benim olmalısın sen ya... Kitapta en sevdiğim kısımlar Arthur'un sakladığı savaşçı yeteneklerini sergilediği kısımlardı. Cidden nefes kesen detaylardı. Ross'larla ittifak kurmak için yapılan yolculukta yaşadıkları çok güzel anlatılmıştı. Ama kitabın en etkileyici kısmı Anna için yaptıklarıydı. Göze aldıkları ve sonucunda yaşadıklarıydı. Gerçi mutlu son ama o mutlu sona ulaşmak çok işkence dolu oldu. Arthur'un klanın içindeki hain olduğu ortaya çıktığında gördüğü işkence dehşet uyandırıcıydı. Detaylı anlatılmamıştı belki ama neler yaşadığını anlatması bile tüyler ürpertici. Orada Alan'ın dediği isimleri ver ve acı çekmeden öle karşılık Arthur'un öleceksem arkadaşlarımı satmadan ölürüm tavrı çok iyiydi. Alan özünde iyiydi keşke Arthur'un yanında kalabilseydi. Kitabın sonunda Arthur'un kurtulması, Bruce'un savaşı ve savaş sonrasında olanlar çok güzeldi. Özellikle Arthur'un babasının intikamını almak için kılıcını tam da Anna'nın babasının boğazına dayadığı kısım... sonrasında olanlar muhteşemdi. Ayrıca kitapta diğer savaşçıları görmek çok güzeldi. Birbirleriyle iletişimleri falan çok güzeldi. Troy'un karısına ve bebeğine karşı tavrının askerler arasında konuşulması, Eric'in karısına düşkünlüğü falan çok tatlıydı. Ayy anlatmak istediğim çok sahne var ama susayım yoksa çok fena spoiler vereceğim. Ancak bu türü sevenlere mutlaka tavsiye ediyorum okuyun! Çok seveceksiniz eminim.

Kader  (My Blood Approves #2)
Kader (My Blood Approves #2)

7

3,5 stars https://illekitap.blogspot.com/2020/10/amanda-hocking-kader-my-blood-approves-2.html Kanım Sana Ait kitabının devamı olan Kader'in yorumuyla karşınızdayım. Normalde geneline bakılırsa çok ortalama bir kitap ama yine de merakla okunduğunu da itiraf etmeliyim. Açıkçası değişik bir şekilde seriyi okumaya devam etmek istiyorum. Amanda Hocking'in ülkemizde yayınlanan ikinci serisi. İlk seri DEX yayınlarından çıktı o nasıldır bilmiyorum ama kesinlikle deneyeceğim. Bu serisi de Artemis'ten çıktı ve bence young adult türünde ve her yaş kesimine hitap edecek bir kitap. Bir de eğer fantastik ve özellikle vampir kurgularını seviyorsanız bir şans verebilirsiniz. Kitabın konusuna kısaca değinmek gerekirse; Peter evden uzaklaşmış ve Alice ile Jack'de bunu fırsat bilerek ilişkilerini yaşamaya başlarlar. Yazlarını dolu dizgin geçirmeye çalışırlarken Alice'in kardeşi Milo'da onlara takılır. Ancak bir gün bir kaza olur ve Milo ölmek üzeredir. Alice'in iki seçeneği vardır ya kardeşinin ölmesine izin verecek ya da vampire dönüşmesini kabullenecektir. Alice, Milo'nun yaşaması için her şeyi göze alır ve Jack'in onu dönüştürmesine izin verir. Bu durum Alice'in dönüşmek için yaptığı zaman planlamasını bozarken acemi vampir Milo ile Jack'in fazla vakit geçirmek durumunda olması da kendisini yalnızlığa iter. Bir gece eğlenmeye gittiklerinde Alice'e musallat olan bir vampir Lucian ise ortalığı iyice karıştırarak kitaba hareket katar. İşin ilginci ise yaşanan bir kovalamacanın ve saldırının ardından Jack, Alice'e kavuştuğunda içgüdüleri ve Alice'in izin vermesi ile onu ısırır. Bu durum ortalığı daha da karıştırır çünkü Peter bunu fark ettiğinde olaylar büyüyecektir. Üstelik bu olay tam da Peter'ın eve geri dönmeye karar vermesinden birkaç gün önce olur... İşler iyice çığırından çıkar çünkü Alice'in kalbi Jack'i isterken kanı Peter'ı istemektedir. Bu duruma hiçbir şekilde engel olamayan Alice ortada kalırken Jack'in kendisine olan duygularını da öğrendikten sonra kıyamet kopmaya yakın hale gelir. Çünkü Jack, Alice'in için savaşmaya hazırken Peter'da hazır. Öncelikle ilk kitaptan bir daha çok sevdiğimi söylemeliyim bu kitabı. Şu yönden sevdim azıcık daha aksiyon vardı ve Peter'ın bu kitaba kelimenin tam anlamıyla renk kattığını düşünüyorum. Özellikle Jack'in Alice'in kanını emdikten sonra ayrı bir açıldı kitap. Kitabın başlarında çok durgun gidiyordu ama bir anda Milo'nun başına gelenler azıcık hareketlendirdi. Sonra bir durgunlaştı derken gece kulübünde vampirle yaşananlar hareket kattı. Zaten Lucian'ın varlığı kitaba cidden hareket kattı. Saplantılı bir şekilde Violet ile Alice'i takip etmeleri güzeldi. Ama bu kısımların bana Alacakaranlık serisinde ilk kitabı anımsatmadı değil. Orada da Bella'yı takip ediyordu ya Edward'a karşı kullanıyorlardı onu... burada da bunu biraz hissettim. Peter'ın kendini göstermesi... o sahneler güzeldi. Tam olarak ortalık hareketlendi. Özellikle kitabın son bölümlerinde Jack, Peter ve Alice üçlüsünün arasındaki olaylar nefes keserek okunacak detaylardı. Milo'yu sevdim. Vampirlik çok yakıştı ona ve güzel de oldu bence. Böylede vampir olmak için çıldıran Alice'e kardeşi de dahil oldu. Zaten bu kızın bu kadar vampir olma meraklısı olmasını da anlamadım ya neyse... Milo'nun Jane'i ısırması, beslenmesi falan çok güzel anlatılmıştı. Hatta Jack'in Alice'i ısırması bile öyleydi. Jack'in Alice'i ısırmasının anlatılması ile Peter'ın ısırmasının anlatılması ve olayları okumak bile Jack'in Alice'i çok sevdiği ama Peter'ın sadece onu arzuladığı, sevmediği, kanını ve onun verdiği o arzuyu istediğini hissettim. Güzeldi o satırlar. Kitabın sonunda Jack'in yaptığı hamle süperdi. Ama hala Peter ile aralarında neler olacağını merak ediyorum çünkü değişik bir aşk üçgenimsi gibi bir durum var burada. Bu arada Artemis üçüncü kitabın çıkacağını duyurdu yakındır çıkması diye düşünüyorum. Adı Çırpınış olacak... İnstagram adresinde duyurmuştu "story" atarak bu durumda her an çıkabilir diye düşünerek hazırda beklemedeyim. Beş kitaplık bir seri ve üçüncüsü şimdiden duyuruldu umarım seriyi böyle hep peş peşe okuruz :)

Tatlı Hüzün
Tatlı Hüzün

3

https://illekitap.blogspot.com/2020/10/david-nicholls-tatl-huzun.html Ne umutlarla aldığım ve nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığım kitapsın sen... normalde hiç yapmayacağım belki da asla yapmayacağım dediğim şeylerden biri yapıyorum şuanda... bu kitabı yarım bırakıyorum. Direndim ama olmadı... David Nicholls kitapları çok seviliyor ve Tatlı Hüzün çıktığında hem konusu hem kapağı hem de yazarın hep övgü olması okumak istememe neden oldu. Ki çıktığında da almıştım ancak okumak için fırsat bulabildim aslında okumak da denemez çünkü 120 sayfadan sonra götüremedim gitmedi... olmadı... Aslında okumaya başladığımda hevesliydim ama öyle ilerledi ki henüz liseden yeni mezun olan gençlerin günlük misali hayatını okudum 120 sayfa boyunca durum bu olunca da kitap benim için akmadı... belki yanlış zamanda okudum belki sonrasında çok daha akıcı olacaktı bilemiyorum. Belki de öyle bir hal alacaktı ki kitap kalbimde yer edinen hikayelerden biri olacaktı onu da bilemiyorum ama ne yazık ki bunu görecek kadar sabırlı olamadım ve kitabı bıraktım. Bazen olmuyorsa zorlamamak gerekir ve bende zorlamadım. Okuyanlarınız var mı bilmiyorum ama varsa yorumlarını merak ediyorum ona göre gelecekte tekrar okumayı deneyebilirim ama şimdilik kitaplığımda tozlanmaya bırakılan kitaplardan olacak ve beklentimi karşılamayan ve ne yazık ki hayal kırıklığına sebep olan kitaplardan biri olacak. Bu arada kitabın çevirmeni Arzu Altınanıt ve ben genelde kendisinin çevirdiği kitapları hep çok sevmişimdir. Adını görünce de aa yine muhteşem bir çeviri okuyacağım diye düşünmüştüm ama çevir mükemmel olsa ne olur kurgu güzel olmadıktan sonra. Neyse uzatmanın anlamı yok sırf çevirmenin emeği için 5 üzerinden 2 veririm bu kitaba... üzdün beni Tatlı Hüzün...

Makul Şüphe
Makul Şüphe

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/10/whitney-g-makul-suphe.html Uzun zaman sonra ilk defa oturup okuduğum ve başladığım gün bitirdiğim bir kitap oldu Makul Şüphe. Yorumlarına çok güvendiğim ve aynı zamanda bu kitabın da düzeltisini yapan arkadaşım Tuğba'nın yorumu ve tavsiyesi de olunca gözüm kapalı almıştım kitabı. Açıkçası iyi ki de almışım ve okumuşum dedim. O kadar beğendim kitabı. Öncelikle bu kitap Whitney G'nin üç bölüm halinde yayınlamış olduğu Reasonable Doubt serisinin kitabı ama Yabancı Yayınları üç kitabı tek kitapta birleştirmişler. İnce ince üç kitap halinde basmak yerine üç hikayeyi birleştirip tek kitap yapmışlar. Bu yüzden kendilerini takdir ve teşekkür ediyorum. Diğer türlü incecik bir kitaba yüklü mevlalar verip almak ve ikinci kitap için de aylarca beklemek durumunda kalabilirdik. Bu şekilde tek kitap olarak okuduk ve hikayeyi mutlu bir şekilde sonlandırdık. Ayrıca bu kitabın +18 olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Okumayanlar okumadan önce ya da almadan önce bu kitabın erotik bir aşk hikayesi olduğunu kabul ederek alsınlar sonra gereksiz yere kitabı eleştirmesinler. Ne yazık ki öyle bir okur kesimi de var. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; geçmişinde oldukça büyük bir darbe alan Andrew, kadınlarla tek gecelik ilişkiler yaşayıp asla ikinci kez görüşmeme şartıyla randevulara çıkan bir avukattır. Hem de en iyilerinden biri... İnternette tanıştığı kadınlarla tek bir gece geçirirken aynı zamanda da sadece avukatların kullandığı bir platformda da Aubrey ile mesleki sohbetler ederken aynı zamanda da görüşmeden sadece mail yoluyla ya da telefonla görüşerek arkadaşlık etmektedir. Ancak hayatı bu şekilde iyi gittiğini düşünürken Aubrey'in aslında bir avukat olmadığı ortaya çıkar ve tam da Andrew'un ortağı olduğu avukatlık bürosuna staja geldiğinde bütün yalanları ortaya dökülür. Her ne kadar aralarındaki ilişki de cinselliğin ön planda olduğunu düşünse de Andrew içten içe Aubrey'e kapılırken Aubrey çoktan Andrew'a aşık olmuştur bile. Ancak aşklarının önünde çok büyük engeller vardır. Mesela Andrew'ın geçmişindeki yaralardan sonra bir kadınla ilişki yaşamak istememesi, tanışmalarındaki yalanlar, Andrew'ın geçmişindeki sırları ve Aubrey'in ailesinin talepleri ve genç kızın hayalleri en büyük engelleridir. Aşmaları gereken onca soruna rağmen beraber olmayı başarıp başaramayacaklarının hikayesi Makul Şüphe. Öncelikle genelde blog yorumlarımda üslubumu pek bozmam ve seçtiğim kelimelere dikkat ederim. Ancak bu yorumda azıcık bozacak gibi görünüyorum çünkü Andrew'u her ne kadar çok sevmiş olsam da kabul etmeliyim ki adam g*tün teki çıktı. Aubrey'e yaptıkları cidden insanı çileden çıkarır cinstendi. Dersini aldı falan ama çok fena da kırdı ilk olarak. Aubrey ise... normalde pek kadın karakterleri böyle kitaplarda pek sevmem ama bunda çok sevdim. Ailesinin isteklerini yerine getirirken hayallerinin peşinde koşması bir de Andrew ile olan durumunu çok güzel idare etti. Ancak Andrew'un yaptığı o pislik hareketten sonra ilk defa Aubrey kendi için bir şey yaptı ve hayallerinin peşinden gitti. Aferin kızım sana dedim okurken. Aubrey'in ailesine okurken çok sinir oldum. Resmen kızlarını kendi çıkarları için kullanıyorlar ve asla da durmuyorlardı. Kızın gösterisinde bile kendi şovlarını yaptılar. Andrew ise.. .sakladığı sırlar bir bir ortaya çıkarken geçmişi beklediğimden daha fena çıktığını itiraf etmeliyim. Bütün o yaşadıkları şimdiki Andrew'u oluşturdu ve bence çok da güzel oldu. Gerçi evli mutlu çocuklu Andrew'da çok tatlı :) ben o hallerini de çok sevdim :) Aubrey'in otel odasına Andrew'a yaptığını... işte bu kızım diyerek okudum. Kitabın sonunda artık Andrew'un her şeyi yoluna koyduğunu düşündüğü akşam seks yaptıktan sonra Aubrey bütün her şeyi anlatması için onlarda fırsat verdikten sonra hiçbir şey anlatmamasına verdiği tepki süperdi. Üstünü giyindi ve çekti gitti. Arkasında terk edilmiş bir Andrew bırakarak =) işte bu kızım :D Aubrey'in hayallerinin peşinden gitmesi ve başarılı olmasını çok sevdim. Bu kısımlardaki detaylar çok güzeldi. Tıpkı avukat olan Andrew ile ilgili mesleki detaylar da çok güzeldi. O mahkeme salonu, sorgulamalar falan güzel anlatılmıştı. Tabi sonunda yine de aşk kazandı ve çok güzel kazandı ya :) Kitabın sonundaki bonus bölümler çok güzeldi tam bitti diyeceğim zaman ki bölümler çok tatlıydı. Mutlu son deyip kapattığımız kitapların aksine aylar sonra neler oldu, yıllar sona neler oldu bölümlerini okumak çok güzel gitti. Ben çok sevdim :) Ben kitabı sevmeyenlerin aksine çok sevdim. İyi ki almışım dedim ki zaten böyle hikayeleri de severim. Ayrıca tekrar belirtmek istiyorum ki kitap erotik aşk romanı bu yüzden cinsellik sahnelerinden rahatsız olanlar okumasın.

Kadife Pantolonlu Çocuk
Kadife Pantolonlu Çocuk

8

https://illekitap.blogspot.com/2020/09/nadia-hashimi-kadife-pantolonlu-cocuk.html Nadia Hashimi'nin kitaplarını sevmemin iki sebebinden biri gerçek hikayelere dokunuyor olması diğeri ise kadınların gücünü çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor olması. Evet, bu kitapta henüz küçük bir çocuğun hayatını anlatıyor olsa da o yaşanılan hayatlara rağmen güçlü kalabilen kadınlar olduğunu da göz önünde bulundurmak lazım. Bütün acımasızlığa rağmen güçlü canlılarız biz kadınlar. Bunu böyle hikayelerde daha net görüyoruz. Daha öncesinde yazarın Kabuğunu Kıran İnci kitabını okumuştum ve orada da "bacha posh" kavramı üzerinde kız çocuklarının nasıl ikinci plana atıldığını okudum. Ardından normale dönmelerine fırsat kalmadan kendilerinden oldukça büyük adamlara nasıl eş olarak verildiğini ve kadınların nasıl acımasızca ve zulümle karşılaştıklarını okumuştum. Bu kitapta da bunu okudum tek farkla bu sefer Obayda'nın ailesinin farklı oluşuydu. Yürek burkan bir hikaye olmasının yanında bunların yaşanıyor olduğunu bilmek çok acı... Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse, Obayda henüz 9 yaşında olan küçük bir kız çocuğudur. Babasının bir patlama sonucunda ayağını kaybetmesi sonucunda yaşadıkları travmatik dönemlerden sonra babasının ailesinin yanına yani şehirden köye gidince bütün hayatı değişir. Çünkü orada babasının odasından çıkmaması, kimseyle görüşmemesi sonucunda evde erkek olmadığından dolayı birinin o işleri idare edebilmesi için bocha posh olması gerekmektedir. Yani kız çocuklarını erkek kılığına sokup öyle yaşamaya zorlarlar. Obayda'da bunlardan biri olur. Sevdiği elbiseleri çıkarıp pantolon giymeye, uzun saçlarını kısacık erkek saçı gibi kestirmeye başlar. Erkeklerin sınıfında okuyup, onlarla oynayıp bütün ev işlerinden muaf olmaya, yemeklerin en güzel yerlerini yemeye ve daha da önemlisi özgür olmaya başlamıştır. Kitap Obayda'nın bir bocha posh iken hayatını, arkadaşlıklarını, kız kardeşlerinin yapamadığı ama kendisini yaptığı şeyleri anlatıyor. Tabi sonrasında diğer bocha poshlara yapıldığı gibi tekrar kız olduğunda yaşadıklarını da... ve bu durumda ailesinin tavırlarını da okuyoruz. Obayda'nın en büyük şansı ailesi demiştim çünkü onun ailesi kız çocuklarına sahip olmaktan diğer aileler gibi rahatsız değil ve babası kızlarını ok seviyor. Bu en büyük şansıydı ama ne yazık ki her küçük kız onun gibi şanslı değil çünkü kitapta Obayda'nın en yakın arkadaşı ve aynı zamanda bir bocha posh olan Rahim, kendinden yaşça büyük köyün ağasına verildi. Henüz 13 yaşındayken... Her ne kadar ülkemizde de duyuyor olsak da Afganistan'ın da acımasız gerçeği ne yazık ki çocuk gelinler... Kitapta da buna değinilmişti. Bir erkek çocuğunun sokaklarda özgürce oynayabilmesi, istediği yere gidebilmesi, her zaman yemeğin en güzel yeriyle beslenmesi... kız çocuklarının ise böyle haklara sahip olmaması... işte bu ne yazık ki Afganistan'ın acımasız gerçeklerinden... bir kitapta daha bunu okuduk. Güzel, etkileyici bir kitaptı. Böyle kitaplara çok fazla detaylı yorum yazılamıyor ne yazık ki. Ama böyle kitaplar bazen okunmalı ki sahip olduğumuz hayatla ne kadar şanslı olduğumuzu fark edebilelim. Sizlere de tavsiye ederim.

Atlantis'in Kalbi (Poseidon Savaşçıları #8)
Atlantis'in Kalbi (Poseidon Savaşçıları #8)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/09/alyssa-day-atlantisin-kalbi-poseidon.html Poseidon'un Savaşçıları serisini bitirmiş bulunuyorum. Ne seriydi ama... tek kelimeyle nefes kesici, aşk dolu, tutkulu, aksiyon dolu, savaşlı ve sonunda büyük zaferli bir seriydi. Her bir kitabı birbirinden güzeldi. Bence fantastik severseniz bu seriye el atmadan geçmeyin! Alyssa Day'in ne yazık ki ülkemizde tek yayınlanan kitapları bu seriye ait. Ama serinin bütün kitapları birbirinden güzel. Ayrı ayrı karakterler ve hikayeler gibi görünse de amaç tek olunca ve olay döngüsü de devam niteliğinde olunca sıralı okuyun derim ben. Gerçi ilk kitaplar biraz zor bulunuyor sanırım ama bulunca asla es geçmeyin! Bu kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Alaric artık duygularını durduramıyor ve Quinn için her şeyi göze alma durumuna gelmiştir. Jack'i hayata döndürmek için uğraşırken Trident'n son taşı olan Poseidon'un Gururu'nun da yeri belli olunca Alaric, Quinn'i bırakmamak adına taşı almaya gitmez ki zaten onlar bu konuda konuşurken bir İblis ve Atlantisli genlerine sahip bir iblise Batlamyus'a kaptırırlar bu taşı. Üstelik Batlamyus, Anubisa ile de iş birliğindedir. Kendini Atlantis'in Kralı olarak tanıdan adam dikkatleri üzerine çekerken Quinn'i kendine eş olarak ister ve diğer kraliyet ailesi ve savaşçıları da Anubisa'ya verecektir. Alaric bir yandan sevdiği kadını korumaya çalışırken bir yandan da görev bilinciyle hareket etmektedir. Bir de bunların yanında Keeley'in Atlantis'in Başrahibi'nin ruh birleşmesiyle güçlerinin çoğalacağını söylemesiyle işler daha da karmaşıklaşır. Bu arada da Atlantis'in kalkabı zedelenmeye ve su sızdırmaya başlamıştır. Sınırlı zamanları vardır ve güçlerini hem Atlantis'i korumaya adarken bir yandan da taşı bulup görevini tamamlamak zorundalar. Tabi Alaric, öncelikle Quinn'in güvenliğini önemsemektedir. Kitap bu yolculuğu anlatırken Alaric ve Quinn'in duygularını daha yoğun bir şekilde okuyoruz. İlk kitaptan beri bu kitaba dair beklentim çok yüksekti ve beklentimin çok ötesinde çıktığını itiraf etmeliyim. Savaş sahnelerinden tutun da Alaric ile Quinn'in arasındaki ilişkiye... Atlantis'in yükselişinden tutunda kalkan zedelenince oluşan paniğe kadar... her şey muhteşemdi. Kelimenin tam anlamıyla seriye yakışan bir son oldu! Alaric'in tereddütleri, artık kendisini düşünerek hareket edecek olması, Quinn'i öncelikli görmesi ama yine de görevini yerine getirmesi, ikilemleri çok iyi aktarılmıştı. Özellikle Quinn'e karşı duyduğu aşk... muazzamdı. Quinn ise... tam da Alaric'e göre bir kadındı. Savaşçı, sinmeyen, korkmayan, pes etmeyen bir kadın. Zaten onun bu halleriydi ya dikkatini çeken de. Özellikle taşın peşine düşmesi ve almayı başarması çok iyiydi. Alaric'in ruh birleşmesi sonucu ve Quinn ile ilk sevişmelerinden sonra olanlar süperdi. Alaric'n parıldamalarını hayal derken Fantastik Dörtlü filminde ateş adam vardı ya onun gibi bir şey düşündüm hep :). Anubisa... yaptı yine yapacağını ama sonu güzel oldu. Bütün bir seri boyunca bu hazzı bekledim :) Bütün savaşçıların tekrardan Atlantis'te toplanmaları ve kapının kafasına göre davranması çok eğlendirdi beni. O son savaş muhteşemdi. Okurken nefesimi tuttum bazı sahneler de.. süperdi. Poseidon'un yine kendini göstermesi harikaydı. Hele son sahnede çıkıp da Quinn ile konuştuğu şimdiye kadar senindi artık benim muhabbetinde kahkaha attım :) Jack'in sonunda geri dönmesi süperdi. Son tam son oldu aslında kitapta. Gülümseyerek ve tatmin olarak kapattım kitabı. Bahsetmek istediğim çok şey var ama susuyorum spoiler olur diye. Ama keşke bu serinin dizisi olsa da doyasıya izlesek ya da filmi olsa... Ya da Martı Yayınları yazarım başka serilerini de yayınlasa da doyasıya okusak. Ben çok çok sevdim, bu türü sevenler mutlaka okumalı.

Sahte Balayı
Sahte Balayı

8

https://illekitap.blogspot.com/2020/09/christina-lauren-sahte-balay.html Öncelikle yazarın kaleme aldığı kurgu, eğlenceli, romantik, kardeş ilişkilerine ve aile ilişkilerine fazlasıyla değinen, okurken zaman zaman eğlendiren zaman zaman da kaşlarınızı çattıran ve yürü be kızım tarzında tavırları takınmanıza neden olacak detaylarla süslü bir romanstı. Özellikle tam romantik komedi tadında bir film izliyormuş gibi hissettirdi ve su gibi aktığı için de hemen okunup bitiyor. Yani bunaldığınızda hemen elinize alıp okusanız bir günde bitirebilirsiniz. Kitabın konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; Olivie'nin ikiz kız kardeşinin düğününde damat ve gelin dahil bütün herkesin zehirlenmesi ve sadece damadın kardeşi Ethan ve Olivie'nin zehirlenmemesi sonucunda gelinle damadın yerine Ethan ve Olivie ayarlanmış balayı tatiline giderler. Çünkü tatil ne ertelenebiliyor ne de mazeret kabul edebiliyordur. Tanıştıkları andan beri anlaşamayan Ethan ve Olivie, balayı tatilinin onlar için işkence gibi geçeceğini düşünse de işler planladıkları gibi gitmez. Çünkü otele kayıtları gelin ve damadın adıyla yapılmış ve gelen çiftin de yeni evli çift olması beklenirken kardeşlerinin kimliklerine bürünerek evli rolü yapmak zorunda kalırlar. Bir de orda Olivie'nin yeni patronu ve Ethan'ın eski sevgilisiyle de karşılaşınca işler iyice karmaşıklaşır ve bir çift olarak davranmak ve ona göre aktivitelere katılmak zorundalardır. Bu süre zarfında birbirlerinden hoşlandıklarını fark eden Ethan ve Olivie, beraber geçirdikleri zamanlarda bütün yaşadıkları nefret hikayeleri, yanlış anlaşılmalar ve duygular ortaya döküldüğünde zamanla filizlenmeye başlayan aşk da kendini gösterir. Ancak çok büyük bir sorunları vardır çünkü Ethan, kardeşi Dane'ın sırlarını biliyordur ve bu sırlar hem kendi ilişkisinde hem de Dane'in evliliğinde sorun açacak sırlardır. Olivie büyük bir sınav verecektir. Öğrendiği bu sırları kardeşine anlatıp Dane'in pisliklerini ortaya döktüğünde ona inanmayı reddeden kardeşi ve sevgilisiyle büyük bir savaşa girer. Bu savaş sonrasında kimin kazanacağı ve aşklarının ne olacağını okuyoruz. Öncelikle Ethan'ın kitaplarda tanıdığımız o çapkın, girişken ve utanmaz karakterlerden olmaması çok hoşuma gitti. Bazen çekingen olması, bazen utangaç olması çok güzeldi. Hatta bazen bazı şeylerin gizli kalması konusundaki tutumu da çok tatlıydı. Bu yüzden Ethan gibi bir karakteri okumak çok güzel bir değişiklik oldu. Olivie ise... bütün o şanssız olduğu inancına rağmen duruşunu bozmadan göze aldıkları çok cesurcaydı. Bütün gerçekleri ortaya döktüğünde geri adım atmadan durması çok iyiydi. Sonunda kazanan olsa da bir süreliğine herkesin cephe aldığı kişi olması takdirlikti. Yürü be kızım dedim. Bir de bu lafı Ami'ye söyledim. Dane'in oyununu ve bütün pisliklerini ortaya döküşü muhteşemdi. O cesur duruşu, içten içte parçalansa da karşısında yıkılmadan duruşu muhteşemdi. Aferin sana Ami! Dane zaten pisliğin tekiydi konuşmaya değmez! Olivie ve Ami'nin ailesi çok güzeldi. Her yerde bitmeleri, her şeye dahil olmaları falan çok güzeldi. Eğlenceliydi cidden. Olivie ve Ethan arasındaki diyaloglar çok eğlenceliydi zaman zaman. Eğlendiğim muhabbetler vardı. Kahkaha attırmıyordu ama gülümsetiyordu. Tabi ki kitabın sonunda aşk kazandı. Ethan'ın Olivie'ye evlenme teklif etme sahnesi de komediydi :D Genel olarak kitabı sevdim. Eksikleri vardı bunu inkar edemem ama okurken eğlendim, sıkılmadım da bu da artıdır bence. Romantik komedi, romans severlere tavsiye ederim deneyin :)