Bulantı

Bulantı, Fransız yazar ve filozofu Jean Paul Sartre (1905-1980)ın en önemli yapıtıdır. 1938de yayımlanan Bulantı ile Sartre, daha sonra ilkelerini açıklayacağı Varoluşçuluk felsefesinin ilk örneğini vermiş oldu. Edebiyat yapıtlarıyla felsefi düşüncelerini yansıtan Sartre, Varoluşun özden önce geldiğini savunan bu ilk örneğiyle Varoluşçuluk felsefesinin Fransadaki ilk temsilcisi olmuştur.

Bulantı, Fransız yazar ve filozofu Jean Paul Sartre (1905-1980)ın en önemli yapıtıdır. 1938de yayımlanan Bulantı ile Sartre, daha sonra ilkelerini açıklayacağı Varoluşçuluk felsefesinin ilk örneğini vermiş oldu. Edebiyat yapıtlarıyla felsefi düşüncelerini yansıtan Sartre, Varoluşun özden önce geldiğini savunan bu ilk örneğiyle Varoluşçuluk felsefesinin Fransadaki ilk temsilcisi olmuştur.


Değerlendirmeler

değerlendirme
10 puan

Sartre'yi ilk Jean Genet "Gülün Mucizesi" kitabını okurken farkettim. Hırsızlıktan müebbet yiyen bir adamın hapishanede yazdıklarını destekleyen ve dönemin Cumhurbaşkanına onun aftan yararlanması için dilekçe yazan yazardı Sartre. Sonra onu merak ettim ve "Bulantı"yı okuma maceram böyle başladı. Yaşanmışlıkları olan insanların yazdıklarını, hayatın tüm gerçeklerini çıplaklığıyla önüme koyan bak bu da var diyen yazarları seviyorum Genet bende böyle bir izlenim bırakmışken Nobel ödülünü reddeten bu şahane yazarla ilgili dikkatimi çeken bazı noktalar var mesela; Babasını 1,5 yaşında kaybeden Sartre ”Babam ben bir buçuk yaşımda iken ölme nezaketini göstererek, beni baba otoritesi yükünden kurtardı” diyerek aile, toplum, ulus vs. gibi değerlere karşı isyanını dile getirmiştir.Bir başka detayda; bir ara “Bulantı”yı yazdığı sıralarda bunalımlı bir devre yaşamış ve alışkanlık yapmadığı savunulan ve 4-12 saat etkili olan bir sanrı uyandırıcı Mescalin’i kullanmıştır.Görsel sanrılar eserlerine yansımış ve Sartre’a psikolojik şoklar yaşatmıştır.

Sartre; felsefi düşüncelere radikal değişiklikler getiren varoluşçuluğun önemini vurgulayan yazarlardandır. Sartre'ye göre İnsan sadece vardır. Belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan oluşurken bir taslak belirlenmemiştir. Önce varolur sonra kendi kendini gerçekleştirir. Yani kendisini nasıl yaparsa, öyle olur.Sartre görüldüğü gibi kaderciliğe inanmıyor bu nedenle Nietzsche gibi Ateist olduğu yönünde düşünceler olsada kitabındaki kahramanına söylettirdiği "Bütün insanların evet bütün insanların hayranlığa eşdeğer olduğunu biliyorum. Sizde hayranlığa değersiniz bende. Tanrı'nın yarattıkları olmamız bakımından tabi". Bu söylem bizde ki Yunus Emre'nin "severim yaradılanı yaradandan ötürü"ile eşdeğer.Varoluşçuluk kavramı ile de Ateistliğe olmasa da Deistliğe daha yakın görünüyor.

Bulantı adlı eserinde varoluş çabası içindeki bir adamı anlatıyor. Kahramanımız dünyanın anlamsızlığını, yüreğinde bulantı duyacak derecede açık seçik görebilen, ama bu gerçek karşısında yaşamını değiştiremeyecek kadar uyuşuk bir adamdır.Kinyas ve Kayra'yı okurken resmen hiçlik duygusuna kapılmıştım ama burada öyle değil hiçlik yok aksine herşey var.Evet her şey anlamsız ama her şey varolduğu için anlamsız. Bizde varız ama bunun için sebep yok.Kitapta hep bir sorgulama var mesela elim burada ama neden burada, kolum burada ama neden burada sonra bakıyor elim kolum sebepsiz yere burada falan:) Varoluşuna sebep arıyor ama bulamıyor var ama varoluşunun sebebi yok falan:) Bir kitap okuyucusuna bu kadar ulaşırdı tebrik ediyorum okurken bende de bir "bulantı" oluştu:) Zaman zaman bende öyle düşünmüyorum dersem yalan olur:) Sonra dedim ki kendi kendime demek ki bende varoluşçuluğu savunan bir kişiliğim yıllardır hayatın tanımını yaparken "hayat; anlamsızlıklar içinde anlam arama sanatıdır"diyordum. Sonra kendime geliyorum "varoluşumu başka varoluşlarla anlamlandırmadan var olmak çok saçma" deyip tüm anlamsızlıklaştırdıklarımdan vazgeçiyorum. Kitabı okurken kafam gitti geldi bunalıma girdim Sartre okumak yanında Eco masal kaldı:)


Kitaptan altını çizdiklerim:

-Gövde, bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben
sürdürür, ben geliştiririm.

-Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.

-Topluluk içinde yaşayanlar, kendilerini, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin bunca çıplak olması acaba bu yüzden mi? Buna insansız doğa denebilir.

-Tutkum ölmüştü artık. Yıllarca onunla dolup sürüklenmiştim, ama şimdi içim bomboştu.

-Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar; vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutlululuk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına
karışmaya görsün, suratları hemen değişir.

-Anılarımı şimdiden türetiyorum. Şimdinin içine fırlatılmış, orada bırakılmışım. Geçmişime yeniden dönmek istiyorum ama tutsaklığımdan kurtulamıyorum.

-Gizli kapaklı şeyler, ruh halleri, anlatılmaz duygular istemiyorum artık. Ben ne papaz, ne kız oğlan kızım, iç hayatım diye tutturamam.

-Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız.

-Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan

-Bizi, birbirimizden ayıran gerçeği kavradım birden: Onun üzerinde düşünebileceklerim ona erişmiyordu; romanlarda
görülen ruh biliminden fazlası elimden gelmiyordu. Oysa onun yargısı beni bir kılıç gibi biçiyor ve varolma hakkımı bile sorguya çekiyordu.

-Şimdi var olandı; şimdi olmayan hiçbir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç değildi. Ne
eşyada, hatta ne de düşüncemde var oluşmuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım.

Profil Resmi
8 puan

bu kitabı kaç defa okuduğumu hatırlayamıyorum, dünyanın bendeki varlığı bana bulantı duygusunu verdikçe okuduğum kitap

8 puan

Açık ara okuduğum en sıkıcı kitaplardan biri olabilecekken yazılış tarzıyla nispeten yırtan bir kitap. Nedir o yazılış tarzı? Tek karakter üzerinden yazılan bir hikaye. Anlatıcı merkezde ve onun başından geçen somut olaylar anlatılıyor. Geçtiği sokaklar, içtiği, yediği, yattığı filan. Burası önemli bak, somut olaylar anlatılmasa; bilinç akışı adı verilen o sıkıcı teknikle yazılsa kafayı duvarlara vururdum bu kitabı okurken. Pınar Kür' ün Asılacak Kadın isimli bir kitabı var, okurken bir beddualar ettim ki Ulu Odin' in Darth Vader' e ettiği beddualar solda sıfır kalır. Selahattin Hilav gibi bir usta çevirmiş Allah' tan yoksa bu kitap başka bir yayınevinden çıksaydı ziyan olurdu. Şu kitabın çevirisine Can Yayınları kaç para istese analarının ak sütü gibi helaldir ayrıca.
Antoine Roquentin isimli birinin günlüğünü okuyorsunuz aslında. Konuya çok değinmiyorum zira zaten pek önemi de yok. Canı çok sıkılan bir adam bu Roquentin. Karıya kıza gitse belki düzelirdi ama Sartre hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi davranıyor. Simone De Beauvoir(Bunu bakmadan yazabiliyorum. Bir erkek bir bunu bir de Nietzsche' yi bakmadan yazabiliyorsa net abazandır. Kendimden biliyorum) ile yaşadıklarını da biliriz Sartre ya neyse. Adamın can sıkıntısı sizin bildiğiniz tarzda tribal bir enfeksiyon değil elbette. Bizim Roqu, hayatın anlamsızlığını net şekilde gören dahası günlüğüne yazdıklarıyla da bunu size de yer yer gösteren bir adamdır. E hayatın anlamsızlığını, dahası gereksizliğini fark eden bu adam haliyle hayata karşı bir iğrenme duymaya başlar. İşte bulantı meselesi özetle budur aslında.
Ya tamam da kitap tam olarak ne anlatıyor diyenler olabilir. Ben okuduktan sonra uzun süre dedim çünkü. Varoluşçuluk nedir diye merak edip bir şeyler okuyorsun, bekliyorsun ki masa nedir sorusunun cevapları gibi cevaplarla karşılaşasın ama nerede...
Şimdi Antoine Roquentin için hayatın anlamsız olduğunu bir anlayalım önce. Adam olan biten her şeyin boş olduğunu söylüyor. Yalnız hiççilikten bahsetmiyoruz burada, ondan bahsettiğini savunanlar da var da bence bahsetmiyor. Evet her şey anlamsız ama her şey var olduğu için anlamsız diyor Antoine Roquentin. Antoine Roquentin varız diyor yani ama bunun için sebep yok diyor. Elim burada ama sebepsiz yere burada, kolum burada ama sebepsiz yere burada, bacağım burada ama sebepsiz yere burada... (neyse uzuvlara devam etmeyeyim daha fazla) diyor. Dikkat et şimdi vitesi 2' ye alacağız çünkü(ehliyetim de yok bu arada ama korkma araba da kullanamıyorum zaten);
Hangi kaynağa gidersen git varoluşçuluğu araştırırken Sartre' a illa ki denk gelecek ve onun; ''varlık özden önce gelir.'' sözüne rastlayacaksın. Anladın mı sözü? Anlamadın tabii. Tanrı beni yaratmadı benim varlığım özümden de önce vardı diyor kafir! Varlığım vardı ama özümü ben oluştururum diyor. Benim yaptığım her eylem her seçim beni oluşturur özgür irademle diyor. Yemin ederim yazarken yoruluyorum okurken ne çektim sen düşün. Ulan Camus' u bu yüzden daha çok sevdim işte hep. Tertemiz pırıl pırıl anlatıyor ne anlatıyorsa Yabancı kitabında. Üstelik bir de hatun götürüyordu Meursault. Roquentin' in ise mastürbasyon yapmaya mecali yok bana sorarsanız.
Bizim Roqu bir cisme tekme mi atıyordu yoksa ona benzer bir şey oluyordu tam hatırlamıyorum ama sonrasında yok efendim niye oraya gitti de buraya gitmedi diye düşünüp duruyordu. Roqu kendi de dahil olmak üzere her şeyin neden orada, öyle olduğunu sorgulamaya başlıyor. Ama bir yandan da varoluşuna bir anlam arıyor tabii bulamıyor, yalnız sorumluluk duygusunu da hissediyor. Çünkü o var, varlığının etkileri var ama nedeni yok. Nasıl bulanmasın lan adamın midesi, beyni?
Burayı cidden dikkatli oku yalnız: Sartre' a göre insan olan biten her şeyden sorumludur. İnsanı yaptıklarıyla kendi özünü oluşturur.
İnsanın varolması için hiçbir neden yoktur ama insan vardır ve bu düşüncenin altında ezilir insan. Varlığına anlam yüklemeye çalışır, ama böyle bir anlam yoktur. Anlamsız şekilde varolan insanın bu anlamsızlığı fark etmesini anlatır işte bu kitap özetle.
Kitap neden önemlidir? Çünkü varoluşçuluk düşüncesini bir hikayenin içine bu kadar güzel yedirebilen dahası, varoluşçuluğu bu kadar kapsamlı şekilde anlatabilen ilk ve belki de tek romandır.

7 puan

Nasıl bir kitap okumalıyım? Bu soruyu okuma ihtiyacımızı gidermeden önce kendimize mutlaka sormamız gerekiyor. Zira yanlış zamanda okunan kitaplar okunması gereken zamanda bıraktığı etkiyi bırakmıyor üzerimizde. Hal böyle olunca hem zaman koflaşıyor , mantar gibi şişiyor hem de doğru zamanlanmayı yaptığımız takdirde alacağımız verimi bile bile düşürmüş oluyoruz. Okundu diye yaftaladığımız pek çok kitaba dönüp bir daha bakmak gelmiyor içimizden.
Bulantıyı okumadan önce ona ihtiyacınız olduğunu duyumsayın ve araştırın.Ufak bir zamanlama hatası onu yarıda bırakmanıza sebep olacaktır, özellikle çocuk okuyucu kitlesindeyseniz.

Türk okuyucusunun, tipik örneklerinden biri benim, Felsefe ile alakası çok da iyi sayılmaz. Varoluşun, varoşumanın içinizi bulandıracak kadar tekrar edildiği bu kitap maalsef Felsefeyi daha çok, ilginiz dışındaysa, sevmenize olumlu katkı yapacak değil.
Çoğu insanın içine düştüğü boşluk duygusunun irdelenmesiyle ortaya çıkan yeni boşluklara;duyulara dopamin etkisi yaratan yalnızlığın ipin ucunu kaçırdığında nasıl pervasızca dolup arsızca işgal ederek yerleştiğini seyrediyosunuz kitap boyunca. Modern insanı özgürleştiriken tutsak eden matbu hayatların ve anlayış ve algılayışlarımızın benzeşip ayrıştığı noktaların benlik üzerinden sorgulandığı, toplumun kendine sorması gereken soruları bireyin kendine sorup cevap aradığı ateist bir günce.

Hep derim yalnızın dostu şeytandır. Artık bir dostunuz daha var Sartre.

Bu yoruma rastladınız ama yine de kitabı okumak istiyorsunuz çok endişe etmeyin 259 sayfa aynı tonda ilerlemiyor. Bir şans verin derim ben . Belki benim anladığımdan daha çok şey anlarsınız ve beni de aydınlatırsınız.

8 puan

Dünyanın kendinde varlığı (" kendinde şey "), insana bulantı duygusu verir; cünkü gerceklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar.
Bilinç ise, " kendi-için-şey " dir, ve o hiçlikle ortaya konur.
Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı'da edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

10 puan

*
"Çevreme kaygılı gözlerle baktım, şimdiden başka tek şey yoktu. Şimdi'leri içinde kabuk bağlamış, hafif ve sağlam mobilyalar; bir masa, bir yatak, bir aynalı dolap ve.. ben. Şimdi'nin gerçek özü kendini açığa vuruyordu. Şimdi varolandı, şimdi olmayan hiç bir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç değildi. Ne eşyada, hatta ne de düşüncemde varoluşmuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım. Ama benim alanımın dışına kaçmış olduğuna inanmamıştım. Benim gözümde geçmiş, bir çeşit emekliye çıkarma; bir başka varoluşma biçimi, bir tatil ve hareketsizlikti. İşi biten her olay, kendi kendine bir kutunun içine usulca giriyor ve fahri olay niteliği alıyordu. Hiçliği düşünmek bu kadar zordur işte. Ama şimdi anladım, eşyanın, görünüşünü aşan bir varlığı yok. Onların ardında.. hiç bir şey yok."

*Sartre, bulantı, s132

7 puan

öncelikle çok farklı bir yazar sartre. bu kitabı okuyunca da anlıyorsunuz zaten bunu. kitaptaki betimlemeler, uslup, ortaya koyduğu olaylar vs. çok ağır. ben çoğu yerde sıkıldım, ama bırakmadım kitabı. karakterin beyin kıvrımlarında gezindim diyebilirim. paylaştığımız, yaşadığımız bulantılar çok da farklı değil aslında. kendisiyle kavgalı, varoluş ve yaşam kavramları üstüne takıntılı bir adamın hikayesidir bu.

kitapta geçen şarkı da pek güzeldir;

"some of these days,
you're gonna miss me honey"

11 yıl, 11 ay
8 puan

Bence bu romanı varoluş felsefesinin temeli sayılacak kadar kült hale getiren en önemli etkenlerden biri de varoluşçuluğu yalnızca bir fikir değil, baş karakterin yaşamsal deneyimi olarak ele alması. Roquentin’in bireyi sınırlayan toplumsal yaşama duyduğu tiksintinin kendi bedenine kadar ulaşması ve insanın kendisine bir madde gözüyle bakıp bu derece yabancılaşması öyle iyi ifade edilmiş ki daha önce başa gelmişse işte bu dedirtiyor. Kitabın en etkileyici kısmı varoluşçu Roquentin’in hümanist Otodidakt ile olan görüşmeleri bence. Bir tarafın baskın çıkmaya çalıştığı diğer tarafın –doğal olarak- umursamadığı iki zıt görüşün karşılıklı diyalogları ve hareketlerini okurken çok keyif aldım. Fakat tüm anlaşılabilir dile indirgenmiş sadeliğine rağmen ağır sayılabilecek bir kitap. Özellikle kimlik bunalımı yaşayan birinin bu kitabı okuyup da kafayı kırmaması biraz zor. Yine de şöyle bir 50-60 yıl öncesinde yaşanıp okunsa daha çok etkisinde kalınırdı şüphesiz, bu çağda biraz zor tabi.

Profil Resmi
3 puan

çeviriden olsa gerek beğenmedim yarım bıraktım...

10 yıl, 10 ay
9 puan

Varoluşçuluğu sevdiren kitap. Aynı zamanda kapağıyla bu kadar uyuşan bir kitap görmedim diyebilirim. İstediklerini anlatmaya henüz kapağından başlıyor. Kapak resmini beğenmediyseniz kitaptan da uzak durmanızı tavsiye ederim.
Bazı kitaplar vardır; okuyucu ya çok sever ya da hiç sevmez, ortası yoktur. En güzel örneklerinden biri de Bulantı'dır bu durumun kuşkusuz.
Anlaşılacağı gibi ben çok sevenler grubundanım. Ya siz?


Baskı Bilgileri



ISBN
975-385-098-

Diğer baskılar


Etiketler: roman

Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

Şu anda kimse okumuyor.

Okumuşlar

geyikboynuzu utku eniyiikinci serserikus
4 kişi

Okumak İsteyenler

ZéZé sudenazkocak
2 kişi

Takas Verenler

Takas veren bulunamadı.
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski