Kitap açıklaması henüz eklenmemiş.
Kitabı okuduğumdan beri kitap hakkındaki duygularımı tartıyorum, yoruma dökebilmek için çabalıyorum. İlk bölüm oldukça başarılı başlıyor, ilk sayfadan itibaren merakla sayfaları çeviriyorsunuz.
Mahmut Usta'nın Cem ile ilişkisini, ders niteliğindeki hikayelerini sevmemek imkansız. Fakat, ikinci bölümden itibaren bazı şeyler değişmeye başlıyor, yazarın vermeye çalıştığını tam alamamaya başladım, bu eksiklik duygusu ve/veya tatminsizlik kitap boyunca devam etti.
Karakter tahlillerini, karakterler arasındaki tezatlıkları ve doğu batı ikilemini beğenerek okuduğum Sessiz Ev'den sonra; baba-oğul ilişkisi üzerinden, mitolojilere dayandırarak sunduğu doğu - batı ikilemi, Kırmızı Saçlı Kadın'da 'yetersizlik'ti benim için.
Bu bölümden itibaren kitabı okumayanlar için içerik hakkında bilgiler içermektedir....
Karakterleri oturtamamak, karakterlerin düşüncelerini, hislerini çözememek bu duyguyu veriyor sanırım. Ana karakter olması gereken Cem bile her yönüyle eksikti. Babasını uzun süre görmüyor, bir şekilde duygularına yansıtmıyor diyelim, babasını tekrar görmesine kadar ki süreçte bir dolu duygusal şey yaşıyor aslında...
Birinin ölümüne sebebiyet vermek, birine aşık olmak, ilk deneyim vs. Cem'in ne duygularına ne de ruhuna yansıyan bir değişiklik görüyoruz. Diğer karakterler ise, hırssız, vasıfsız, sönük, donuk boş karakterlerler olarak yansıyor kitaba.
Kitabın sonlarındaki hıza adapte olmakta zorlandım, bazen okuyucuya özümsemek için bir ara vermek iyidir. Sıfır duygusal geçişle, birbiri ardına gelen, oğul, Mahmut Usta haberleri bu hızın nedenini sorgulatıyor insana. Kitabın sonunu ise "Bir an önce bitireyim!" gayreti ile eklenen Oğul aracılığıyla, "O kadar mitolojiyle uğraştım, sonu 'Oğul' elinden yazayım ki, bu karakteri de burada kullanalım, adı geçsin." hissinden öte bir şey hissettirmedi bana.
Kurgudaki eksiklik ve kopukluk en başından itibaren hem kitaba hem de konunun ilerleyişine yansıyor, öyleki, Mahmut Usta'nın ölmediğini biliyor, Ayşe ile çocukları olmamasına üzülmüyorsunuz - dip not, zaten karakterlerin de bu konuda ki duygularını net hissetmiyorsunuz, Ayşe Cem'le yıllarını geçiren onunla evli karakter olmasına rağmen, hiçbir ayrıt edici bir özelliği yansımıyor size- çünkü bir şekilde Kırmızı Saçlı Kadından olma oğlu ile sonun belirlendiği belli.
Ne Sessiz Ev ne de Benim Adım Kırmızı'daki tadı alabildim, Bu nedenle eleştirmenlerin aksine; Orhan Pamuk Nobel'den sonra; Nobel'den önceki kitaplarının seviyesine maalesef ulaşamadı bana göre.
İlk Orhan Pamuk kitabım :) Kurgusu genel olarak Sigmund Freud'un Oidipus Kompleksi üzerine kurulmuş. Kitap Sophokles'in "Kral Oidipus" ve Firdevsi'nin "Rüstem ile Sührab" efsaneleriyle, doğu-batı kültürünün karşılaştırılması şeklinde ilerliyor.
Baba-oğul ilişkisi, İstanbul'un hızla büyümesi, kuyuculuk mesleğinin zamanla yok olması, uzak-yakın tarihten örnekler gibi konularla dolu dolu bir kitap olmuş keyifle okudum. Okurken durup uzun uzun düşündürüyor yazar.
Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim ve okurken beni rahatsız eden bir durum var, yazarın yoğun bir şekilde "bazan" kelimesini kullanması. Özellikle kitabın ilk 60 sayfasında okumamı bir hayli zorlaştırdı. Resmen gözüme battı o kelime. Takıntılı olmak çok kötü :(
Kitabın fazlaca eleştirilmesi Orhan Pamuk'la daha erken tanışmamı sağladı. Tek bir paragrafın 204 sayfalık bir kitabı yerden yere vurmaya yetiyor malesef ülkemizde.
Orhan Pamuk'a ya da bu kitaba önyargınız varsa okumayın. Kendinize de bu kitaba da yazık etmeyin. :)
Kırmızı saçlı kadın, Orhan Pamuk sesini hissettiren bir roman.
Olay örgüsü, işleniş biçimi, baba-oğul ilişkisinin katmanlı olarak ele alınışı, öyküleme tekniği Pamuk'un ustalığını gösteriyor.
Öykü içinde Oidipus - Sührab/Rüstem efsanelerinin ele alınışı, Kur'an'dan kıssalar, baba-oğul ilişkisi kapsamında bahsedilen müzeler, kitaplar, tablolar bir yandan Pamuk'un romanın hazırlık aşamasındaki çalışmaları gösteriyor, diğer yandan "Benim Adım Kırmızı"da kullanılan doğu-batı karşılaştırılmasının temelini oluşturuyor.
Pamuk açısından bir baş yapıt olmasa da keyifle okunan, sona doğru olayların fazlaca hızlanarak toparlandığı (sonu zayıf), sürpriz unsurunu kullanmaya çalışırken hikayesini zedeleyen bir roman olarak değerlendiriyorum. Yine de bir ustanın romanı, okunmalı...
Fazlaca arabesk. Kaderci bir bakış açısıyla yazılmış. Çocuğu olduğunu çok sonra öğrenen anne, baba... Bu konuda çok türk filmi de var.
Okuduğum en vasat Orhan Pamuk kitabı bu kitap oldu.-Benim Adım Kırmızı, Yeni Hayat, Kara Kitap- gibi kitapların yazarıyla bu üçüncü sınıf Ahmet Ümit'vari kitabın yazarının aynı kişi olduğuna inanmak zor.Güzel bir konu seçilmiş ama tüm olaylar çok yüzeysel geçilmiş.Karakterler çok bayağı.Hiç bir karakter tam oturmamış.Kurgu fazlasıyla kopuk.Adamın karısı ne oldu, kuyu ustası ne oldu, adamın annesi ne oldu gibi onlarca soru kaldı aklımda kitap bittiğinde.Tarihi, coğrafi, kültürel hatalarla dolu bir kitap.Kısacası olmamış bu kitap.
“Sizin saçınızın kırmızısı doğuştan, benimki ise kendi kararım”
Öncelikle dikkat çekici bir bilgi ile başlayayım. Kitap kapağını Orhan Pamuk bilhassa koydurmuş.Dante Gabriel Rosetti'nin Regina Cordiuam (Queen of Hearts) tablosuna ait kapak resminde elinde menekşe tutan bir kadın görülüyor.Tabi Queen of Hearts bildiğimiz kupa kızıdır.
Kitap kapağında yırtık resmi Rosetti portresi yoktur.Roman içindeki olay nedeniyle Orhan Pamuk yırtılmış olarak resmi koydurmuştur.
Roman kahramanı Cem Çelik solcu babası tarafından başka kadın için terkedilmiş üniversite sınavlarını kazanınca tıp yerine kuyu ustasının etkisinde kalarak jeoloji mühendisi olmuş bir adamın hikayesidir.Kitap bölüm bölüm. Birinci bölümde kahramanlar ete kemiğe bürünüyor,hepsini kafanda canlandırabiliyorsun.Yalnız aynı tadı diğer bölümlerde alamadım.Karısı,oğlu havada kalıyor özellikle son bölümde Gülcihan Hanım'ın ağzından anlatılanlar kaleminin arkasından at koşturuyormuş gibi bir izlenim veriyor.Oedipus hikayesine, Sührab ve Rüstem'in ilişkisine oldukça geniş yer vermiş.Bir sonraki sayfayı elbette merak ediyorsunuz ama tahmin edilemez sonuçlar da yok.
Orhan Pamuk kitapları okumak her zaman bunaltıcı gelmiştir bana.Yalnız bu kitabı hariç.Kısa roman tam Orhan Pamuk'a göreymiş.Diğer kitapları gibi ağdalı bir dili yok.
Klasik olan kısım, Orhan Pamuk'un at gözlükleri.Doğu-Batı ikilemini anlatırken Batı hayranlığını acımasızca eleştirirken Araplaşan Türk dünyasını anlatmadı.Oğul öldüren hikayaleri sayfalarca anlatırken oğlunu öldüren padişahlara 1 cümle ile yer vermesi ilginçtir.
Adını ilk kez duyacağımız, eserini ilk kez okuyacağımız bir yazarın olsa, "başarılı bir ilk roman" diyebileceğimiz bir kitap olmuş. Ama bu Orhan Pamuk. Değerlendirirken Kara Kitap'a, Kar'a bakıyor okur. Onların yanından bile geçemez bana göre. Baba Oğul ilişkisi, Şehname ve Oidipus mevzuları ne kadar zevk verse de, biri bir gün Pamuk kitaplarını sıralamamı istese, herhalde en sona Kırmızı Saçlı Kadın yazarım. Yine de bir öğleden sonrayı keyifle geçirmek için okunabilir bir roman.
Okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı oldu. Her şeyi söyleyen yapısıyla okuyucuyu kitabın içine çeken bir tarzı vardı. Normalde anlatma sezdir derler usta yazarlar. Pamuk bunun tam tersini detaycılığı ve tasvirleriyle yapıyor. Ben açıkçası beğendim kitabı.
Sürekli aynı şeylerin tekrarlanması çok sıkıcıydı. Kitabı zorlayarak bitirdim.
195 sayfa
Şubat2016 tarihinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı