inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (36/142)
Son Hamle (Dana Cutler #1)
Son Hamle (Dana Cutler #1)

10

http://illekitap.blogspot.com/2019/11/phillip-margolin-son-hamle-dana-cutler-1.html Ara ara da olsa polisiye, gerilim, gizem ve dedektifli kitapları okumayı seviyorum. Ephesus'un Son Hamle kitabı çıktığında da okumalıyım dedim çünkü içerisinde güzel bir kurgu barındırdığını düşündüm ve bunun yanında yazarın ülkemizde yayınlanan diğer kitapları da çok sevilirken ve bende hiç kendisini okumamışken Son Hamle tanışmak için güzel bir adım olur diye düşündüm. Yanılmadım! Cidden çok güzel bir adım oldu çünkü muhteşem bir kurgu okudum. Bu yazarın diğer kitaplarını da okuma isteği oluştu içim de tek tek deneyeceğim açıkçası. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Dana yaşadığı kötü bir operasyon ve işkence dolu zaman sonucunda polisliği bırakarak özel dedektiflik yapmaktadır. Aldığı bir işte bir üniversite öğrencisini takip edecektir. Oldukça sıkıcı bir görev gibi görünürken Dana aslında hayatını fazlasıyla değiştirecek bir görev aldığını daha sonrasında fark edecektir. Takip ettiği kız ABD başkanıyla ilişki yaşamaktadır üstelik bu kız bir süre sonra vahşice öldürülmüştür. Brad ise ünlü bir hukuk firmasında çalışmaya başladığında bir seri katilin temyizi için araştırma yapmakla görevlendirilir. Seri katilin iddiasına göre onun üzerine yıkılan bir cinayeti aslında o işlememiştir. Brad bunları araştırırken ortaya çıkan gerçekler aslında onun hiç de beklediği gibi değildir. Fazlasıyla vahşi, acımasız ve politik bir oyunun içerisine kendini atmıştır. Dana ve Brad'ın hayatları kesişirken ikisinin de tek hedefi bu oyunun içinde hayatta kalmaktır. Olay döngüsü muhteşem bir şekilde kurgulanmıştır. Açıkçası hep nereye bağlanacak diye beklerken olayların bağlandığı noktalar başlarda beni oldukça şaşırttı. Ve bunu çok sevdim. Durgunlaşıyor dediğim noktada hep bir hareket geldi. Bu ise tam benlikti çünkü ben bu tür kitaplarda hareketi severim. Seri katillerin ikisi de birbirinden farklı katiller olmasına rağmen cinayetlerindeki vahşeti okumak ise kitabın bence en renkli noktalarıydı. Bu tür kitaplarda ben nedense vahşeti seviyorum çünkü polisiye demek durağanlık değil hareket, aksiyon ve vahşice işlenmiş cinayetler demek neredeyse benim için. Kitaptaki bulmaca gibi parçaları birleştirip olayı çözmek, hayatta kalmaya çalışmak ve bütün bunların yanında politik oyunları ve dönen dolapları okumak çok iyiydi. Bence hiçbir şey havada kalmadan çok güzel oturtulmuştu. Çok sevdim. Bir de yorumumu bitirmeden demek istediğim bir şey var ki o da şu, her iki seri katilin de işlemediği bir suçun üzerilerine yıkılmasından duyduğu rahatsızlığı ve ardındaki nedenleri okumak oldukça ilginçti. Tamam biz o cinayetleri işledik, imzamızı attık o cesetlere ama son kızları biz öldürmedik gururu ve itirazları... Onların psikolojilerini merak etmeme neden oldu. Ama özellikle Brad'in görüştüğü katil, o kızı ben öldüremem çünkü o sırada başka birini öldürmüş bağırsaklarını değişiyordum dediği kısım da itiraf etmeliyim ki "oha" dedim. Bir de adam bulunamamış cesetlerin yerlerini söylemesi de... Ayrıca katilin asıl kimliği de baya şaşırttı çünkü kitabın son detaylarına kadar aklımdaki kişi başka biriydi. İtiraf etmek gerekirse Brad ortaya çıkarana kadar da ben katili olabileceğini düşünmemiştim. Ben çok severek okudum kitabı, size de tavsiye ederim. Bu türü seviyorsanız bence kaçırmayın bu kitabı derim.

Hissiz
Hissiz

7

https://illekitap.blogspot.com/2019/11/m-lemariz-hissiz-hissiz-1.html Öncelikle söylemeliyim ki yazarın okuduğum ilk kitabı kesinlikle değildi. Daha öncesinde yazarın historical romans türünde olan kitabı Safir'i okumuş ve çok beğenmiştim. Bu yüzden bu kitapta nasıl bir kalem beklemem gerektiğini biliyordum. Ama Safir'den sonra azıcık hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. Yanlış anlaşılmasın kitap kötü değildi sadece Safir'den sonra daha iyi bir kitap bekliyordum. Benim nazarımda ufak tefek kusurlar vardı. Kusurlar yanlış bir tabi gibi geldi şimdi olmamışlıklar diyelim biz. Yazarın yanılmıyorsam ilk basılan kitabı Hissiz'di. Yanılıyorsam lütfen beni düzeltin. İkinci baskı da da bazı şeyleri düzeltmek mümkün olmamış sanırım bu yüzden kalan bazı olmamışlıklar vardı. Yorumumda detaylı bir şekilde yazacağım. Umarım sevgili yazarımız bana alınmaz. Ama düşüncelerim bu yönde. Kitabın öncelikle konusuna gelirsek, hayattan fazlasıyla darbe yemiş olan ve annesi tarafından hep şeytan olarak adlandırılan Alexander, gözüne kestirdiği bir çiftlik evinin peşine düşer. Yalnız o çiftlik evi aynı zamanda Alexander'ın çocukluk anılarında tek iyi olan şey olduğu için biraz daha yumuşak bir şekilde almaya ve sahibi olan Geoger'un kalbini kırmadan almaya çalışır. Ancak George'un da bir şartı vardır. Tek yakını, akrabası olan torunu Heaven'ın bir yıllığına Alexander'ın yanında kalması ve onun şehir hayatını tanıyarak çiftlik dışındaki hayatı yaşamasını istemektedir. Bir de ona uyan bir adamla evlenmesini dilemektedir. Bu konudan da Alexander'dan yardım talep ediyor. Bunun karşılığında da hiçbir şey istemeden çiftliği ona verecektir. Ama bu bir yıl içerisinde Alexander, Heaven'ın büyüsüne kapılır ve onunla beraber olursa bütün anlaşma fesih olup çiftlik direk Heaven'ın üzerine kalacaktır. Çok basit olan anlaşma aslında ne Heaven ne de Alexander için basit değildir. çünkü ikisi de birbirlerini ilk gördükleri andan itibaren içlerinde söndürülemez bir alex, arzu, sahiplenme tutuşmaktadır. Alexander, içten içe kendini Heaven'a layık görmese de onu paylaşmaktan, başkasıyla olmasına tahammül edemezken kendini de ondan uzak tutamaz. Heaven ise daha ilk gördüğünde Alexander'a vurulmuş ve onun dengi olmadığını düşünerek içerisinde ağrıyan kalbini teselli etmeye çalışmaktadır. Öncelikle sevmediğim şeylerden bahsedeceğim sonrasında da çok sevdiklerimden. Birincisi ve en sevmediğim şey Alexander'ın bozuk plak gibi içinden ben şeytanım, ben bunu hak etmiyorum, ben cehennemde yanacağım tarzındaki kendine olan söylevleriydi. Tam olarak bu cümleler kaç kere geçiyor kitapta bilmiyorum ama birden fazla okuduk ve açıkçası bir iki yerde olsa tamam ama beni rahatsız edecek kadar çoktu. Açıkçası bir yerden sonra "amma kaprisli çıktın ya, anladık şeytansın, anladık cehennemde yanıyorsun" diye ben de içinden söylenmeye başladım. Keşke bu kadar üstelenmeseydi. İkincisi, Alexander'ın holdinge gelip de Heaven benim nişanlım diye yaptığı ilan bana Judith McNaught'un Düşler Krallığı kitabındaki Royce'un Jennifer'ı halkına duyurduğu zamanki duyurusunu anımsatttı. Çok sevdiğim satırlardır normalde ve direk aklıma yazar da çok sevmiş ki benzerini kullanmış diye geldi. Keşke olmasaydı çünkü açıkçası bence gereksiz gibiydi. En azından ben öyle düşündüm. Cidden yazarım merak ediyorum o satırları neden ekledin? Sizin de mi çok hoşunuza gidiyordu Royce'un ilanı da kendi kitabımda kullanayım diye düşündünüz? Sadece eleştireceğim kısımlar bunlardı. Şöyle bakınca çok önemli şeyler değil aslında normalde pek de rahatsız olmayacağım şeylerdir ama nedense beklentimin yüksek olduğu ve daha öncesinde severek okuduğum bir kitabı olan yazarların böyle detaylarına takılıyorum. Sevdiğim kısımlara geçersek; Alexander'ın kuyruğunu sıkıştırıp Heaven'a döndüğü her satırdan çok keyif aldım. Adrian'ın Alexander'a haddini bildirircesine konuşmalarından da çok keyif aldım. Adrian ile Alexander arasındaki ilişki çok güzeldi, bir yer de kardeş olabilmek için kan bağına ihtiyacının olmadığının en güzel göstergesiydi bence. Bunu çok çok sevdim. Daniel ve Jasmine'de de bir ağabey olarak kız kardeşinin yanında olması muhteşemdi. Jasmine'in yalnız bir anne olarak dimdik, ayakta ve kendine yetmeye çalışır hallerine bayıldım. Kitaplarda güçlü kadınları, erkeklere muhtacı olmadığını bilen kadınları okumayı severim. Jasmine'de Josephine'de onlardandı. Bayıldım. Marcus'a üzüldüğüm satırlarda oldu hayran olduğum satırlarda. Herkes Alexander derken ben sanırım ya Adrian ya da Marcus diyeceğim sanırım. İkisini Alexander'dan daha çok sevdiğimi hissediyorum. Alexander'ın ben yazacak olsam çok fena süründürürdüm. Heaven'sız kaldığı o günleri öyle detaylı yazardım ki offf :D hak etti ama yani suçsuz yere kızı kaçıncı kırışıydı. Ama baba Alexander'ı da daha fazla okumak istediğimi inkar edemem. Hani Heaven hamileyken Alexander'ın acemi baba adayı halleri çok eğlenceli olabilirdi. Neyse yorumu çok uzattım. Geneline bakıldığında sevdim, ama dediğim gibi o iki şey olmasaydı çok daha fazla sevebilirdim. Sevgili Lemariz Müjde Albayrak, bir gün bu yorumu okursanız umarım bana söylediklerimden dolayı kırılmazsınız. Daha iyi olmanızı istediğim için açık yüreklilikle yazıyorum yorumu. Sizde daha iyi olabileceğinizin ışığını görüyorum. :) Ahh bu arada bu kitaba daha başka bir kapak da olmazdı, tam kitabın kapağı olmuş :D <3

Yeni cennet
Yeni cennet

6

https://illekitap.blogspot.com/2019/11/moira-young-yeni-cennet-toz-diyar-3.html Ve Toz Diyarları serisinin son kitabı Yeni Cennet'i de okuduktan sonra seriyi bitirmiş bulunuyorum. İlk kitaptan beri kitabın anlatım tarzına takık olduğumu yorumlarımdan anlamışsınızdır. Hiçbir zaman şimdilik zamanlı anlatımları sevmedim, sevemiyorum da. Bu serinin en kötü tarafı bu şekilde anlatımı olmasıydı. Okumayı planlayanlara bu konuda kısa bir özet geçeyim. Seri bittiği için kısa bir bilgi olması anlamında, üç kitaptan oluştuğunu ve yorumun sonunda seri sıralamasını yazacağımı da söyleyeyim. Kitap distopya türünde ve genç yetişkin okur kitlesine hitap ediyor. Yeni Cennet'te Saba, Jack, Lugh, Emmi, DeMalo ve diğerlerinin macerası devam ediyor. Arada saklı sırlar ortaya dökülürken ihanetle sınanmalar, başıboş davranışların verdiği sonuçlarla da uğraşılıyor. Bazen olaylar hareketlense de genelde yine durgun gidiyordu. Bu seriye başladığımdan beri söylediğim şey ve seri bittiğinde hala söylemeye devam edeceğim şey, kurgunun muhteşem olduğu ama fazla durgun ilerlediği olacaktır muhtemelen. Çünkü cidden kurgu çok iyi, güzel bir başlangıç, gidiş ve sonuç var ama çok fazla durgunluk var. Bence bu kurguya daha fazla hareket ve daha az durağanlık yakışırdı. Bir de o son... bu seriye öyle bir son olmadı. DeMalo için hikayenin sonu fazla basit oldu, hem de çok fazla basit. Adam o kadar güçlüydü, o kadar korkuluyordu ama ne oldu. Spoiler olacak ama kafasına yediği bir taşla öldü. Bu mudur yani? Yazar nasıl son yazacağını bilememiş de mi böyle yazmış bilmiyorum ama olmadı bu kitaba. Kitapta beni en çok üzen şey Emmi'nin sonu oldu ve oh iyi oldu hak ettin dediğim son da Lugh için oldu. Saba ve Jack cidden aşkın gücünü gösterdiler bence. Gerçi Saba fazla sürtüklük yaptı ama Jack adamdı ve onu anladı. Ben olsam anlamamayı tercih ederdim. Çünkü Jack yapmış olsa Saba'nın hoş göreceğini sanmıyorum. Neyse, serinin daha sonuna geldim. Bu kitap 5 üzerinden 3'lüktü benim için. Dediğim gibi fazla durağandı ve DeMalo için yazılan o son hiç olmamıştı. Bir kez daha diyorum kurgunun gideri vardı ama yazılışı ne yazık ki kurguyu ziyan etmiş gibi.

Kabuğunu Kıran İnci
Kabuğunu Kıran İnci

10

https://illekitap.blogspot.com/2019/10/nadia-hashimi-kabugunu-kran-inci.html Ayın muhteşem bir kitapla kapattım. Kabuğunu Kıran İnci, ilk çıktığında aldığım ve bu zamana kadar ertelediğim bir kitaptı. Nedense salya sümük ağlamama neden olacak bir kitapmış gibi hissediyordum ama yanılmışım. Bir kadının yaşadığı bütün acılara rağmen ayakta duruşunu ve umudunu anlatan bir kitaptı bence. Bu tür kitapları sevmemin en büyük sebebi de kurgusunda barındırdığı olayların aslında yaşanıyor ya da yaşanmış olması. Hayatımızın, yaşadığımız dünyanın ya da kendi kararlarımızı kendimizin alabiliyor olmamızın aslında nasıl da büyük bir zenginlik olduğunu bize gösteren kitaplardan biri. Kabuğunu Kıran İnci, Rahima ve Shekiba adındaki iki küçük kızın, kadınlığa, hayatın zor şartlarına, erkeklerin kölesi olmaya giden hayatlarında nasıl da savaşıp hayatta kaldıklarını ve umutlarını kaybetmeyip savaşmalarını anlatıyor. Yaşanan acılara rağmen nasıl da güçlü ayakta durabildiklerini, yedikleri dayaklara, dışlanmışlıklara rağmen... dışarıda oyun oynaması gereken yaşta, okula gitmesi gereken yaşta kendinden onlarca yaş büyük bir adama eş olarak verilmesine rağmen ayakta kalabilmelerini ve umut edebilmelerinin hikayesi... Arkadya'nın ölsem de unutmam dediğim, asla vazgeçmem dediğim kitaplarından biri oldu bu kitap benim için. Hani derler ya bazı kitaplar insanın yüreğinde, zihninde ve ruhunda iz bırakır. Öyle bir kitap! Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse, iki kadından biri olan Rahima henüz on üç yaşında başlık parası ile olgun bir adamla, bir savaş ağasıyla dördüncü eş olarak evlenmesini, o evde yaşadıklarını, hamile kalmasını, bebeğini kaybetmesini, acılarını, dayaklarını, dışlanmasını, hor görülmesini, hırpalanmasını, üzüntülerini ve her şeye rağmen umudunu anlatıyor. Yaşadıklarına rağmen umudunu kaybetmeyip yaşadığı düzene baş kaldırıp kaçıp hayatına yeni bir yön vermesini de anlatıyor. Diğer bir kadın ise, aslında Rahima'nın teyzesinin anlattığı büyük büyük ninesi Shekiba'nın hikayesi. O da yüzü yandığı için amcaları ve babaannesi tarafından dışlanırken ailesini kaybedip yalnız kalmasını, başkalarına satılmasını, sonrasında saraya gelişini ve evlendirilmesini, eş olmasını, anne olmasını anlatıyor. Her iki kadının da aslında benzer acıları varken aynı zamanda farklı acıları ve umutları da vardı. Shekiba'nın hayatı, Rahima için umut olup, güç verirken Shekiba da kendi hayatı için değil ama ondan sonrakiler için hep bir umut taşıyordu içinde. Böyle kitaplar birkaç satır ya da sayfayla anlatılamıyor çünkü kelimelere dökmek sanki kitabı çok sıradanlaştıracakmış gibi hissettiriyor. O yüzden bence okunması gereken kitaplarda ve yüreğindeki umudu kaybetmişlere umut olabilecek kitaplardan biri! Bu tür kitapları okumak herkesin tarzı değildir, çünkü içerisinde yaşanmışlıklar barındırır. Her ne kadar kurgu olsa da bir zamanlar ya da şuan da bir yerlerde yaşananları içerisinde barındırıyor. Bu yüzden okuyabilecek herkes okumalı.

Titus Andronicus
Titus Andronicus

10

https://illekitap.blogspot.com/2019/10/william-shakespeare-titus-andronicus.html *** Eğer ölüm adını taşıma izni verseydi hayata, Hayatın hiçbir anlamı kalmazdı soluk almaktan başka! **** William Shakespeare'in okuduğum ilk eseri diyebilirim. Her daim adını duyduğumuz, bir klasik, bir baş yapıt yazarı olduğunu bildiğimiz Shakespeare'in şimdiye kadar hiçbir kitabını okumamış olduğumu utanarak itiraf ediyorum. Ve ilk okuduğum kitabı da Titus Andronicus oldu. Tiyatro tarzı metinleri hiç okumamıştım ve beğenip beğenmeyeceğimi bilemiyordum. Hep roman okuduğum için bu tür kitaplarda kurgunun içine giremeyeceğimi ve beni sıkacağını düşünmüştüm. Ama... yanılmışım! Akıcı, merak uyandırıcıydı ve ciddi anlamda kendinizi vererek okuduğunuzda resmen o sahneyi izliyor gibi oluyorsunuz. Sanki tiyatroya gitmişsiniz de o sahneyi, perdeyi, oyunu izliyormuş gibi okunuyor kitapta. Bu yüzden artık gönül rahatlığıyla alıp okuyabilirim ve Shakespeare'in diğer eserlerine de mutlaka şans vereceğim. Okuyacağım. Kitabın konusu, bir savaşçı olan Titus Andronicus, oğullarıyla birlikte savaştan döndüklerinde Roma halkının Saturninus'un hakkı olan tahta oturması için söylevlerine denk gelir. Roma halkı Titus'un da Saturninus'un arkasında olduğunu öğrenen halk Saturninus'u imparatoru yapar. Bunun yanında Saturninus, kendine eş olarak hem de Titus'a minnetini belirtmek amacıyla Titus'un kızı Lavinia'yı eş ister ancak Lavinia gönlünü Saturninus'un kardeşine kaptırmıştır ve onunla evlenemeyeceğini idrak eden Saturninus, Titus'un esiri olan Got Kraliçesi Tamora'yı seçer. Yeni imparatoriçe Tamora'da Roma'nın üstüne kabus gibi çöker. Kendisini esir almasından ve oğlunu öldürmesinin intikamı için Tamora, mağribi Aaron ile vahşice planlar yapar. Tamora'nın oğulları, Saturninus'un erkek kardeşini öldürür, Lavinia'ya tecavüz edip dilini ve ellerini keseler. Bunlardan Titus'un iki oğlu suçlanır ve asılır. Diğer oğlu sürgüne gönderilir ve peşinden de büyük acılar yaşayan Titus ve erkek kardeşi Marcus ile sürgün edilen oğlu intikam planı yaparlar. Ve her kitapta, oyunda, filmde olduğu gibi kötüler kaybeder ve iyiler kazanır. Okumaktan keyif aldım. Müthiş bir entrika ve intikam kurgusu vardı. Bunun yanında da sadakat, sevgi ve saygı da güzel anlatılmıştı. Açıkçası sevdim, şiirsel anlatımı, olayların kurgusunu cidden hayranlıkla okudum. Mutlaka okuyacağım yazarın diğer kitaplarını da.

Cesur
Cesur

10

http://illekitap.blogspot.com/2019/10/jennifer-l-armentrout-cesur-wicked.html Bu kadın durdurak bilmeden yazsın ve bizler de onun kitaplarının zevkini yaşayalım. Kadın cidden çok iyi kurguluyor ve okuru ters köşe yapıp olaya devam etmeyi de iyi biliyor. Akıcı, sürükleyici ve merak uyandırıcı bir seri olan Lanetli Serisi'nin 3. kitabı Cesur'da okundu ve bitti. Bu kitapla Jennifer L. Armentrout'un bir serisini daha bitirmenin zevkine vardım diyebilirim. Yazarın henüz okumadığım kitapları var elimde sırayla hepsini okuyacağım ama şunu söylemeliyim ki bu kadın beni henüz hayal kırıklığına uğratmadı kitaplarıyla. Kitap, Ivy'nin buçukluk olduğunu öğrenmesi ve Prens'in peşinde olduğunu, Ötekidünya ile kapıları açmak için kendisine ihtiyacı olduğunu öğrenmesiyle işler baya değişmiş ve bir kaçma, kovalamaca ve savaşma durumuna girilmişti. Kitap ikinci kitabın kaldığı yerden yani Ivy'nin Prens'in elinden kurtulup da Fae'lerin yanlarına sığındığı yerden devam ediyor. Başlarda Ivy'nin yaşadığı iç savaşı ve Ren'den uzak duruşunu okurken sonrasında ise Ivy'nin güçlü karakteri ve cesaretiyle olayları nasıl da aleyhine döndürmeyi başardığı ve savaşta geçici de olsa galibiyetle sonuçlandırmasını okuduk. Bu seriye daha iyi bir son olamazdı muhtemelen. Ivy ile Ren arasındaki ilişki, diyaloglar, aşk ve arkadaşlık burada da kendini gösterirken aşk bir tık daha yoğundu çünkü ölümle burun buruna gelip de tercih yapmak zorunda kalındığında nasıl da sevdiğinin hayatı için her şeyi yapılabilir olduğunu okuduk. Tink'in o sevimli ama bazen vahşi hallerine rağmen okumayı özlediğimi fark ettim. Bence kitabın hatta serinin en renkli karakteriydi. Ah bir de en unutulamazıydı özellikle troll bebekleri ile kraliçeye yaptıkları unutulamazdı. Prens Drake ile ilgili gerçekler bence kitabın en ters köşe yapan detaylarıydı. Yazarın bu huyunu seviyorum hep bir son dakika golü atıp okuru şaşırtıyor ve kitabı kapattığınızda bir tatmin hissi uyandırıyor içinizde. Kitaptaki savaş sahneleri güzel anlatılmıştı. Ivy'nin iki Fae ile dövüşmesi ve ölümüne yaralanması... sonra Prens ile karşılaşma sahneleri... en son kapının açılmaması için yapılan savaş her şey çok güzel anlatılmıştı. Ama kitabın son bölümü ise... Ivy ve Ren'in "evet savaşımız bitmedi ama hayatta devam ediyor plan yapabiliriz" modunda olması süperdi. Ben bu seriyi çok severek okudum. Çok severek takip ettim ve son kitapla da seriyi oldukça keyifli bir şekilde kapattım. Fantastik, fantastik aşk severler mutlaka bu seriye el atın. Hatta bu yazarın bütün kitaplarına bir el atın derim. :)

Dr. Jekyll ve Mr. Hyde&#039;ın Tuhaf Hikayesi
Dr. Jekyll ve Mr. Hyde'ın Tuhaf Hikayesi

10

https://illekitap.blogspot.com/2019/10/robert-louis-stevenson-dr-jekyll-ile.html Bu ay peş peşe 2 tane modern klasik okudum. Modern Klasik okumayı seviyorum. Sıkmıyor, merak uyandırıyor, çabuk bitiyor ve daha da önemlisi okura hep bir şeyler veriyor. Ben de okumadan önce hep tereddüt ederdim çünkü sıkılır ve bırakırım diye korkum vardı içimde ama okuyup da sıkmadığını ve akıp gittiğini görünce devamlı okumak istiyorum. Ancak itiraf etmeliyim ki devamlı okuyamam bu yüzden alıyorum ve arada sırada canım çektikçe, birinde görüp bende okuyayım hadi dediğimde elime bir tanesini alıyorum ve eğer şanslıysam bu ay gibi iki tane de okuyabiliyorum. İsmini hep duyduğum, kitaplarda ya da filmlerde, merak ettiğim karakterlerdi Dr Jekyll ve Bay Hyde. Bu kitapla bu merakımı tatmin etmiş oldum ve hiç de beklediğim gibi bir hikaye çıkmadı. İlk sayfasından son sayfasına kadar merak uyandırdığı bir gerçek ve insan psikolojisine, duygularına, bastırdığı ya da toplum tarafından bastırılarak yetiştiği duygulara set vururken aslında onların içlerinde dışarıya çıkmak için doğru anı beklediğini okuyoruz bu kitapta. İnsan duygularını ve bu duygulara verilen tepkileri analiz eden bir kitaptı. Spoiler olacak belki ama herkes bunu tahmin ediyordur ya da biliyordur diye gönül rahatlığıyla söylüyorum. Dr Jekyll ile Bay Hyde hep aynı kişi olduğunu düşünmüştüm ve şizofreni durumu var diye hayal ederek başlamıştım kitaba. Evet haklı çıktığım konu aynı kişilerdi ama şizofreni durumu yoktu bambaşka bir kurgu vardı. Kitabın yazıldığı tarih ve konu aldığı tarih göz önüne alındığında aslında o dönemlerde bile tıbbın ne kadar ileriye gidebileceğini keşfedebilmenin korkutuculuğu biraz ürpertti. Dünyanın bir yerlerinde kitapta kurgunun aslını ve gizemin sırrını oluşturan olay yaşanıyor olduğunu bilmek ürpertiyor açıkçası. Neyse, çok uzatmayacağım yoksa size kitabı anlatırım. Ancak şunu denemeliyim ki kitabı elinize aldığınızda su gibi akıyor ve elinizden bırakamıyorsunuz. Zaten kısacık da bir kitap bence modern klasikleri mutlaka deneyin. Pişman olmayacaksınız.