Kitap içerdiği öykü olarak pek dikkat çekici değil (bir kız çocuğu büyüdü romanda, hepsi o kadar). Ancak yazarın derinlikli psikolojik tahlilleri dikkat çekici. Şunu net bir şekilde anladım ki, insan ruhunun en derinliklerine kadar inmeyi başarabilen ender insanlardan biridir Dostoyevski.
Doğu ile Batı kimliği arasında kalmış ve bu iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzun yanlış tutumlarını, davranışlarını, saçmalıklarını alaya alan, eleştiren bir romandır. Kitapta pek çok eski Türkçe kelime mevcut. Bu sebeple sözlüğe sık sık başvurmak gerekebilir. Kitabın adı da konu da çok orijinal. Ancak kitap genel olarak okunması oldukça ağır, anlatımı akıcı değil ve okuması yorucu olabilir. Bizim büyük ve başarılı romancılarımızın temel bir sorunu var. Hep bir mesaj verme kaygısı, psikolojik ve sosyolojik oldukça derinlikli tahliller... Örneğin Tanpınar bu eserinde insanı birçok yönüyle ele alabilen bir yazar olarak eserindeki titizliği takdire değer. Ama bu titizlikten kaynaklanan detaycılık romanın okunmasını zorlaştırıyor, okuyucuda bıkkınlık oluşturabiliyor. Aslında kitap (en azından benim bilgi düzeyime göre) kısmen akıcı bir dille yazıldığı halde kolay ilerlemiyor. Çok fazla karakter içermesi insanı zorlayabiliyor. Yazdıklarımda bir çelişki var gibi gözükebilir, ama belirli düzeydeki okuyucuları kitap, anlatımdaki yalınlık!, kelimelerdeki ahenk ve kurgudaki trajikomiklik gerçekten mest edebilir. Ama işte dedim ya, (kitabı salt bir öykü olarak okuyanlar için) genel anlamda sıkıcı bir eser, (kitaptan bir mesaj bekleyen) belirli yetkinliğe sahip insanlar için sıkıcı olmayabilir... Kitabı okurken Orhan Pamuk'un eserleri geldi aklıma. Orhan Pamuk sanki Tanpınar'ın tarzından etkilenmiş gibi geldi bana.
Kitabın adını ilk gördüğümde tarlalar, çiftlikler, çalışan çocuklar vs. köy ortamıyla karışılacağımı sanmıştım. Ama kitabı okumaya başladığımda, kendimi acayip derecede sorunlu yeni yetme ergen bir gencin lanet derecede samimi (belki de pervasız) anlatımıyla, yozlaşmış modern ve çağdaş bir kentte buldum. Kitabın adı Robert Burn'ün “Rastlarsa birine biri, çavdarlar arasında” şiirinin adından geliyormuş. Kitapta anlatılan konu olukça basit ve argo kelimeler oldukça fazla. Kitap içerdiği argo kelimeler ve cinsel içerikli şeylerden dolayı Amerikan okullarında yasaklanmış. Bu romanda benim en çok dikkatimi çeken şey konudan ziyade yazarın kendisi oldu. Zira Salinger durum tespitleri ve betimlemeler konusunda oldukça başarılı. Çok basit bir öyküyü yazarın çok ustaca kurgulaması, dilinin çok sade ve anlaşılır olması ve çevirinin de iyi olması kitabın en önemli artı yönlerini oluşturuyor. Kitabın başka da bir çekiciliği bulunmuyor.
Çocuklar için kişisel gelişim kitablarından biri sayılabilir bu fabl türündeki eser. Her zaman aykırı olmak hoşuna gidenler için ideal bir öykü. Kitap -çocuklar için- alttan alta -din dahil- her türlü öğretiyi insanı sınırlandıran dogmalar olarak kabul etmesi gibi bazı sakıncalar içerse de kitap bize sadece sınırları zorlamayı değil, aykırı olmayı da öğütlüyor olması en özgün mesajı oluşturuyor. Ayrıca kitabı özümseyerek okuyan büyükler şunu fark edeceklerdir ki Martı Jonathan bize bilginin (özgürlüğün) 3 halini anlatıyor: Herkesin ulaşabileceği bilgi, sadece bilginlerin ulaşabileceği bilgi ve sadece ermişlerin (bilge) ulaşabileceği bilgi... Bilgiden -dar anlamıyla özgürlükten- kasıt özgür düşünceye, gerçeğe 'Asıl'a, 'O'na, tek ideye ulaşmaktır.... Kişisel gelişim kitaplarının "kitabı okudum, hayatım değişti" gibi klişeleşmiş cümlelere pek inanmayın. "Martı Jonathan'ı okudum, içimdeki potansiyeli kefeştim" gibi sadece fikir olsun diye söylenmiş cümlelere de inanmayın. Zira bu kitabı okumakla kimsenin hayatı filan değişmez. "Bir kitap okudum ve tık diye hayatım değişiverdi" gibi cümleler kuranlardansanız, hala -zihinsel olarak- (bence) özgür olamamışsınız demektir. "... Martı Maynard, sen sen olma hürriyetine sahipsin, bunu da şu andan itibaren kimse engelleyemez. Özgür olmak her martının hakkıdır. Özgürlük varolamanın özüdür. Unutma! Sen zaten özgür olarak doğmuştun. Senin şu anda yaptığın tek şey doğuştan var olan ancak daha sonra .... tarafından değiştirilen, özgürlüğünü kısıtlayan, boş inançları, gelenekleri, özgürlüğü kısıtlayan ne varsa kaldırıp attığın için özgürsün Martı Maynard. (Martı Jonathan Livingston)"
Bazılarına göre en önemli Amerikan romanlarından biri olan bu kitabı bitirdiğimde, öykünün beklediğim gibi çıkmaması açıkcası beni şaşırttı. Ya anlatmak istediği felsefeyi anlamadım, ya da anlattığı dönemin sosyal ve politik ortamına hakim olamadığımdan mıdır bilmem... Öykü heyacandan ve sürükleyicilikten çok uzak. Bu yüzden, anlatım ve kurgu bende hiç ilgi uyandırmadı. Utku İlban Çoşkunoğlu çevirisiyle okuduğum kitabın çevirisinin de iyi olmadığını düşünüyorum. Tam açıklanamayan olgular, kesik anlatımlar, hızlı geçişler vs. çevirinin iyi olmadığının belirtisi. Örneğin kitabı bitirdiğinizde Nick Carraway'ın tam olarak ne iş yaptığını anlayamıyorsunuz. Muhteşem Gatsby bir çok edebiyat çevrelerinde büyük Amerikan romanı olarak görülmesi, belki de en mükemmel çeviriyi bile zayıf ve yetersiz bırakacak olağanüstü anlatım tarzıyla işlendiği bir eserdir, orasını bilemem. Kitabı İngilizce aslından okuyana sormak lazım. "Fitzgerald bu eserinde insanların mutlu olmayı istemekle mutluluğa erişemeyeceklerini göstermektedir."
İncelikle işlenmiş karakterleri, zengin ayrıntıları ve dönemi anlatmadaki ustalığıyla Nar Ağacı bir Doğu masalı kadar zengin, hayal kadar güzel, hayat kadar gerçek bir öykü... Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin Nazan Bekiroğlu bu romanında kendi köklerine uzun bir yolcuğa çıkmış. Yazarın kelimeleri kullanmadaki başarısı dikkat çekici. Yazar edebiyat profesörü olduğundan roman yazma tekniklerini çok iyi kullanmış, kelimeleri ustalıkla yoğurmuş ve bu sayede etkileyici bir kurgu ortaya çıkmış. Kurguda bir senaryo havası var. Yazarın öykünün içinde yer alıyor olması ve dalıp gittiği fotoğraf karesinde kurguya dahil olması, olayların akışı, karakterlerin arzı endamı bir film senaryosunu çağrıştırıyor. Konunun oldukça ayrıntılı olarak işlenmesinden dolayı olsa gerek, kitabın kimi zamanlarında sıkıldığım, duraksadığım oldu, ancak genel olarak iyiydi. Sonuç olarak Nar Ağacı için şunu söyleyebilirim: Romanın kurgusu etkileyici ama öykü fazla etkileyici gelmedi bana.
Küçüklüğümde irili ufaklı çeşitli kitaplardan bu serüveni okumuştum, Ancak kitabın orijinal halinin tam çevirisini -şimdiye kadar- okuma fırsatım olmamıştı. Çeşitli görsel uyarlamalarıyla da bildiğimiz Robinson Cruose'yu tam ve orijinalinden çeviriyle okumak ayrı bir zevk. Aslında Robinson Crouse üç kitaplık bir seriymiş. Yapı Kredi Yayınları ilk iki kitabın tam çevirisini tek bir kitapta sunmuş, güzel de olmuş. Eserin tam çevirisini okuduğunuzda, eserin aslında sanıldığı gibi -salt- çocuk kitabı olmadığını anlıyorsunuz. Salt bir macera kitabı değil, belirli derinliği olan tespitler, dinsel ve öğüt verici analizler de içeriyor. Birinci kitap (bölüm) bildiğimiz malum ıssız adayla ilgili, ikinci kitap (bölüm) Robinson'un deniz yolculuklarını, Uzak Doğu serüvenlerini ve Rusya üzerinden tekrar ülkesine dönmesini anlatıyor. Özellikle ikinci kitap +13 (belki +16)'ü hakediyor. Et doğrar gibi yerli halk öldürme serüvenleri (ki bunlar sömürgeci mantığının anlaşılmasını sağlıyor) can sıkıyor… Robinson'un tüm serüvenlerini merak ediyorsanız ve ayrıntılardan sıkılan (ki ben sıkıldım) biri değilseniz, tam çeviri halini okuyabilirsiniz.