Yazar hikaye ye bayağı hızlı bir giriş yapmış, daha ilk satırlarda kendimi kilisede sırıtan bir rahibin karşısında buldum : )) Jasmine ve Ace yaklaşık iki yıldır arkadaşlar,Jamine’in cafe sinde hamburger yiyip sohbet etmeleri dışında ileri derece bir arkadaşlık bir samimiyet göremedim,.. Ben bu ikilinin arkadaşlıklarından bir şey anlamadım ki evliliklerinden anlayayım, kısacası ne dostluklarında bir sıcaklık, ne aşklarında bir tutku hissettim.. Bence aşkları adım adım ilerlemeliydi, dostlukları aşka dönüşürken o tutkuyu hissetmeliydik, anlaşmalı evliliğin daha ilk haftasında birlikte olup, sonra her fırsatta biz arkadaşız deyip ardından yine sex le biten bir ilişki pekte inandırıcı gelmedi, özellikle karakterlerin iticiliğini saymıyorum bile : ) Yazar bolca yan karakter kullanmış , gereksiz uzatmalarda eklenince kafayı şişiren kuru bir kalabalık çıkmış ortaya : ) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/cilgin-dugun-yorum.html#more
Kitap 1971 yılında öldürülen, Patates Kız lakaplı Del’in hikayesini anlatıyor, pedofili bir baba, birbirinden tuhaf erkek kardeşler ve patates çiftliğinde pislik içinde geçen bir hayat,Del’in akıl sağlığının pekte yerinde olmamasının en önemli nedenleri… Kitabı Del’in zamanında onunla tuhaf bir arkadaşlık kurduğu günümüzde okul hemşireliği yapan Kate’in ağzından dinliyoruz. Yıl 2002 yani cinayetin üzerinden tam otuz bir yıl geçmiş Kate on yedi yaşındayken terk ettiği kasabaya geri dönüyor çünkü annesi Alzheimer hastası… Kate bir yandan kaçtığı geçmişiyle yüzleşirken ki onun çocukluğu da pek de sağlıklı geçmemiş, bir yandan da Del’in hayaletiyle uğraşıyor , bir şekilde Del’in geri döndüğünün ve kendisini izlediğinin farkında zira gördüğü hayaller ve ona bırakılan ipucları bunun mümkün olabilme ihtimalini akla getiriyor.. Sayfalar ilerledikçe yıllar öncesine dönüp, Del’in yaşadığı tuhaf ve sancılı çocukluğuna ortak olurken yavaş yavaş bir cinayetin aydınlanmasına tanık oluyoruz.. İçerisine biraz paranormal olguların yerleştirildiği çoğunun akıl sağlığından şüphe ettiğimiz karakterleriyle anlatımı ağır, çoğu sayfalarda sıkıldığımız orta şekerli bir kitap : ) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/soylemeyecegine-soz-ver-yorum.html#more
Serinin bu kitabı diğerlerine göre daha hareketliydi, Raffe ve Penryn arasındaki aşk daha gözle görülür bir şekildeydi malum diğer kitaplarda asker arkadaşı gibiydiler : )) Meleklerin hem kendi içlerinde hem de insanlarla olan savaşı daha vahşi bir hal alıyor, Kötü meleğimiz Uriel’in Michael’ı saf dışı bırakarak kendisini tanrının habercisi ilan etme çabası iyice raydan çıkıyor, Paige'e yaptığı gibi ameliyatlarla değiştirdiği çocuklar yetmiyormuş gibi, adına 666 dediği altı kafalı yaratıklar peydahlanıyor, akrepleri saymıyorum bile,onlar artık aileden sayılır : )) Kitabın finalinde, herkesin dahil olduğu bir kıyamet savaşı yaşanıyor, Raffe ve Uriel karşı karşıya, Penryn direniş kampındaki insanların safında yer alıyor ve öyle bir an geliyor ki Raffe ve Penryn karşı karşıya geliyor, ve Raffe nin yaptığı fedakarlık finale damgasını vuruyor.. Bu arada bir yerlerde okumuştum yazar seriyi 5 kitaba çıkaracakmış : ) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/melegin-dususu-gunlerin-sonu-yorum.html#more
Serinin bu ikinci kitabı, Raffe'nin meleklerin ortak alanı olan ve direnişin çıkardığı saldırıda, yerle bir olan "Kuş Yuvasında" Penryn'in akrep meleklerin zehri ile öldüğünü düşünerek cansız bedenini ailesine ve direnişin adamlarına teslim ettiği yerden başlıyor.. Sonrasında Penrn'in ailesiyle birlikte direnişin kampına dönmesi , bir süre sonra Paige'in tekrar kaybolması ( kız bir yerinde durmadı) ardından akrep melekler tarafından kamptakilerin Alcatraz hapishanesine götürülmesi ile devam ediyor ... Penryn,Alcatraz da bulunan bir doktor , sayesinde kardeşinin başına geleni öğreniyor ki bu işin içinde doktor da var, küçük kızı insandan bir canavara dönüştürdükleri, bir dizi teste tabi tuttuklarını gösteren videolar izletiyorlar, ilk kitaptaki kötü meleklerimiz Uriel ve Beliel de bu işin içinde, zaten akrep meleklerin yaratılışını sağ olsun Uriel gerçekleştirmiş.. Penryn sonrasında doktorunda yardımıyla bir kaç kişiyle birlikte yeniden bir başka yerde kurulan "Kuş Yuvasına" gönderiliyor, Uriel in yanında manken gibi durmaları için, Uriel güzel insan kızlarından hoşlanıyor anlaşıldığı kadarı ile, ama onları sadece etrafında aksesuar olarak tutuyor, kardeşini orada bulabileceğini bilen Penryn balıklama atlıyor bu olaya ve orada Raffe ile tekrar karşılaşıyorlar... Raffe ilk kitapta Beliel tarafından çalınan kanatlarına kavuşuyor ama henüz kullanma aşamasına geçemedi, daha doğrusu savaşmaktan fırsat bulamadı , Beliel in ona taktığı iblis kanatlarıyla dolaşmaya ve korku salmaya devam ediyor .. Kitapta sevdiğim sahnelerden biri, kılıcın bazen Penryn'e rüyalar aracılığı ile, Raffe ile daha önce birlikte geçirdiği zamanlarda, Raffe nin onun hakkında ne düşündüğünü aktarmasıydı, bazı olayları Raffe nin gözünden gördü, bu arada kılıç bazende kızı başka bir paralele geçirerek , Raffe nin geçmişte katıldığı savaşları, gösterdi, Penryn bu savaşlarda Raffe ile yanyana savaştı, melek onu görmedi tabi, ama kılıç kızın, Raffe nin kılıç tutuş tekniklerini görmesini sağladı, yani kıza bu şekilde kılıçla nasıl savaşacağını öğretti, zira son yüz sayfada bayağı işe yaradı ama birden bire meleklerle eş değer bir savaşçı yaratması da çok saçma geldi, fazla zorlama oldu, meleklerden bahsediyoruz yani, bir iki rüyayla kılıç mı kullanılır allah aşkına :)) Bu kitapta da, ikili arasında, bir kaç sahne dışında, yine bir yakınlaşma, bir aşk yoktu maalesef :( Ben serinin bu kitabını da çok beğenmedim ki sanırım bu seriyi bir tek ben beğenmedim,kitap boyunca Penryn karakteri ön planda Raffe kitabın son yüz sayfasında ortaya çıkıyor, zaten kitabın en hareketli ve güzel olan kısımları da orası, son yüz sayfaya gelene kadar sıkıntıdan ölmezseniz o kısımlardan keyif alabilirsiniz :) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/melegin-dususu-kiyamet-sonrasi-yorum.html#more
San Francisco şehrinde,Meteor yağmurlarından,yangınlardan,tsunamilerden geriye pek bir şey kalmamış , yağmacılar ve ardından başlayan salgın hastalıklar hayatı daha da zor bir hale getirmiş, yanan binalardan çıkan siyah dumanlar gerçekten korkunç bir görüntü oluşturuyor... Tüm bunların nedeni , Mahşer gününün Melekleri, modern dünyayı yerle bir eden, milyonlarca, belkide milyarlarca insanın canını alan doğa üstü varlıklar, aralarında Baş Melekler , iblisler, akrep denilen zehirli iğneleri olan melekler ve daha bir sürü tür var.. Penryn, lise öğrencisi bir genç kız, yani bir zamanlar bir okulu vardı artık yerinde yeller esiyor, tekerlekli sandalyeye mahkum Paige adında 7 yaşında bir kız kardeşi ve evlere şenlik deli bir annesi var , kadın görünmeyen varlıklarla, iblislerle konuşup duruyor , başlarına kötü bir şeyler geleceğini düşündüğünden, zamanında tüm parasını verme pahasına kızını en iyi dövüş tekniklerinin öğretildiği kurslara yazdırmış, aslında iyi de olmuş, kitap boyunca çok yararlandı bildiklerinden.. Meleklerin saldırısından sonra birde sokak çeteleri başa bela olunca herkes bulduğu bir binaya yerleşmiş durumda, fakat Penryn ve ailesi de artık başka yere geçmeleri gerektiğinin farkında, en azından yemek bulabilecekleri bir yere , planlarını uygulamak için dışarı çıktıkları bir gece,devasa boyutlarda, bir kaç meleğin kavgasına şahit oluyorlar... Meleklerden birisi Raffe, fakat karşındaki melekler onu bir konuda itaat etmemekle itham edip, kanatlarını koparıyorlar, zaten olaylar bundan sonra başlıyor, Penryn, annesi ve kardeşine kaçmalarını söyleyip, yere savrulan melek kılıcıyla, Raffe'ye yardım ediyor, fakat bir anda, kötü olan meleklerden biri, Paige'i kaçırıyor ve Penryn annesi o karmaşada kaçıyor... Penryn kardeşini bulmasında yardımcı olacağını, en azından kardeşini götürdükleri yeri bildiğini düşünerek, kanatları koparıldığı için , yerde kanlar içinde yatan Meleğe yardım etmeye devam ediyor, birlikte zorlu bir yolculuk başlıyor.. Konuyu böyle anlatınca çok güzel bir kitap ama, bu kadar sevilen bir serinin, ilk kitabı için bana göre biraz zayıftı, zira kitabın ilk yarısı çok sıkıldım, yazar gereksiz detaylarla doldurmuş kitabı , yağmalanan bir şehri detaylı anlatması gerekirken , yol boyunca konakladıkları binaların girişindeki tabelaya kadar gereksiz ne varsa anlatmış,mesela yukarıda yorumun girişinde bahsettiğim şehrin halini kitabın son sayfalarında ancak bu kadar net görüyoruz .. Yazarın kalemi biraz ağır, hareketli sahnelerde bile heyecanlandıramıyor, yalnız bu sözlerim kitabın ilk yarısı için geçerli,kitabın yarıdan sonrası daha güzeldi, Meleklerin yoğun olduğu, Kuş Yuvası diye adlandırılan yerde yaşananlar, insanlardan oluşan ve bir ara bizimkilerin esir düştüğü, Direniş 'in , Kuş Yuvasına saldırısı ve grubun lideri, Obi karakterini tekrar görmek güzeldi :) Raffe ile Penryn arasında elle tutulur bir yakınlaşma olmadı, kız biraz etkilendi, Raffe pek renk vermedi bir kaç bakış dışında , ama finalinde bir an vardı yakınlaştıkları, onda da sağolsun Raphael kızın burnundan getirdi, ayrıca sevdiğim sahnelerden biri Penryn başına gelenler karşısında meleğin verdiği tepkiydi :)) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/melegin-dususu-yorum.html#more
İçeriğindeki cinselliğin yoğunluğundan dolayı okumakta kararsız kalanlara şunu söylemek isterim, kitaptaki bdsm gözünüzü korkutmasın zira tüm dikkatiniz ; Christian'ın Ana'ya olan aşkına, tutkusuna, onu tüm Dünya'dan koruma içgüdüsüne ve aynı Dünya'yı onun saçının tek teli için yakabileceği üzerinde olacaktır . Ayrıca Christian'ın geçmişinde yaşadığı travmayı öğrendikçe bazı şeyleri daha iyi anlamaya başlayacaksınız. Ben seriye bayıldım : ) Eleştirenler için söylemek isterim ki , kitaba yüzeysel bakan biri tabi ki porno görecek, bdsm görecek, ama bir kitabı okurken karakterleri ile empati kurabilirsen, acılarını da görebilirsin,yaşadığı travmaları da, mesela Christian'ın geçmişinde yaşadığı travmayı öğrendikçe, Ana'ya olan aşkına, tutkusuna ortak oldukça, bazı şeyleri daha iyi anlayıp, farklı bir gözle bakmaya başlıyoruz : ) Ayrıca bu tarzı seviyorum ama içinde bdsm olmasın diyorsanız Sylvia Day'in Crossfire serisini tavsiye ederim, serinin 4. kitabı 2015 yazında raflarda olacak : ) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/
Gece ile Şafak, yeşilçam tadında bir kitaptı : ) Gece, barlarda sahne alan, menekşe gözlü, büyüleyici bir sese ve güzelliğe sahip, her erkeğin aklını başından alan bir kadın, en son çalışmak için başladığı yer, gece hayatının en kötü adamlarından biri, Ayhan Çakır'ın barı Çakırkeyif, fakat Gece en baştan tavrını ortaya koyan, sadece sesiyle anılmak istediğini, başka hiç bir şekilde müşterilerle muhatap olmayacağını çok sert bir dille söyleyen korkusuz biri, bu tür adamların karşısında cesur ve gözü pek görünmek zorunda olduğunu biliyor, zira hayat buralarda çok farklı.. Aslında Gece, ilk andan itibaren gizemli hareketleri ve iç sesleriyle göründüğünden farklı bir kadın olduğunu fısıldıyor kulaklarımıza, nitekim satırlar ilerledikçe bizleri oldukça şaşırtan , derinden etkileyen, bir geçmişe sahip olduğunu öğreniyoruz, yeraltı camiasıyla bir derdi var orasını anlıyoruz, ve gerçek Geceyi satırlar arasında keşfettikçe şaşkınlığımız artıyor , duyduklarımızın, gördüklerimizin, aslında gerçek olmadığını öğreniyoruz, her söylenen söz yalan, ve herkesin yüzünde aslında bir maske var, ve en önemlisi , bu hikayede kimse gerçek değil .. Ayhan Çakır, gecenin koruması olarak, aralarına yeni katılan bir adamını görevlendiriyor, adı Şafak, Gece ile Şafak, isimler oldukça ironik geliyor bize, ama onlar için asıl ironi satırlar ilerledikçe ortaya çıkıyor, özellikle Gece için her şey baştan yazılmaya başlıyor, tüm geçmişi yeniden hayat buluyor, Şafak'ın sırlarında... Şafak, sıradan bir bar fedaisi gibi görünüyor ama değil, adamın geçmişini kimse bilmiyor, hakkında hiç bir bilgiye ulaşılamıyor, bir assolist korumasının çok üzerinde standartları olduğu, bir şeyler çevirdiği belli ama ne , onunda bu camiayla olan derdini ve özellikle Gece ile olan bağlantısını zamanla öğreniyoruz... Gelelim hikayenin en kötü adamına, Tuncay Demirhanlı, yazar öyle bir karakter yaratmış ki, kitabın kötü adamı olmasına rağmen, duruşuyla , kendine güveniyle, karizmasıyla, Şafaktan daha dikkat çekiciydi bana göre, özellikle sonlara doğru, Tuncay'ın geçmişini okudukça, Gece ve Şafak ile olan bağlantısına , özellikle Gecenin, çocukluğunun en önemli isimlerinden biri ile olan ilişkisine tanık oldukça, hikaye farklı bir boyuta taşınıyor.. Tuncay'ı bir yere kadar suçladım, ama öyle bir an geldi ki onun için gerçekten üzüldüm, keşke her şey daha farklı olabilseydi onun için, yalnız bu adama yakıştıramadığım bir şeyde Gece 'ye hitap ederken kullandığı "Sultanım" kelimesi oldu, böyle bir adamın ağzında çok iğreti durdu ve de komik : ) Kitapta olaylar günümüzde geçerken asıl hikayenin başlangıcı 1986 yılına uzanıyor, zaten sürekli o tarihlere dönüyor ve çok özel bir ailenin hayatına dahil oluyoruz, Akar ailesi bu hikayenin temelini oluşturuyor, Reyhan, Ceylan ve Karaca bu ailenin üç kızı, kendi hallerinde, kendi yağlarıyla kavrulan, sevgi dolu bir aile onlar ve onların hayatlarının bir parçası olan insanlar, Mahur ve küçük oğlu Toprak, Marika, Devran ve Demirhanlı Hasan, 1986 yıllarına yapılan geçişleri dikkatle okuduğumuzda ve günümüzde yaşananlar ile arasında oluşan bağlantıyı fark ettikçe hikaye daha bir güzelleşiyor... Söylediğim gibi, aslında kimse gerçek değil bu hikayede, herkesin bir sırrı, kaybettikleri ve bundan doğan intikam hırsı var : ) Hikaye de bana tuhaf gelen kısım, Gece'nin her olaydan çok basit bir şekilde kurtulması oldu, öyle bir alemin içinde, biraz gerçek üstü bir şansa sahip gibi geldi bana, zira gerçek hayatta Tuncay gibi bir karakterin özel anlarında o kadar töleranslı davranacağını ve bir kadınla güç anlamında başa çıkamayacak bir erkek olacağını hiç sanmıyorum bu kişi Gece gibi biri bile olsa : ) http://gulunkitapligi.blogspot.com.tr/2015/10/gece-ile-safak-yorum.html