Serinin üç romanı Kan Konuşmaz, Yeşil Elmalar (ve içinde Yaşamak Hakkı,) ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nazım Hikmetin çeşitli dönemlerdeki roman çalışmalarını oluşturuyor. Bunlardan özellikle sonuncusunda, otobiyografik yanlar da kendini gösteriyor. Nazım Hikmet, kuşkusuz şiirleriyle öne çıkan bir yazar, ancak dönemindeki edebiyata da ilgi göstermiş ve yeni açılımlar getirmiş bir yazar. Romanları da bu bağlamda, edebiyatımızda önemli bir yer tutuyor. Okurlar içinse hiç kuşkusuz akıcılığı, kurgusu ve olay örgüsü ile okunmaya değer başyapıtlar. TADIMLIK-- Hayır, İsmail, öyle değil iş. Üstten aldığı yok kızın. Aklıma her şey geldi de, numara yaptığı gelmedi, numaranın zerresi olsa anlardım. Hemen anlardım. Hem ne diye tavlayacak beni? Üniversitenin delikanlıları pervane etrafında. Ama bir Sİ-YA-Uyla senli benli. Ötekilerle de şakalaşıyor, gülüşüyor, dans ediyor, dolaşıyor, ama o kadar. Daha ötesine gitmek zaten kimsenin aklından geçmiyor ki... Belki de geçiyor, ama herkes birbirinden çekiniyor, aklımdan geçenler anlaşılacak da rezil olacağım diye. Yani daha ötesini akıldan geçirmek afyonkeşlik dalgası gibi bir şey. Bunun ne biçim bir dalga olduğunu bilmiyoruz, belki böyle bir dalganın adını bile duymamışız. Ama bilsek, afyon yutup dalgaya düşsek, sonra ayılsak, etraf bizi bir temiz alaya alır, değil mi? İşte öyle...O akşam Çinliler, devrim hareketlerindeki şanlı bir olayın yıldönümünü kutluyordu. Sİ-YA-U, Üniversite Kulübünün tiyatro salonuna, kapıların açılmasından az önce, soktu Ahmeti. Sahnenin dış çerçevesinde hevenk hevenk çiçek asılı.-- Bu kadar çiçeği nerden buldunuz bu kışta kıyamette?Çiçekler kâğıttandı. Sİ-YA-U, bir kaysı gülünün yaprağını Ahmetin avucuna yatırdı : yaprağın üstünde ak benekli, kırmızı bir böcek. Kâğıttan.-- Kim görecek bu böceği, Sİ-YA-U?-- Meraklısı... Hem biz ustalığımızı kendi kendimize de ispatlamak istedik...Duvarlarda yukardan aşağı inen kırmızı bezlerde Çince yazılar. Ben adımın Çince resmini çizebilirim.Öğrenciler, konuklar, itişe kakışa, bağıra çağıra girdiler salona. Göze en çok Çinlilerle Japonlar, hatta Zenciler değil de, Kafkasyalılarla Orta Asyalılar çarpıyor. Kılık kıyafet meselesi galiba. Şehirde de, milli kıyafetleriyle, tabancaları ve hançerleriyle dolaşıyorlar. Orta Asyalıların delikanlıları kızlarından yakışıklı. Sahnede, prezidyumun başı üstünde, Marksın, Engelsin, Leninin, Bolşevik Partisi büyüklerinin resimleri. Marksla Engels en yukarda, çerçeveleri de çiçekli. Dünya komünist hareketi liderlerinden yirmi kadar yoldaşı, alkışlar arasında, prezidyuma, fahri üye seçtik.Petrosyan sözü Liye verdi. Dağ gibi bir delikanlı. Çince bilmeyenler de, yani çoğunluk, Çinlilere bakıp, az bir duralamadan sonra, alkışlarla kesiyor ikide bir Linin sözünü. Zincirlerle sarılı yeryüzü yuvarlağını görüyorum. Yuvarlaktan en az üç kere büyük bir işçi, balyozunu zincirlere indiriyor. Paslı, ağır halkaların birbirinden kopup havaya savrulurken çıkardığı şamatayı duyuyorum. Solda, önde Anuşkayı gördüm. Kominternde çalışan yaşlı bir İngilizle Hintli bir öğrencinin arasında oturuyor. Linin söylevini Rusçaya çevirdiler. Linin söylediklerinin hepsine inanıyorum. Kapitali görüyorum. Fabrika dumanlarıyla örülmüş ağının ortasında, domuz kafalı kocaman bir örümcek. Pırlanta yüzüklerle yüklü küt parmaklarını önündeki altın para yığınına daldırmış. Anuşka başını çevirdi arkaya, göz göze geldik. Etli dudaklarının kıyısıyla gülümsedi. Anuşkanın kulakları kendinden genç, on dördünde var yok. Sahnede Ukraynalı bir kız Ukraynaca konuşuyor. Anuşka ensesindeki saçları kabarttı sol eliyle. Ukraynalı kızın adını öğrendim : Lena. Soyadı : Yurçenko. Yurçenko kumral. Konuşurken iki yanağı da çukurlaşıyor, Anuşkanınki gibi yalnız sağ yanağı değil. Bizim İstanbul kızlarına benzer bir yeri var. Bacağın bu kadar biçimlisini ilk görüyorum. Ukraynalı kızın söylediklerini anlıyorum. Bir duvara bir el III. Enternasyonal yazdı. Duvarın dibine Kapital, korku içinde, devrildi, silindir şapkası bir yana, göbeği bir yana... Hep bir ağızdan Enternasyonal Marşını söyledik, herkes kendi dilince, yalnız enternasyonal sözünü her millet enternasyonal diye söylüyor, aynı zamanda söylüyor, bir Çinliler Çince.Fuayede sordum Anuşkaya :-- Konsere kalacak mısın?-- Hayır. Gidiyorum.-- Seni evine kadar geçirebilir miyim?Gece karanlıktı. Karların aydınlığıyla ağaramıyordu. Hava soğuk değil, bulvarlardan Moskova Irmağına doğru gidiyoruz. Anuşka :-- Babamı gözümün önünde öldürdüler, dedi.-- Kolçak kurşuna dizdirmiş, değil mi?-- Kapımızı çaldılar. Annem açtı. Babamın odasına girdiler. Ben de ordaydım. İki subay. Birisi, sarışını, çok iri mavi gözlüsü, tabancasını çıkardı, ateş etti babamın başına. Üç el...Peki size sonra ne yaptılar, Sibiryadan buraya nasıl gelebildiniz? Annen nerde öldü tifüsten? diye sormadım.-- Ben resim yaparım, yani ressamım...-- Biliyorum. Gördüm. Sizin odada...-- Ne zaman geldin bizim odaya?-- Resimlerinizden birisi hoşuma gitti, birisi çok... ikisi şöyle böyle... ama birçoğunu hiç sevmedim...Sİ-YA-U ne diye sakladı benden Anuşkanın geldiğini? Ne zaman gelmiş olabilir? Ne yaptılar? Yüreğim dalından kopuyor sandım. Sonra dehşetli utandım gözümün önüne gelenden. Ama şu Sİ-YA-U da hergele ya...-- Niye konuşmuyorsunuz?-- Sİ-YA-U senin heykelciğini yapıyor, değil mi, fildişinden?-- Haberim yok... Bana bir kedi yap, diye rica ettimdi. Kedilere bayılırım. Ama beceremiyor bir türlü. Kedi yapmasını bilmiyor.-- Kedini bana getir, yağlı boyasını yapayım...-- Kedim yok ki...-- Öyleyse aklımdan yaparım. Koskoca bir Ankara kedisi...Moskova Irmağına bakan Hıram Spasitel Kilisesinin bahçesine girdik. Anuşka :-- Buraya kışın, geceleyin ilk gelişim, dedi.Bahçenin karlı sık fundalıkları arasındaki sıralar boş değil. Biz uzakta, açıklıktaki bir sıraya oturduk.-- Beni pek mi münasebetsiz, pek mi kaba bir herif sanıyorsun, Anuşka?-- Hayır, ama dedenizin paşalığını unutturmak için, kimi kere, kabalığınızı mübalağa etmeseniz daha iyi olacak.-- Bizim Türklerden mi duydun paşa torunluğumu? Kim söyledi, biliyorum...-- Kimse söylemedi, ben anketinizde okudum...-- Sen bütün öğrenci anketlerini okur musun böyle?-- Hayır... Sizinkini okudum.Niçin? diye sormadım. Akla uygun bir karşılık verecekti. Oysa en akla gelmez karşılığı ben vermiştim, onun yerine kendime. Birdenbire fır fır düdükler öttü, milis düdükleri. Çığlıklar, koşuşmalar.-- İki kişi de burda...Ahmetle Anuşkaya, daha neye uğradıklarını anlamaya vakit bırakmadan, pos bıyıklı bir milis :-- Yürüyün, dedi.Ahmet bahçeden çıkarılan kadınlı erkekli küçük kalabalığı gördü. Başına ilk geliyordu, ama arkadaşlarından duymuştu. Olan biteni hemen anladı. Anuşkanun koluna yapışmış pos bıyıklı milise :-- Çek elini kızın kolundan, dedi. Biz üniversite öğrencisiyiz.-- Ben öğrenci değilim, ben daktiloyum üniversitede...-- Ne olduğunuzu karakolda anlatırsınız!..
Serinin üç romanı Kan Konuşmaz, Yeşil Elmalar (ve içinde Yaşamak Hakkı,) ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nazım Hikmetin çeşitli dönemlerdeki roman çalışmalarını oluşturuyor. Bunlardan özellikle sonuncusunda, otobiyografik yanlar da kendini gösteriyor. Nazım Hikmet, kuşkusuz şiirleriyle öne çıkan bir yazar, ancak dönemindeki edebiyata da ilgi göstermiş ve yeni açılımlar getirmiş bir yazar. Romanları da bu bağlamda, edebiyatımızda önemli bir yer tutuyor. Okurlar içinse hiç kuşkusuz akıcılığı, kurgusu ve olay örgüsü ile okunmaya değer başyapıtlar. TADIMLIK-- Hayır, İsmail, öyle değil iş. Üstten aldığı yok kızın. Aklıma her şey geldi de, numara yaptığı gelmedi, numaranın zerresi olsa anlardım. Hemen anlardım. Hem ne diye tavlayacak beni? Üniversitenin delikanlıları pervane etrafında. Ama bir Sİ-YA-Uyla senli benli. Ötekilerle de şakalaşıyor, gülüşüyor, dans ediyor, dolaşıyor, ama o kadar. Daha ötesine gitmek zaten kimsenin aklından geçmiyor ki... Belki de geçiyor, ama herkes birbirinden çekiniyor, aklımdan geçenler anlaşılacak da rezil olacağım diye. Yani daha ötesini akıldan geçirmek afyonkeşlik dalgası gibi bir şey. Bunun ne biçim bir dalga olduğunu bilmiyoruz, belki böyle bir dalganın adını bile duymamışız. Ama bilsek, afyon yutup dalgaya düşsek, sonra ayılsak, etraf bizi bir temiz alaya alır, değil mi? İşte öyle...O akşam Çinliler, devrim hareketlerindeki şanlı bir olayın yıldönümünü kutluyordu. Sİ-YA-U, Üniversite Kulübünün tiyatro salonuna, kapıların açılmasından az ö... tümünü göster
Nazım'ın beni en çok etkileyen kitaplarından biridir.
Nazım Hikmet'in hayatından bir kesite şahit olabileceğiniz, ince ince işlenmiş, etkileyici bir roman.
Nazım Hikmet şairliğiyle ön plana çıkmış olsa da bu roman onun ne kadar güçlü bir romancı da olabileceğini gözler önüne seriyor.
Kitabı daha yeni bitirdim. Etkilenmemek mümkün değil. Nazım Hikmet çok iyi bir şair olmasının yanında yazarlığını da konuşturmuş.
Edebi yönünden çok bir biyografi oluşunu beğendim.
Usta şairin roman kurgusu, karakterlerin derinliği, betimlemeleri çok etkileyiciydi. Zaman atlamaları gitgeller sonlara doğru hızlanması da romana ayrı heyecan katmış. Ama en etkileyici kısmı otobiyografik öğeler taşıması. Dönem kitaplarını seven herkese kesinlikle tavsiye ederim.
Üst üste 2 defa okuduğum sırada bekleyen kitaplara ihanet ediyormuş gibi hissetmesem 3. defada okumaya niyetli olduğum kitap. Nazım Hikmet'in romanı dahi şiir tadında aşkı işkenceyi hüznü özlemi gurbeti cümle içinde bu kadar güzel kullanan ömrümün vazgeçilmez yazarı Nazım Hikmet'i okuyun okutun hediye edin
http://moonlightcat13.blogspot.com/2017/12/yasamak-guzel-sey-be-kardesim-nazm.html
Nazim Hikmet'in okudugum ilk romani. Cogu okuyucunun varligindan habersiz oldugu ya da yine bir siir kitabi sandığı eseri. Daha önce Nazim Hikmet'in hayatina dair Hifzi Topuz'un belgesel roman türünde yazdığı Hava Kurşun Gibi Agir kitabından sonra yazarin kendi hayatına dair kesitleri sunduğu, kurgusal ogelerle desteklediği bir baska eseri okumus oldum. Tabiki bu kez yazan kendisi olunca daha samimi oldu, daha anlamli oldu. Nazim Hikmet kitabinda kendisini Ahmet ve Ismail karakterleri uzerinden anlatmış. Yasadiklarini okuyucuya sunmus. Yasadigi dönemde cereyan eden, Osmanlı nin son donemleri, Kurtulus Savasi, siyasî krizler, Rus Ekim Devrimi, Suphilerin olayi gibi bircok hadiseyi bizlere okutturmus. Kitap donemin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel, askeri atmosferini yansitmasi acisindan da yine oldukca guzel bir kaynak olmus. ✅
Geneline bakinca yazarin sairane kimliginden de esintiler sunan bir yapi oldugu göze carpiyor. Bu siirsel anlatimin bence okumayi daha ahenklestirdigi ve zevkli kıldığı aşikar. 👀
Ahmet'in yasadiklari ve 42 gunluk kuduz nobeti uzerinden anlattiklari , Ismail'in yaşadıkları Nazim Hikmet'in yaşamına dair enstantaneler sunuyor. Basta birincil anlatimla baslayip ucuncu anlatima gecilmesi ve bu sekilde anlatış şeklinin değişmesi bence daha iyi ve ilgi cekici kilmis. Ve bunun yanısıra yine anlatim olarak zamansal gecislerin sık sık olmasi basta okumayi belki zorlu kilsa da kitap ilerleyince taslarin yerine oturduğunu gordukce alinan haz da paralel olarak artiyor. 👏 Bir bakiyorsun Istanbul, bir bakıyorsun Izmir , bir Bakıyorsun Rusya dönemleri...Farkli zamanlar,farkli mekanlar ama ayni insan. Sair kimligi ile taninan mavi gozlu dev icin nefis bir roman. Ayrica yine kitapta yer alan Çinli arkadaşı, Anuşka da Nazim'in hayatinda yer edinmis gercek kişiler. Zaten bu yönleriyle de kitabin bir otobiyografi oldugunu da görebiliyoruz. Tabiki tarihi ve siyasi unsurlarla bezenmis bir otobiyografik eser. 🧐
Halkimizin icinde bulunduğu zorlu durum, Nazim'in vatanseverliği de yine kitaptan aklimizda kalacak şeyler diyebilirim. Okumakta kesinlikle fayda var. 👍
169 sayfa
Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı