Yorumun aslı: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/05/beyaz-helsinki-helsinki-white-by-james.html Yok arkadaş yok, bana böyle sert polisiyeler yaramıyor. Okurken tipten tipe giriyor, okuduktan sonra ise "nasıl yane?" diyerek şöyle bir kalıyorum! Bu kitapta da aynen böyle oldu. Gerçi bunun nedeni serinin 3. kitabını okumuş olmam olabilir ama okurken de diğerlerinin eksikliğini pek hissetmemiştim O.o Kitaba ilk başladığımda gayet iyi gidiyorduk. Kari ve eşini, yaşadıklarını, kızlarını ve önceki kitaplarda neler olduğunu okurken diğer kitapları okumasam da bir sorun olmadı bu bağlamda. Çünkü yazar daha öncekileri çok detay vermese de bilmemiz gereken bilgileri bize gayet güzel bir şekilde açıklamış. Özellikle bunu kitabın akışını bozmadan yapmasını sevdim. Yani okurken kopmuyorsunuz olaydan, sadece geçmişi düşünüp şimdiye geliyor ve olaya bağlıyorsunuz bu bilgileri. Ama gelgelelim kitap ilerledikçe sevdiklerim bile sıkmaya başladı beni. Ve tabi yazar da anlatımını sertleştirdi biraz. Başlarda daha çok olaydan bahsettiği için alışkın olduğum bir anlatımlaydı. Ve tabi polislik olayları da hafif bir düzeydeydi. Ama ilerledikçe kitabımızın konusunu oluşturan olaya geldik. Bundan sonra ise kitap biraz kafamı karıştırmaya ve kahramanımız Kari'nin hem işinin hem de aile hayatının birbirine girmesiyle de beni zorlayıp sıkmaya başladı. Zorladı çünkü, daha teknik terimler kullanıldı hem de bolca. Tamam, polislik yapıyorlar ama bu kadar silah, tekne vb. konularda teknik bilgileri bize bu kadar yüklemeleri gerekmezdi. Açıkçası benim çok da ilgi alanım olmadığı için hem de bu kısımlar yazılırken uzun tutulduğu için okurken sıkıldım ve yoruldum. Kafamı karıştıran kısımlar ise, olayların çok hızlı ve birden gerçekleşmesi oldu. Gerçi aile hayatında olacakların gidişatını yazar bize iyi bir şekilde ve tahmin etmemiz, kendimizi hazırlamamız için yavaş bir şekilde veriyor. Ama bunu diğer konularda pek yapamıyor ne yazık ki. Çünkü okurken -çok zorlu olan bir görev de bile- olayların hemen halledilmesi olsun, aile-iş arasındaki ya da sahnelerin arasındaki geçişler olsun çok hızlı bir şekilde olması beni hem afallattı hem yordu. Belki de bunun sebebi okuduğum kitaplarda genelde böyle bir olay olduğunda o konu üzerinde fazlaca durması, enine boyuna düşünmesi ve bize de tahmin etmek için seçenekler bırakmasıydı. Ama bu kitapta yazarımız bunu yapmak yerine gayet hızlı bir hayat tarzını benimsemiş. Kim bilir, belki de seriyi ilk kitaptan okusaydım bu kadar yadırgamazdım :D Kitabımız, Kari Vaara'nın Finlandiya'nın meşhur bir meydanında amiri Jyri ile buluşması ve bu buluşmadan sonra görev değişikliği ile hayatının değişmesi sonucu başlıyor. Ama asıl değişim, Kari'nin tam da mutlu olacağı zamanlar -kızı yeni doğmuştur- beyninde bir tümör olduğunu öğrenmesi ve daha sonra ameliyat olması ile değişir. Çünkü ameliyat olduktan sonra, ameliyat sonucu oluşan bir takım sorunlar nedeniyle eskisi gibi değildir. Eskisi gibi olmaması yeni görevinde işe yarasa da aile hayatını gün geçtikçe mahvetmektedir. Üstüne bir de ülkeyi karıştıran bir cinayetin patlak vermesiyle işler iyice karışır. Ahh, bir de Moreau denen gizemli birinin ortaya çıkması her şeyi daha da karıştırır. Üstelik dost mu düşmen mı olduğu da belli değildir ama onda bir iş olduğu açıktır. Peki sizce kahramanımız Kari tüm bu dertlerin üstesinden gelebilecek mi? Her şeyi düzeltmek mümkün mü yoksa bir yerden düzeltirken bir yerden de batmak kanunun bir parçası mı?? Tüm cevaplar ve serinin devamı için kitabımızı okumanız gerekmektedir ;) Son olarak şunu diyebilirim ki, kitabımız tüm bu sayfalar boyunca ciddi, kafa karıştırıcı ya da sıkıcı değildi. Okurken yer yer güldüm de oldu -özellikle başlardaki bir raporu okurken krize girdiğimi itiraf ediyorum. Uzun süre etkisinden çıkamadım :D Ve okurken yer yer de ağladığım ve üzüntü yaşadığım sahnelerde vardı. Aslında bunun olacağını düşünmezdim. Çünkü üzüldüğüm karakteri çok tanımıyordum ama yazar bana onu kısa sürede sevdirdi. Ölünce de gerçekten üzüntü duydum :( Bir başka üzüldüğüm nokta ise, gerçekleşmesinin iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar veremediğim bir noktaydı. Ama bir sonraki kitapta o konuda neler olacağını merak etmiyorum da değilim :) Sonuç olarak, çok farklı ve garip bir anlatımı olan, orta şeker denebilecek tarzda şaşırtıcı bir kitaptı. Ama ne yazık ki kendileriyle uyuşamadık.
Yorumun aslı: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/04/tatli-bela-beautiful-disaster-by-jamie.html Okuma hızımı uzun bir aradan sonra tavan yaptıran ve okurken bana saatlerin nasıl geçtiğini farkettirmeyen çok güzel bir kitaptı. Ayrıca bana iki konuda bir ilki yaşattı. Birincisi, bu türde yani New Adult türünde okuduğum ilk kitaptı. İkincisi ise, şey ona daha sonra döneriz ;) Ve kızlar, abartmıyorum, okuduktan sonra kesinlikle siz de bir Travis isteyeceksiniz. Çünkü o tanıdığınız en aşık olunası nadir gerçek Bad Boys'lardan :D Kitabı ilk okurken olayların hızı ve her şeyin çok çabuk bir şekilde olması beni çok afallaştı başta. Hatta alışana kadar sevmek ve sevmemek arasında yalapalım uzun süre. Ama temposuna alıştıktan sonra -ki alışmasanız bile- kitap sizi içine çekiyor. Hele 200-250 sayfası neydi öyle! O.O Resmen soluksuz okuyorsunuz. Çünkü olaylar hem keyif verici hem hızlı hem de oldukça meraklandırıcı bir şekilde geçiyor :) Ki ben de bir elime aldım gece, hani biraz bakayım devamını yarın okurum dedim. Sonra bir ara saate baktım, sabah 5 olmuş :D Zaman nasıl aktı, ne zaman o kadar oldu, ben ne zaman bu kadar okudum?? diye bir afalladım. Daha sonra da yarın da geç kalkmayayım diye hemen olduğum yerde bıraktım. Bıraktım ama uyuyana kadar aklım kitapta kaldı kesinlikle! Kitabımız bizi şaşırtıcı bir şekilde karşılıyor. Ve yine aynı şaşırtıcılıkla uzun süre devam ediyor. Şaşırtıcı çünkü, olaya pat! diye dalmaları anlarım ama bu tip, sanki seriymiş de bizi 2.-3. kitabın başından karşılıyormuş havaları biraz farklı bir hava veriyor. Ama dediğim gibi alışınca seviyorsunuz. Ve de okudukça artık YA dünyasındaki gibi çocuksu ve yavaşlıkların olmadığını hem de yetişkin serilerde olan o ağırbaşlılığın olmadığını görüyorsunuz. Yani karşınızda cidden şu Amerikan Gençliği olarak bahsedilen ve dizilerde sıkça izlediğimiz gençliği ve bence asıl gerçekliği görüyoruz. Ki ben bu gençliği oldukça sevdiğimi söylebilirim ;) Kızımız bazı nedenlerden dolayı evi Las Vegas'tan -ahh, yeri hep ayrıdır buranın bende <3 - ayrılıp uzaklara Eastern Üniversitesi'ne gelmiştir. Neyse ki yalnız değildir. En iyi arkadaşı America da onunla beraberdir. Ve birbirirlerine verdikleri söz sayesinde genelde birlikte takılırlar. Yine böyle bir takılma sonucu, America'nın erkek arkadaşı Shepley ile birlikte bir bodrumda yasal olmayan bir dövüşü izlemeye gelirler. Kızımız gibi biri için orada bulunması gariptir. Çünkü kendisi sıradan, derslerine çalışan ve kimseye bulaşmayan ortalama bir tip olarak gözükmektedir. Ki bu gerçek hali midir acaba?? Okuyun görün ;) Daha sonra ise yaşananlarla birden kızımız ilk defa bu dövüşte gördüğü, Shepley'nin kuzeni, Travis -"Kuduz İt"- Maddox'la tanışır. Ve bundan sonra hiçbir şey aynı olmaz :D Tanışmalarının hızlı olması kadar ondan sonra yaşananlar da bizim için hem çok hızlı hem de çok olaylı bir şekilde geçer. Kızımız bazı nedenlerden America'yla Travis ve Shepley'in yanına taşınır. Daha sonra yine okuduğunuz da öğreneceğiniz bazı nedenlerden 1 ay boyunca Travis'lerde yaşamak zorunda kalır. Ahhh, hem de nasıl yaşar. O kişi ben olmalıydım ya.... *.* Neyse, devam edersek, salyalarımı silip ve kalp erimemi düzelttikten sonra tabi ki ;) Bundan sonrasında, yani 1 ay geçip de kızımız yurda geri döndükten ve daha sonra sabırsızlandığımız şeyler gerçekleştikten sonra kitabımızın temposu düşmüyor ama verdiği hissiyattan mi desem olayların farklı bir akışta olmasından mı desem bir süre okuma hızınızı düşürüyor. Böyle ortalarda bir yer ve beni geren ama olsa mı olmasa mı bir türlü karar veremediğim bir yer. Ama ondan sonra kitabımız kendini toparlıyor ve alışkın olduğumuz temposuna geri dönüyor. En sonunda da sizi kalbiniz de bir sonraki kitabı bir an önce okumak için bir sızı ile bırakıyor. Yani benim gibi "nerde bunun devamı yazar?? Burada kesme, yooo, yapma bunu bana. Ben bir bu kadar daha okurum, hatta iki katı da okurum. Yeter ki beni böyle bırakmasın Travisss" tarzında söylemlerle kalıyorsunuz :D Bir de kitabın sonunda bir olay beni neredeyse kalpten götürecekti! Tüm olaylar içinde hiçbir şeyde bu kadar üzülmemiş ve korkmamıştım :( Kitapta beni rahatsız eden, yazarın bazı yerlere tekrar geri dönüp açıklamaması ya da aslında affedilmeyecek bazı olayları en azından hafifletici bir neden bile vermeden, lafını etmeden kapaması oldu. Tamam, ikinci kitapta bunların birçoğunun nedenini Travis'in gözünden okurken görüyormuşuz da bazı şeyler Abby ile alakalıydı. Yani bu kitapta halledilecek şeylerdi. Yine de sanmayın ki bu sizi etkiliyor. Hayır, zira kitabı okurken aklınıza bile gelmiyor bu kısımlar. Ancak kitap bittikten sonra, her şeyin üzerine düşünürken aklınıza gelen bir kısım oluyor ve aslında oralar da hallolsa daha iyi olurmuş kitap diyorsunuz :) Bir de takıldığım diğer şey -neden takıldım bilinmez- keşke, kitabın kaçıncı bölüm olduğunu belirten yazı stili ile bölüm adının yazı stili birbirleriyle değişseydi. O şekilde daha göze hitap eder ve daha hoş dururdu sanki :D Kitabı her sayfasında bir atak bekleyerek, korkuyla ve çoğunlukla Travis'e lanet ederek okudum. Tabi, kikirik kızlar gibi sırıtmaktan da geri kalmadım ;) Yani okurken binbir ruh haline büründüm. İçindeki en kötü karakteri bile bir şekilde sevdim. Çünkü yazarımız karakterleri bence oldukça güzel ve baş rolleri de dolu dolu bir şekilde yazmış :) Üstelik kitabı benim gözümde ayıran bir nokta ve bana bir ilki yaşatan nokta: Travis'in -sonlara yaklaşırken- affetmeyeceğim bir hata yapması, ki ben bu hatadan sonra o karakteri silerim. Ne yaparsa yapsın daha benim için bitmiştir normalde o karakter. Ama kitap o kadar iyiydi ki bir süre sonra yaptığı şeyi unuttum hem de bitirdiğimde Travis... diye diye aşkımdan öldüm. Üstelik yaptığı hatayı düzeltmeyi bırak bir özür bile dilemeden yaptı bunu! O.O Waaauuuvv *.* Biliyorum siz şimdi merak ettiniz tüm bu anlattıklarımı :) Ama emin olun bu kadar uzun bir yazı bile yetersiz kitap için. Çünkü o kadar dolu ki, ne anlatsam boş. Siz en iyisi en yakın kitabevine gidin, bu kitabı edinin. Yalnız baştan anlaşalım, kitap bittikten sonra Traviissss... diye gezmek yok! Zira çok talibi var, dahasına kıskançlıktan çatlatmayın beni ya XD
Yorumun aslı: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/04/buyu-ustasi-magic-study-by-maria-v.html Açıkçası kitaba başlarken daha önce duyduklarım ile çok bir şey beklemiyordum. Ki ilk başlarda da duyduklarımı desteklercesine olaysız -bana göre biraz sıkıcı- geçiyordu. Ama o ilk birkaç sayfadan sonra yazar sizi tekrar kendine bağlamaya başlıyor. Bazen durup durup, sevsem mi sevmesem mi diye düşünseniz de yeniliklere alıştıktan sonra ilk kitap kadar keyif alıyor ve bir çırpıda bitiriyorsunuz :) Kitabımızın pat! diye yolculuk anıyla başlaması açıkçası biraz beni şaşırttı. Hem de merak uyandırdı. Çünkü ilk başlarda hep, hani bir tanıtım yazısı olur ya, işte o tip bir yazıyla Sitia'yı tanıyacağımızı düşünmüştüm. Ama tabi ki öyle olmadı. Daha biz burası neresi ya da nereye gidiyorlar diyemeden kendimizi Yelena'nın soyu Zaltana arasında buluyoruz. Ama bu karşılaşma hiç de beklediğimiz tarzda çıkmıyor. Açıkçası aileyi çok sevmedim. Bunun nedeni bir önceki kitapta edindiği yeni ailesini, yani Valek'M ve Güç İkizleri'ni aşırı aşırı sevip özlemem olabilir. Neyse ki yazar bizim bu durumda olabileceğimizi düşünmüş olamalı ki, orada bizi çok uzun tutmuyor. Biraz ailesini tanıdıktan sonra -okuyucalara süpriz- abisiyle büyü eğitimi için Büyücüler Hisarı'na doğru yola çıkıyor kızımız. Buraya kadar bir dinlenmişsinizdir umarım çünkü yazar bizi buradan sonra dur durak bilmez bir gizemin ve maceranın içine çekiyor. Zira kızımızın abisiyle olan problemeleri yetmezmiş gibi önce yolda kendisini kaçırmaya çalışanlar oluyor. Ve Hisar'a getirildikten sonra hain olmadığı anlaşılınca o kişi sorun olmuyor -şimdilik- Ama yine de kızımız bundan sonra huzur bulamıyor. Çünkü bu seferde önce büyüleriyle kötülüğe yol açan korkunç bir katil ortaya çıkıyor. Bu yetmezmiş gibi bir de büyük dört büyücüden birinin öğrencisi olması diğerlerinin onu dışlamasına ve yalnızlığa itiyor. Belki de bunlar arasında güzel olan tek şey Ixia heyetinin, Sitia ile bir anlaşma yapmak için Hisar'ı ziyarete gelmesi. Hayır, güzel olan Ixia'nın gelmesi değil. Güzel olan o heyetle birlikte gelenler. Evet! Valek'M ve Güç İkizleri'nden bahsediyorum. Eee, kadro tamamlandığına göre olaylar birbirine dolanmaya başlayabilir. Ve tam da öyle oluyor zaten. Önce katil Yelena'yı istediğine dair bir not bırakıyor, kızımız da bunu çözmeye çalışırken başka düğümler oluşuyor. Ahh, bir de Valek'in aslında burada olduğu bilinmemeli. Ve ve... heyet ile gelmemesi gereken bir kişi de geliyor. Peki sizce Yelena tüm bunlardan kurtulabilecek ve düğümleri açıp ruhları huzura kavuşturabilecek mi?? Peki ya kendi ruhu huzur bulabilecek mi?? Valek'in üzerinde yürüdüğü ince ip kopmadan tüm her şey çözüme kavuşabilecek mi ve son olarak kızımızın her şey bittikten sonra vereceği son karar ne olacak: gidecek mi yoksa kalacak mı??? Tüm soruların yanıtları, çok daha fazlası ve erinilesi kapağı için Büyü Ustası'nı alıp okumalısınız ;) Kitabın başları ve aralarda yer alan bazı kısımlar bana normalde sıkıcı gelirdi. Ama o kısımlar bize Sitia, kızımızın abisi ve Yelena'nın alışmasıyla ilgili merak edilenlerle kendini okutturuyor. Yani baştan vermiş olsaydı bize bilgileri muhtemelen bu yerleri okurken -yani kitabın durulduğu yerleri- sıkılabilirdik ama yazar bize bilgileri sindire sindire ve her seferinde bir sonraki soruyu merak ettircek bir şekilde verdiği için sıkılmadan okuyorsunuz. Tabi bunda yazarın bizi bilinmeyen terimler vs. çok kullanmayarak yormaması da var. Hem dili de gayet iyi. Yani okurken sıkılmazsınız. Ya da belki de kitapta Valek'M ve Güç İkizleri'nin gelişlerine -bir gün geleceklerini bildiğim için- o kadar odaklanmıştım ki ve öncesinde de olan olaylar gizem kısmında merakımı arttırmıştı ki okurken sıkılma şansım da olmamıştır. Hangisi bilemem ama kesinlikle keyif aldım :D Kitapta en sevdiğim yer -daha doğrusu ikinci en sevdiğim yer, Güç İkizleri ile uzun bir aradan sonra ilk kez karşılaşmamız oldu. Sanki yıllarca görüşmediğim dostlarımı görmüş gibi gözlerim doldu o an itiraf etmem gerekirse :) En sevdiğim yer ise -sizin de tahmin ettiğiniz gibi, Valek ve Yelena'nın birbirlerine kavuştukları ve hasret giderdikleri o sahneler oldu. Bütün bu sahneleri okurken nasıl kalbim durmadı zaten şaşırıyorum :D Ki bu karşılaşmalardan sonra da kitap bana bir çırpıda bitti gibi geldi nedense O.o :D Benim için kitapta rahatsız edici şeyler, başta ilk kitabın havasından çok farklı yerlere kayması oldu. Belki de bunda Sitia'nın iklimi gibi yani sıcak ve aydınlık bir yer olması nedendi. Ama alışana kadar isyan etmediğimi söyleyemem. Bir diğer nokta ise artık kanıksanan bir şekilde, bazı yerlerin başka sevdiğim bir kitabı hatırlatmasıydı. Normalde bundan rahatsız olmam ama bu kısımlarda yazar başka şeylerin anımsatmasını yapmak yerine daha orjinal ve güzel parçalar çıkarabilirdi. Yani elindekinin kıymetini bilmemiş gibi geldi ve bu da hoşuma gitmedi :( Bunlar dışında da pek beni rahatsız eden bir kısım yoktu kitapta :) Ahhh, kitabın sonları... O kadar keyif vericiydi ki, okurken kahkaha atmamak elde değildi çoğu zaman. Sadece bu da değil, tüm olaylardan sonra daha sayfa kaldığını görünce -hem de baya sayfa- "bu kadın daha ne yazacak ki?" desem de yazar sonunda bize gayet güzel şeyler sunmuş ve son kitap için bizi merak, heyecan, umutlar ve tahminler içinde bırakmış. Bize de bundan sonrası için sabırsızlıkla son kitabı beklemek kalmış...
Yorumun aslı: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/04/2-gun-golgelerin-yolu-way-of-shadows-by.html İtiraf etmeliyim kitabın ilk sayfalarında resmen lanetler yağdırdım. "Nasıl bir kitap bu, zaten küçük puntolu ve kalın, bir sayfa 10 sayfa gibi ya.." diyerek her seferinde sinirden kudurdum. Çoğu yerde kitabı kapattım ve okuduklarımı sindirmek için bekledim. Ama ne zamanki o baş sayfaları geçtim ve kitap rayına oturdu, inanın bana mest oldum okurken. Çok çok iyiydi gerçekten. Eğer okuyorsanız sizden ricam o sayfalarda dayanın, emin olun kitabın ilerisinde pişman olmayacaksınız :) Kitabın başlarında daha ne oluyor demeden olaya pat! diye, hiçbir açıklama ya da bilgilendirme olmadan dalıyoruz. Ve ilk 100 -tam kaç sayfa kestiremiyorum ama yaklaşık 100- sayfa boyunca kitap işledikleri ile o kadar ağır ve bize kitabı okudukça bilgi verdiği için o kadar karışık ki, dediğim gibi lanet ediyorsuz. Ama ne zamanki hikayenin temposuna alışıyor, kitapta kendi rayına oturuyor, işte o zaman okumak bir keyif oluyor. Okurken uykunuzdan bertaraf ediyor ve daha sonra neler olacağının merakı ve pat! diye gerçekleşen ölüm, macera, aksiyon, olaylar vs. nedeniyle elinizden bırakamıyorsunuz. ;) Kitabı tam üç günde gece 4'e kadar okuyarak bitirdim. Aslında daha erken de bitebilirdi ama o kadar olay var ki, dinlenme aralığı brakmam gerekti kendime :D Tamam, biraz nefes alalım en iyisi. Şimdi de kitabımızın konusuna bakalım biraz da. Yalnız kitabımız o kadar dolu ki, spoiler olmaması için size buzdağının küçük bir kısmından bahsedeceğim ;) Yani gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz: Kitabımız diğer okuduğum kitaplara göre işlenişi bakımından oldukça değişik ve güzel bir kitaptı. İlk olarak Azoth adlı bir çocuğun yaşadığı korkunç olaylar zinciri ile başlıyor hikaye. Ve olaya ilerdikçe bir sürü kişi dahil oluyor. Çoklu -bayağı bir çoklu O.O bakış açısı olduğu için de bu kişilerden kim önemli, olaylar nereye varacak ya da bu kadar kişiyi nasıl aklımda tutacağım diyerek uzun bir süre hem siz hem de kitabımız yalpalıyor. Ki bence asıl yalpalama sebebi kitabın, bize karakterlerin küçüklüğünden itibaren okutmasıydı. Yazar asıl olaya girmek için ya da gizeme girmek için buralarda ne yapacağını bilememiş sanki :) Ama ne zamanki asıl olayların başlayacağı zamana, karakterlerin uygun yaşlarına geliyoruz işte o zaman kitabımız tam bir akışa, dzgünlüğe kavuşuyor. Bu sayede biz de rahat bir nefes alıyoruz. Ki bu son rahat nefesimiz oluyor. Zira yazar bundan sonra dur durak bilmeden bizi olaylar silselesine tabi tutuyor. Nereye sürükleyeceğini, daha sonra neler olacağını bırak bir sonraki satırda neyle karşıya karşıya geleceğimiz bile kesin değil bu kitapta O.O Tamam bazen yalpalıdığını ve inişleri-çıkışları olduğunu kabul ediyorum bu kısımlarda bile ama inanın, kitabın sonlarına doğru anlamsız gelen o parçalar birer birer puzzle'da yerlerine oturuyorlar :) Azoth henüz 11 yaşlarında bir çocuktur. Yaşadığı kent ise acımasızlıklarla doludur. Bu acımasızlıklar içinde Azoth da sokakta yaşayan ve yeri yurdu olmayan ama kendi içinde örgütlenen çocuklar topluluğunun parçasıdır. Yani bir lonca üyesidir. Belki de en kötülerden birinin hem de. Çünkü başındaki çocuklardan Sıçan lakaplı kendisinden yaşça büyük çocuğun hem sapkın hem de korkunç eğilimleri vardır ve lonca başkanıdır. Tabi bir de en yakın arkadaşları Jarl ve kendisinden oldukça küçük, lakabının hakkını veren güzeller güzeli Taşbebek vardır. Bir gün yine lonca haracı için para ararken hayalindeki kahramanı ve olmak istediği kişi Durzo Blint yani suikastçıların en iyisiyle karşılaşır. Hoş bir karşılaşma değildir bu. Ama belki de ileride olacaklar için bir şanstır. O günkü karşılaşmadan sonra ise başına gelmeyen kalmaz. Ve gelişen olaylarla yıllardır hayalini kurduğu bir şekilde büyük sıikastçi Durzo Blint'in çırağı olur. Olur ama bedeli ağır olmuştur. Durzo'nun çırağı olduktan sonra kitap bir süre daha kendi zamanında ilerliyor. Daha sonra ise belli yaş aralıklarında önemli bölümleri göstererek asıl zamana geçiş yapıyor. Bu kısımdan sonra ise hikaye doğal akışına dönüyor :) Azoth artık gitmiştir, gelişen olaylarla yerine Kylar doğmuştur. Ve Kylar, Durzo'nun çırağı olarak gerçekten iyi iş çıkarmaktadır. Ama size bahsetmediğim ve okuduğunuzda karşılaşacağınız bir sürü karakterinde olduğu kaderin iplerinin birbirine bağlanması sonucunda belki de her şeyin ve herkesin sonunu getirebilecek bir savaş patlak verir. Ki biz adım adım o savaşı okuyoruz, nasıl bir hareketin kar tanesi gibi yuvarlanarak kocaman bir kartopuna dönüştüğünü soluksuz bir şekilde okuyoruz. Peki sizce kahramnlarımızdan biri olan Azoth'un -ya da Kylar mı demeliyim?- bu savaştaki ve kaderdeki rolü ne? Kaderin ipleri birbirine dolanırken usta ve çırak karşı karşıya gelmeye mahkum mu? Peki ya eski dostlar, geçmiş yaşamlar hep pişmanlık olarak mı kalacak? Tüm çabalar bir hiç için mi, kader engellenemez mi? Bu sorular ve inanın daha fazla, daha fazla şey için bu kitabı okumalısınız ;) Kitap ilk başlardaki acemliklerinde sizi şaşırtmaya çalışsa da dikkatli olursanız olayları tahmin edebiliyordunuz. Bu da o bölümlerde sıkılma nedenlerimden biriydi. Tabi bir de düşünceler değil de olaylara odaklı olması hem kafa karıştırıcı hem de oldukça yorucuydu. Bir de okurken sürekli bana ney tadı verdiğini -yani neye benzediğini- hep hatırlamaya çalışmaktan kafayı yemiştim. Ama sonunda kitabın neye benzediğini bulmamdan mı yoksa temposuna alışmamdan mı yoksa tüm bunlara iyi tarafında denk gelmemden mi bilinmez keyif almaya başladım. Okudukça da soluksuz devam etti bu. Siz de zaten okuyunca göreceksiniz ama ben size bir yardım olsun diye neye benzediğini söyleceğim ;) Kitabımız hem birçok özelliğiyle Taht Oyunları (Game of Thrones) gibi hem de seks yerine vahşet, macera ve savaşlara daha ağırlık vermesiyle ondan oldukça farklı. Tamam ben GOT kitabını okumadım ama dizisini bildiğim bunu söylebiliyorum. Üstelik kitabını okumuş birinden de aynı cümleyi duydum ;) Kısacası tüm Taht Oyunları (Game of Thrones) severlerin okumaktan zevk alacağı ve seveceği bir kitap olduğunu rahatlıkla söylüyorum :D Kitabın ilk başlarının çok sert olması, daha sonraki sahnelerde bu yumaşasa da yine de barındırdığı bazı özellikleri dikkate alarak bir yetişkin kitabı olduğunu söylemeliyim. Tabi sadece ilk başlarda olsa tamam ama daha sonraki sahnelerde de bu sert kısımları yer yer görüyoruz. Çünkü yaşanılan yer berbat ve her türlü pisliğin olduğu yerler. Yine de ilerledikçe gördüklerimiz, ilk başlarda yaşadıklarımıza kıyasla bana göre hiç bir şey. Son olarak bunları söyleyeyim de okuyacaklar da bunu dikkate alarak okusun lütfen :D Ahh, söyleceğim söyleceğim unuttum. Yazarımız Brent Weeks tam bir George R. R. Martin hayranı. Ki onunla ilk tanıştığında da heyecandan dili tutulmuş, o derece ;) Ki sizde okuduğunuzda yazarımızın bu hayranlığını kavrayacaksınız :) Yine de yanlış anlaşılmasın, yazar onun gibi acımasız ve benzer şeyleri var ama bunlar sadece dış hatlar. Ve okurken rahatsız olmuyor ya da taklit olarak görmüyorsunuz. Yani en azından bu benim için böyle :D
Yorumun aslı için: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2013/03/2-gun-siluet-nightshade-by-andrea.html Kitap bence kötü değildi ama çok da abartılacak kadar güzel değildi. Boş bir zamanda okunacak hoş bir kitaptı. Ve eğer yazar, kitaptaki bazı dikkat çekici ve güzel şeyleri kullanmayı bilseydi, bence, çok çok da güzel bir kitap olabilirdi. Yani bu haliyle de iyi ama daha da iyi bir kitap olabilirdi bence. Bir de, kaç kitaptır rast gelmekten bıktım ama, o son ne öyle! Gene yarım bırakılmış ve bir sonraki kitaba merak uyandırılmıştı :D Biraz da kitabımızın konusunda bahsedelim biz en iyisi: Kitabımız, damdan düşer gibi, tam da bir olayın ortasında başlıyor. Alfa kurt kızımız Cayla, yabancı birini kurallara ayrıkırı olmasına karşın kurtarıyor. Ve hiçbir şey olmamış gibi onu bu yasak mülke geldiği aracına bırakarak işine geri dönüyor. Daha sonra ise aynı çocuğu okulunda görmesi ve çocuğun onun ne olduğu ayırdına varması ile kızımız için zaten stresli olan hayat bir de tehlikeli bir hal alıyor. Stresli çünkü, kızımız kısa bir zaman sonra Samhain'de karşı Gardiyanlar grubunun alfası Ren *.* ile evlenecek ve gençlerden yeni bir sürü kuracaklar. Bu karar onlar doğduğundan beri verilmiş bir karar. Ve Ren'in hali ve şöhreti de eklenince işe, kızımızın Alfa içgüdülerini de unutmamak gerek, kızımızın için bu evlilik oldukça stresli ve kafa karışıklığı dolu bir konu oluyor. Tabi tek sorun bu da değil. Yöneticileri olan Bekçiler grubu için Samhain ve bu birleşme çok önemli. Bu yüzden bizimkilerin üstündeki baskı da oldukça artıyor. Ne kadar çok sorun ve ne kadar karışıklık var değil mi?? Bunlara bir de tehlike kısmını ekleyeylim hadi! Bu kısımda da kızımızın okuluna gelen yabancı yani Shay meselesi var. Bir sebeple ikili yakınlaşmak zorunda kalıyor ve daha sonra aralarında bir şey başlıyor. Ki bu yasak kesinlikle! Kızımız Ren'e ait sonuçta. Ama öyleyse neden Bekçiler hem kurallara uymasını hem de Shay'a bakıcılık etmesini istiyor olabilirler ki?? Peki ya Calla, iki kişi arasında kimi seçecek?? Ve verdiği kararın sonuçlarına katlanabilecek mi?? Tabi bir de sürülerden gizlenen gerçekler var. Pek bu gerçekleri öğrenmek neye mal olacak?? Hepsi ve daha fazlası için kitabımızı alıp okumalısınız ;) Aslında kitaba ilk başladığımda şaşkına döndüm. Çünkü hem olayın içine pat! diye daldırdı bizi yazar hem de o kadar terim vardı ve biz ne olduğunu zerre anlayamıyorduk. Neyseki kitap ilerledikçe yazar bize bilinmeyenleri açıkladı da kafamdaki bilinmezler yerine oturdu. Ama bu yeterli geldi mi bana? Tabiki de hayır! Çünkü yazar bize oldukça bilgi verse de bir o kadar da karanlıkta bıraktığı bilgiler var. Yani bizi hem sonu hem de bilmediklerimizle merakta bir şekilde bırakarak kitabı bitirmiş. Rahatsız olduğum kısımlar, birçok yerde olayların çok hızı geçilmesiydi. Bu yüzden kimi zaman dönüp tekrar okuyarak ne olduğunu anlamaya çalıştım. Hele iki şeye çok çok kızdım. Birincisi bu kadar katı olan kuralları kızımızın çok çabuk ve -gönülsüz gibi gözükse de- neredeyse hiç düşünmeden ihlal etmesi. Ki böylece herkesi tehlikeye attı! =/ İkicisi de kızımızın önünde başka seçenek olmasına rağmen hiç tereddütsüz birini dönüştürmesi ve hadi bunu kabul ettik de o dönüşümün bu kadar hızlı ve baştan savma olması neydi anlayamadım doğrusu. Bu kadar olumsuzlukla bahsetsem de kitapta sevdiğim yerler de yok değildi. Bunlardan biri Silüet ve Mahkum grubunun birleşmesinden sonra yaşanan sahnelerdi. Gerçi içinde Ren olduktan sonra sıcak bakılmayacak olay yok -ki buradan da Team Ren olduğumu anlamışsınızdır- Gerçekten yani, kim Ren gibi biri duruken gidip de Shay gibi birini tercih eder ki?? O.O Sinir oluyorum böyle tavırlara ve sırf kızımızın kimi seçeceğini bulmak için de spoiler yemeye hazırım. O derece! :D Neyse konuya dönersek... ;) Çok güldüğüm sahnelerden biri, Mason hakkındaki gerçekti. Daha doğrusu olayı Calla'nın çakmaması. Ben başta bir şeylerden şüphelendim ama direk söylenene kadar kızımızın durumu çakmaması beni oldukça güldürdü :) Bir de Shay ve Calla'nın her buluşmalarında yaşadığım o diken üstü durumunu sevdim. Sürekli "aha, şimdi biri gelip onları yakalayacak, foyaları ortaya çıkacak!" diye gerim gerim gerildim. Sevdim çünkü kitapta bu ve birkaç sahne dışında pek aksiyona raslayamadım açıkçası. Tabi son sahneleri ayrı tutuyorum. Zira o kısımlarda çok olmasa da kitap geneline göre gerçekten iyi bir aksiyon sahnesi olmuş. Hele de Bekçiler'den birinin onları kapana sıkıştırdığı düşünülürse! Sonuçsa... şey, onu da söylemek olmaz. Alıp kendiniz görün de ben de sizi bu heyecandan mahrum bırakmayayım ;) Son olarak, değişik ve iyi olmasına rağmen boş bir zamanda okunacak bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Keşke yazar daha sert ve kararlı bir şekilde yazaydı karakterleri....
Yorumun aslı: http://kordugumhayaller.blogspot.com/... Kitabımız gerçekten güzeldi. Tabi sizlerde benim gibi söz konusu historicallar olunca kendimize çektirdiğimiz o acı verici olayları kanıksamaya başladıysanız :D Zira artık ben okuduklarımdan çok az olsa da artık alıştım gibi. Ama itiraf edeyim bitirince kitabı fırlatmıştım. Çünkü dayanamıyorum bu durumlara. Ama onun öncesinde yaşananlar kesinlikle güzeldi. O yere kadar insan yavaş yavaş bir eriyor... :) Hangi yer mi?? Okuyun öğrenin ;) Şimdi de kitabımızın konusundan bahsedelim bir ara verip: Kitabımız, serinin ilk kitabındaki kızımız Sophia'nın kızkardeşi Clara'nın İngiltere'ye soylu birini bularak evlenmesi amacıyla gelişini ve başından geçenleri anlatıyor. En başta, bu kitaptaki yakışıklımız Seger ve Clara hakkında merak uyandırıcı bir sayfayı okuyoruz. Daha sonra ise yazar yakışıklımızdan bir bölüm veriyor ve bizi bugüne, yani Clara'nın katılacağı davet için refakatçisiyle davetiyesini aradığı zamana götürüyor. Bu önemli, çünkü davette prens de olacak ve kızımızın Londra sosyetesine katılıp katılamayacağını onaylayacak. Malum kızımız Amerikan geldi, o çooook soylu İngiliz sosyetesine uygun mu değil mi bir bakılsın ama değil mi?? :P Neyse, sonuçta bir davetiye buluyorlar ama yanlış yerin davetiyesi çıkmasın mı bu da??! O.o Çok çok yanlış bir yer hem de! :D Ama iyi tarafından bakalım, kızımız orada kalbini yakışıklımız Seger'e kaptırıyor. Hele ki ne kaptırma :) Yakışıklımız Seger'in hasretine dayanamayıp katılmaması gereken bu baloya tekrar katılıyor sırf bu yüzden. Ve katıldığına da değiyor. Çünkü Seger'in ilgisini kesin bir şekilde üstüne alıyor. Bundan sonrası ablamız Sophia'nın yardımıyla uzun bir görüşme ve tanışma sürecine giriyor. Yalnız ortada bir sorun var, hatta iki, yok yok üç. Evet, evet, üç sorun var. Bunlardan biri yakışıklımız Seger ünvanlı biri olsa da yaşadığı bazı olaylar nedeniyle artık sosyetenin arasında değil. Bir diğer sorun/sorunlar ise Amerikalılardan nefret eden üvey annesi olacak uyuz mu uyuz kadın ve onun o gereksiz yeğeni. Peki sizce çiftimiz tüm bu zorlukları aşıp evlenebilecek mi??? Evlenseler bile -historical bu rahat durur mu yazarlar!!!- tüm olumsuzluklara rağmen huzura ve mutluluğa kavuşabilecekler mi?? Tüm bu soruların cevapları ve daha fazlası için kitabı almalı ve okumalısınız... ;) Karaktere geçelim birazda: Kızımız Clara; kendilerini çok çok sevdim. O döneme göre gerçekten kıpır kıpır, cesur ve net bir kızdı. Milletin ne diyeceğine umursamadan ya da sevdiğini bir şeye zorlamadan sevdi. Ve güzelliğinin yanında bu davranışları da artı olarak Seger'den bu güzel hislerinin karşılık bulmasını sağladı :) Çok acılar çekti ve bunlara değdi. Kitabın sonunda beni halini merak eder bir şekilde bıraktı. Bir sonraki kitabını merak ediyorum artık ;) Yakışıklımız Seger; kendilerini başlarda çok sevdim. Hatta uzunca bir süre :) Ama ne zaman hendekten atladılar adam beni deli etmeye başladı. O kadar hata yaptı ki en sonunda ofsaytı yedi benden uyuz -.- Gözünün önündekini göremedi. Uyuz adam, sana oyun oynayanların gerçek yüzlerini nasıl bilmezsin bunca yıldır da sana en başından beri açık ve net olan güzeller güzeli Clara'ya güvenmez ve üzersin?? Tüm bu sebeplerle yazarımızın kızımızla aralarında kitabın ortalarında aralarının bozuk olduğunu varsayıyorum. Zira yakışıklımızı sonlara doğru kızımıza karşı çok gaddarlık yaptı :( Bu türü çok iyi bilmem ama bu türde okuduklarıma bakarak tüm bu olayların normal olduğunu düşünüyorum. Aralarında geçenler ve Seger'in -her ne kadar sonradan sıksa da- daha önce yaşadığı aşk ile ilgili hisleri çok güzeldi. Yazar hem karakteri hem de ilişkileri iyi incelemişti. Olayların hızlı olması beni rahatsız etmedi, zira karakterlerimizde enerjikti. Benim için en büyük eksiyi, Seger'in sonradan beni sinir edecek birine dönüşmesi ve kızımızı çok üzmesi aldı. Dediğim gibi, gözünün önünde dönenleri başkası demese anlamaması beni oldukça sinirlendirdi. Tabi bir de sonun çok çabuk bitmesi var. Ama düşününce, devam kitabı olacağı için sanırım yazar olacakları oraya saklamış...
Kesinlikle okunmalı! Ve yorumu da yakında =)