kitapta birşeyler var ve akmıyor. tıkanıyor, kesiliyor. cümlelerin kuruluş yapısı beni gerçekten çok yordu. restorana girerken bunları düşündüm, otururken, çıkarken, diye düşündüm vs diye giden cümle kalıpları beni biraz sıktı. ama ince bir kitap oluşu ve konusu gereği devam etmek istedim. kitabın akmaması konusu gereği değil tamamen anlatış ve cümle kuruluş biçimleri nedeniyle bir monolog şeklinde devam etmesindendir. öte yandan thomas bernard'ın müthiş karamsarlığı insanın moralini de bozar. Ayrıca Amadeus müzikaline benzer, deha derecesinde yetenekli olan virtüöze karşı duyulan kıskançlıkla karışık hayranlığın adamlardan birinin hayatını nasıl mahvettiği kişi ile filmdeki salieri aynı adammış hissi uyandırır. Türkçe aslı gibi tek paragraftan oluşmaz, ilk iki kısa paragraf sonrası geri kalanın tamamı tek paragraf şeklindedir.
Arturo Bandini. Ne balık ne de bir kuş. tanrıya inancını yitirmeye başlayan ancak ateist olduğu için tanrıdan özür dileyecek kadar içine işlemiş, öğretilmiş bir tanrı figürüne sahip -yine bana göre suçlayacak/sığınacak bir kavrama duyduğu ihtiyaç sebebiyle tam olarak bırakamaz tanrıyı- ve zina yaptığı için tüm şehrin cezalandırıldığını düşünecek kadar dev bir ego ya da derin bir masumiyet. Portakaldan başka yiyecek bir şeyi olmayan, açlıktan süt çalmayı düşünen ama bunu kendine yediremeyen (çalmayacaktı canım, sadece yazacağı bir roman için bir deneyim yaşayacaktı!), kadınlara karşı aşırı utangaç yanını dört bir tarafını sarmış olan komik yazar egosu ile gizlemeye çalıştıkça daha da batan Arturo Bandini’yi sevmemek olur mu hiç? :) mutluluk arayışı ya da aramayışı ise hayret verici, ilgi çekici; fakat belki hakkındaki en güzel şey ise bu kadar farklı olmasına rağmen içimizdeki parçalardan meydana gelmesi. Arturo’yu anlamak için tek bir kitap (toza sor) yetmez. Onu anlamak için diğer tüm kitapları okumak gerekir. Eline para geçtiğinde çılgınca ve boşvermişçe alışveriş yapmasına bayılıyorum. Özellikle Sammy’e yazdığı bir mektup var ki aklıma geldikçe okurum. “küçük orospu bu gece buradaydı; biliyorsun sammy, şu harikulade vücutlu, beyinsiz meksikalı.” Diye başlar. :) Yaklaşık tüm kitapları okumam 1.5 ayımı aldı ve kitaplar bitince düştüğüm boşluğu sanırım anlatamam.
Los Angeles Yolu, Arturo Bandini serisinin ikinci kitabı gibi görünüyor ama aslında ilk hikayeye pek bağlı değil. ortak olan tek karakter Arturo. Arturo'nun gençlik yılları. ilk kitapta yer alan anne karakteri kadar baskın bir anne figürü yok. ve ilk kitaptaki iki erkek kardeş yerine Mona adlı bir kız kardeş var. Baba ölmüş. Rahibe olmak isteyen bir kardeş var yine. Arturo 18 yaşında bir genç arkadaşımız. iş bulmak adına yaşadığı deneyimlerle kendi kafasında yaşattığı hikayeleriyle geçiyor kitap. Arturo'nun kesinlikle kaçık, çılgın, deli, fetiş, hasta ruhlu biri olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz kitap ile. Sürekli Nietzsche ve Schopenhauer okuyor ve sonra bir yazar olmaya karar veriyor ve bu olayla Toza Sor kitabına bağlanıyor gibi duruyor. Kitabın bi çok kısmını mideniz ve sinirleriniz kaldırmayabilir ama Fante bu kitap ile sizi Arturo'dan soğutsa da Toza Sor ile herşeyi yerli yerine koyuyor. herşeye rağmen kitabın bir kaç yerinde Arturo'nun saçmalıklarına gülmeden edemiyorsunuz. Çünkü o tam bir deli :)
Ah Svevo Bandini, öyle sevmedim ki seni! sadece ve sadece Arturo'ya fazlasıyla hak verdiğim için asla kötü birşey söylemeyeceğim senin hakkında burada. Kitaba beni bağlayan ise Arturo'ydu. Onun bakış açısı öyle dürüst ki. Babasına, annesine, kardeşlerine ve Rosa'ya.. Öyle dürüst ve doğru analizler. John Fante'nin varlığı ile bu kitap ile tanıştım. incecik kitaba ne çok duygu sığdırmış!. kitaplara ulaşmam o denli zor oldu ki okumak için o kadar çabaladım. şimdi elimde "Los angeles yolu"nu tutuyorum. hemen başlayacağım. Arturo ile devam edecek olmam öyle güzel ki. bilmeyenler için; 1- Bahara Kadar Bekle Bandini 2-Los Angeles Yolu 3-Toza Sor 4-Bunker Tepesi Düşleri 5-Hayat Dolu
Saatleri Ayarlama Enstitüsü. ne zamandır okumak isteyip taa lise yıllarında başlanılıp zamanın koşullarında (öss, sınav, dersler) başlanılıp bitirelemeyen ayıbım. Üstada bu konuda benim ayıbım olsun ama milletçe bu kadar önemli bi eserin kıymetini bilmeyerek büyük ayıp etmişiz. Kesinlikle favorilerimden biri olmayı başardı. Durum analizleri, betimleri, karakter tahlilleri, Halit Ayarcı ve Hayri İrdal'ın tamamen zıt karakterleri, kitapları her kişi hepsi ayrı ayrı o kadar güzel ki. hatta Pakize'nin gazeteye verdiği röportajda otobüste Tekirdağ'a gidiyordum ve bir kahkaha attım, o anda herkes dönüp bana baktı. mekan kavramını yitirmişim. kitaba akmıyor, ağır, anlaşılmıyor gibi eleştiriler yapanlar gerçekten "akan kitap" kavramından ne anlıyorlar merak ediyorum. kitabı elime aldığım her an elimden bırakamadım. inanılmaz keyif aldım okurken. ve bir kez daha üzülerek SAE'ye bu kadar geç kaldığım için kendimi ayıplıyorum. Müthiş!