gululucan, 204 adet değerlendirme yapmış.  (24/30)
İçimden Geçen Zaman
İçimden Geçen Zaman

7

Çocukluk dönemime rastlıyordu ölümü bilincimi kazanamadığım bir dönem.. Ama yinede Gazeteci Uğur Mumcu “evinin önünde bir suikaste kurban gitti” haberini duyunca yüreğim acıdı kimmiş neler yapmış sonra sonra öğrendik. Yaşaya yaşaya öğrendik kaldı ki ben devletin söylediği hiç bir şeye inanmam!”Bir şey söyleniyorsa tersi daha geçerlidir benim için. Beklide o yüzden Mumcu’yu sorgulamadan sevişim. Şimdinin günü birlik yaşayıp, düşüncelerini devrin adamlarına göre şekil alarak yazan/çizen yazarlara bir de Uğur Mumcu'ya bakıyorum, ne kaybettik bunun analizini yapamam belki ama halk olarak şu anki gazetecilik camiasına bakarak bir şey kazamadığımızı görmek mümkün. Bazı adamlar bir kere geliyorlar. Sonrası yok ötesi yok..

Şeker Portakalı (Zeze, #1)
Şeker Portakalı (Zeze, #1)

10

Çocuk romanı olarak literatüre geçmiş olsa da bu kitabın yaşı yok..Uçurtma avcısı kitabının kahramanından uzun bir zaman sonra bir hikayenin kahramanı yani Zeze içimi burkan, acıtan, yumuşatan bir etki yarattı. Hikâyenin içine girip onu tanımak sıkı sıkı kucaklamak geldi içimden. Zeze; hayal dünyası geniş ve kocaman yüreğiyle yaşıyor bu hayatta. Yoksulluk, dayak ve büyük bir sır onun omuzlarındaki yük.. Ve işin ilginç yanı; bu kitap hem okunması gereken ilk 100 eser listesine girmiş olması hem de Türkiye’de sansürlü yani okutulması yasaklanmış olması hatta ödev olarak bunu öneren öğretmenlere ceza işlemi uygulanıyor olması.. Yasaklama gerekçesi bir çocuğun argo kelimeler kullanması, şiddet görmesi ve çocuk yaşta psikolojisini etkileyecek büyük bir acı yaşamış olması.. Çocuklar bundan etkilenirmiş! Doğru zaten basın yayın yada hayat çocukların iyi yönde etkilenmesi için çok yardımcı oluyor! Şahsi fikrim; çocukların dünyayı tos pembe gösteren bir Pepe’yle değil hayat kadar gerçek bir Zeze’yle büyümesi yönünde.. Ve sorgulayan, hayalleri olan olan çocuklar..Onlarında bir birey olduğunu kabul edip sığ ve önyargılı düşüncelerimizle engellemek yerine, anlamaya çalışarak yol gösterilmesi gerektiği yönünde. Kitaptan altını çizdiğim satırlar: -'Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek.' - Hiç kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum. -Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur. -Hep böyle duygulu bir çocuk olacaksın ve pek çok ağlama fırsatı bulacaksın hayatta. -Yiyecek bir şeyler götürürüz. En çok ne istersin? Her şeyi severim. Evde yiyecek bir şey bulduğumuz zaman sevmeyi öğrendik. -Daha çok anlat dedim. -hoşuna gidiyor mu? +çok. +elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum. -bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz? +gider gibi yaparız.

Kelebekler ve İnsanlar
Kelebekler ve İnsanlar

8

Yazarımız; engelli insanlara sadece acımaktan vazgeçip, engelli olmayan insanlar gibi aşık olabileceklerini, cinsel yaşamlarının olabileceklerini, özürlü olduklarını bizim kadar takmadıklarını bir yerden sonra kabullenip espri bile yapabileceklerini yalın ve gerçekçi bir dille anlatmış. Asıl engelin bedenlerde değil zihinlerde olmaması gerektiğini, kalıplaşmış önyargılarımızı bir kenara bırakıp insanlara beden değil yürek ve karakter olarak bakmamızı sağlıyor. Kelebeklerle de, ömrümüzün ne kadar olacağını asla bilemeyeceğimizi ve bu ömrü yaşarken kendi değerimizi bilip, anlamsız istekler uğruna kendimizi heba etmememizi anı yaşamamız gerektiğini anlatıyor.. Kitaptan altını çizdiklerim: -Vazgeçmeyin. Bir şeyden ilk kez vazgeçtiğinizde rahatlarsınız; ikinci kez vazgeçtiğinizde alışkanlık olur. -Bir aileyi ayakta tutan şey, gülümseyen yüzlerin ve çatılan kaşların dengesidir. -Aşk önce düşünmektir sonra dokunmak.. -Kısa ve renkli bir ömrü, uzun ve renksiz bir ömre tercih ederim. -İnsanlar ellerinde güç varsa korkuturlar..Sevmezler iletişim kurmazlar ne yaptıracaklarsa severek, anlaşarak değil korkutarak yaptırırlar. -İnsanlar, birisini sevdiklerinde veya sevdiklerini sandıklarında üçüncü bir kişide açmayacakları yara yoktur. -Yapabilenler yaparlar, yapamayanlar öğretirler, öğretmeyi de beceremeyenler yönetirler, yönetmeyi de beceremeyenler eleştirirler, teftiş ederler. -Elindekini görmeyip, görünmeze bakan aptaldır.. -Sen dert etmezsen söyleyip söylememek önemsiz olur gözünde. -Unvanları altında ezilmeye başlayan insan, acı çeker, acı çektirir. - Bu dünyada zayıfın varlığı güçlünün tablosunda bir nokta gibi görünür.

Biz
Biz

7

Diskopya eser akımını başlatan ve bu tarzda kitap yazan birçok yazara ilham kaynağı olan yazarın bu kitabı yazıldığı dönem Rusya'da yayınlanmaş olup 40 yıl sonra Gorbaçovun açıklık politikası kapsamında yayınlanmasına izin verilmistir.Kitapta bişey anlayışının olmadığı BİZ kavramı etkisinde yaşanılan hiçbir fiziksel, duygusal ve kişisel duygu, insanların ya yer verilmediği insanların isimlerinin olmadığı sayılarla ifade edildiği, herşeyin ortada ve devletın istediği şekilde yaşandığı bir sistem..Anlatım yönünden matematik ve geometri üzerinden gidilmiş olması nedeniyle akıcı değil ama tarz olarak bir başyapıt olması nedeniyle okunabilir , Kitaptan altını çizdiklerim: - Dilin hızı herzaman düşüncenin hızından daha yavaş olmalıdır. - Dünyayı açlık ve sevgi yönetir . - Orjinal olmak diğerinden farklı olmak dolayısıyla eşitliği bozmaktır

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984)
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984)

10

“Herkes eşittir; ama bazıları daha eşittir” diye bir söze imza atmış yazarımız, 1914-1945 "30 yıl Savaşı”nın entelektüel kurbanlarındandır. "1984" romanını bir yandan veremle savaşırken yazmış. Kurgu ve geleceği görme yönünden sanırım Orwell başka bir adammış diyebilirm. Kitabı okurken bir taraftan içiniz kararıyor diğer taraftan buna ne kadar yakın olabileceğinizi düşünerek korkuyorsunuz. 1940’larda yazılmasına rağmen günümüzü çok güzel anlatmış. Bir iktidar düşünün, emirleri sorgulanamayan, rakipsiz, baskıcı, muhalefetsiz.. bir halk düşünün, sadece verici değil aynı zamanda alıcı olan tele-ekrandan sürekli izlenen, sahte düşmanlar yaratılarak zihni ele geçirilen, yaptıkları takip edilen ve komutlarla yönetilen, onlar gibi düşünmeye zorlanan öyle ki “iki kere iki dört diyebilmek özgürlük” tutarsız itaatlere uydurulan… İnsanların tüm değerlerinin yok edilip 'parti'nin her şeyden önde olması, 'birey' olmanın yasak olması. Büyük Biraderi kabul etmeyen sistem karşıtlarına karşıtlarının “düşünce suçu” işlediğini düşünüp 101 numaralı işkence odasında kişilerin en büyük korkularıyla yüzleştiği herkese ayrı değişik işkence çeşitleri vardır. Kahramanımız Winston’da yüzü aç fareler tarafından parçalanmak üzere bir düzeneğe yerleştirilmişti neyse ki doğru kelimeleri söyledi.. Onun düşün suçu Aşk! Gerçek aşk belki de en güzel bu kitapta anlatılmıştır. Hayata öylesine bakan güçlü ve vurdumduymaz bir kadın ve onun için düşün suçunu işlemeyi türlü işkenceleri göze almış bir adam.. Ve onlar o yasak ve tehlikenin içinde, her şeye rağmen, korkusuz özgür bir çift gibi davranabiliyorlardı. Eğer birey olmayı beceremezseniz, bireyciliği engelleyen sistemin bir şekilde parçası olursunuz! Kitaptan altını çizdiklerim : - Geçmişi belirleyip denetim altında tutan, geleceği de belirler. - İnsanın en amansız düşmanı kendi sinir sistemidir. - Bazen acı öyle boyutlara ulaşır ki, iki kere iki beş bile edebilir. - Bilinçleninceye kadar baş kaldırmayanlar, bilinçlenince de başkaldıramazlar. - "Her azalma bir kazanç sayılıyordu, çünkü seçim alanı daraldıkça, düşünme istemi de o hızla azalmaktaydı." - Hiçbir fikir, hiçbir duygu yalnız değildir. Fakat sevgi satılıktır. En tiksindiğimiz şeylerle korkutulunca hepimiz, "Beni rahat bırakın! Julia'ya yapın!" diyebilecek kadar benciliz. - İnsanın kafasının, kalbinin içine giremezler ki! - İnsan, insan olarak kaldığı sürece ölüm dirim aynı şeylerdir. Kitaptan aklıma kazınan terimler : Distopya, Büyük Birader, Düşün suçu, Proller 101 numaralı oda,

Bab-ı Esrar
Bab-ı Esrar

9

Ahmet Ümit'in klasikleşen polisiye romanı tadı verilmiş olsa da daha çok Mevlana Şems anlatılmış. Elif Şafak /Aşk kitabından sonra üstüne iyi bir pekiştirme oldu. Mevleviliği iyi bilenler için basit bilmeyenler için ilgi çekici ama her iki taraf içinde akıcı bir anlatım. Kitapta sevdiğim taraf, böyle tarihi, manevi ve Mevlevi bir konuda okuyucuyu kesin bir sonuca yönlendirmeden yüzeysel bir anlatımla araştırmaya sevk ediyor olması. Özellikle Kimya Hatunla ve bilinen Şems’in dışında burada daha insani olan karakteri ile ilgili kafamda birçok soru işareti oluştu. Kitaptan Altını çizdiklerim: - "çoğu zaman mesele, tanrı'nın ne olduğu değil, bizim onda ne gördüğümüzdür. Sevgi dolu olanlar merhameti görür, zalim olanlar şiddeti. Zeki olanlar aklı görür, aptal olanlar kör inancı, alimler bilimi görür, cahiller mucizeyi." - "sevmek bir anlamda sende olmayana ulaşmak, bunun için çabalamak değil midir? senden farklı olmayan birine niye ulaşmaya çalışasın ki?" - "birini sevmek onu kültürüyle birlikte sevmek derdi annem." - "cahillik engelinden atlayamayan, bilgi yükünü taşıyamaz." - "çünkü insana duyulan aşk da, Allah'a duyulan aşkın bir suretidir. o aşkın sureti bile o kadar güçlüdür ki, kişinin aklını başından alır." Kitabın en sevdiğim ve bu kitabı okumak için başlı başına bir neden olduğunu düşündüğüm kısmı ise annesinin, Karen'e söylediği şu sözlerdi; "ama şu an yaşadığımız dünya gerçek; sadece zenginlikler değil, yoksulluklar da gerçek. açlıktan ölen çocuklar gerçek, hastalıklar gerçek, savaşlar gerçek, giderek daha mutsuz olan insanlık gerçek. yeryüzünün her sabahında insanlar gözlerini böyle bir hayata açarken, bunca acımasızlık, bunca yoksulluk, bunca umutsuzluk varken, perdenin öteki tarafındaki cenneti düşünerek yaşamayı ben kendime yediremiyorum karen. Böyle bir cennet olsa bile kendime yediremiyorum. ben iyiliği, sadece iyilik olsun diye yapmayı seviyorum; kötülükten kaçınmayı, kötü olmadığım için yapmayı istiyorum. iyi olduğumda birinin bana ödül vermesi ya da kötü olduğumda birinin beni cezalandırmasından korktuğumdan değil. iyi olmak için bir efendiye ihtiyacımız yok kızım. iyilik de kötülük de içimizde, bizimle beraber doğdu, bizimle birlikte yok olacak. önemli olan yaşarken neyi seçtiğin, hem de cennet ödülü ya da cehennem cezası olmadan. Hem de ölüp gideceğini bile bile. Perdenin ötesi diye bir yer olmadığının farkında olarak. Üstelik senden sonra gelecekleri hiç kıskanmadan, üstelik biz görmesek de onlar daha mutlu olsun diye çabalayarak. benim payıma düşen de buymuş, teşekkürler hayat diyerek. bence yaşamak bu kadar basit, aynı zamanda bu kadar güzel, bu kadar heyecan verici. Bütün mesele sahiden alçak gönüllü olabilmekte."

Sil Baştan
Sil Baştan

6

Eğer reenkarnasyona inanmıyorsanız şu an için imkânsız gibi görünen ilginç bir hikâyesi var. Sonsuz, derin ve heyecanlı bir dünyaya alıp götürüyor sizi. Düşünsenize hayatınızın 18 ile 43 yaş aralığını yani son 25 senesini sil baştan tekrar yaşıyorsunuz hem de defalarca. Mesela hangi hisse ne zaman artacak, ne zaman ekonomik kriz yaşanacak, o sene hangi takım şampiyon olacak depremler büyük felaketler vs. her şeyi biliyorsunuz. Buna göre hayatınızda o zaman beğenmediğiniz tarafları, yaptığınız hataları düzeltme şansınız var olmasını istediğiniz gibi yeni baştan kuruyorsunuz sonra pat diye ölüyorsunuz ve yine sil baştan yine 18 yaşındasınız. Aslında çok çok eğlenceli ama sağlam psikoloji gerektiriyor. Ben mesela öle dirile sonunda istediğim hayatı kurmuşum ama biliyorum 43 yaşında hepsi yok olacak yine öleceğim ha öleceğimi bile bile bunun önüne geçemiyorum da ne kadar önlem alırsam alayım altın fanusa da girsem bir şekilde 43 yaşımda tekrar ölüyorum. Buda demek oluyor ki hayatı yeni baştan yüzlerce kez kursam da kaderi değiştiremiyorum sadece sonuca giden yollar üzerinde oynamalar yapabiliyorum. Durum böyleyken düşündüm şimdi ölsem ve geriye dönsem neleri değiştirirdim diye çok ilginç bir durum değiştirmek istediğim her şey benim kaderim olarak belirlenmiş eğer bunlardan kaçamayacaksam arada giden yolları değiştirmenin hiçbir mantığı yok öyle yada böyle yaşanacaklar. Zaten ya unuttum ya gülümseyerek anımsadım pişmanlıklarım yok denecek kadar az beklide çok ama ne fark eder ki içinde bulunduğum ve şartlar gereği şu anki aklımla da yine aynı şeyleri yaşarmışım. Sonuç olarak bir kere yaşayıp ölmek en iyisi çünkü yapman gerekeni ne zaman gerekiyorsa o an yapman gerektiğinden acelecilik, toyluk, başka alternatiflerin olduğunu bilmemekten ötürü yaptığını biliyorsun pişmanlığın az diğer türlü ikinci kez yaşarken artık biliyorsun ve aynı hatayı iki kere yapmak aptallık olarak değerlendirir yani pişmanlık katsayısı daha fazla. Kurgusu bu kadar iyi olan bir kitapta sonunun iyi bağlanmamış olması ve aradaki boşluklar zaman zaman sıksa da kendi hayal dünyanızda gerçeklikten uzak bir şölen yaratabilirsiniz.