İnsanların sömürü düzenine başkaldıran, daha eşitlikçi bir düzen kurmak isteyen hayvanların hikayesi...
İktidarı güzel söylevlerle ele geçiren domuzlar. iktidar sarhoşluğu içinde tarihteki örnekleri gibi acımasız,baskıcı bir düzen kurarlar.
''Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir de insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı. İnsanlar domuzlara, domuzlar da insanlara dönüşmüşlerdi.''
Dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri ve kitaplığımın önemli kitaplarındandır..
mükemmel ötesi bir kitap bu da, 1984'ten çok daha hoşuma gitti, George Orwell bu kitapla anılmalı bence, her kütüphanede bulunması gereken bir roman.
yazar kitabında fabllarda olduğu gibi hayvanları konuşturmus. bu yolla yaadığı dönem hakkında bilgi vermiştir
"Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder, şu anı kontrol eden geçmişi de kontrol eder." sözünün doğruluğunu gördüğüm bu kitapta "kendi hafızanıza güvenmiyorsanız, baskasının hafızasına hiç güvenmeyin hele iktidar hafızasına asla!" demek geldi içimden..
Orwell'in 1984'ü ile hayvan çiftliği arasındaki en göze çarpan üç nokta vardır ki gerçekten zekice.. Birincisi; hatırladıklarının yalnış olduğuna inandırarak geçmişi değiştirilmesi olgusu. 1984'te bu iş daha bir teşkilatlandırılmıştı. İkincisi; hayali düşmanlar yaratarak birleşme. Üçüncüsü; idareyi ve yönetimi elinde bulunduranların alttakileri eğitimsiz bırakmaları.
İnsanların ürün vermeden tüketen sadece sömüren varlıklar olmasından yola çıkarak hayvanlar özgürlük ve eşitlik toplumu kurmak amacıyla 7 emirle başlayan devrim hareketi hayvanların en zekisi olduğuna karar verilen domuz Napolyonun diktatör tavırlarıyla tek emre inerek "Hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar
daha eşittir"olarak kalmıştır. Ve burdada devrim ile çıkılan yolda liderlerin sahiplere, rejimin diktatörlüğe dönüşümünü görüyoruz. Güç kazanan insanların, egemen yapı ne olursa olsun kendi çıkarlarını üst planda tutacağını değişmez bir gerçek..Kitabın sonunda ezilen ve ummuduğunu bulamayan çiftlik hayvanlarının
gözleri önünde bir sahne gerçekleşiyor ki burası gerçekten içler acısı..Başında Napolyo'nun etrafında insanlar hayvanların oturduğu, eğlenerek sohbet ettiği bir masa var ve baktıklarında gördükleri şey artık domuzlarında insana benziyor olması yani artık hangisi domuz, hangisi insan ayırt edemezler. Ve benim
Orwell'ım buradaki hakareti domuzlara mı yoksa insanlara mı yöneliktir bilinmez.
Kitapta en çok Moses karakteri beni sinir ediyor yani onun savunduğu fikre günümüzdede tahammülüm yok. Moses burda din adamlarını temsil ediyor ve hayvanların bu dünyada çektikleri sıkıntıların hepsinin ölünce gidecekleri balbadem ülkesinde telafi edileceğini söyleyerek kandırıyor. Bu alegoride de ilginç olan domuzların bu fikirlere inanmamalarına rağmen, halkı isyandan uzak tuttuğu için Moses’a iyi bakmaları, beslemeleridir.
Kitabı okuduktan sonra "a bu çiftlik ne kadarda ülkeme benziyor ben ya koyunlar grubundayımdır ya da çalışkan at grubundayımdır bilemedin inek, tavuk ne fark eder.Belli ki domuz gurubuna girmiyorum" :) dersiniz. Umberto Eco'dan sonra zekasına hayran olduğum yazar George Orwell'ın burda sistemimi yoksa sistemin içindeki otoriteyi mi eleştirdiğini tespit etmek zor."Yazarın anlattığı okuyucunun anladığı kadardır"dan yola çıkarak bence yazar burda sanki iktidar üzerinden sisteme sert göndermeler yapıyor ama genelini eleştirmiyor gibi.. Orwell her zaman karamsar yazar kimliğiyle hafızamda kalacak çünkü her kitabı sonrasında etrafımda yaşananlara bakarak "dünyadaki açgözlülük ve bencillik bitmeyecek ve bitecek gibi değil" fikri biraz daha yerleşmiş oluyor.
Kitaptan Altını Çizdiklerim :
"siz kendi alt hayvanlarınızla uğraşıyorsunuz, biz de alt insanlarımızla uğraşıyoruz.
kendi stalinlerimizi kendimiz yaratıyoruz bunu çok güzel anlatmış eline sağlık george orwell
Komünizmi dolaylı olarak hayvanlar üzerinden anlatan muhteşem bir kitap..Harika bir zekanın , yaratının ürünü. Kesinlikle okunması gerekir!
"Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder, şu anı kontrol eden geçmişi de kontrol eder." sözünün doğruluğunu gördüğüm bu kitapta "kendi hafızanıza güvenmiyorsanız, baskasının hafızasına hiç güvenmeyin hele iktidar hafızasına asla!" demek geldi içimden..
Orwell'in 1984'ü ile hayvan çiftliği arasındaki en göze çarpan üç nokta vardır ki gerçekten zekice.. Birincisi; hatırladıklarının yalnış olduğuna inandırarak geçmişi değiştirilmesi olgusu. 1984'te bu iş daha bir teşkilatlandırılmıştı. İkincisi; hayali düşmanlar yaratarak birleşme. Üçüncüsü; idareyi ve yönetimi elinde bulunduranların alttakileri eğitimsiz bırakmaları.
İnsanların ürün vermeden tüketen sadece sömüren varlıklar olmasından yola çıkarak hayvanlar özgürlük ve eşitlik toplumu kurmak amacıyla 7 emirle başlayan devrim hareketi hayvanların en zekisi olduğuna karar verilen domuz Napolyonun diktatör tavırlarıyla tek emre inerek "Hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar
daha eşittir"olarak kalmıştır. Ve burdada devrim ile çıkılan yolda liderlerin sahiplere, rejimin diktatörlüğe dönüşümünü görüyoruz. Güç kazanan insanların, egemen yapı ne olursa olsun kendi çıkarlarını üst planda tutacağını değişmez bir gerçek..Kitabın sonunda ezilen ve ummuduğunu bulamayan çiftlik hayvanlarının
gözleri önünde bir sahne gerçekleşiyor ki burası gerçekten içler acısı..Başında Napolyo'nun etrafında insanlar hayvanların oturduğu, eğlenerek sohbet ettiği bir masa var ve baktıklarında gördükleri şey artık domuzlarında insana benziyor olması yani artık hangisi domuz, hangisi insan ayırt edemezler. Ve benim
Orwell'ım buradaki hakareti domuzlara mı yoksa insanlara mı yöneliktir bilinmez.
Kitapta en çok Moses karakteri beni sinir ediyor yani onun savunduğu fikre günümüzdede tahammülüm yok. Moses burda din adamlarını temsil ediyor ve hayvanların bu dünyada çektikleri sıkıntıların hepsinin ölünce gidecekleri balbadem ülkesinde telafi edileceğini söyleyerek kandırıyor. Bu alegoride de ilginç olan domuzların bu fikirlere inanmamalarına rağmen, halkı isyandan uzak tuttuğu için Moses’a iyi bakmaları, beslemeleridir.
Kitabı okuduktan sonra "a bu çiftlik ne kadarda ülkeme benziyor ben ya koyunlar grubundayımdır ya da çalışkan at grubundayımdır bilemedin inek, tavuk ne fark eder.Belli ki domuz gurubuna girmiyorum" :) dersiniz. Umberto Eco'dan sonra zekasına hayran olduğum yazar George Orwell'ın burda sistemimi yoksa sistemin içindeki otoriteyi mi eleştirdiğini tespit etmek zor."Yazarın anlattığı okuyucunun anladığı kadardır"dan yola çıkarak bence yazar burda sanki iktidar üzerinden sisteme sert göndermeler yapıyor ama genelini eleştirmiyor gibi.. Orwell her zaman karamsar yazar kimliğiyle hafızamda kalacak çünkü her kitabı sonrasında etrafımda yaşananlara bakarak "dünyadaki açgözlülük ve bencillik bitmeyecek ve bitecek gibi değil" fikri biraz daha yerleşmiş oluyor.
Kitaptan Altını Çizdiklerim :
"siz kendi alt hayvanlarınızla uğraşıyorsunuz, biz de alt insanlarımızla uğraşıyoruz.
Kitap çok güzeldi. Fakat ilk 1984’ü okuduğum için biraz pişman oldum. İlk hayvan çiftliği’ni okusaydım daha güzel olacaktı. Önemsiz bir detay gerçi.
-spoiler-
Kitaptaki Rusya göndermelerinden ziyade, şu anki hükümetlerle ne derece benzediğiyle ilgilendim. Hatta yayarak okuyup karşılaştırma yaptım. Bana göre benzerlikler şöyle,
- korku imparatorluğu
Kitapta itaatin çoğu bu şekilde sağlanıyor. Sürekli olarak “insanların mı yönetmesini istiyorsunuz?” cümlesiyle korkutulan diğer hayvanlar, seçeneksiz kalıyorlardı. Halbuki insan döneminde daha fazla yem alıyorlardı. Ama hafızalarına o kadar güvenmiyorlardı ki, iki yönlendirmeden sonra-tabi köpeklerin de etkisiyle- bildiklerini de unutuyorlardı.
Bu her yerde var. “Enkaz devraldık” diyen spor kulübü başkanları, “çamur içinde yürüyordunuz, onları mı istiyorsunuz?” diyen belediyeciler ve “x’e borcu kapattık, eskiden böyle bir şey mi vardı? Hayal bile edemezdiniz” diyen başbakanlar. Bunlar bize çok yakın örnekler. Bu söylemlerde bulunanlara, cesaret edip de eski muadillerinden daha kötü durumda olduğumuzu söylerseniz, karşılaştığınız tek söz “ama hayat şartları…” şeklinde başlayan bir cümle olur.
Kitapta Snowball’un hayali bir korku ögesi olarak kullanılması da var. Tüm kötülükler ona yıkılıyor, nefret ve korku körükleniyor. Rüzgarın yıktığı değirmenin sağlam olmamasından ziyade, “Snowball yaptı, daha çok çalışmalıyız” cümlesiyle ilgileniyor hayvanlar. Bu sayede değirmenin güçsüz olduğu ve bu yüzden yıkıldığı umurlarında olmuyor. Çünkü onlar Napolyon’un her şeye vakıf, her şeyin en iyisini bilen ve onlar adına düşünebilen bir lider olduğuna inanıyorlar. Söylediklerini kendi hafızalarını yalanlama pahasına kabul ediyorlar. (1984 ve çiftdüşün tekniği)
Bunu da günümüzde her şeyin “dış mihraklar”, “islam düşmanları”, “amerika’yı yıkmak isteyen müslüman teröristler”, “illuminati”, “faiz lobisi” gibi grupların üzerine yıkılmasına benzetiyorum. Hiçbir devlet, hiçbir zaman “bu neden oldu? Ne gibi güvenlik açıklarımız var?” sorusunu akıllara getirmez, bir günah keçisi bulup nefreti körükler. Bu sayede birkaç “aykırı” hariç kimse “güvenlik” kelimesini bile aklına getirmez.
- medya gücü
Kitapta 7 kuralın yazıldığı duvarı günümüzün medyası olarak düşünüyorum. İktidarın kontrolü altında olan duvar, kimsenin okumaması, okusa bile onlara itiraz etmek yerine “yanlış hatırlıyorum” diyecek olması üzerine sürekli değiştiriliyor. “alkol içmek yasaktır” kuralı “fazla alkol içmek yasaktır” oluyor, “hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldüremez” kuralı, “hiçbir hayvan başka bir hayvanı nedensiz yere öldüremez” oluyor. En sonunda da elde tek bir kural kalıyor, “her hayvan eşittir, ama bazıları daha eşittir”
7 gazetenin aynı manşeti attığı günümüzde, bunun benzerliğini tartışmak mantıksız oluyor. Onun dışında belirli bir çoğunluğu sağlayınca, her öneriyi geçirebileceğiniz meclis sisteminde, “kural koyucu” olmak da çocuk oyuncağı oluyor. İktidar, onun çıkarlarına uygun olan yasaları dilediğince geçiriyor. Bazen de kendi verdikleri yasa teklifini, rakip parti de desteklediği için kabul etmedikleri bile oluyor.
- Squealer
Bu “soru işaretleri giderme mekanizması” olan karakter belki de kitabın en önemli karakteri. Konuşmaları yapması, kuralları değiştirmesi, diğer hayvanlarla muhatap olanın o olması ve etkili bir konuşmacı olması Napolyon’un çok işine yarıyor.
Günümüzde onlarca örneği olan dalkavuklar, hükümete herhangi bir eleştiride hemen ortaya çıkarak “aslında öyle demek istemediler”, “böyle diyorsun ama, eskiden tüp kuyruğunda bekliyordunuz”, “x her şeyi bilir, sizin için düşünür”, “ne paternalist devleti? Biz kötü mü yapıyoruz, halkımız cahil” cümlelerini kurarlar.
Kitabı okurken de sürekli aklıma geldi, bari onunla bitireyim:
“En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde Çar’dan daha beter olacaktır.”
Bakunin
-spoiler-