Ezginin Günlüğünün sevilen üyesi Hüsnü Arkandan ses getirecek bir roman!Hüsnü Arkanın bu son kitabı, yüzbaşı olarak katıldığı Sarıkamış Muharebesinde Ruslara esir düşen ve Rusyada geçirdiği uzun yıllar sonra doğduğu İstanbula 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde bir Büyükdede olarak dönen Abdülhalim Beyin hikayesini anlatıyor. TADIMLIKAvucunda tuzla geri döndüğünde, bu kız biraz tuhaf, dedi Büyükdede.Afallamış bir hali vardı. Hâlâ 187. sayıyı karıştıran torununun çevresinde iki tur attı.Enver Rıza, onun içeri girdiğini fark etmemişti. O sırada içinden Robert de Niroyla ve polisin dövdüğü öğrencilerle konuşuyor, satır aralarında, muhabirin sormayı unuttuğu soruların yanıtlarını arıyordu.Anlamadım, dedi, dosyadan başını kaldırmadan.Büyükdede başında dikilmiş, öyle duruyordu.Avucuma tuzu boşaltıverdi; çok tuhaf!Kim? Kırlangıç mı?Adı Kırlangıç mı?Asıl adını bilmiyorum ama yazılarına Kırlangıç diye imza atıyor.O da mı muharrir, senin gibi?Hayır, belki ilerde olur ama şimdilik yalnızca posta kutularını kullanıyor.Gözlerinde bir şey gördüm ben onun!Enver Rıza dergiyi kapatmak zorunda kaldı.Ne gördünüz gözlerinde!Büyükdede dalgın, hüzünlü bir tavırla başını iki yana salladı:Hiç... Hiç!O kız hasta, ruh hastası; iki yıl önce abisini öldürmüşler, o günden sonra iyice kötüleşmiş.Büyükdede aynı uyurgezer yüz ifadesiyle mutfağa gidip tuzu bir kaba boşalttı; geri döndü.Hayır, dedi. Benim söylemek istediğim o değil! Ben o kızın gözlerinde ışık gördüm.Enver Rıza başını ellerinin arasına aldı.Bir bu eksikti! Büyükdedem insanların gözlerine bakınca ışık görüyor, iyi mi? Peki, ben bu saçmalıkları hak etmek için ne yaptım? Nilgünle iyi geçinmeye çalışıyorum, alttan alıyorum; üstüme çıkıyor. Aynı yıl mezun olduğum adamlar ve kadınlar hayatlarında bir gün bile muhabirlik yapmadan köşe yazarı oldular. Bense, çocuk sayılacak yaşta gazeteciliğe başladım, spor servisinde, üçüncü sayfada yıllarca süründüm. Sırf açgözlülük etmiş olmamak için, başımı büyük belalardan korumak için küçük başarılara fit oldum. Ödül olarak ne çıktı peki karşıma? Babam, Nilgün ve şimdi de bu ihtiyar! Kırlangıçın gözünde ışık görmüşmüş!O kız gerçekten hasta, gördüğünüz ışık hastalığının ışığı olmalı.Büyükdede mırıldanarak yanıt verdi.Sen bunu idrak edemezsin ama ben edebiliyorum, dedi. Kızın gözünde ışık var. Tıpkı yıllar önce Kam Kepkeyin bana söylediği gibi; gözünde ışık var!Enver Rıza onu daha fazla sinirlendirmemek için yanıt vermedi; altına bir sandalye çekip oturmasına yardım etti. İhtiyarın kaşları, dudakları eğilip bükülmüş, yüzü ağlamak üzere olan bir çocuğun yüzüne dönüşmüştü.Kırlangıçı ilk görüşte tanımıştı. Yüzü bir ayna gibiydi kızın. İnsan ona bakıp kendi düşündükleriyle, hatta düşünemedikleriyle yüzleşebilirdi.O yolu daha bin defa yürüyecekti. Hasankale-Erzurum, Erzurum-Hasankale, Hasankale-Köprüköy, Köprüköy-Hasankale... Bazen sislere gömülen, bazen de tipiyle uğuldayan ova, Palandökenin devasa hayaleti, ağırlaşan toprak, ağaran tepeler, ağaran düzlükler, hastaların iniltisi, Nizamettinin oradan oraya koşuşturan silueti, hayvanlarla peksimetlerini paylaşanlar, henüz ölmüş, amele mangalarının gömmesi için şosenin kıyısına bırakılmış, çarığı, kaputu yağmalanmış, ağızları, gözleri açık kalmış erler; atıştıran kar, tipiye dönen kar, kağnıların ezgisi, moraran ayaklar, bacaklar, günden güne yakınlaşan gökyüzü, beyaz, beyaz, beyaz... Mola yerlerinde birbirlerinin başına eğilenler, bit kıranlar, çözülen yakalardan içeri uzanan eller, iniltilerle sarsılanlar, ateşi yükselenler, titreyenler, kaynayan kazanlar, çamaşır kazanları; tifüs...Günlerin sırt sırta bindiği, anımsamanın yük olduğu beyaz ve uzun bir mevsim, açlığın ve soğuğun kurt olup kemirdiği gövdelere basıp yükselen sabahlar, ikindiler, akşamlar, gece yarıları. Menzilden menzile, çağların ayak izlerine basarak koşan, tipiye karşı soluksuz kalıp birdenbire sıçrayarak, böğürerek, kristalleşen havayı ümitsiz bir çabayla içine çeken eneze merkeplerin, develerin, atların düş gördüğü çıplak, beyaz, hazin bozkır. Hastalıklı bir uykudan ansızın uyananlar; fal taşı gibi açılan gözler. Kazakların boşlukta sallanan kılıçları, ağaçların arkasında parıldayan namlular, karanlığa suya atılmış bir taş gibi düşen ve halka halka aydınlık saçan fişekler, tenvir topları, patlayan lağımlar, siperlerin üstünden kuş sürüleri gibi geçen, sonra karlara sessizce gömülen kurşunlar, bir kurşunun kalbini delip geçeceğini düşünen, bin yıldır sakladığı bu korkusunu birdenbire açığa vuran, yirmi kiloluk ağırlığını karlara atıp ay ışığında büyülenmiş gibi yavaşça siperden çıkan gölgeler, gölgeleri görmek istemeyen, kaputunun içine çekilen başka gölgeler, kütüklüklerden telaşla çıkardıkları mermileri buz tutan yuvalara sokamayınca her şeyi fırlatıp çılgın gibi koşmaya başlayanlar, toprağa basıp donmamak için ağaçlara tırmanan, dallarda uyuyakalan etten meyveler, karınları kurtlar tarafından boşaltılmış, gözlerini kargaların oyduğu, bir zamanlar soluk alıp veren kaskatı heykeller, Plaston pususunda dağılıveren, sonra beyaz kayaların arkasında yaralıların başında ağlaşan ve ağlarken gözyaşı dökmeyen yılgınlar, taştan sert buzun üstünde kaymadan, düşmeden, kazma kürekle yol açmaya çalışan hayaletler; burunları artık koku almayanlar, elleri artık çarıklarını çıkaramayanlar, çıkarmaktan korkanlar, komutanları emrettiğinde çıldırmış gibi zıplayanlar, ölen katırların karnını yarıp içine girenler, yaralılarının kaputlarını, gömleklerini alıp çırılçıplak bırakanlar, ölülerin sırt çantalarına, battaniyelerine dokunamayanlar, tükenip yol kıyısına yığılanlar, onları görmemek için başlarını eğip geçenler, fırsat bulduklarında birbirlerini ayartıp yamaçlara vuranlar, köylerine dönenler ve köylerinden geriye hiçbir şey kalmadığını görüp yeniden birliklerine dönenler; bir zamanların yağız oğlanları, bir zamanların sevgilileri, bir zamanların umutları, beklentileri, çocukları; köylerin, şehirlerin sakinleri, çobanlar, kunduracı yamakları, barış halinin sessiz onaylayıcıları, kıdemliler, acemiler, tüyü bitmemişler, yorgunlar; bir çağın yaralarını sarsın diye kollarını, bacaklarını sessizce sıhhiyecilere uzatanlar.
Ezginin Günlüğünün sevilen üyesi Hüsnü Arkandan ses getirecek bir roman!Hüsnü Arkanın bu son kitabı, yüzbaşı olarak katıldığı Sarıkamış Muharebesinde Ruslara esir düşen ve Rusyada geçirdiği uzun yıllar sonra doğduğu İstanbula 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde bir Büyükdede olarak dönen Abdülhalim Beyin hikayesini anlatıyor. TADIMLIKAvucunda tuzla geri döndüğünde, bu kız biraz tuhaf, dedi Büyükdede.Afallamış bir hali vardı. Hâlâ 187. sayıyı karıştıran torununun çevresinde iki tur attı.Enver Rıza, onun içeri girdiğini fark etmemişti. O sırada içinden Robert de Niroyla ve polisin dövdüğü öğrencilerle konuşuyor, satır aralarında, muhabirin sormayı unuttuğu soruların yanıtlarını arıyordu.Anlamadım, dedi, dosyadan başını kaldırmadan.Büyükdede başında dikilmiş, öyle duruyordu.Avucuma tuzu boşaltıverdi; çok tuhaf!Kim? Kırlangıç mı?Adı Kırlangıç mı?Asıl adını bilmiyorum ama yazılarına Kırlangıç diye imza atıyor.O da mı muharrir, senin gibi?Hayır, belki ilerde olur ama şimdilik yalnızca posta kutularını kullanıyor.Gözlerinde bir şey gördüm ben onun!Enver Rıza dergiyi kapatmak zorunda kaldı.Ne gördünüz gözlerinde!Büyükdede dalgın, hüzünlü bir tavırla başını iki yana salladı:Hiç... Hiç!O kız hasta, ruh hastası; iki yıl önce abisini öldürmüşler, o günden sonra iyice kötüleşmiş.Büyükdede aynı uyurgezer yüz ifadesiyle mutfağa gidip tuzu bir kaba boşalttı; geri döndü.Hayır, dedi. Benim söylemek istediğim o değil! Ben o kızın gözlerinde ışık gördüm.Enver Rıza başını ellerinin arasına aldı.Bir b... tümünü göster
263 sayfa