Merkezin, tüm merkezlerin dışına kaçan, yalnızca kendi çekim alanlarında savrulan, sık sık kendi kara deliklerine düşen yazılardı bunlar. Hayatta her şeyi acemice yapan, ölçü ve stratejiden anlamayan, bir türlü dediğim dedik (köşe yazılarına çok yakışan kodum mu oturturum! tavrı) olamayan, travmalarını fazlaca ele veren birinden beklendiği gibi...
Merkezin, tüm merkezlerin dışına kaçan, yalnızca kendi çekim alanlarında savrulan, sık sık kendi kara deliklerine düşen yazılardı bunlar. Hayatta her şeyi acemice yapan, ölçü ve stratejiden anlamayan, bir türlü dediğim dedik (köşe yazılarına çok yakışan kodum mu oturturum! tavrı) olamayan, travmalarını fazlaca ele veren birinden beklendiği gibi...
Sindirebilmek zor. Ülkenin gerçeklerini, cezaevi olaylarını, işkenceleri, çok yakın tarihimizi tokat gibi yüzümüze çarpan bu kitabı sonuna kadar götürebilmek bile, zor.
Aslı Erdoğan'ın okuma fırsatı bulduğum ilk kitabı. Muhakkak okunması gerekenler listesinde yer almalı. Aslı Erdoğan cok güzel bir insan. Cok güzel bir yazar.
Köşe yazılarının olduğu bir kitaptı.Aslı Erdoğan köşe yazılarında da başarılı bir yazar fakat öykü yazmak ona daha çok yakışıyor.
Aslı Erdoğan'ın Radikal gazetesindeki yazılarından ve denemelerinden oluşuyor kitap.Kitapta bahsi geçen olaylar çok uzak değil.Neredeyse 10-15 yıl öncesinde geçiyor.Diyarbakır cezaevinde öldürülen mahkumlar, her hafta coplanıp gözaltına alınan cumartesi anneleri, Manisa'da işgence gören lise talebeleri, şevkat operasyonları, ölüm oruçları.
Toplumsal hafızanın tazelenmesi ve yakın tarihe ışık tutuyor kitap.
2010 yılında “Taş Bina ve DiğerleriTaş Bina ve Diğerleri” isimli eseriyle Doğan HIZLAN, Murat GÜLSOY, Jale PARLA, Metin CELAL, Hilmi YAVUZ ve Nursel DURUEL ‘in jüri üyeliğini yaptığı Sait Faik ödülüne layık görülen benimde bunu öğrenmemle dikkatimi çeken Aslı Erdoğan, bilgisayar mühendisliğinden mezun olup, fizik doktorasını yarıda bırakarak “kendi sesini duymak için” yazmayı seçti. Edebiyat anlamında Türkiye’de önemli bir isim olarak görülmese de uluslar arası basında yeri hayli sağlam. “Tahta Kuşlar” öyküsü 9 dile çevrilmiş olup birincilik ödülü aldı, "Mucizevi Mandarin" Fransa'da önemli yayınevlerinden Actes Sud tarafından basıldı. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Norveç Gyldendal Yayınları'nın Marg -omurilik- Serisi'ne seçildi. Bunların yayında Lire Dergisince "geleceğin 50 yazarı" arasında gösterildi.
Ancak tüm bu başarılara rağmen karşımızda sürekli hüzünlü ve pesimist bir kadın var. Varoluşçuluk, sorgulama yaşananlar ya da haksızlıklar karşısında isyan bunu gerektirir nasıl gülelim evet ama gerek röportajlarında gerek yazılarında hep kadın olmanın zorluklarından bahsediyor. Ve ben ne zaman bir kadın yazar okusam “kadın yazarların; edebi anlamda sığ kaldıkları, tıpkı günlük hayatta olduğu gibi fazla laf kalabalığıyla ilgiyi olması gereken yerden alıp başka yerlere dağıtıp kafa yordukları gibi güçlü bir önyargıya sahibim. Hâlbuki temel algıda kadınlar daha ince düşünür, daha hassas yapıdadır, fazlasıyla irdelerler ve derinlik sahibidirler. Yazmaya başlamasındaki asıl etken; iç hesaplaşmalarından sonra haykıramadıkları çığlıkları dışa vurum olmalıdır. Yani günümüzün kadın yazarları olması gerekenin tam tersi gibi davranıyorlar edebiyatta.” demek zorunda kalıyorum. Aslı Erdoğan’da da durum değişmiyor. Karşımda; kendine bir benlik kazandırmak için sorgulayan bir beyin var ama o yine kadın olmanın zorlukları konusu onu o kadar meşgul ediyor ki edebiyatının önüne geçiyor. İşte bu yüzden erkek yazarları okumak öncelikli tercihim oluyor. Erkek yazarlar toplumsal olayları anlatırken evet toplumsal olayları anlatır, kadın yazarlar (istisnalar hariç) toplumsal olayları anlatırken toplumsal olaylar üzerinden yine kendilerini anlatır. Mesela dünyada asıl amacını aşan, olayı iyice dramatik hale getiren 8 Mart diye bir gün kutlanıyor. 8 Mart bana göre bir direniş, bir hak arayışı değil bir kabulleniş olmuştur. Yıl olmuş 2016 Türkiye’de kadın olmanın zorluklarından yakınılıyor. Orayı geçelim efendim artık Türkiye’de “insan!” olmanın zorlukları söz konusu. Mesela Aslı Erdoğan’ın eski sevgilisi sözde yazar Hasan Öztoprak İmkansız Aşk isimli kitabında Aslı Erdoğan'la yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. Yaşanmış bitmiş bir ilişkiyi adı duyulmuş bir kadın üzerinden reklam yapmak amacıyla en mahrem yerlerinden kendi pencerenden anlatmak… şimdi bu kadın olanın zorlukları mı, insan olmanın zorlukları mı?
Bir delinin güncesi; gazete ve çeşitli dergilerde çıkan öykü ve denemelerden oluşan bir kitap. İçindekiler, yakın tarihe ait toplumsal ve sosyolojik olayları anlatıyor. İsmi neden “bir delinin güncesi” bilemiyorum ama sanırım ülkemizde yaşanan olaylar aklın sınırlarını zorladığı için olabilir. Altını çizdiğim kelimeler de üzerinde düşündüğüm taraflar oldu. Örneğin “aşk, sahip olmadığın bir şeyi var olmayan birine vermektir.” Belki Aslı Erdoğan’ın edebi yerini anlatmak için otobiyografik eseri “kabuk adam”ı ya da “kırmızı pelerinli kent”i okumalıyım. Öyküler onu edebiyatçı yapmaya yetmiyor. Sadece gazetede köşe yazarı yapıyor.
2010 yılında “Taş Bina ve Diğerleri” isimli eseriyle Doğan Hızlan, Murat Gülsoy, Jale Parla, Metin Celal, Hilmi Yavuz ve Nursel Duruel‘in jüri üyeliğini yaptığı Sait Faik ödülüne layık görülen benim de bunu öğrenmemle dikkatimi çeken Aslı Erdoğan, bilgisayar mühendisliğinden mezun olup, fizik doktorasını yarıda bırakarak “kendi sesini duymak için” yazmayı seçti. Edebiyat anlamında Türkiye’de önemli bir isim olarak görülmese de uluslar arası basında yeri hayli sağlam. “Tahta Kuşlar” öyküsü 9 dile çevrilmiş olup birincilik ödülü aldı, "Mucizevi Mandarin" Fransa'da önemli yayınevlerinden Actes Sud tarafından basıldı. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Norveç Gyldendal Yayınları'nın Marg -omurilik- Serisi'ne seçildi. Bunların yayında Lire Dergisince "geleceğin 50 yazarı" arasında gösterildi.
Ancak tüm bu başarılara rağmen karşımızda sürekli hüzünlü ve pesimist bir kadın var. Varoluşçuluk, sorgulama yaşananlar ya da haksızlıklar karşısında isyan bunu gerektirir nasıl gülelim evet ama gerek röportajlarında gerek yazılarında hep kadın olmanın zorluklarından bahsediyor. Ve ben ne zaman bir kadın yazar okusam “kadın yazarların; edebi anlamda sığ kaldıkları, tıpkı günlük hayatta olduğu gibi fazla laf kalabalığıyla ilgiyi olması gereken yerden alıp başka yerlere dağıtıp kafa yordukları gibi güçlü bir önyargıya sahibim. Hâlbuki temel algıda kadınlar daha ince düşünür, daha hassas yapıdadır, fazlasıyla irdelerler ve derinlik sahibidirler. Yazmaya başlamasındaki asıl etken; iç hesaplaşmalarından sonra haykıramadıkları çığlıkları dışa vurum olmalıdır. Yani günümüzün kadın yazarları olması gerekenin tam tersi gibi davranıyorlar edebiyatta.” demek zorunda kalıyorum. Aslı Erdoğan’da da durum değişmiyor. Karşımda; kendine bir benlik kazandırmak için sorgulayan bir beyin var ama o yine kadın olmanın zorlukları konusu onu o kadar meşgul ediyor ki edebiyatının önüne geçiyor. İşte bu yüzden erkek yazarları okumak öncelikli tercihim oluyor. Erkek yazarlar toplumsal olayları anlatırken evet toplumsal olayları anlatır, kadın yazarlar (istisnalar hariç) toplumsal olayları anlatırken toplumsal olaylar üzerinden yine kendilerini anlatır. Mesela dünyada asıl amacını aşan, olayı iyice dramatik hale getiren 8 Mart diye bir gün kutlanıyor. 8 Mart bana göre bir direniş, bir hak arayışı değil bir kabulleniş olmuştur. Yıl olmuş 2016 Türkiye’de kadın olmanın zorluklarından yakınılıyor. Orayı geçelim efendim artık Türkiye’de “insan!” olmanın zorlukları söz konusu. Mesela Aslı Erdoğan’ın eski sevgilisi sözde yazar Hasan Öztoprak İmkansız Aşk isimli kitabında Aslı Erdoğan'la yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. Yaşanmış bitmiş bir ilişkiyi adı duyulmuş bir kadın üzerinden reklam yapmak amacıyla en mahrem yerlerinden kendi pencerenden anlatmak… şimdi bu kadın olmanın zorlukları mı, insan olmanın zorlukları mı?
Bir delinin güncesi; gazete ve çeşitli dergilerde çıkan öykü ve denemelerden oluşan bir kitap. İçindekiler, yakın tarihe ait toplumsal ve sosyolojik olayları anlatıyor. İsmi neden “bir delinin güncesi” bilemiyorum ama sanırım ülkemizde yaşanan olaylar aklın sınırlarını zorladığı için olabilir. Altını çizdiğim kelimeler de üzerinde düşündüğüm taraflar oldu. Örneğin “aşk, sahip olmadığın bir şeyi var olmayan birine vermektir.” Belki Aslı Erdoğan’ın edebi yerini anlatmak için otobiyografik eseri “kabuk adam”ı ya da “kırmızı pelerinli kent”i okumalıyım. Bu kitabındaki okuduklarım onu edebiyatçı yapmaya yetmiyor. Benim için sadece gazetede köşe yazarı yapıyor.
166 sayfa