Nobel Ödüllü yazar Isaac Bashevis Singer, kendi seçtiği öykülerinden oluşan geniş bir derlemeyle ilk kez Türkçede. Öznel olduğu kadar evrensel nitelikler de taşıyor. Singerin öyküleri. Yahudi kültürü, gelenekleri, alışkanlıkları ve yaşam tarzı ön plana çıksa da, yazar içten içe tüm halklara sesleniyor, tüm insanları birbirine bağlayan ortak değerlerin altını çiziyor. Yer yer komik, yer yer hüzünlü bir ses tonu sızıyor satırların arasından. Singerin şiirsel ve akıcı diliyle kaleme aldığı öykülerden her biri, paletteki değişik renk kombinasyonlarıyla oluşan eşsiz birer resmi andırıyor. TADIMLIKI Kunduracılar ve SoyağaçlarıKüçük kunduracıların ailesi sadece Frampolda değil, çevresinde de -Yanev, Kreşev, Bilgoray, hatta Zamoşohta- nam salmıştı. Ailenin kurucusu olan Abba Şuster, Kmielnitzki katliamından bir süre sonra gelmişti Frampola. Yassı tepede, kasap ahırlarının arkasında kendine bir arsa almış ve daha düne kadar yerli yerinde duran bir ev yapmıştı. Aslında ev pek de iyi durumda değildi - taş temelleri toprağa gömülmüş, pencereleri çarpılmış, tahta kiremitleri yosun yeşiline dönmüş ve serçe yuvalarıyla dolmuştu. Dahası, kapı da evle birlikte aşağı çökmüş, pervazları bel vermişti; insan eşikte bir basamak yukarı çıkmak yerine bir basamak aşağı inmek zorunda kalıyordu. Yine de ilk başlarda Frampolu kasıp kavuran bütün yangınları atlatmıştı. Ama çatı kirişleri öyle çürümüştü ki, üzerlerinde mantar bitiyordu, bir sünnetten sonra kanı emdirmek için talaş gerekse, duvarın dış tarafından bir parça tahta koparıp parmaklar arasında ovalamak yeterliydi. Çatının eğimi öyle dikti ki, baca temizleyicisi üzerine tırmanamıyordu, bu yüzden de baca sık sık tutuşuyordu. Evin bir felakete kurban gitmemesi Tanrının bir kerametiydi.Abba Şuster adı, Frampol Yahudi cemaati vakayinamesinde, bir parşömene kaydedilmişti. Abba her yıl altı çift ayakkabı yapıp dul ve yetimlere dağıtırdı; bu hayırseverliğini ödüllendirmek için sinagog, Tora okunduğu zaman onu Murenu, yani hocamız sıfatıyla davet ederdi. Mezar taşı kaybolmuştu ama kunduracılar mezarın yerini bir işaret sayesinde biliyorlardı - yakınında bir fındık ağacı vardı. Kocakarılara bakılırsa fındık ağacı Rabi Abbanın sakalından fışkırmıştı.Rabi Abbanın beş oğlu vardı; biri dışında hepsi komşu kasabalara yerleşmişti; sadece Getzel Frampolda kalmıştı. O da babası gibi hayır işlemek için fakirlere ayakkabı yapıyordu ve mezar kazıcıları birliğinde faaldi.Kayıtlara bakılırsa Getzelin Godel adında bir oğlu, onun Treitel adında bir oğlu ve Treitelin de Gimpel adında bir oğlu olmuştu. Kunduracılık zanaatı kuşaktan kuşağa aktarılmıştı. Ailenin bir kuralı vardı: En büyük oğlan baba evinde kalıyor ve baba mesleğini sürdürüyordu.Kunduracılar birbirlerine benziyordu. Hepsi kısa boylu, sarı saçlı, dürüst ve güvenilir zanaatkârlardı. Frampol halkı, ailenin kurucusu Rabi Abbanın ayakkabı yapmayı Brodlu bir ustadan öğrendiğine inanıyordu; deriyi sağlamlaştırıp dayanıklı bir hale getirmenin sırrını ona bu usta öğretmişti. Evlerinin bodrumunda, küçük kunduracıların derileri ıslatmak için kullandığı bir fıçı vardı. Tabaklama sıvısına başka hangi kimyevi maddeleri eklediklerini sadece Tanrı bilirdi. Formülü yabancılara söylemiyorlardı; bu sır babadan oğula geçiyordu.Küçük kunduracıların bütün nesilleri bizi ilgilendirmediğinden, sadece son üç tanesiyle kendimizi sınırlayacağız. Rabi Lippe epeyce yaşlandığı halde hiç çocuğu olmamıştı, soyunun da onunla birlikte ortadan kalkacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Ama yetmişine merdiven dayadığı sıralarda karısı öldü, o da yaşı biraz geçkince bir bakireyle, mandırada çalışan bir kızla evlendi; karısı ona altı çocuk doğurdu. En büyük oğulları Feivelin hali vakti yerindeydi. Halk yararına yapılan işlerde ön plandaydı, bütün önemli toplantılara katılırdı, senelerce terziler sinagogunda zangoçluk yapmıştı. Bu sinagogun âdeti her Simha Torada yeni bir zangoç seçmekti. Seçilen adamın başına bir balkabağı konarak onurlandırılırdı; balkabağı mumlarla süslenir, şanslı adam evden eve gezdirilir, her durakta kendisine şarap, çörek ya da ballı kek ikram edilirdi. Ama tesadüf bu ya, Rabi Feivel tam da Simha Torada, Şeriat gününde, yine böyle evden eve gezerken öldü; pazar meydanının ortasında yere yığıldı, bir daha da kalkamadı. Feivel kasabanın önde gelen hayırseverlerinden olduğu için, cenazeyi kaldıran haham, başının üzerinde taşıdığı mumların onun için Cennete giden yolu aydınlatacağını söylemişti. Kasasında bulunan vasiyette, mezarlığa götürüldüğünde, tabutunun üstündeki siyah örtünün üzerine bir çekiç, bir biz ve bir kundura kalıbı konulmasını istemişti, böylece müşterilerini asla kandırmayan, dürüst bir zanaatkâr olduğu anlaşılacaktı. Vasiyeti yerine getirildi.Feivelin büyük oğluna ailenin kurucusu Abbanın adı verilmişti. O da diğer aile üyeleri gibi kısa ve tıknazdı, uzun sarı bir sakalı, sadece hahamlarla kunduracılarda görülen kırışıklarla kaplı geniş bir alnı vardı. Gözleri de sarıydı ve genel olarak asık suratlı bir tavuk izlenimi veriyordu. Yine de akıllı bir işadamıydı, ataları gibi hayır işlerine düşkündü ve Frampolda sözünün eri dendi mi akla o gelirdi. Yerine getirebileceğinden emin olmadan asla söz vermezdi; emin olmadı mı, kim bilir, Tanrı izin verirse ya da belki derdi. Hem biraz okumuş yazmışlığı da vardı. Her gün Toranın Yidiş çevirisinden bir bölüm, boş zamanlarında da halk masalları ve destanlar okurdu. Abba, kasabaya gelen gezici vaizlerin tek bir vaazını bile kaçırmazdı, özellikle de kış aylarında sinagogda okunan İncil bölümlerini dinlemeye bayılırdı. Karısı Peşa, Şabat günlerinde, Tekvin Kitabının Yidiş çevirisinden ona hikâyeler okuduğunda, kendisinin Nuh, oğullarının da Şem, Ham ve Yafet olduğunu hayal ederdi. Ya da kendini İbrahim, İshak veya Yakup gibi düşünürdü. Yaradan ona büyük oğlu Gimpeli kurban etmesini emretse, sabahleyin erkenden kalkıp hiç oyalanmadan emirlerini yerine getireceğini tasarlardı. Polonyadan, doğduğu evden ayrılmakta, dünyada Tanrı onu her nereye gönderiyorsa oraya gitmekte hiç tereddüt etmezdi. Yusuf ve kardeşlerinin hikâyesini ezbere biliyordu ama tekrar tekrar okumaktan hiç bıkmazdı. Eskileri kıskanırdı, çünkü Evrenin Kralı kendini onlara göstermiş, onlar uğruna mucizeler gerçekleştirmişti ama kendisinden, Museviliğin öncülerine kadar kesintisiz bir kuşaklar zincirinin uzandığını düşünerek kendini teselli ederdi - sanki kendisi de İncilin bir parçasıydı. Yakupun kasıklarından çıkmıştı; o ve oğulları, kum gibi, yıldızlar gibi artan o tohumlardan geliyordu. Kutsal Topraklardaki Yahudiler günah işlediği için Abba sürgünde yaşıyordu ama Kurtuluş Gününü bekliyordu, zamanı geldiğinde hazır olacaktı.Abba, Frampoldaki en iyi kunduracıydı. Yaptığı botlar hep tam otururdu, ne sıkar ne de bol gelirdi. Mayasıldan, nasırdan ya da varisten mustarip olanlar çıkarttığı işlerden özellikle memnun kalır, yaptığı ayakkabıların kendilerini rahatlattığını iddia ederlerdi. Yeni moda şeylerden, cicili bicili çizmelerden, acayip topuklu terliklerden, ilk yağmurda düşen, kötü takılmış ökçelerden nefret ederdi. Müşterileri saygın Frampol sakinleri ya da çevre köylerden gelen köylülerdi ve en iyiye layıktılar. Ölçülerini, eski günlerdeki gibi düğümlü bir iple alırdı. Frampol kadınlarının çoğu peruk takardı ama karısı Peşa başına aynı zamanda bone de giyerdi. Ona yedi erkek evlat vermişti, Abba da çocuklara dedelerinin adlarını koymuştu - Gimpel, Getzel, Treitel, Godel, Feivel, Lippe ve Çananya. Hepsi de babaları gibi kısa boylu ve sarı saçlıydı. Abba daha en baştan onları kunduracı yapacağını söylemişti ve sözünün eri bir adam olarak daha küçükten tezgâhını seyretmelerine izin verdi, zaman zaman onlara eski bir atasözünü hatırlatırdı - iyi iş boşa gitmez.Günde on altı saatini tezgâhının başında geçirirdi, dizlerinin üzerine bir çuval yayar, biziyle delikler açar, iğnesiyle dikiş diker, deriyi boyar ya da cilalar, bir cam parçasıyla kazırdı; çalışırken de Nedamet Döneminden ilahiler okurdu. Genellikle kedi yakınlarda bir yere kıvrılır, sanki onu kollar gibi yaptıklarını seyrederdi. Kedinin annesiyle anneannesi, zamanında küçük kunduracılar için fare avlamıştı. Abba tepenin üzerindeki evinin penceresinden bütün kasabayı ve ötesini, Bilgoray yoluna ve çam ormanlarına kadar görürdü. Sabahları kasap ahırlarında toplanan çocuklu kadınları ve genç adamları, sinagogun avlusuna girip çıkan aylakları, çay için su almaya tulumbaya giden kızları, alacakaranlıkta mikveye koşturan kadınları seyrederdi. Akşamları güneş batarken evi loş bir ışık istila ederdi. Işık huzmeleri köşelerde dans eder, tavanda oynaşır, Abbanın sakalını altın rengine boyardı. Abbanın karısı Peşa mutfakta kaşa [yulaf ezmesi] ve çorba pişirirdi, çocuklar oyun oynar, komşu kadınlarla kızlar eve girip çıkarlardı. Abba işinden kalkar, ellerini yıkar, paltosunu giyer, akşam duası için terziler sinagoguna giderdi. Koskoca dünyanın yabancı şehirler ve uzak memleketlerle dolu olduğunu, Frampolun küçük bir dua kitabındaki bir noktadan daha büyük olmadığını bilirdi; ama küçük kasabası ona evrenin merkezi gibi gelirdi, kendi evi de kasabanın merkezindeydi. Mesih, Yahudileri İsrail topraklarına götürmek için geldiğinde, kendisinin Frampolda, evinde, kendi tepesinde kalacağını düşünürdü. Sadece Şabat günü ve bayramlarda bir bulutun üzerine çıkıp Kudüse taşınmaya razı olurdu.
Nobel Ödüllü yazar Isaac Bashevis Singer, kendi seçtiği öykülerinden oluşan geniş bir derlemeyle ilk kez Türkçede. Öznel olduğu kadar evrensel nitelikler de taşıyor. Singerin öyküleri. Yahudi kültürü, gelenekleri, alışkanlıkları ve yaşam tarzı ön plana çıksa da, yazar içten içe tüm halklara sesleniyor, tüm insanları birbirine bağlayan ortak değerlerin altını çiziyor. Yer yer komik, yer yer hüzünlü bir ses tonu sızıyor satırların arasından. Singerin şiirsel ve akıcı diliyle kaleme aldığı öykülerden her biri, paletteki değişik renk kombinasyonlarıyla oluşan eşsiz birer resmi andırıyor. TADIMLIKI Kunduracılar ve SoyağaçlarıKüçük kunduracıların ailesi sadece Frampolda değil, çevresinde de -Yanev, Kreşev, Bilgoray, hatta Zamoşohta- nam salmıştı. Ailenin kurucusu olan Abba Şuster, Kmielnitzki katliamından bir süre sonra gelmişti Frampola. Yassı tepede, kasap ahırlarının arkasında kendine bir arsa almış ve daha düne kadar yerli yerinde duran bir ev yapmıştı. Aslında ev pek de iyi durumda değildi - taş temelleri toprağa gömülmüş, pencereleri çarpılmış, tahta kiremitleri yosun yeşiline dönmüş ve serçe yuvalarıyla dolmuştu. Dahası, kapı da evle birlikte aşağı çökmüş, pervazları bel vermişti; insan eşikte bir basamak yukarı çıkmak yerine bir basamak aşağı inmek zorunda kalıyordu. Yine de ilk başlarda Frampolu kasıp kavuran bütün yangınları atlatmıştı. Ama çatı kirişleri öyle çürümüştü ki, üzerlerinde mantar bitiyordu, bir sünnetten sonra kanı emdirmek için talaş gerekse, duvarın dış... tümünü göster
Nobel ödüllü Isaac Bashevis Singer'in kendi seçtiği kırk altı öyküsünden derlenen 'Toplu Öyküler' son zamanlarda okuduğum en sağlam ve iyi öykülerden oluşuyor diyebilirim.
Yahudi yazar öykülerinde Yahudi geleneklerini, dini ritüellerini, kültürünü ele aldığı gibi şiirsel yazı diliyle kimi zaman masalsı kimi zaman gerçekçi kimi zaman cinli-perili sıra dışı konularıyla, yazar-okur-din adamı-çılgın kadınlar-çapkın adamlar ve bunlar gibi birçok farklı karakterle tam tadında bir okuma keyfi sunuyor.
Dai Sijie'nin Yargıç Di kitabını okurken not ettiğim bir kitaptı. Dai Sijie sayesinde Isaac Bashevis Singer adlı bir yazardan haberim oldu ve kitaplığımın en değerlileri arasında yerini buldu.
Güncel kitap yorumlarım için:
https://www.instagram.com/okuyann/
https://moonlightcat13.blogspot.com/