Charles Tillynin Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu kitabı, bin yıllık Avrupa tarihini, devleti anlamak, geçirdiği evrelerle bugünkü ulus-devlet oluşumunu ve egemenliğini açıklamak, bu oluşumda toplumsal sınıfların konumunu çözümlemek amaçlı bir inceleme girişimidir. Bu kapsamlı analizde, incelemenin geniş bir literatüre dayalı olgusal zenginliği, anlamlı kuramsal çerçevelerle daha da derinleşmektedir. Merkezi iktidarın, devlet kurumlarının ve ordunun tarihini, sermaye ve kapitalizmin örgütlenişi ve gelişim tarihi içinde, karşılıklı etkileşimleri çerçevesinde ele alan Tilly, devlet, devletin sınıflardan bağımsızlığı, millet ve milliyetçilik gibi tartışmalara yeni açılımlar getirmektedir. Ayrıca devlet tipleri, devrim ve yurttaşlık, vergi ve yükümlülük, doğrudan yönetim ve ulus-devletin aşınımı, emperyalizm ve sivilleşme gibi temel kavram ve oluşumları da ele almaktadır. Bütün kapsamı ve derinliğiyle modern Avrupanın ortaya çıkışını anlatan kitap, bir yandan da dünya sistemi, savaş ve üçüncü dünya devletlerindeki askeri darbeler gibi, daha geniş ölçekli olgulara ışık tutmaktadır. Konusunun genişliği ve derinliğine rağmen şaşırtıcı derecede açık ve berrak bir biçimde kaleme alınan bu kitap, bugünün dünyasını anlamlandırmada tarihin sunabileceği imkanları bir kez daha ortaya sermektedir.
Charles Tillynin Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu kitabı, bin yıllık Avrupa tarihini, devleti anlamak, geçirdiği evrelerle bugünkü ulus-devlet oluşumunu ve egemenliğini açıklamak, bu oluşumda toplumsal sınıfların konumunu çözümlemek amaçl... tümünü göster
Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor. Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor.İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor.Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor. Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor.Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor.Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.Hakan Günday Azilde içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın hiçleşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor.Günday, ana karakteri Asilin psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor.Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.
Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor. Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor.İnsanlığın bin çabayla ... tümünü göster
Elleri öpülesi çevirmenlerin ellerinden çıkan çeviri harikası eserler. Okuma keyfini katlayan çevirileri vardır bu kitapların.
Elleri öpülesi çevirmenlerin ellerinden çıkan çeviri harikası eserler. Okuma keyfini katlayan çevirileri vardır bu kitapların.
Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen Bloomsday yani Bloom gününde, kitaptaki bölümlerde geçen yerlerin dolaşıldığı turlar düzenlenmektedir.)
Konu, özünde son derece yalındır: Öğrenci Stephen Dedalus ile serbest çalışan Yahudi asıllı bir reklam toplayıcısı olan Leopold Bloom'un karşılaş(tırıl)maları. Ancak asıl anlatılan, bu iki kişinin bireysel kimliklerini aşan daha büyük bir gerçeğin parçası olduklarıdır: Stephen sanatsal doğanın, Bloom ise bilimsel doğanın temsilcileridir. Öte yandan, bu iki dışlanmış kişilik, hem Joyce hem de birbirleri için de özel bir öneme sahiptirler: Stephen, Joyce'un gençliğinin, Bloom ise olgunluğunun yansımalarıdır; Bloom, Stephen'ın, deyim yerindeyse, manevi babasıdır vb. Ama kitabın edebiyat açısından asıl önemi, çatısının Homeros'un destanı Odysseia ile simgesel koşutluğundan ve Joyce'un kullandığı değişik teknik ve biçemlerden, özellikle de 18. ve son bölümde Bloom'un karısı Molly'nin düşüncelerinin yansıtıldığı bilinç akışından gelir.
Ulysses, yılar boyunca, kimine birkaç kez olmak üzere, Fransızca, Almanca, İtalyanca gibi belli başlı dillere, bu arada Çince gibi uzak dillere de çevrildi; üzerine onlarca kitap yazıldı. Türk okuru ise, şimdiye kadar ancak, içlerinde özellikle Doğu ve Uzakdoğu gizemciliği ve Geştalt terapisi üzerine çeviri vb. etkinliklerinden tanıdığımız Nevzat Erkmen'in de bulunduğu, bir iki çevirmenin, deyim yerindeyse cüret ettiği deneme niteliğindeki parça çevirileriyle yetinmek zorunda kalmıştı. Kitabın tam ve tekmil çeviri serüveni, 1991'de Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisinin kurulmasıyla başladı. Ulysses, danışma kurulunun dizide yayımlanmak için ilk seçtiği kitaplar arasındaydı. Yarışmaya gönderilen deneme çevirilerinden Nevzat Erkmen'in çevirisi yayımlanmak için uygun bulundu ve Nevzat Erkmen yoğun bir şekilde çalışmaya başladı (1992). Dört yıl süren zorlu bir uğraştan sonra, Enis Batur'un da redaksiyonundan geçtikten sonra yayımlanmaya hazır duruma geldi. Kitap, Enis Batur'un Joyce'un Kulesi başlıklı Ön-Sözü ve 1992'de Bir Ulysses, 1984'te Bir Başka Ulysses başlıklı Arka-Sözü ile sunuluyor. Böylece, Nevzat Erkmen'in kitabı yazdığı Çevirmenin Sözünde söylediği gibi: Joyce'un ulusesi nihayet Türkçede...
"Joyse Ulysses'i yazarken, ilk olmasa bile, yeni bir yazınsal biçem kullanmak istemiştir. Dublin'de, 1904 yılında yaşayan ortanın altındaki sınıftan kişileri almış, haziran ayının başlangıcındaki bir gün boyunca, sadece neler yapmış olduklarını değil, neler düşünmüş olduklarını da anlatmıştır. Bana öyle geliyor ki, Joyce, şaşırtıcı bir başarıyla, sürekli değişen kaleidoskopik bilinç ekranında, hem sıradan malzemeyi, hem de pek derinlerdeki (bilinçaltı) malzemeyi yansıtabilmiştir."
Bu satırlar bir eleştiri yazısından değil: Yargıç John M. Woolsey'in, 8 Aralık 1933 günü, ABD hükümetinin "müstehcen"lik gerekçesiyle toplatma kararı aldığı Ulysses için verdiği aklama kararından.
"Ulysses bir yolculuk. (...) Hepimizin yaşam serüvenini simgeleyen bir Tinsel-Tensel Yolculuk'tur bu.
Ulysses'i çevirmek de bir yolculuktur--hiç bitmeyecek. O tanımsız labirentte acımasız devlerle kapıştım, fettan denizkızlarıyla oynaştım, Dublin insanlarıyla ne oyunlar oynadım, sokaklarıyla yoldaş oldum, Joyce'un ulusesini dinledim de dinledim, bir Mr. Bloom olup çıktım."
Bu satırlar da "Ulyssesce"yi "Türkçe"ye çeviren Nevzat Erkmen'den.
Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen Bloomsday yani ... tümünü göster
devrimmert şu anda kitap okumuyor.