Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız, düşünerek geçirilen yıllar ve aşkla, cinsellikle, edebiyatla yeniden, yepyeni bir hayat... Hayatını internetten matematik dersleri vererek devam ettiren, Antoni Casas Ros, yaşamını yazmaya koyulur ve Almodovar'ın bundan bir film yapacağını hayal eder. Gerçekle gerçeküstü, kurmacayla otobiyografik olanın arasındaki çizgiler yavaş yavaş silinir. Almodovar'ın yüzü olmayan adama en güzel hediyesi ise genç transseksüel Lisa'dır. Bir yandan edebiyat, bir yandan aşk, inzivaya çekilmiş yazarı başka bir şenliğe çağırır. İçinde yaşadığımız dünyaya dışarıdan, çekildiği inzivadan bakan yazarın gözlemleri ise oldukça çarpıcı. Yüzün, şeklin, görünüşün her şey olduğu bir dünyada, Almodovar Teoremi çirkinliği güzelliğe çeviren bakışın gücü üzerine kurulu.
Otobiyografiyle kurmacanın, edebiyatla sinemanın, matematikle şiirin, fizikle müziğin, Newton'la Almodovar'ın iç içe geçtiği Almodovar Teoremi, 2008'de İspanya'da en iyi roman seçildi.
Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız, düşünerek geçirilen yıllar ve aşkla, cinsellikle, edebiyatla yeniden, yepyeni bir hayat... Hayatını internetten matematik dersleri vererek devam ettiren, Antoni Casas Ros, yaşamını yazmaya koyulur ve Almodovar'ın bundan bir film yapacağını hayal eder. Gerçekle gerçeküstü, kurmacayla otobiyografik olanın arasındaki çizgiler yavaş yavaş silinir. Almodovar'ın yüzü olmayan adama en güzel hediyesi ise genç transseksüel Lisa'dır. Bir yandan edebiyat, bir yandan aşk, inzivaya çekilmiş yazarı başka bir şenliğe çağırır. İçinde yaşadığımız dünyaya dışarıdan, çekildiği inzivadan bakan yazarın gözlemleri ise oldukça çarpıcı. Yüzün, şeklin, görünüşün her şey olduğu bir dünyada, Almodovar Teoremi çirkinliği güzelliğe çeviren bakışın gücü üzerine kurulu.
Otobiyografiyle kurmacanın, edebiyatla sinemanın, matematikle şiirin, fizikle müziğin, Newton'la Almodovar'ın iç içe geçtiği Almodovar Teoremi, 2008'de İspanya'da en iyi roman seçildi.
Karanlıktaki yalnızlığının görünmeyen yüzünü tabiri ile kadın erkek olmayan birisi ile aydınlığa çıkmanın hikayesi.15 senelik özlem.Denebilecek hiç bir şey yok.
Romanın başında babasından da bahsediyor. Anne ve baba taban tabana zıtlar. Biri faşist diğeri solcu ve ateist.
Yüzü olmayan bir adamla cinsiyeti belli olmayan biri arasında geçen ilişki. Antoni hayatını yazıp yönetmen Pedro Almodovar'a göndermeyi planlar. Romanda hatta Almodovar ile tanışır ve filmin çekimini de beraber yaparlar ancak gerçekte bu tanışma kısmı olmuşmudur bilmiyoruz. Almodovar'ın bu güne kadar bazı filmlerini seyrettim ve sıkı bir hayranı olduğumu söyleyebilirim. “Dönüş” ve “Konuş Onunla ” favorilerimdir. Romandaki geyik de çok etkileyici. Antoni ile Lisa dışarda buldukları ve kendilerinden kaçmayan bir geyiği evlerine götürüp bir süre birlikte yaşıyorlar. Antoni onun yıllar önce kazada gördüğü geyik olduğuna inanıyor.
Çok güzel bir kitaptı ve bence okumalısınız.
Kitaptan:
“İnsanın bir hayatı olması için bir yüz gerekir.”
“Babam düz bir çizgiydi, annemse bir eğri.”
“Hiçbir şey sabit değil, her şey hareket halinde evrende, şekillerin hepsi geçici duraklar. Başını çevirdiğin anda şekiller yeni görünüşler almış oluveriyor. Normalde kimse kimseyi tanıyamaz olmalıydı. Başkalarının suratlarına çok bakarım ve şunu fark ettim ki, her gece gizemli bir olay gerçekleşiyor. Her şey görülmez, seçilmez bir şekilde yer değiştiriyor. Her şey havaya, duygulara rüyalara bağlı ama kimse gerçekten bilmiyor bunu. Genel yanılsamayı yavaş yavaş oluşturan, herkesin sahip olduğunu düşündüğü sabitlik fikri. Dünyayı tüketen de bu. En temel şiddet. Herkes kendi sabitlenmişliğiyle ilgileniyor ve başkalarının sabitlenmişliğiyle konuşuyor. Sonuç olarak, senden beklenen hep aynı olman. Sen de bu zinciri kırmıyorsun.”
“İçkimi yudumluyor ve şeklin neden bu kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Her zaman şekle aşık olunur ama şekil başka bir şeyin görünüşünden başka bir şey değildir. Bir şeyin özüne neden aşık olunmaz? Biçimin özü ortaya çıkardığını ve özün biçimi sevdiğini söyleyerek avunuyorum.”
“Deli gibi arzulayıp sahip olamadığım şeyleri hiç unutmam.”
“Tam bir kafa karışıklığıyla uyanıyorum. Yorganın altındaki bedenim belirsizlikten başka bir şey değil. Kalkmak için hangi hareketler yapılır onu bile unutmuşum. Gün ışığı bile pencerenin kalın camından girmekte tereddüt ediyor. Sesler apartmanın üst katına çıkmıyor. Bütün evren tereddütte.”
“Her şey incecik ve hafifti. Bedenim, diğer bedenler, gölge ve karanlık parçaları, sesler, hepsi. Günün ağarmaya çekindiği, gecenin bitmekte kararsız kaldığı bu saati seviyordum. Tanrı güneşin çıkmasını engelleyerek bir oyun oynuyormuş gibi. Sadece ne olacağını görmek, insanların duygularıyla neşesi ve kederiyle oynamak için. Bu soyut zamanlarda, her şey belirsizliğin dibine düşmüş gibi. Benim hoşuma giden de bu, hiç kuşkusuz. Kenarlar, çevreler, tasarılar hafif gölgeleniyor. Birkaç dakikalığına insanların kibri, kendini beğenmişliği yok oluyor. Gizem; senin var olduğun, bir yerin, görevin, kaderin, hayatın olduğu izlenimini mümkün kılıyor. Alacakaranlık için hiçbir denklem mümkün değil.”
“Zihin hiçbir şeye benzemeyen bir çerçeveden, yenilikten, yegane bir andan korkar. Her şey bize başka bir şeyi düşündürüyor, gerçekten hayatta olmanın zorluğu buradan geliyor.”
“Bizi yok edecek olsa bile büyük bir tutkunun kendini göstermesi. Her büyük filmi seyrederken aldığımız risk budur. İçimize ya da hayatımızın hiçliğine akıttığımız gözyaşlarıyla karanlık salondan çıkarken artık aynı şekilde yürümüyor oluruz. Her büyük film bizi sendeletir, iki su arasında gidip gelen yumuşakça planktonun hissettiğine çeker bizi bir anlığına ya da sonsuza kadar. Bu hayattan kaçmak yerine bir kahraman gibi yaşayabileceğimize dair belli belirsiz bir hisle çıkarız karanlığın içinden.
… Bir filmden çıkıp da ortadan kaybolmayı düşünmeyen biri var mıdır? Bir daha ailesini, arkadaşlarını görmemeyi, ertesi gün çalışmamayı, herkesin tanıdığı bir kişi olmamayı, yepyeni bir hayata başlayıp sadece kendi zevkleri için yaşama riskini almayı kim düşlememiştir.
Ölüm anında büyük olasılıkla aynı durumda oluruz. Alışkanlıkların, topluma uyma zorunluluğunun, aynı savunma mekanizmalarının hiç durmadan tekrarlanmasının ağırlığından kurtulacağımızı hayal ederiz. O zaman en saçma soruyla karşılaşıveririz, neyi savunacağız ki? Buna cevap verebilmek için sanırım ölüm döşeğinde olmak gerekiyor. Savunacak, peşinden gidecek hiçbir şey yok, bütün hayallerimizi terk ettik. Uygunluk ve benzerlik içerisinde yaşadık. Rahattan başka bir şey aramadık ve bu tatsız tutsuz arayışta sevinci, mutluluğu kaçırdık. Her sanat eseri bizde varlığın sahip olduğu en canlı, en sorgulayıcı, en özgür şeyi uyandırır. Acılarımız şiddetlenir. Hayatımızın senaryosunu yeniden yazmak isteriz.”
“Love is bilind. Bu keilmeler sıcak bir ses gibi, ben açık pencere önüne geçerken dökülüveriyor. Aşkın bütün güzelliği burada. Kör olmak, karşınızdakine artık parça parça değil bütün halde bakmanızı sağlayan erdemdir çünkü aşkı olanaksız kılan, ona parçalayarak bakmaktır.”
“İnsanın hayatında önemli bir şey eksik olunca, mesela bir yüz, tutku, dünyayı bir parça olsun anlayabilmek. Bu eksik, bu engel olmasaydı hayatın daha güzel, hafif ve sevimli olacağını hayal etmeye kadar vardırıyoruz işi. Bence bu bir aldanma, bir tuzak, tembellik.”
“Bilineni açıklayan bilim adamları vakit kaybederler. Bana göre, bilim adamları ancak bilinmeyene yönelir, sadece ondan büyülenirler. Bir deniz yıldızıyla karşılaşsan sana koskoca okyanusu açıklamaz.”
“Her olayda elimizden kaçan ama dokunulabilir bir lütuf vardır, onu ancak daha sonra görebiliriz.”
“İnsan, hayatını değiştirebilir mi? Bir iş ya da bir başarı hiç bilemeyeceğimiz bir yere taşır mı bizi? Kendimizden kaçmak için bir yer daha mı var?
En sonunda anladığım şey buydu: ne olursa olsun yalnızdım, kaçmanın bir yolu yok. Yalnızlığın bana verilmesi şansına sahiptim ve keşfetmem, anlamam gereken bu yalnızlıktı. Ne daha fazlası ne daha azı. Belki de bir gün boşluğun merkezindeki şenlikle nasıl karşılaşılır, anlayacağım.”
- Biliyor musun, ölmek, ölüme o kadar yaklaşmak çok garip..
- Biliyorum…
-Ne aşka ne de hayattayken hissettiklerine benzeyen bir yumuşaklık oluyor. Bir nehrin üzerinde yön değiştirmek gibi. Hep gördüğüm bir rüya bu, yüzerek kaçıyorum ve nehir beni korkunun olmadığı bir yere götürüyor.
Ortalıkta evin içinde yaşayan bir geyik dolaşsa da fazlasıyla sahici bir eser gibi geldi bana. Hem anlatım ve kitaba serpiştirilmiş felsefik, politik, duygusal ve matematiksel düşünceler çok çarpıcıydı, hem de hikaye ilgi çekiciydi.
Kitapta ilgimi çeken şeylerden biri sinemadan çıkan insanla ilgili yazılanlardı, Aylak Adam'daki sinemadan çıkan insan türünü hatırlattı: "Her büyük film bizi sendeletir. /.../ Bu hayattan kaçmak yerine bir kahraman gibi yaşayabileceğimize dair belli bir hisle çıkarız karanlığın içinden. Bu lütuf anlarında, hassaslığımızı hissederiz. /.../ Sonra korku çıkagelir, biçimleri, çerçeveleri, toplumun işleyişini korumamız gerektiğini hatırlatır."
Ayrıca kitapta İstanbul/Kapalı Çarşı adı geçiyor:)
Karton Cilt, 112 sayfa
Aralık2013 tarihinde, Sel Yayınları tarafından yayınlandı