inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (34/142)
Yazmira
Yazmira

5

2,5 stars https://illekitap.blogspot.com/2020/02/nevra-karatas-yazmira.html Resmen peş peşe Türk yazar okudum, ama elimdekileri bitirmek için sanırım şu sıralar üst üste okumam gerek :) Neyse ben okuduğum kitaba döneyim, ilk çıktığı zamanlarda aldığım Yazmira'nın konusunu merak etmiştim. Açıkçası kitabı okuduktan sonra beklentimi çok üstte tuttuğumu düşündüm. Çünkü ortalama bir kitaptı hiç de beklediğim kadar donanımlı değildi açıkçası. Nevra Karataş'ın okuduğum ilk kitabıydı ve yazarın sanırım ama benim ilk okuduğum kitabı Yazmira oldu dolayısıyla normalde kalemi nasıldır bilmediğim için direk Yazmira üzerinden konuşacağım. Bir konuda hakkını yiyemem akıcıydı kitap ama eksikleri de benim için oldukça fazlaydı. Okurken sıkılmadım da çok çerezlik bir kitap oldu benim için. Hani böyle canınız sıkkındır, biraz kafa dağıtmak istersiniz ya elinize bir kitap alırsınız sizi yormaz, öyle kendi kendine akar gider. Bir yandan birileri ile sohbet edip bir şeyler izleseniz de koptuğunuzu hissetmeden kaldığınız yerden devam edebileceğiniz bir kitap. Yani tam anlamıyla çerezlikti. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Yazmira, sebepsiz yere sinir krizleri geçiren ela gözlü erkeklerden ve bileklik, saat gibi şeylerle saldırganlaşan bir hastadır. Hastaneye Yazmira'yı tedavi etmesi ve aslında daha başka insanların da ikna etmesi sonucunda Deniz, doktor olarak giriş yapar. Tek hastası Yazmira olan Deniz'in hayatı genç kız ile değişir ve hiç tatmadığı duyguları tadarken, geçmişlerindeki sırların ve yaşanan trajedilerin hayatlarını tehdit ettiğini öğrenir. Bunların yanında hem hayatta kalmaya çalışırken hem de Yazmira'ya karşı olan duygularıyla baş etmek zorundadır. Böyle anlatıldığında kitabın konusu çok göz kamaştırıcı geliyor keza öyle de ama kitaptaki eksiklikler konuyu ne yazık ki çok ortalama seviyeye indirmiş. Öncelikle Yazmira'nın karakteristik olarak güçlü olmasını, duygularını saklamadan olduğu söylemesini çok sevdiğimi söylemeliyim. Hep derim ben güçlü kadın karakterleri severim ve Yazmira da öyle bir karakterdi. Deniz'in de aynı derecede güçlü karakter olduğunu düşünüyorum çünkü Yazmira'ya karşı olan duygularını kabullenmesi ve buna rağmen kararı ona bırakarak hareket etmesi çok güzeldi. Kitabın eksikleri ise en başta, koskoca hastanede hiç kimsenin Yazmira'nın travma sonrası yaşadığı sinir krizlerinin sebebini bulamaması bunu yalnızca Deniz'in bulabilmiş olması bana çok yetersiz geldi. Ne bileyim olmamış gibiydi. Açıkçası okurken hep daha fazlasını bekledim. Sebebini de öğrenince Deniz'in diğerlerinden ne ayırdı da o buldu diye düşündüm. Bunun haricinde, çok çabuk aşk moduna geçiş yaptılar. Arkadaş durun bir kız kendine gelsin, babasıyla sorunlarını çözsün ama yok hemen Yazmira, Deniz'e karşı bir şeyler hissetti. Deniz de Yazmira'ya... sonra bir baktım Yazmira, babasını affetmiş, barışmışlar. Amerika planları, sevgilimler, seni seviyorumlar falan... Her şey çok damdan düşer gibi oldu. Bir de Yazmira'nın yaşadıklarını kitabın sonunda okuyoruz. Neler olduğunu orada öğreniyoruz. Açıkçası kitabın en can alıcı noktasının böylesine sona atılması olmamıştı. Belki kitabın içerisinde ondan daha da derinlemesine bahsedilmesi, Yazmira'nın kabusu olmuşken böylesine çabuk unutulması... olmamışlık hissi uyandırdı. Dediğim gibi kitabın konusu, ana fikri güzel ama duyguların anlatımı çok yetersizdi. Yazmira'nın yaşadıklarını bir tek Deniz'in çözebilmiş olması falan çok havada kalan şeyler gibiydi. Yazmira'nın yaşadıklarının aslında babasının işinden kaynaklı olmasına rağmen her şey çok fazla güllük gülistanlıktı... Okurken birçok defa eksikliğini hissettiğim detaylar vardı. Bu yüzden diyorum okuyup geçeceğiniz çerezlik bir kitaptı diye. Üzgünüm ama ne yazık ki kitap benim için ortalamaydı.

Yoksun
Yoksun

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/01/m-lemariz-yoksun-hissiz-3.html Vee Hissiz Serisinin son kitabı Yoksun'da okundu. Öncelikle söylemeliyim ki her bir kitabını çok severek okuduğum bir seri oldu ve niye bunca zamandır okumamışım onu sorgulamama neden oldu. Okumadıysanız mutlaka okuyun derim ben. Yazarımızın okuduğum 4. kitabıydı. Bu serinin haricinde bir historical romansını okumuştum. Ve bu dört kitap sonucunda fark ettim ki ülkemizde gayet güzel, akıcı, sıkmayan, gereksiz tripler yazmayan, arkadaşlığa ve aile ilişkisine değinen kurguları konu alan yazarlarımız var. Onlardan birini tanımış olmak çok güzeldi. Yeni kitabı Zambak Baharı'nı da tez zamanda okuyacağım. Umarım diğer kitapları da yeni basım yapar onları da okurum. Şimdi Yoksun'un yorumuna değinmeden önce sizler için kısaca konusunu anlatayım. Diğer kitaplardan tanıdığımız Marcus Valerian ile Buzlar Kraliçesi Josephine Kensing'in hikayesini okuduk. Josephine'in yaşlı ve hasta eşi ölür ve onun cenaze töreninde üvey oğlunun tepkileri ile zor durumda kalan Josephine'e yardımcı olarak onu oradan kaçırır ve kendi çiftliğine götürür. Zaten Josephine ile Marcus arasındaki çekimi diğer iki kitaptan biliyordum ve burada da aralarındaki çekim ve arzu ardına saklanmış aşkta yavaş yavaş kendini gösterirken Josephine ile Marcus sadece duygu olmaksızın birlikte olma anlaşması yaparlar. Ancak birbirlerine hissettikleri duygular kendini gösterirken işin içine giren kıskançlıklar, zayıflıklar, skandallar güzel olan her bir anı bozar. Büyük bir sınava tabi tutulan Josephine ve Marcus'un aşkını okurken diğer yandan Alexander ve Adrian'ın da ailelerini ve arkadaşları için yaptıklarını okuyoruz. Özellikle Alexander ve Adrian'ı okumak çok güzeldi. Doyasıya güldüğüm ve eğlendiğim sohbetleri oldu ikilinin. Sadece onların ailelerini ve ilişkilerni de daha fazla okusaydık istedim. Marcus'un içindeki savaşlarına rağmen Josephine'in yanında yakaladığı huzuru ve mutluluğu okumak çok güzeldi. Josephine'e yaklaşımı, ona karşı olan hislerine tavrı, sahipleniciliği, kıskançlığı her şey çok güzel kurgulanmıştı. Aynı şey Josephine tarafından da geçerliydi. Hep tanıdığımız o Buzlar Kraliçesi tavrının altında yatan gerçek kadını okumak ve öyle bir sırhın arkasına saklanmasındaki sebepleri görmek ve onu anlamak tam da beklediğim şeydi. En güzeli de en zayıf olduğu anlarda Marcus'a tutunması ve Marcus'un da onun yanında olması süperdi. Keon ile Marcus arasındaki dalaşma ise kitabın en eğlenceli yanlarıydı bir de Alexander ile Adrian'ın Marcus'a duygularını kabullenmesi yönünde yaptığı söylevlerde öyleydi. Daniel ve Yağmur'un sonundaki atılımı... açıkçası beklemekle beklememek arasında kaldığım bir detaydı ve Daniel'in de mutlu olması kitaba ya da bu seriye yakışan son oldu. Kitabın son sayfalarını okurken hep olayları yaratan ve Alexander'ın ve Adrian'ın hayatını hedef alan olay döngüsünün üstünün kapatıldığını, geçiştirildiğini düşünmüştüm. İtiraf etmek gerekirse son 100 sayfayı okurken içimden de geçirdim eğer o kısmı sonlandırmazsa kitaptan bir puan kırarım diye ama yazarımız beni şaşırttı ve o konuyu da çok güzel bir manevrayla sonlandırdı. Hep Fane'den işkillenmiştim ve haklı çıktım. :) Ama şu koca kitabın en favori sahnesi de benim için kitabın son bölümü oldu. Evet evet son bölümü. Adriano ve Angel'ın konu aldığı o son bölüm. Alexander, dostum küçük meleğin artık başka bir adamın meleği dedim okurken. Ve Adrian'ın haklı çıkması da süperdi. Alexander ile Adrian birbirini hiçbir kan bağı olmamasına rağmen kardeş gibi görüyorlardı ama artık resmi olarak dünürler :) süperdi o kısım ya bayıldım. Neyse çok uzatmayayım yorumumu, ben bu seriyi beğendim, okumayanlara da tavsiye ederim mutlaka okuyun. Ancak sırayla okuyun çünkü olay bütünlüğü var seride her ne kadarda her kitap başka bir karakteri anlatıyor olsa da...

Maske
Maske

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/01/m-lemariz-maske-hissiz-2.html Birkaç gün önce röportajını yayınladığım yazarımız M. A. Lemariz'in kitap yorumuyla karşınızdayım. Hem kalemini sevdiğimi hem de bu serisini çok sevdiğimi söylemeliyim. Hissiz serisinin ikinci kitabı olan Maske, en az ilk kitap kadar güzeldi hatta bence daha da güzeldi. Sanırım ben Adrian'ı Alexander'dan daha çok sevdim ve içimden bir ses üçüncü kitap Yoksun'u hepsinden çok seveceğim yönünde :D Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Adrian üç yıl önce tanıştığı ve etkisi altında kaldığı Jasmine ile oynadığı bir oyun karşılığında onu kaybetmiştir. Bunun vicdan azabını hep yaşasa da üç yıl sonra onu karşısında ve yanında küçük bir oğlanla görünce ne düşüneceğini şaşırmıştır. Her ne kadar üç yıl önce onu kendi elleriyle başka bir adama teslim etmiş olması ve başka bir adamdan çocuk sahibi olmuş olması onu rahatsız etse de Jasmine karşı olan duyguları onu hayatında istemesine engel olamamıştır. Dahası onun oğlunu sanki kendi oğluymuşçasına sevmesine de engel olamamıştır. Hayatları daha kolay olsun diye kendi evinde çalışmaya çağırdığı Jasmine'in varlığına her an daha fazla alışan Adrian ona evlenme teklifi ettiğinde onu mutlu ve asla sahip olamadığı aileye sahip olacağını düşünmüştü ama hiç de planladığı gibi gitmedi hayatı. Gerçekler ortaya çıkarken aslında küçük oğlanın aslımda kendi oğlu olduğunu ve Jasmine'nin başka bir adamla ilişkisinin hiç olmadığını öğrenir. Aklına hep kandırıldığı gelse de Jasmine'in ona aşık olacağını hiç düşünemez. Jasmine ise aşık olduğu adam tarafından böylesine hor görülüp, aşağılanmasına rağmen hem oğlunu kaybetmemek hem de belki bir şansları olur diye Adrian'la kalır. Geçmişlerinden gelen tehlike ise her an enselerindedir. Aile hayatlarındaki sorunlarla uğraşırken o kısmı hep unutan Adrian bazı şeyleri yavaş yavaş idrak etmeye başlarken kırdığı kadını, karısını, aşkını geri alabilecek mi? Pek Jasmine, Adrian'ı affedip de sevdiği adamla mutlu olabilecek mi? Öncelikle asıl karakterlere değinmeden demek istediklerim var. Alexander ile Heaven'ı burasa görmek çok güzeldi. Mutlu, aşk dolu halleri ve bir ebeveyn olarak görmek süperdi. Evet... evet... Heaven hamileydi ve Alexander da heyecanlı bir baba adayı. Onları öyle okumak hep yüzümde sırıtma oluşturdu. Marcus ve Josephine hikayesini en merak ettiğim karakterler. Çünkü Josephine buzlar kraliçesi görüntüsünün altında o kadar kırılgan bir kadım var ki onu okumak... Onu Marcus'la okumak süper olacak. Bu kitapta bir sahneleri vardı birbirlerine sarıldıkları resmen istediğim bu dedim. Ahh bir de Daniel ile Yağmur var. Bence kitabın en eğlenceli çiftiydi. Keşke onların da ayrı bir kitabı olsaydı da okuyabilseydik dedim. :) Adrian ve Jasmine'e gelirsek... kitap boyunca dediğim tek şey 'acaba birbirinizi bir dinleseniz mi?' oldu. Çünkü hep dinlemeden yargılama modundalardı. Arkadaş bir durun ya demek istedim. Özellikle Adrian'a. Üç yıl önce eşeklik yapan sensin neymiş efendim neden söylemedin, bana oyun oynadın falan filan. Dostum sen kendin kızı iddiaya öne sürdün kaybettin kız başkasıyka gidince mi suçlu oldun. Adam olaydın da izin vermeyeydin dedim. Valla dedim yani... Jasmine'in evlenme teklifini kabul etmesi, düğünleri falan güzeldi ama en heyecanlı sahnesi Adriano'nun kaçırılmasıydı. Kıyamam ya ben ona öylesine tatlı bir çocuktu ki resmen alıp içime sokasım geldi. En son böyle bir çocuğu Özge Erkin'in Kutsal'ında sevmiştim bir de Adriano oldu şimdi. Adrian'ın kıskançlıkları, sahipleniciliği, Jasmine'e olan aşkı çok güzeldi. Onu baba olarak görmek de süperdi. Bütün o alaycı gülüşlerinin altındaki adamı tanıdık resmen.Ama şu kitapta en güzeli de kitabın son bölümüydü. Yeminle hep merak ettiğim şeyi okudum. Hani kitaplarda karakterlerin mutlu sonunu okuruz ya sonrasını merak ederiz. Acaba nasıl bir babaydı, çocuğu evlendiğinde nasıl olur falan... işte kitabın sonunda bunu okuduk. Sanırım devamını Yoksun kitabının sonuna saklıyoruz. Ama şöyle söyleyeyim aradan 20 yıl geçmiştir ve Adriano artık bir yetişkindir ve Alexander'ın kızı da bir yetişkindir. İkisi arasında oluşan aşka dokunuşu okumak süperdi. Aslında pek dokunuş da sayılmaz baya dalış yaptılar. Ama eminim aşk kazandı :) Neyse çok uzatmayayım. Ben kitabı çok sevdim. Adrian zaten bir taneydi ki Adriano'yu da çok çok sevdim. Sizlere de tavsiye ederim deneyin bu seriyi.

Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler; Ve Yalnızca Diğer Yarımız O Sesi Duyar
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler; Ve Yalnızca Diğer Yarımız O Sesi Duyar

8

https://illekitap.blogspot.com/2020/01/jan-philipp-sendker-her-kalp-kendi.html Kitabın Arkadya Yayınları'ndan çıkan baskısı ile karşınızdayım. Daha öncesinden Koridor Yayınları logosuyla çıkmıştı bu kitap, o zamanlar okumamıştım ama Arkadya logosuyla okumadan geçemedim. Çünkü yayınevinin çıkardığı kitapların türünü bildiğimden ve sevdiğimdan bu kitabı da okumalıydım. Öncelikle demezsem içimde kalır, kesinlikle bu basımın kapak tasarımı diğerinden çok daha güzel :) aşağıda yorumda sağ taraftaki resim diğer basımın kapak tasarımı :) Bu sefer Arkadya maceramız, bir kızın babasının geçmişine yaptığı yolculuğu... Yeni bir yer, yeni bir kültür, yeni bir inanç ve yaşam tarzlarıyla tanıştık bu kitapta. Kitabın konusuna gelirsek eğer, üniversite mezuniyetinin olduğu gününün ertesi günü babası ortadan kaybolan Julia, bir mektup bulur. Babasının Mi Mi adında bir kadına yazdığı mektuptur bu. İçinde babasının annesini aldattığına, başka kadınla başka bir hayatı olduğuna dair şüphelerini gidermek ve babasının gitme sebebini öğrenmen için mektuptaki adrese gider. Orada kendisini bekleyen U Ba adında bir yaşlı adam babası hakkında bir hikaye anlatacağını söyler. Babası Tin Win'in doğumundan itibaren başlayan hayatının hikayesini anlatırken, babasının aslında bir sır gibi sakladığı hayatının ilk 20 yılını yılını öğrenir. Ve gizemli kadın Mi Mi'yi de öğrenir. Babasının yaşadığı tüm karamsar, içine kapanık dünyasını aydınlatan, kalbini çalan genç kızı... ilk aşkını ve belki de tek aşkını... Toplumlardaki batıl inançları, onlara delicesine inanan ve onlara göre yaşayan insanları okumak aslında zaman zaman beni sinirlendirdi. Çünkü böylesine cehalet nasıl olabilir dedim. Düşünsenize size diyor ki adamın biri aralık ayında herhangi bir cumartesi doğan çocuk lanetlidir ve siz buna inanıyorsunuz. Olan her türlü olaydan o çocuğu sorumlu tutuyor ve onu geride tek başına bırakıp terk ediyorsunuz... Evet, böylesine cahilce batıl inançlı insanları asla anlayamayacağım sanırım. Tin Win'in başına gelen de tam olarak öyle bir şeydi. Annesi onu terk ettikten sonra gözleri görme yetisini kaybedip de keşişlerle eğitime başlar. Aslında görmek için gözlere ihtiyacı olmadığını öğrenirken kendini de oldukça iyi bir şekilde eğiten Tin Win, bir genç kızla tanışır. Mi Mi... Mi Mi'de yürüyememektedir ama onun ailesi Tin Win'in ki gibi onu terk etmek yerine ona destek olup yanında olmuştur. İkisi arasındaki arkadaşlık aşka dönüştüğünde ve tam mutluluğu yakaladıklarına inandıklarında Tin Win'in amcası ortaya çıkıyor ve onu alıp götürüyor. Aslında kitabı okurken hayatın Tin Win için ne kadar acımasız planları varmış onu gördük çünkü ne zaman mutlu olabileceği bir durum olsa hep onun mutluluğu elinden alınmış. Kitap bir hikaye anlatırken aynı zamanda alttan alttan mesajları çok güzel veriyordu. Tıpkı göremiyorsak da diğer duyularımızla çevremizi algılayabileceğimizi, yürüyemiyorsak da bu hayattan kopmayıp savaşabileceğimizi çok güzel bir şekilde okurun önüne koyuyor. Hayatın aslında gördüklerimizden ibaret olmadığını da okura gösteriyor. Okuduğum Arkadya kitapları arasında en değişik, en farklısıydı diyebilirim. Biraz ağır gidiyor, hareket, aksiyon, olaylar yok belki ama kurgu çok güzeldi. Resmen lanetli olduğuna inanılan bir çocuğun hayatına dokunmuştuk ve ben bunu okurken oldukça zevk aldım. Eğer ki böyle kitapları seviyorsanız deneyin derim, güzel, kalbe dokunan bir hikayesi var. Evet, sizi üzecek veya kızdıracak detaylar var ama bunun yanında Tin Win ve Mi Mi'nin hikayesinde yüzünüzü gülümsetecek çok fazla şey de var.

Aşkın Ateşi (Ateş Serisi-1)
Aşkın Ateşi (Ateş Serisi-1)

10

http://illekitap.blogspot.com/2020/01/rita-hunter-askn-atesi-ates-dizisi-1.html Rita Hunter'ın Ateş Dizisi'ne yeniden başladım. Aslında ilk kitabı okumuş ve ikinci ile üçüncü kitapları almış olup buna rağmen seriyi sonlandırmamıştım. Şimdi tekrardan başladım seriye ve ilk kitap ile Adrian ve Isabel arasındaki aşk tekrar okuyup, yaşayıp seriye öyle devam edeyim diyerek Aşkın Ateşi kitabını ikinci kez okudum. Rita Hunter, bir Türk yazar olmasına rağmen hiç de kültürü olmayan bir türü çok güzel kaleme alan yazarlarımızdan biri. Kitabı çok sevmemin yanında yazarın akıcı kalemini, duyguları ele alışını ve sonunun merak uyandırıcı kurgusundan keyif alarak okudum. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Isabella, çocukluk ve en yakın arkadaşı Freddy'nin sevdiği kızı Henfield Kontu Andrian ile nişanlandığını ve Freddy'nin intikam almak istediğini öğrendiğinde ona yardım eder. Kontun düzenlediği baloya yeni evli çift gibi katılan Freddy ve Isabella'nın amacı Freddy'nin kalbini kıran tek aşkı Vivian'dan intikam alarak kıskandırmaktı. Isabella'nın tavırları Adrian'ın ilgisini çekse de tek odağı haline gelen Vivian'dan gözlerini alamamaktadır çünkü onda eski eşinin biraz da olsa asilliğini görmektedir. Ancak Freddy ve Vivian bütün planları alt üst edip kaçtıklarında ve arkalarında Isabella ile Adrian'ı bıraktıklarında tek düşündükleri aşklarıyken arkasındaki bıraktıkları iki kişinin arasındaki olabileceklerini düşünmemiştir. Adrian yaşadığı terk edilişten sonra Isabella'yı evinde misafir olarak hapsettiğinde amacı Freddy'nin geri döneceğini ve hırsını çıkarabileceğini düşünüyordu ancak bilmediği şey onların gerçekten evli olmadıklarıydı. Bunu öğrendiğinde ise, tek niyeti karşısındaki genç kızdan oynadıkları oyun için intikam almak amacıyla eve hapsetmek, onu korkutmaktı ama planı işa yaramadı çünkü aralarındaki cinsel çekim ve duygusal yakınlaşmalar bütün dengeleri alt üst etti. Adrian, Isabella'ya karşı hislerinin sadece cinsel çekim olduğunu düşünerek ve ona sahip olduğunda yaşadıklarını ve hissettiklerini düşünerek evlenme teklifi ettiğinde ikinci kez dolu dizgin bir aşkı tadacağını düşünmemişti. Isabella ise Adrian'ı ilk gördüğünde kapılmasına rağmen aşkın böylesine yakıcı olabileceğini düşünmemişti. Isabella ile Adrian arasındaki diyaloglar, ilişki, kırıcı yakıcı ve kavurucu aşk... her şey çok güzel işlenmişti. Okurken o duyguları yaşıyormuşum gibi hissettim. Hatta Isabel, Elenour ile ilgili detayları öğrendiğinde, Adrian'ın tepkisini okuyunca ben bile kaş çattım, öküzsün Adrian dedim. Isabel'in her evden kaçışı ve yakalanması çok güzeldi. Ama son kaçışı... Adrian'ın aklını başına getirir dedim ama adam öküz anlamadı. Aslında anladı ama fazla gurur yaptı çünkü bence Isabel yerden göğe kadar haklıydı. Mutfak sahnesini çok sevdim. Bir atılım bekliyordum ama açıkçası böylesini beklemiyordum. Bir de en son Adrian, Elenor'un odasında Isabel'e yakalandığında... orada Isabel'in yaşadıkları ve sonrasındaki itiraflar... çooook güzeldi. Freddy ve Vivian'ın mutlu olması, sevdiklerine kavuşması süperdi. Her ne kadar Isabel'i yüzüstü bırakmış olsa da mutlu olmasını sevdim. Brendan ve Stephen ise... içimden bir ses kaderin onlara güzel bir oyunu var diyor çünkü Isabel gibi dolu dizgin sevecek birilerine ihtiyaçları var. Her ne kadar itaatkar bir eş isteselerde. Zaten kitabı bitirdiğimde içimde hemen 2. kitaba başlama isteği oldu ama ne yazık ki bu ayki listemde yer yok ama yaratmayı hedefliyorum. Okumazsam onları rahat edemem. Kitabın sonundaki bölüm... ahhh kitabın en eğlenceli bölümüydü. Süperdi ve bir an Adrian'a acıdım çünkü Isabel'den bir tane daha vardı hayatında ama küçük kızının ona olan tavrıno göründe şimdilik mutlu olsun ama o kız büyüyünce ben görüceğim seni Adrian diye geçirdim içimden. Keşke onu da okuyabilsek sevgili yazarım. Ben çok sevdim bu kitabı ve sizlere de tavsiye ederim. Eğer historical romans seviyorsanız kaçırmayın derim.

Veda Caddesi Cevf
Veda Caddesi Cevf

6

https://illekitap.blogspot.com/2020/01/sumeyye-demirkan-veda-caddesi-cevf.html Yıla Türk yazarlarla başladım öyle devam ediyorum hedefim bu yıl elimdeki bütün Türk yazarları okumak. Bu yüzden ağırlığı onlara vermeyi düşünüyorum. İkinci olarak okuduğum Türk yazar kitabım Sümeyye Demirkan'ın Veda Caddesi Cevf kitabıydı. Yanılmıyorsam yazarın yayınlanan ilk kitabı, hafif acemiliği hissedilse de güzeldi kitabı, yazdıkça daha iyi olacağını düşünüyorum. Kitaba dair detaylı yorumuma girmeden önce kapak tasarımı çok beğendiğimi söylemeliyim. Esrarengiz bir tasarımı ve oldukça ilgi çekici, hazırlayan arkadaşın emeğine sağlık. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Aymira kardeşinin eğitimine ve babasının içkisine ve evin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için elinden geleni yapan henüz on dokuz yaşında bir kızdır. Bir akşam taksiye çıktığı bir an aniden taksiye binen ve başına silah dayayan adamın hayatını tepetaklak edeceğinden habersiz hayatın acımasız fırtasında ayakta durmaya çalışırken tanışıyor Kamer ile. Kamer başına silah dayadığı şoförün ne bir genç kız olduğunu ne de buz tutmuş kalbini ıstacağını düşünmemiştir. O anın üzerinden geçen zamanın ardından tesadüfen ya da Kamer'in hayatının kuralları yüzünden karşılaşan Aymira ile Kamer büyük bir tehlikenin odak noktası haline gelmiştir. Kamer'in acımasız hayatı ve anlaşmaları Aymira'nın hayatını ve ailesinin hayatını tehlikeye atmaması için bir anlaşma yaparlar. Aymira tamamen tehlike geçmene kadar Kamer ile kalacaktır. Bu da Aymira'nın her şeyi olan kardeşinden ve idare etmek zorunda olduğu babasından uzaklaşması anlamına gelmektedir. Mecburen kabul eden Aymira, kazara girdiği Veda Caddesi'nin tehlikeli yüzüyle karşılaşır. Kamer'in tehlikeli ve acımasız hayatının yanında yanında kalan Aytaç, Zeynep, Çetin ve Andaç ile aslında onun tehlikeli yanındaki korumacı kişiliği de görür. Bütün sert tavırlarıyla maskelemiş olduğu yaralı yanını görerek kalbi genç adama doğru uçmaya başlar. Aymira ise Kamer'in o kirli hayatında belki de ona iyi gelen tek şey olur. İçindeki sevilmeye muhtaç adamı severken kendisinin de sevmeyi öğrenmesini sağlar. Karakterlerin, özellikle Andaç, Zeynep ve Çetin üçlemesinin birbirleriyle olan iletişimini çok sevdim. Andaç ve Zeynep'in arasındaki aşkı her şeye rağmen gizli bir şekilde yaşamaları çok tatlıydı. Kamer ver Aymira'nın arasındaki ilişkisi de güzeldi ama yan karakterlerin tatlılığı onları bastırdı bence. Aytaç ise... bence bu kitaptaki en merak ettiğim gizemli kişilerden oldu. Keşke o da mutlu olabilseydi ama suskunluğunun ardındaki acı... insanın içini acıtıyor. Kamer'in ağzının pisliğini hiç sevmedim. Ben kitaplarda argo tabirleri sevmiyorum bir kez daha anladım bunu. Üzülerek söylüyorum ki o kısımlar olmasa daha memnun olurdum. Zaman zaman fazla mı dramatize diye düşünmedim değil, ama konunun gidişatı da göz önüne alındığında böyle olması da gerekiyor gibi geldi. Kitaba biraz daha hareket gerekiyordu bence, zaman zaman durgun gittiğini düşündüm. Mesela kitabın başlangıcı şahaneydi, arada da öyle hareketler vardı o kısımlarda çok güzeldi. Kitabın sonu ise, devamının geleceğini gösteriyor. Açıkçası Aymira'nın babasının onca şeyden sonra nasıl kızım diyebiliyor anlamıyorum. Ben olsam bir tane de ben vururdum diye düşündüm. Alper'e ... kızsam mı bilemiyorum. Kardeşimin o yaşlardaki halini hatırlıyorum da ne kadar delifişek olduğunu kesinlikle o durumda asla donup kalmazdı. Her ne kadar Aymira çoğa şeye kardeşi için katlansa da Alper son anda bence bir duruş sergilemeliydi. Kitabın devamı gelecektir, son iki kelime devam edecek oldu. Bu yüzden Aymira ve Kamer'in hikayesi henüz sonlanmadı ikinci kitapta neler olacağını veya kendi mutlu sonlarına ulaşıp ulaşamayacaklarını göreceğiz. Genç yetişkin okur kitlesine hitap ediyor diyebilirim ama çoğunlukla genç okurları sevebileceği bir kitap bence. Bir kez daha diyorum, kapak tasarımı süper :D

Zincirlenmiş Kalpler
Zincirlenmiş Kalpler

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/01/busra-toraman-zincirlenmis-kalpler.html Amazon Efsanesi'nin ilk kitabı Zincirlenmiş Kalpler'in yorumuyla karşınızdayım. Hazır kitaplar yeni kapaklarıyla çıkmışken okuyayım dedim ve bunca zaman neden okumadım diye kendime kızdım. Büşra Toraman'ın çıkan birçok kitabı olmasına rağmen benim yeni tanıdığım Türk yazarlardan biri. Akıcı, merak uyandırıcı ve sürükleyici bir kalemi olduğunu hissettim. Diğer kitapları nasıldır bilmiyorum ama bu kitap fazlasıyla merak uyandırıcıydı. Türk yazarlardan böylesine güçlü fantastik kurgular okumak muhteşem bir şey. Aslında komple de fantastik değil günümüzü fantastik detaylarla taçlandırmış ve bambaşka dünyanın kapılarını açmış bize. Zincirlenmiş Kalpler kitabının kısaca konusuna değinmek gerekirse; FBI ajanı olan Gregg üniversite öğrencileri cinayetlerini araştırırken gizemli bir kadınla yani Aleka ile karşılaşır. Kadın bir amazon gibi giyinmiş olmasının yanında hızı, görüş mesafesi ve gücü Gregg'in amazonlar hakkındaki gerçeklik şüphesine düşmesine neden olurken cinayetlerin altında da sıradan bir seri katil olmadığını düşünmeye ve inanmaya başlamıştır. Bu cinayet döngüsü içerisinde hem katili yakalamaya hem de kendisi hakkındaki gerçekleri öğrenmeye çalışırken çok daha şaşırtıcı şeyler öğrenip daha büyük bir savaşın ortasına kalır. Geçmişini araştırmak için ve gerçekten insan değilde Koper olup olmadığını öğrenmek için Aleka ile onun vatanına giden Gregg hayatına dair bütün geçmişini etkileyecek gerçekleri öğrenir ve bu da devamında büyük bir savaşım kapısını açar. Gregg'in ajan olması ve cinayetleri çözerkenki tutumları kendimi sıkı bir polisiye okuyormuşum gibi hissettirdi. Her ne kadar cinayetlerin ardındaki sırlar bambaşka olsa da polisiye detayları ve Gregg'in tutumları çok iyiydi. Yazar kesinlikle iyi bir polisiye okuru ya da izleyici diye düşündüm. O detayları ve kurgunun o kısmını çok sevdim. Öğrencilerin cinayetleri ve o sıradaki kargaşa, gizem süper yazılmıştı. Hiç beklenmedik anda olan ölümler ve adli tıp detayları çok iyiydi. Aleka'nın amazon olması ve insanların arasına ilk defa karışması ile ilgili detaylar da çok iyiydi. Resmen gülümsetti o kısımlar. Teknolojiyi bilmemesi, bizim sevdiğimiz lezzetleri sevememesi ve bize normal ve rütin görünen birçok detayın ona yabancı olması... bunlara verdiği tepkiler çok iyi yazılmıştı. Her ne kadar amazonların erkeklerle ilişkilerinin olamayacağı gerçeği olsa da Aleka ve Gregg arasında bir şey olmasını bekledim. Aslında olurdu da Gregg'in geçmişindeki o sırlar olmasaydı. Aleka ve Gregg'in öpüşmeleri, öpüşme muhabbetleri sanırım en eğlenceli satırlardı. Yani Aleka'nın ciddiyetinin yanında Gregg'in muzırlığı çok güzeldi. Kitabı okurken Koperlerin de amazonlar gibi olacağını düşünmüştüm ama beni yanılttı. Gregg'in koperlere katılacağına dair hep bir şüphe vardı içimde va bu konuda da yanılmadım çünkü onların yaşam tarzı daha insancıldı en azından. Kitabı okurken fantastik olup olmayacağı konusunda çok tereddüt ettim ama denizkızlarını görünce direk dedim fantastik diye. Öyle güzel bir kurguydu ki fantastik olamaz gerçektir falan diye okuyordum hep. Denizkızları hoş bir detay oldu kitapta. Ahh bir de kitabın sonu... eğer okumaya niyetiniz varsa -ki bence olmalı- seriyi komple alıp okuyun çünkü öyle bir son var ki ilk kitapta damdan düşmüş gibi kalıyorsunuz ve hani ikinci kitap falan diyorsunuz. Mutlaka okuyun bence seversiniz. Büşra Toraman resmen günümüzü ve fantastik dünyayı muhteşem bir şekilde birleştirmiş ve içerisine aşkı ve polisiyeyi serpiştirmiş. Ben sevdim keşke 2. kitap elimde olsa da başlasam dedim. Tavsiye ederim okuyun.