...Hükümet kurma işi asla bir sözleşme işi değil, bir yasa işidir;yürütme gücünü ellerinde tutanlar da halkın efendileri değil, onun görevlileridir; halk istediği zaman onları işbaşına getirir, istediğinde işten uzaklaştırır; onların işi sözleşme yapmak değil, boyun eğmektir; Devletin kendilerine yüklediği görevi kabul etmekle de yalnız yurttaşlık ödevlerini yerine getirmiş olurlar; hiçbir biçimde koşullar üzerinde tartışmaya hakları yoktur.
...Hükümet kurma işi asla bir sözleşme işi değil, bir yasa işidir;yürütme gücünü ellerinde tutanlar da halkın efendileri değil, onun görevlileridir; halk istediği zaman onları işbaşına getirir, istediğinde işten uzaklaştırır; onların işi sözleşme yapmak değil, boyun eğmektir; Devletin kendilerine yüklediği görevi kabul etmekle de yalnız yurttaşlık ödevlerini yerine getirmiş olurlar; hiçbir biçimde koşullar üzerinde tartışmaya hakları yoktur.
Ünlü düşünür metnini, toplum düzeninin doğal bir yapı olmadığını, sözleşmelere bağımlı olduğunu söyleyerek açıyor. Aile gibi temel kurumların dahi sözleşmeler aracılığıyla varlığını sürdürdüğünü belirtip Hobbes ve Grotius'a atıfta bulunuyor. "Güçlü olan Haklıdır." mantrasına güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan hakka hak denilemeyeceği argümanı ile baş kaldırıyor. Seçkinciliği sıklıkla hicveden ve yeren yazar, savaşın kişisel ilişkilere değil olay ilişkilerine bağlı oladuğunu ve mal- mülk ilişkisinden ortaya çıktığını belirtiyor. Kölelik ve hakkın çeliştiğini aynı yerde bulunamayacaklarını, bireysel özgürlüğü yitirmeden kollektif düzeni sağlamanın toplum sözleşmesinin ana sorunu olduğunu söylüyor. İç grup -dış grup tanımlamalarını ustaca yapıyor Rousseau.
Devletin soyut bir olduğunu, bu yüzden halkın kendince uymayı sözleştiğinden daha bağlayıcı veya zorunlu bir yasa olmadığını ifade ediyor. İnsanın itkilerine uymasının bir nevi kölelik olduğunu belirtirken döneme ait yargıların dışına çıkmayan yazar, yasalara uymanın özgürlük çıkarımını yaparken çelişiyor. Mülk kavramı üzerindeki çıkarımlarını belirtirken komünvari bir çiftlik veya üretim modeli ileri süren yazar, insanların güç veya zeka bakımından eşit olmasalar da hak ve hukuk yoluyla eşit olabileceklerini, halkın açıkça boyun eğmeyi kabul etmesi durumunda politik bütünün yok olacağını, savaş açmak ve barış yapmak gibi eylemlerin egemenlik işlemi olmadığını çünkü yasaların kendisi değil uygulanması olduğunun altını çiziyor.
Satılık kalemlere ve fikir adamlarına çatan yazar, verilen cezaların sıklığının hükümetin tembelliği ve basiretsizliğini göstereceğini, iyi yönetilen devletlerde suçlular az olduğu için verilen cezaların da az olacağı argümanı üzerinden belirtiyor. yasaların istemlerimizi saptayan belgeler olarak görülmesi gerektiğini, halkın onayı olmadan konulan yasaların ancak kararname hükmünde sayılabileceğini ileri sürüyor. ( "Cumhur" halk demektir, "Cumhuriyet" halkın kral olduğu devlettir. ) Yasalara boyun eğen halk, onları koyan halkın kendisi olması gerektiğini, hükümetin devletin sadece bir aracı olduğunu belirten yazar; yasaları koyan kişileri insanüstü erdem ve akla sahip kişiler olarak tanımlıyor.
Kapalı tarım ekonomisi irdelemesi yapan yazar, güçlü bir sosyal demokrasi savunusu yaptıktan sonra; devrimlerin halkın üzerinde yaptığı etkileri ifade diyor : "Geçmişe duyulan nefret kaybolur, devlet kendi külleri arasından gene doğar ve taze güce kavuşur." Erkler ayrılığını ateşli bir şekilde savunan yazar, Lüksün yurdu yokluğa ve gevşekliğe sürükleyeceğini ifade ediyor. Gerçek demokrasinin uygulanabilir olmadığını düşünen yazar şu sözlerle ne kadar ilerlemiş bir topluma gereksinim duyulduğunu da ifade etmekte: " Demokrasi tanrılara layık, insanlar henüz bu olgunlukta değil." İşlevsellik adına aristokrasi ve seçkinciliği destekleyen ama savunmayan yazar, halkla hükümet arasındaki uzaklık ne kadar artarsa vergilerin o ölçüde ağırlaştığını, toplum düzeninin insanların emeği kendi gereksinimlerinden fazlasını karşıladığı sürece ayakta kalabileceği gibi çıkarımlarını okura sunduktan sonra; tiranların rahat yönetebilmek adına halklarını yoksullaştırdığını belirtiyor.
Yazar, eğer hükümet devletin gücünü zorla ele geçirirse devletin daralacağını, devletin içinde hükümet üyelerinin bulunduğu ikinci bir devlet oluşacağını bu düzenin de bir tiranlık düzeni olduğunu ifade ediyor. Halk boyun eğmeye zorlanırsa toplum sözleşmesini ihlal eden kurum veya kişilere boyun eğmek zorunda olmadığını da ekliyor. Devletle yapılan tek sözleşmenin bir ortaklık sözleşmesi olduğunu, halkın toplanması halinde hükümetin egemenliği kalmadığını çünkü temsil edileninin bulunması durumunda temsil edenin varlığını geçersiz kıldığını ve yönetenlerin en başından beri "politik bütünün koruyucusu ve dizgini" olan halk toplantılarından korku duyduğunu savunuyor. yürütme gücünü elinde bulunduran kişilerin halkın efendileri değil görevlileri olduğunu ekleme gereği duyuyor. halk toplantılarının yolsuzluk ve uygunsuzluklar karşısından bir baraj görevi gördüğünü belirten yazar, Antik Roma'nın idari yapısına geniş yer veriyor.
Montesqieu atfından sıklıkla bulunan yazar, Sandık sisteminin oyların satın alınmaya başlanmasından sonra getirildiğini ve oy verme işleminin gizlendiğinin altını çiziyor. Yurt dini ve toplum dinini birbirinden ayıran yazar, yurt dinini kendi özel istemlerine uydurmaya çalışan tiranların yurda çok büyük zararlar vereceğini söylüyor. Hristiyanlığın " dünyevi çilecilik" algısı üzerinden detaylı duran yazar, toplumsal hoşgörüsüzlük ve dini hoşgörüsüzlüğün birbirlerinden ayrılamayacağını, salt ulusal bir din olmayacağı için tüm görüş ve dinleri saygı gösterilmesi gerektiğini belirtiyor.
aşırı sıkıcı,dili akıcı değil,anlamsız..daha ilk sayfalarda olmama rağmen bitsin diye gözüne baktığım tek kitap.ilerlemiyor bile..
Güzel kitaptır okuyun derim. Fransız ihtilali dönemini anlatan bu kitap, size farklı perspektifler kazandıracaktır.
bu kitabı okuduğuma ben bile şaştım bir de ilk başlarında hoşuma bile gitmişti bu kitap bir batı klasiği yanlış anlaşılmasın klasikleri sevmem yoksa çok değerli bir yazar ve kitap :)
elimdeki çeviri Alpagut Erenuluğ un Öteki yayınlarından çıkan çevirisi ve berbat bir çeviri. düşük cümleler anlamsız yerli yersiz kelimeler ... başka bir çeviriden tekrar okuyacağım.
Şuan okuyunca o kadar çok büyük bir şey olmadığını düşünmekle beraber yazıldığı dönemi düşününce devasa bir yapı olduğunu görmemek ahmaklıktır. Şuandan kastın zaten o dönemler de hali hazırda içinde bulunduğumuz yaşam/yönetim biçiminin büyük oranda temelini atmış insanlardan birisi olmasıdır zira yaşımız ve dönemimiz itibari ile mevcut düşünceyi bizzat yaşayarak şahitlik ettiğimizden bazen sıkıcı gelebilir. Gerçi yazarın kalvenist olmasının etkileride bazı bölümlerde görülebilir. Ama dediğim gibi yazıldığı dönemi düşünerek okunursa ki bunun dışında da değerli bir kitap olduğu bir gerçektir.
İnsan özgür doğar ,oysa her yerde zincire vurulmuştur.
Kitabın başlangıç cümlesi oldukça hoşuma gitti. Jean Jacques Rousseau eserinde bireyin özgür olarak toplumsal yapının parçası olabileceğini , özgür olmadan sağlıklı bir toplum yapısından söz edilemeyeceğini ifade ediyor.
Eski toplumsal yapılardan , yönetim biçimlerinden , bireyin toplumdaki konumundan bahsediyor.
Montesqiue :" Toplumların ilk günlerinde cumhuriyetin başları kurumları kurar , sonra da kurumlar başları yetiştirir. "
Özgürlük elde edilebilir ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez artık.
İnsanın iç sorunlarında olağanın sınırları sandığımız kadar dar değildir. Onu oluşturan güçsüzlüğümüz , ahlaksızlıklarımız , kör inançlarımızdır. Alçak ruhlu insanlar büyük adamlara inanmazlar: aşağılık köleler özgürlük sözüne gülerler.
Toplum sözleşmesi- Rousseau, toplum içinde bir araya gelmemiz gerektiğini vurgular. Roman gibi baştan sona okumak yerine, seçtiğiniz bölümleri okursanız sıkıcı gelmeyebilir. Yazıldığı tarih itibariyle çok önemli bir eser okumanızda fayda var.