http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/05/busra-civicioglu-sil-bastan-ask-kyamet-2.html Aşk-ı Kıyamet ile başlayan macera, Sil Baştan ile devam ediyor. Bu kitapla da bitmiyor serinin devam kitabı olan Hayat Gibi ile devam edecek. Büşra Hanımın ilk kitapta jet gibi akan kurgusundan dolayı şikayetçi olmuştum o kitapla kıyaslarsam bunun daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Duygular daha ön plandaydı, olaylardan sonraki durumlar geçiştirilmemiş detaya inilerek karakterlerin duygularına daha fazla yer verilmişti. Bir de özellikle ilk kitaptaki o sondan sonra bu kitabın nasıl ilerleyeceğini merak etmiştim ancak beklediğimin tersi oldu gayet iyi gitti kurgu. Aynı şeyleri mi okuyacağız tereddüttü vardı içimde ve olayların farklılaşması hoşuma gitti. Tabi ki benzer şeylerin zaman zaman olacağını biliyordum ama o zamanlarda bile ekşınların olması ayrı bir güzel oldu. Bertan ile yaşananların ardından klinikte olanlar oldukça iyi anlatılmıştı. Tabi Arda'nın yaptığı o vuruş açıkçası benim gözümde tipik erkek modu oldu. Arda üzgünüm ama kesinlikle sevdiğim bir karakter değilsin. Araya sıkıştırayım ben Efe'ciyim. Klinikte Arda'nın seçmek zorunda olduğu tercih için ağabeyi Nazra'nın tavrı... işte bir ağabey bunu yapardı dedirtti. Efe ile Azra'nın karşılaşmaları, kurguda bazı şeylerin önlenemez yaşanmışlıkları aslında hayatta eğer yaşanacak bir şeyler varsa hiçbir şekilde önüne geçilemediğinin göstergesiydi. O kısmı beğendim. Efe ile Azra'nın sonrasındaki hayatlarının aldığı yol beni oldukça şaşırttı. Hele ki... Azra'nın attığı bir adım var ki... söylemeyeyim spoiler olur ama o adım, kızım azdın mı sen diye düşünmeme neden oldu. Gerçi Arda ne ki Azra'dan fazlasını bekliyoruz. :P şu an baş rol karakterleri gömdüm :D Ama ne yapayım ben Efeci'yim :D Neyse çok uzatmayayım sonrasında kitap içeriğine gireceğim, yine merak uyandırıcı bir sonla bitti kitap. Gel de şimdi 3. kitabı bekle.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/05/judith-mcnaught-koru-beni.html Uzun zaman sonra ilk defa Mcnaught kitabı okumanın tadı paha biçilemez. Bu yazarın kitaplarını çok sevdiğim değişmez bir gerçek. Kadın aşk romanları kraliçelerinden o kadar iyi yani. Her kitabında beklentim tavanda olurdu ve yazar da bu beklentiyi sonuna kadar karşılardı. Ancak bu kitap bir değişik geldi. Ben koyu bir aşk romanı beklerken tamamen polisiye ve gizemin içerisine serpiştirilmiş aşk var gibiydi. Kendimi kelimenin tam anlamıyla yarısından fazlasını okuyana kadar hep polisiye roman okuyormuş gibi hissetti. Yazarın kalemine taparım ancak bu kitabında gerçekten bu kitabı o mu yazmış diye düşünmedim değil. Ha kötü değildi sadece diğer kitaplarında iliklerimize kadar hissettiren ve kalbimizi titreten aşk hikayesinden çok polisiye kısım ön plandaydı dolayısıyla bu kitabı okurken kesinlikle polisiye ağırlıklı bir kitap okuyacağınızın bilincinde olun. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse, ünlü bir oyuncu olan Leigh, kocasıyla buluşmak için gittiği dağ evi yolunda kaza yaparak ölümden döner. Kendisi hayatta kalma çabası içerisindeyken eşi Logan'ı bulamayan polis olasılı bir cinayet söz konusunu olduğunu düşünerek araştırmalarına başlar. Bir süre sonra kocasının cansız bedeninin bulunmasıyla Leigh'in hayatı dönüşü olmayan bir şekilde yön değiştirir. Her daim yanında olan ve polislerin kötü geçmişiyle fazlasıyla ilgi odağı olan Valente'nin yardımıyla Leigh hayata tutunmaya çalışırken bir yandan da gizemli katilin kimliği araştırılmaktadır. Kitabı okurken katilin kim olduğunu tahmin etmek benim için hiç zor olmadı açıkçası. Tahmini kolaydı benim yönümden. Valente ve Leigh arasındaki aşk güzeldi. Onları hep gülümsemeyle okudum ama asıl ilgimi çeken Sam ve Mack'in ilişkisiydi. Onları daha fazla okumayı tercih ederdim. Ana karakterlerden çok yan karakterler fazlasıyla dikkatimi çekti itiraf etmek gerekirse. Kitaba dair yorumumu çok fazla uzatmayacağım. Ancak McNaught kaleminden beklediğim bu değildi açıkçası. Zaman zaman sıkıcı geldiği yerler oldu ama zaman zaman da fazlasıyla ilgi çekici de oldu benim için. Kitabı benim için güzelleştiren Sam ve Mack'ti. Onların ayrı bir kitabı olsa şüphesiz okurdum. Benim için beş üzerinden bin beş yüzlük yazar olan McNaught'un bu kitabı ne yazık ki 5 üzerinden 3,5 luktu. Size de fazlasıyla aşk romanı beklentisine girerek okumamanızı öneririm. Kitap polisiye-aşk harmanlamış durumda. Yoksa benim gibi büyük bir şaşkınlık yaşarsınız.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/05/j-s-cooper-ask-rhett-rhett-2.html Ve seri bitti. Dex'in tadımlık kitaplarından biriydi. İlk kitapta iki çok yakın çocukluk arkadaşı gencin Clementine ile Rhett'in birbirlerine aşık olduğunu kabullenme sürecini okumuştuk bu kitapta da ikisinin basıl bir sevgili olduğunu okuduk. Eğlenceli, tutkulu, biraz sorunlu bir aşkın hikayesiydi. Rhett küçüklüğünden yaralı, sorunlu bir annenin çocuğuydu dolayısıyla Clemmie ile olan ilişkisinde bocalamaları vardı bunu aşması ve aşkına güvenmesi... her şeyden önce bu aşk için yetersiz olduğu düşüncesinden kurtulmasının okuduk. Tabi sadece Rhett değil aynı zamanda Clemmie'nin de kendine güvensizlikleri vardı bu ilişki için. Kitap iki yakın arkadaşın bir ilişki yaşadığında nasıl olacağının özetiydi. Zaman zaman eğlenceliydi ama kendilerini bulma ve güven sorunlarını aşma konusunda birbirlerine yardımcı olmaları güzeldi. Gereksiz kıskançlık krizlerinden ayrılma modu yoktu. Bunu da sevdim. Uzunca bir yorum yazacağım kadar kalın bir kitap değil. Dolayısıyla kısa kesiyorum :) Çok fazla beklenti olmadan okunduğunda zevk alacağınız bir kitap.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/05/brittainy-c-cherry-gecmisin-krklar.html Kabuslarınla rüyaların arasında kalan o yer var ya? Hani yarınların hiç gelmediği, dünün artık acıtmadığı o yer. Kalp atışlarının benimle uyumlu olduğu o yer. Zamanın olmadığı ve nefes almanın kolay olduğu o yer. İşte orada seninle yaşamak istiyorum. Zevkine güvendiğim bir arkadaşımın aşırı tavsiyesi ve henüz okumadığım için aldığım tehditleri sonucunda kitabı okudum. Ve son sayfayı kapattığımda gece saat bir buçuktu ve kendi kendime neden bu kitabı daha önce okumadım diye sordum. Normaldr böyle kitapları seven biri olarak bu kitabı neden bu kadar geç okudum? Soruların cevabını sanırım hiç bulamayacağım ama şunu söyleyebilirim ki okumayı ertelediğim için pişman olduğum, ilk çıktığında okumadığım için kendimi kınadım. Düşünün o kadar mükemmel bir kitaptı! Takipçilerim bilir ben Başka Dilde Aşk kitabına bayılmıştım ve bana bu kitabın onunla yarışır derecede iyi olduğunu söylemişlerdi ve şunu fark ettim ki HAKLILAR! Cidden süper ötesi, okurun kalbina dokunup orada unutulmaz bir bırakan kitaplardan biri! Hele bir de bütün o kurgunun sonunda o yok artık diyip şaşırtacak sonu... tek kelimeyle muhteşemdi! Yazar tam olarak okurun kalbine dokunacak, zaman zaman göz dolduran zaman zaman gülümseten, aşk ile yüreğini kıpır kıpır yapan ama acıyla da hüzne boğan bir kurgı kaleme almış. O kadar iyi kurgulamış ki okurken o duyguları hissetmek mümkün. O kadar süperdi! Kendisi favori yazarlarımdan biri oldu. Tek bir kitabıyla beni böyle etkileyen bir yazarın bütün kitapları mükemmeldir der çıkan her kitabını gözüm kapalı alırım. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Elizabeth bir sene önce kocasını kaybeden küçük kızı Emma ile hayatta kalmaya çalışan kalbi yaralı, ruhunun yarısını kaybetmiş bir kadın. Bütün anılardan kaçmak adına sığındığı annesinin evinden kendi evine dönmeye karar verir. Bir şekilde hayatta kalması gerekmektedir. Ancak... yeni komşusu kasaba halkı tarafından dışlanmış bir pislik olarak anılan bir adamdır. Ve Elizabeth bu adam da... Tristan'da diğerlerinin görmediği şeyi görür. Yaralı bir kalp, ruhunu kaybetmiş bir ruh, yolunu kaybetmiş bir adam... Tristan karısının ve oğlunun ölümünü atlatamamıl, acısını yüreğinde yaşayan nasıl başa çıkması gerektiğini bilemeyen bir adamdır. Ta ki yeni komşusu ile tanışana kadar. Elizabeth ve Tristan kayıplarının yasını birbirlerinin bedenlerinde unutmaya umarken hayat onlara ikinci şansı önlerine sunuyor. Aşk kapılarını çalıyor! Ama hiç de kolay olmayacak kadar zorlu bir aşk! Sırlar ve geçmişin kırıntıları adım adım onları takip ederken iki yaralı kalp biraz daha yaralanacak. Biz okurlar da o yaraların ne zaman kabuk bağlayacağını merak ederek okutacağız. Dram değil! Ağlak bir kitap değil! Ben hep öyle sanarak erteledim eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Öyle değil, bildiğimiz zorlu bir aşk hikayesi sadece içerisinde fazlaca yara almış iki insanı anlatıyor. Öncelikle, Tristan'ın geçmişine yapılan 5-6 bölümde gözlerim doldu. Cidden ağır bir acı. Bir anda bütün dünyanı kaybetmek. Benim içimi acıtan yerlerdi. Elizabeth'in hayatta kalmak için Emma varken Tristan'ın her şeyini kaybetmiş olması haksızlık ama dedim zaman zaman okurken. Tristan gibi bir adamın aşkına sahip olan kadını zaman zaman kıskanmadım desem yalan olur. Karısının ardından oğlunu ardından bu kadar kendini kaybetmesi... hayranlık uyandıracak bir sevgi, fazlasıyla can acıtacak bir acı. Emma'ya bayıldım. Hele ki Emma'nın Tristan'la olan muhabbetlerinde çok eğlendim. Tristan bir yerde oğlunun yokluğunu Emma ile çıkarıyor gibiydi. İkisi çok sevimliydi. Özellikle hoşuma giden şey, Tristan'ın beyaz kuş tüylerini Emma için alması... bahçeye saçması... bunun anlamı kitapta saklı ama gözlerimi dolduran küçük detaylardan biriydi. Tristan ile Elzabeth'in yalnızlıklarına birbirleriyle çare bulma çabaları zaman zaman hüzünlendirici olsa da çok güzeldi. Hele ki birbirlerini anlayabilen iki insan olmaları... Ancak Elizabeth'in öğrendiği ve Tristan ile yollarının ayrılmasına neden olan sırı başından beri bekliyordum onu tahmin etmiştim de... sonunda olayların olmasına neden olacak nedeni... hiç tahmin etmemiştim. Yazar beni şaşırttı ve şaşırtmakla kalmadı yok artık dedirtti. Neyse kitap içerişine girmemek için kendimi zor tutuyorun en iyisi ben susayım :) Şiddetle tavsiye ederim. Okuyun! Her bir satırında memnun olacağınız bir kitap. Kaçırmayın! 5 üzerinden 1500 veririm bu kitaba ve baş tacı da yaparım.
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/05/busra-civicioglu-ask-kyamet.html Sonunda Büşra Çivicioğlu'nun kalemi işe tanıştım... ama nr tanıştım :) Öncelikle Büşra Çivicioğlu, akıcı ve ilgi uyandırıcı bir kaleme sahip. Kurgusu fazla fırtınalı ve jet hızıyla ilerlemesine rağmen sıkmıyor ve çabuk okunuyor. Samimiyetine güvendiğim ve daha iyi olmasını istediğim yazarlarda eleştirilerim hep daha detaylı ve çok oluyor. Büşra Hanım'ın kitapları içinde öyle olacak. Çünkü inanıyorum ki kendisini kırmak amacıyla değil daha iyi olmasını istediğim için açık yüreklilikle aklımdan geçirdiğim her şeyi yazacağım. Açıklamamı yaptığıma göre yoruma gelebilirim :) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; hayatın acımasızca vurduğu Azra, bir anda karşısına çıkan Arda ile yeniden hayata tutunmaya başlar. Ama hayat yine onları huzurlarıyla mutlu olmalarına imkan vermez. Bu sefer birbirini seven iki genci zorlamaya başlar. Kitap sadece Azra ve Arda ile kalmıyor. Arda'nın kız kardeşi Nisa'nın aşkı bulmasını en son da ağabeyi Nazra'nın aşkı bulmasını anlatıyor. Hepsi aşkı buldu evli mutlu çocuklu moduna geçtiler rahat ettik değil kitap ne yazık ki belalar bu üç çifti de rahat bırakmıyor. Genel anlamda kurgusunu ve anlatımını sevdim ama şikayetçi olabileceğim tek yer aslında iki yer var. Kurgu jet hızıyla ilerliyordu, ben şahsen daha yavaş ve duygu yüklü akmasını isterdim. Aslında düşünüyorum da kitabın bitiş şekline bakılırsa sanırım bu jet hızını bir anlam yükleyebilirim. Dolayısıyla bu hıza tamamen kurgudan kaynaklı olduğunu asıl olayların ikinci kitapta olduğunu düşünüyorum. Yine de jet hızındaydı :) İkinci şikayetçi olduğum yer ise... anlatım geçişleriydi. Beni bilirsiniz ben geçişli anlatımı sevmem her ne kadar artık çoğu kitap bu şekilde olsa da ben pek sevemiyorum ama alışıyorum sanırım. Yine de bu kitaptaki bu geçişler uvvvv çok fazlaydı keşke olmasaydı mesela bütün kitap bir tek Azra tarafından falan anlatılsaydı. Gerçi şöyle bir bakıldığında üç çiftin aşkına değinildiği düşünülürse üç farklı kişi tarafından anlatılsa da olurdu. Şuan çok kaprisli bir okur gibi hissettim kendimi. Ama anlatım geçişleri benim için sorun bunu biliyorsunuz hep dile getiriyorum bunu. Sanırım zamanla alışacağım :) Neyse kitaba tekrar geri dönelim. :) kitapta en favori karakterim kesinlikle Efe der susarım :) Ahh Beyza'yı da çok sevdim diyebilirim :) deli kız tam benlikti. Kitaptaki arkadaş, kardeş ilişkisine bayıldım. Ben kendi ailem içerisinde böyle sevgi ve bağlı bir kardeşlik kuzenlik yaşadığım için bunu okuduğum kitaplarda görmek beni mutlu ediyor. Bu kitapta öyle bir ilişki görmek çok güzeldi. En çok da aşkı entrikalarla ayırmak yerine çiftlerin başına belaların açılması ve birbirlerine olan inançları ile ayakta kalmaları süperdi. Birbirlerine güvenleri, saygıları ve her şeye rağmen güçlü durup beraber ayağa kalkmaları çok güzeldi. Kitabın sonu ise tam bir şoktu. Açıkçası böyle bir şey beklemiyordum. Beni şaşırttı ve Sil Baştan'ı merak etmeme neden oldu. Evet, sanırım Sil Baştan kitabında daha ciddi bir şeyler olacak. Çok konuşmayıp bitiriyorum yoksa spoiler vermeye başlayacağı :) Kitabı genel anlamda sevdim ama biraz daha duygu yoğunluğu olmasını dilerdim. Azra'nın Berkan ile yaşadıklarını daha fazla duygu yoğunluğu ile anlatılmalıydı. Olaylar fazlaydı, duygulara yoğunluk katmaya zaman kalmadı belki ama daha yoğun duygu isterdim bu kitaptan. Ciddi anlamda şikayetçi olabileceğim tek şey duyguların geçiştirilmiş hissiyatı vermiş olması, daha yoğunluk beklememdir, istememdir. Onun haricinde ciddi anlamda şikayetçi olabileceğim bir yer yok. Çok aşırı beklentiyle okumazsanız beğeneceğiniz bir kitap. Olayların sonunda aşkın kazanıyor olması da bizim gibi romans severlere göre :) Büşra Çivicioğlu'nun diğer kitaplarını da okuyacağım. Türk yazarların yazdıkça kendilerini geliştirdiklerine inanıyorum ve Büşra Hanım'ın da aynı şekilde Sil Baştan'da daha iyi bir kalemle okurlarını karşılayacağına inanıyorum. Kitaba 5 üzerinden 3 veriyorum. Bence sırf Efe ile tanışmak için bile kitabı okuyabilirsiniz ;)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/04/j-l-drake-onarlms-broken-trilogy-3.html Çok severek takip ettiğim Kırılmış Serisi -Broken Trilogy- sonunda bitirmiş bulunuyorum. İlk iki kitabı okuduktan sonra ve 2. kitabın bitiş şeklinden sonra ilk düşüncem bu kitabın daha çok aşık atışmaları ve tartışmalarıyla olacağıydı ama yazar beni şaşırttı. Yine adrenalin yine olaylar bitmedi. Ama her olay bu kitapta bir son buldu. Tıpkı Savi ve Cole'un mutlu sonu bulması gibi. Evet... evet... evet... azıcık kitabın mutlu son olduğunu söyleyerek spoiler vermiş olabilirim ama sizler de beni biliyorsunuz ben mutlu sonların insanıyım. Bunu içimde tutamazdım ;) J. L. Drake severek takip ettiğim, sürükleyici kurgusu, gereksiz kıskançlık krizlerinden ve entrikalardan uzak, oturtulmuş olay döngüsüne sadık ekstrasına gerek duymayan, aşkın yanına aile ve arkadaşlık hayatına değinen heyecanlı zevk veren bir kitap yazmış. Sevdim ben ve takip edeceğim yazarlardan biri kendisi. Sevgili Aspendos biz okurları mahrum bırakmayıp yazarın diğer kitaplarını da çıkarın. Özellikle Blackstone Serisini. Yani alt tarafı 2 kitap. Onlarsız olmaz çünkü Mark ve Keith'in hikayeleri. Sonuçta onlardan bu seriye dahil sayılır ;) Araya yine Blackstone Serisini sıkıştırdıktan sonra yorumuma devam edeyim. Kitapta açıkçası diğerlerinden benim açımdan daha iyi yapan mahkeme sıralarıydı. En korkulu kabusunuzla yüzleşmek... kelimenin tam anlamıyla Savi'nin yaşadığıydı. Ama tam böyle gediğine oturtan tavırları süperdi. Aferin kızıma dedim okurken. Kitapta kalbimi ısıtan ve sonunda istediğini elde etmiş okur tatmini bir gülümseme oluşturan son sayfalardı. Evlenme teklifi... ve düğüne doğru giden satırlar... Olivia'nın gelişi... Cole'un duyguları... süperdi :) Ama asıl nefes kesen sahne bence havaalanında Savi'nin babasıyla olan karşılaşmalardı. Tamam tamam tamam! Sustum. Biraz daha konuşursam baya bir spoiler vereceğim size. Kesinlikle tavsiye edebileceğim bir kitap. 3 kitaptan oluşuyor ama bir başladığınız da heyecan uyandıran bir seri. Sanki heyecan dolu aşk dolu adrenalinin hiç düşmediği bir film izliyor gibisiniz. Bence okuyun seveceksiniz! :)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/04/franz-kafka-donusum.html Franz Lafka uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı. Ancak bilirsiniz ki öğrencilik yıllarında klasikleri okunmak için o kadar baskı gördük ki bizler için birer öcü olup çıktılar. Şimdi instagramda katılmış olduğu Franz Kafka okuma etkinliğini bahane edip Dönüşüm'ü okudum. Aslında sıkılıp bırakacağımı sanıyordum ama kısacık bir hikaye olmasının ve içerisindeki mesajdan sonra bitirdim. Dönüşüm; pazarlamacı olan Gregor Samsa'nın bir sabah uyanıp da böceğe dönüşümünden sonrasını konu alıyor. Gregor'un hisleri, duyguları, ailesinin davranışlarına kadar... Böyle anlatıldığında fantastik bir kitap gibi gelebilir ama aslında kitabı okuduğunuzda ne kadar da bizlerden bahsettiğini fark edeceksiniz. Hayatın akışına kapılıp giderken üzerinizdeki baskıyı, sorumluluklarınızı, omuzlarınızdaki yükü altında ezilişinizi sizlerin gözünüzün önüne getiriyor. Çevremiz için iyi olanı yapmaktan kendimiz için hiçbir şey yapmayışımızı anlatıyor. Mesela Gregor çalışıp babasının borcunu ödüyor, kardeşini konservatuvara göndermeyi amaçlıyor... kendi için ne istiyor? Peki kendisi en ihtiyaç duyduğu zamanda uğrundan kendinden ödün verdiği insanlar nerede? Şu kitaptan herkes kendince bir anlam çıkarabilir ama özellikle ailenin maddi sıkıntılarının yarattığı sorunlar göz önüne alındığında şunu diyebilirim ki para her şey değil! Evet belki yaşamak için gerekli bir araç ama kendiniz için her şey yapmayın! Sorumluluk güzel şey, aileniz için bir şeyler yapmak da... ama en güzel şey hayat akıp giderken kendiniz için de bir şeyler yapmak. Maddiyattan önce değerli olan şey sizsiniz! Çevrenizdeki baskının sizi köreltmesine ve yok etmesine izin vermeyin. Ya da izin verin Gregor Samsa gibi köşeniz de ölümün sizi kucaklamasını bekleyin. Franz Kafka benim için güzel bir deneyim oldu. Bir ara diğer kitaplarını da okumak istiyorum.