''Şimdiye kadar yazılmış en iyi bilim-kurgu roman, klasik bir karşı ütopya'' -Ursula K. Le Guin-
Biz, sonradan kendi tarzında yazılan yapıtlar için prototip olacak disütopik bir romandır. Roman gelecekte varolan otoriter bir devletin inançlarına körü körüne bağlı bir vatandaşı ve bir matematikçi olan D-503'ün günlüğüne yazdıklarına yer verir. Günlük, mutluluğun, düzenin ve güzelliğin sadece özgürlüğün olmadığı bir ortamda, matematiksel mantığın ve mutlak gücün demir prensiplerinde bulunabileceğini dikte eden bir hükümet doktrininin bir ilanı olarak başlar. Günlük ve roman ilerledikçe D-503, I-330 adlı bir muhalifin çarpıcı etkisine kapılır. I'ya duyduğu çılgıncasına arzuyla büyülenen D, matematiksel mantığın saflığına ve tüm insanların ihtiyacını karşılayacak ve mükemmel düzenlenmiş bir bütünlüğün kapasitesine olan inancını kaybeder. Kendini azar azar V-1'in şiirsel irrasyonelliğine ve bireysel bir aşkın anarşizmine doğru çekilirken bulur. Artık "biz"i kullanmaz ve gerilla sevgilisinin adının ironik bir yansıması olarak "ben"i, yani kendini düşünmeye başlar.
''Zamyatin'in Biz'ini farklı kılan şey otoriterliğe bakış açısındaki entelektüel inceliktir.'' -Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap-
''Şimdiye kadar yazılmış en iyi bilim-kurgu roman, klasik bir karşı ütopya'' -Ursula K. Le Guin-
Biz, sonradan kendi tarzında yazılan yapıtlar için prototip olacak disütopik bir romandır. Roman gelecekte varolan otoriter bir de... tümünü göster
Dünyayı bir anda eski ve yeni olarak ikiye bölen tarih, Amerikanın İspanya Krallığı tarafından fethi: 1492. Oysa Avrupa için yeni bir dünyanın keşfi, sadece coğrafi değildir. Dinsel, hukuksal, siyasi, tüm düşünsel alanlarda hızlı yeni yapılanmalara gidilecektir.
Dünyayı bir anda eski ve yeni olarak ikiye bölen tarih, Amerikanın İspanya Krallığı tarafından fethi: 1492. Oysa Avrupa için yeni bir dünyanın keşfi, sadece coğrafi değildir. Dinsel, hukuksal, siyasi, tüm düşünsel alanlarda hızlı yeni yapılanmalara g... tümünü göster
Televizyon bir cazibe merkezi olarak hayatımızın baş köşesine oturdu. Yirmi dört saat yayın yapan kanallarla tam bir görüntü sarhoşluğu yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, konuşma biçimimiz, ilişkilerimiz televizyona endekslendi sanki. Eğlenceli, renkli bir hayat yaşamaya başladık. Resmi ideolojinin yasaklıları, toplum kıyısında yaşayanlar bütün gizleriyle evlerimizde artık. Kameralar pervasızca mahremiyetimizin en ücra köşelerine giriyorlar. Şiddetin bütün türleriyle tanıştık. Reality showlarla kan ve acının da bir satış değeri olduğunu, reklam alabileceklerini öğrendik. Kapitalizmin en temel özelliği olan rekabetin insanları nasıl vahşileştirdiğini, iğrençleştirdiğini gördük. Duygularımız, tepkilerimiz, duyarlılıklarımız törpülendi...Tek sesli devlet televizyonunun ardından gelen bu denli çok seçenek karşısında nihayet demokratikleştiğimize inandık; uzaktan kumanda aletini özgürce kullanma hazzıyla kendi gücümüzün farkına vardık. Peki, hayatımızı böylesine değiştiren televizyon nedir? İletişim kurmacası Neil Postman on beş bin radyo ve televizyon kanalına sahip televizyon çılgını ABDden hareket ederek söz ve yazı merkezli dönemlerle görüntü merkezli dönem arasındaki kültürel farklılıkları hakikat ve kamu söylemi açısından ele alıyor. Ona göre, kitabın nitelikli kamusal söylem için etkin bir rol oynadığı, düşünmeyi derinleştirdiği, ciddilik, tutarlılık, süreklilik ve bütünlük gibi kavramların imkânları bulduğu Yorum Çağı daha hakiki.Gösteri Çağı ise ideolojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatın imaja yenik düştüğü, her şeyin eğlenceli bir biçimde sunularak içeriksizleştirildiği, müthiş bir enformasyon bombardımanının insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, hafızanın kaybolduğu, algılamanın ve mukhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönem. Hayatımız hakkında karar verilen yer olduğu için çok ciddiye alınması gereken politika artık fikre değil görüntüye dayandırılıyor (ABD eski başkanlarından Richard Nixon seçimi makyajcısının sabotajı yüzünden kaybettiğini söylemiş); halkın zihnine kazınacak görüntüleri tasarlayan imaj yöneticisinin cilaladığı şovmen politikacı tipi, partinin yerine geçiyor...Postman bizi, duygularımızı ehlileştiren renklerin ötesine, eğlendiğimiz şeyin ne olduğunu düşünmeye çağırıyor. Düşünmeye! O kadar! Yeter çünkü!.
Televizyon bir cazibe merkezi olarak hayatımızın baş köşesine oturdu. Yirmi dört saat yayın yapan kanallarla tam bir görüntü sarhoşluğu yaşıyoruz. Alışkanlıklarımız, konuşma biçimimiz, ilişkilerimiz televizyona endekslendi sanki. Eğlenceli, renkli bi... tümünü göster
1988 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar ÖdülüDuygu Asena bu kitabında, temiz, telaşsız, kıvrak anlatımıyla bir kadının yaşadıklarını, daha doğrusu cinsiyetii kadın olarak belirlenmiş, herkesin üç aşağı beş yukarı tanık olabileceği ortak bir macerayı, bir kadının ağzından anlatıyor. Bu kadın, küçücük bir kızın henüz yaşanmamış doğal meraklarından, aşklar, acılar, sahtekârlıklar, hıslarla dolu bir hayatın bazen hafif, bazen ağır kıpırtılarına kadar, kendi ayakları üzerinde durabilmek için mücadele ediyor. Bu kadın, pürüzsüz bir tenden kırışıklıklara uzanan zaman içinde kendisi için var olabilmeyi hedefliyor. Beceriyor da...Ne pahasına olursa olsun!
1988 Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar ÖdülüDuygu Asena bu kitabında, temiz, telaşsız, kıvrak anlatımıyla bir kadının yaşadıklarını, daha doğrusu cinsiyetii kadın olarak belirlenmiş, herkesin üç aşağı beş yukarı tanık olabileceği ortak bir macerayı,... tümünü göster
Simgeci düşünce yalnızca çocuğa, şaire veya dengesize ait olan bir alan değildir, insanın özünün bir parçasıdır; dile ve yargılara dayalı düşünceyi öncelemektedir. Simge gerçeğin, diğer tüm bilgi araçlarına meydan okuyan bazı yanlarını açığa çıkartmaktadır- en derin olanlarını-. İmgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değillerdir; bunlar bir gerekliliğe cevap vermekte ve bir işlevi yerine getirmektedirler: Varlığın en gizli tarz değişikliklerini açığa çıkartmak. Buna bağlı olarak, bunların incelenmesi insanı, "Kısaca İnsan"ı tarihin koşullarıyla henüz uyuşmamış olanı anlamamıza olanak vermektedir. Her tarihsel varlık, tarih öncesi insanlığının büyük bir parçasını kendinde taşır.
(arka kapaktan)
Simgeci düşünce yalnızca çocuğa, şaire veya dengesize ait olan bir alan değildir, insanın özünün bir parçasıdır; dile ve yargılara dayalı düşünceyi öncelemektedir. Simge gerçeğin, diğer tüm bilgi araçlarına meydan okuyan bazı yanlarını açığa çıkartma... tümünü göster
Marksist ideoloji kavramı son günlerde en çetin eleştirilere konu olmaktadır. Michéle Barrett post-marksist bir yaklaşım sergilediği kitabıyla bu eleştiri kervanına katılmaktadır. Barrett ideolojiyi düşünceler hatta değerler olarak değil, eleştirel toplumsal teorideki daha güçlü ve geniş anlamıyla ele aldığını belirtir. Barrett, kendini Marksist ideoloji modeliyle -iç tutarsız-lıkları ve sonunda paradigmanın çöküşüyle- ve Foucaultdaki anlamıyla post-yapısalcı Marksizm eleştirisiyle sınırladığını vurgulamaktadır. Postmodernizim ve post-marksizm tartışmalarının hız kazandığı günümüzde, ideoloji kavramına ideolojilerin dışına çıkarak bakmayı deneyen, kavramı tarihselliğinden ele alan Barrett kafa karışıklıklarını gidererek, havanda su dövmeye son veriyor.
Marksist ideoloji kavramı son günlerde en çetin eleştirilere konu olmaktadır. Michéle Barrett post-marksist bir yaklaşım sergilediği kitabıyla bu eleştiri kervanına katılmaktadır. Barrett ideolojiyi düşünceler hatta değerler olarak değil, eleştirel t... tümünü göster