Geceleri uykumda kendimi mi dişliyordum yani? Böyle bir hastalık var mı?
Uyurgezerliğin bir türü mü bu? Yamyamlığın bir türü mü ya da?
Yoksa ben mi icat ettim? Cinsel fantezi kurbanı olduğumu sanan doktora söyleseydim keşke,“İyi de doktor bey, ben yalnız yaşıyorum,” diye.
Söyleyememiştim. Tutmuştum kendimi. Nedenini de gayet iyi biliyordum
aslında: Kendi kendimi bilinçsizce ısırıyor olmam, en sapkın ilişkiye girmemden çok daha rahatsız ediciydi.
Uzak, sanki hiç varolmamışçasına hatırlanmayacak uzak bir İstanbul semtinde başlıyor Karanlık Oda… Boş bir belediye otobüsü, pırpır eden floresanlar, ıssız ve alelacayip vitrinlerle giriyor söze… Suya daldırıldıkça ağırlığı artan paçavra gibi dibe giden, kendini ve unuttuklarını hatırlamaya çalışan bir fotoğrafçı çıkıyor karşımıza.
Sezgileriyle yürüyen, rutinlerle yaşayan, ürkek ve takıntılı bir adam bu…
Hakan Bıçakcı, akılcılığın maskesini çıkarttığı, her gecenin bir gündüzün içine aktığı şizoid ve polarize bir karanlığı resmediyor. İçinde ısırıkların, sararmış resimlerin, tekinsiz erkeklerin, alışveriş merkezlerinin, sanat galerilerinin, otel odalarının, markaların ve beyhude zaman usancının yaşadığı genç bir roman daha sunuyor bize…
Geceleri uykumda kendimi mi dişliyordum yani? Böyle bir hastalık var mı?
Uyurgezerliğin bir türü mü bu? Yamyamlığın bir türü mü ya da?
Yoksa ben mi icat ettim? Cinsel fantezi kurbanı olduğumu sanan doktora söyleseydim keşke,“İyi de doktor bey, ben ... tümünü göster
"Koltuklara çökmüştük. Meraklı gözler üzerime kenetlenmiş beni ağır ağır kemirmeye başlamıştı. Hastaymışım gibi bakıyorlardı.
Tek kusurum geçmişimin ancak bu sabaha kadar uzanıyor olmasıydı. Ben onların geride bırakmış oldukları günlerin bir parçasıydım.
Hepsi ortak geçmişlerinden birtakım izler ve işaretler taşıyordu.
Bense olmayan geçmişimle onların bu fevkalade düzenini bozuyordum. Yüzlerine yapışmış olan tereddütlü gülümsemelerin, huzursuz kımıldanışlarının, kaçan gözlerin arkasında hafızasızlığımdan kaynaklanan derin ve yabani bir keder vardı."
Bir adam düşünün, bir kaza sonucu belleğini yitirmiş... Geçmişini hatırlamıyor, ailesini, çevresindekileri tanımıyor ve hepsinden önemlisi, nasıl yaşayacağını bilmiyor. Birileri var onunla konuşan… Kim bu insanlar, neden bakıyorlar ona? Karanlık ve tekinsiz şehri, alelacayip suretleri kendisi yaratmış olabilir mi?
Bazen boş, bazen anlama isteğiyle bakıyor etrafa. Her şeyi yeniden öğrenerek başladığı hayatı, kâbuslarla ve geçmişinden gelen tedirginliklerle günbegün koyulaşıyor. Hatırlamak, günü yakalamak, iyileşmek… Aç gözleri!
Denizi kapatan inşaat, çok başlı ejderhalar, cadılar, Beyoğlu, gri apartmanlar, çukura indirilen ceset ve kendini arayan bir hafıza… Kapa gözleri!
Hakan Bıçakcı’dan kördüğümün ve huzursuz bir zihnin romanı…
"Koltuklara çökmüştük. Meraklı gözler üzerime kenetlenmiş beni ağır ağır kemirmeye başlamıştı. Hastaymışım gibi bakıyorlardı.
Tek kusurum geçmişimin ancak bu sabaha kadar uzanıyor olmasıydı. Ben onların geride bırakmış oldukları günlerin b... tümünü göster
Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum. Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar'dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan... Hikayeyi ve karakteri çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda... Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.
Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar. Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü ses... tümünü göster
Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz -kendisi Türkiye'de yaşayan bir Fransız Türküdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve hayatı değişir...
"Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki yabancı dil bilen sağlıklı genç, geri kalanını temin edebilmek amacıyla hayatının bir bölümünü satıyor. İlgilenenler aşağıdaki telefon numarasına başvurarak randevu alabilirler."
Genç yazar Alper Canıgüz'ün ilk romanı yukarıda tırnak içine alınan ilanla başlar. Tatlı Rüyalar, kitabın alt başlığında da belirtildiği gibi, gerçekten psiko-absürd ve de romantik komedi. Zekice kurgulanmış, bir ilk kitaptan -alışıldığı üzere- beklenmeyecek kadar iyi yazılmış, kıvrak dilli, özellikle de saçma, komik ve psikolojik... Gerçek bir serüven, gerçek bir roman...
Romana sonundan bakarsanız, matrak bir romantizm de bulabilirsiniz. İşin psikoloji kısmına gelince... Yazarımız her ne kadar 1969 doğumlu genç bir psikolog ise de, burada mesleğini kötü temsil ettiği bile söylenebilir. Binyıl Kitap ekinde yayımlanan söyleşisindeki ifadeleriyle aktaralım durumu: Tatlı Rüyalar'da psikolojinin kullanımdan ziyade kötüye kullanımı mevcuttur. Psikoloji nedir ne değildir, bu konuda çoğunluğun kafasının karışık olduğunu biliyorum. Davranış örüntüleri hakkında büyük bilgi birikimine sahip olmakla birlikte iş, insan ruhunun ne menem bir şey olduğu konusuna gelince psikologların durumu da daha parlak değil diye düşünüyorum. İşte kitaptaki psikoloji parodisi bununla ilgilidir.
Tatlı Rüyalar, uzun süredir keyifli bir kitap okumadım diyenlere hiç çekinmeden aradığınız işte bu diye tavsiye edebileceğiniz bir kitap.
Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz -kendisi Türkiye'de yaşayan bir Fransız Türküdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve hayatı değişir...
"Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki... tümünü göster
“Öldürdüğüm insanlarla iyi arkadaş olacağımızı düşünmüşümdür hep.”
Dublörün Dilemması’nın yazarından komik, hızlı, şoke edici bir roman daha.
Gönül İşleri Bakanlığı’nda basın müşaviri dövüş ustası Fu.
Başkalarının intikamını alarak hayatını kazanan Gıcırbey.
Tarih öğretmeni dilber Şebnem Şibumi.
Padişah yorganları satıcısı Enver Paşa.
Dul gangster Hayati Tehlike.
Mr.Spock, Abdülcabbar, Ruhiye Hanım, papağan Huduni, cin Jajha, Atom Bombacıyan, Uçan Kız, Abidin Dandini, Leyla Kalahari ve diğerleri...
Korkma Ben Varım’ın her sayfası sürprizlerle dolu. Aşk, dostluk, intikam, yalnızlık ve şiddetin ustaca harmanlandığı roman, olağanüstü bir enerji saçıyor.
“Bu kitap karnaval sırasında başgösteren bir bombardımana benziyor.”
Murat Uyurkulak
“Öldürdüğüm insanlarla iyi arkadaş olacağımızı düşünmüşümdür hep.”
Dublörün Dilemması’nın yazarından komik, hızlı, şoke edici bir roman daha.
Gönül İşleri Bakanlığı’nda basın müşaviri dövüş ustası Fu.
Başkalarının intikamını alarak hayatını ka... tümünü göster
... Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına sahibizdir.
İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil. O restoran sürüngenleri, fiyaka kumkumaları, yapmacık kasvetin mıymıntı bekçileri, ticari bir şiveyle konuşan zehirli papağanlar, hileli bir neşe içinde geviş getiren bunak vampirler, modanın ipiyle kuyuya inen kibirli cambazlar, tatile gebe fırlamalar, alaturka bir sadizmle zıvanadan çıkanlar, alafranga bir mazoşizmle yılışıklaşanlar... Hepsine teker teker Kolombiya kravatı takmak istiyorum! [Kolombiya kravatı: Meksika mafyasının uyguladığı bir cezalandırma biçimi: Kurbanın gırtlağına bir delik açılır ve dili bu delikten sarkıtılır.]
Gerçi zamanla esnekleştim. Ulaşılması ve vazgeçilmesi en zor nimetin sükunet olduğunu anladım galiba. Tamam, zenginlere merhamet duyacak kadar güçlü değilim hâlâ, fakat sayıların artışındaki boşunalığın eşiğini görebiliyorum. İbrahim Kurban'dan öğrendiğim kadarıyla, yeşil banknotlar kamuflajdan başka bir şeye yaramıyor: Aptallığı, beceriksizliği, acizliği, yalnızlığı kamufle ediyorlar... Ayrıca, yetimlik zaman aşımına uğramaz, haddizatında yetim olmayanlar da yetimliğe doğru seyreder. Yani kimsesizlik, kimsenin tekelinde değildir: Kainat ve tarihin bekleme salonunda biraz soluklanıyoruz, çoğunlukla da adımız anonslanmadan kainata ve tarihe gömülüyoruz...
... Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına s... tümünü göster