Kişisel gelişim kitaplarında her zaman aynı şeyler yazılır yani olumlu düşün, pozitif ol, evrenden iste vs. gibi.. Bu da demek oluyor ki gerçek tektir:) Bunları biliriz okuruz ama gerçek fayda uygulamaya taşımakta. Kişisel gelişim kitabını doğru zamanda ihtiyacın olduğu anda okursan verim alabiliyorsun.Eğer o kitap için doğru zaman değilse okuduğunda uygulamaya geçmesen bile gün geldiğinde uygulamak üzere öğrenmiş oluyorsun. İşte bu kitabında amacı beynin nasıl çalıştığını, işler yanlış gidince ne olduğunu ve beynin işlevinin nasıl en uygun hale getirildiğini açıklamaktır.Eğer gergin, saplantılı, öfke eğilimli ya da dikkati kolaylıkla dağılan biriyseniz durumun psikolojik olduğuna inanıyorsanız iyi haber psikolojik değil :) Yazarımız Dr. Daniel Amen ve çalışma arkadaşlarının yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre sorunlar beynin fizyolojisi ile alakalı ve bu fizyolojiyi değiştirebileceğimize dair kanıtları var. Kitapta davranışımızı en çok etkileyen ve bizim insan olarak sahip olduğumuz en özgün şeylerin çoğunu oluşturan beyin sistemlerinin 5 tanesi şöyle: 1-Derin Limbik Sistem : Ruh halini ve ilişki kurmayı kontrol eden sistem 2-Bazal Gangliya : Beynin çalışma hızını kontrol eder,fazla çalışırsa kaygı,panik,korkaklık ve çatışmadan kaçma ortaya çıkar. 3-Alın korteksi : Dikkati muhafaza etmeye, planlar yapmaya, güdüleri kontrol etmeye,doğru yada yanlış kararlar vermemize yardım eden kısmıdır.Dikkat süresi,odaklanma, düzenleme ve işi tamamlama gibi konularda önemlidir. 4-Singulat : Düşünce ve davranışlar arasında geçiş yapılmasını sağlar. Saplantılı düşünceler ve endişeler bu bölümün işlevleriyle alakalıdır. 5-Şakak Lobları : Hatırlama, konuşulan dili anlama, yüzleri tanıma ve öfke kontrolünü etkiler. Beynin nasıl çalıştığını öğrendikten sonra şimdi beyin sistemlerini kullanarak negatif davranışlarımızı nasıl en uygun hale getirebileceğimize dair birkaç örnek verelim. Örneğin; -Belirli düşüncelere kilitlenerek, o düşünceye tutunuyor ve endişeleniyorsanız bu Dr Amen’e göre beynin “Singulat” bölümündeki etkinlik değişikliklerinden kaynaklanmakta… -Kilitlendiğiniz bir düşünce var ise ve bunu aşamıyorsanız: Bu düşünceyi yazmanız, bu düşünce veya endişe hakkında yapabileceklerimizin ve yapamayacaklarımızın bir listesini yapmanız öneriliyor… -Sinirlilik ve panik atağı yenmek için: Hızlı bir şekilde içsel karmaşanızı sakinleştirecek basit nefes alıp verme tekniklerini kullanın -Depresyonla savaşmak için: Otomatik olumsuz düşünceleri nasıl öldüreceğinizi öğrenin -Kızgınlık duygusundan kurtulmak için: Amen in anti-kızgınlık diyetini izleyin ve sizi sakinleştirecek besinleri tüketin -Algı eksikliğini yenmek için: Tek Sayfalık Mucize ile odaklanma yetinizi geliştirin -Saplantılı kaygılardan kurtulmak için: Yazılı uygulamalar yapın ve sorun-çözme alıştırmalarını öğrenin. Kitaptan çıkarımlarım bu kadar umarım işinize yarar:)
Soğuk kahve'yi arkadaş tavsiyesine bir heves aldım içeriğine baktım edebi değeri yok gibi geldi ama bende prensiptir almışsam kötüde olsa okurum önyargılıyımdır fakat şansta veririm belki hani belki içinde bir şey bir kelime olur beni can evimden vurur diye.Ali Lidar "Tesirsiz Parçalar"kısa öykülerden oluşuyordu yaşanmışlıkları vardı diye sevdim bir sene kitaplığımda beklettiğim bu kitabı da sırf kısa öykülerden oluşuyor herhalde tesirsiz parçalardaki etkiyi yaratır diye okudum ama malesef ilk hissiyatım doğru çıktı baştaki bir iki yazı hariç güzel cümle yok birbirinin tekrarı fikirler anlatımlar. Ergen kitabı demek istemiyorum ama öyle :)Zaman kaybı oldu ama olsun Sartre'nin Bulantı kitabı üzerine beyni boşaltmış ve boş bir şey için dağıtmış oldum:) Hani anlamadım yazarda hep bir sitem hep bir laf sokma hali gördüm ama niye ne için anlamadım.. Demekki o da bilmiyor hangi duygular içinde sanki biraz kafası karışmış neyse benim Ahmet Batman'dan anladığım fonda Cengiz Kurtoğlu eşliğinde melankoliye bağlamalık :) O kadar laf saydırdık ama altınıda çizdiğimiz yerlerde var hani..İşte bazıları -Aramızdaki fark şu; senin roman yazarak anlatamayacaklarını, ben tek bir cümlem ile anlatırım. - "Bir şeyin asıl değerini kaybettiğinde anlarsın. Dünyanın en salak insanı olsan yine anlarsın. Kaybetmek de öyle bir şey." -Sonra bir kahve iç ama herkesle kahve içilmez unutma. Sadece aşık olduğun insanla kahve iç. Onu izlerken kahven soğusun, soğuk kahveyi sırf onun yüzünden sev... -Akıl olmazdı, eğer kalp her zaman doğruyu söyleseydi. -Dünyanın en büyük evinde en büyük odaya sahip olsan da; senin sıkıştığın yer beyninin içidir ve bütün kazalar orada gerçekleşir." -Ben hala seni tekrar tekrar sevmek için yeniden uyanıyorum.
Pamuk merakla beklenen bu kitabını 6 yılda İstanbul'un arka mahallelerini iyice araştırıp ordaki yaşam tarzlarını insan davranışlarını gözlemleyip öyle yazmış.Böyle bir çalışma içine girmiş çünkü yazarımız daha önceki hikayelerinde kahramanlarını İstanbul'un Nişantaşı gibi kalburüstü semtlerinde yaşatıyordu.. Kitapta Nobel ödüllü bir yazardan beklenmeyecek anlatım bozuklukları olsada Orhan Pamuk sonuçta..Kitabın ön kapağı ile konusu öyle uyumlu ki kapağa bakınca içeği ile ilgili kafanızda bişeyler oluşuyor.Kitabın arkasında da değinildiği gibi aşkta insanın niyeti mi kısmeti mi önemli sorusunun cevabı son bölüm ve hatta son cümle ile birlikte tam anlamıyla ortaya çıkıyor. Detaylı cümlelerin yazarı Pamuk; mahallede kuş uçsa sinek konsa yazar. Onun bu özelliği kitabı okurken zaman zaman okuyanı boğsada "ne çok uzattın be adam geç artık oraları"deme noktasına getirse de betimlemeleri tanımlamaları insanı derinden etkiliyor ve bilgilendiriyor. Mesela; İstanbul'un son 40 yılını orda yaşamamış olsanızda yaşamıssınız gibi bilirsiniz yada Mevlut'ün saflığı insanda acıma duygusu uyandırken, Korkut ve Süleyman'ın uyanıklığı bir tiksinme duygusu, babasının fakirliği ve gururu ise bir çaresizlik duygusu uyandırıyor. Pamuk bana nedenini bilmediğim bir şekilde soğuk ve itici gelse de kitap içimizden biri olan Mevlut'ün hikayesiyle sımcacık bir etki bıraktı. Ve boza her satırda insanın canını çektirecek kadar güzel anlatılan boza:) Bu hissiyat için bile Pamuk sevilir:) Bir röportajında Pamuk kitabını anlatırken; "Mevlut resmiyet ile şahsiyet arasında sıkışıp kalmış bir karakter neden?" sorusuna cevabı "Baskıcı bir toplumda var olmak isteyen, şahsi düşüncesini ancak arkadaşına saklayacak. Şahsi düşünceyle resmi düşünce arasındaki fark da yalnızca bir ikiyüzlülük farkı değil, bir hayat acısı farkı" diye açıklamış. Ne güzel söylemiş! Birde kahramanını niye Mevlüt değilde Mevlut olarak seçmiş onu merak ettim.. Kitapta benim açımdan en önemli vurgu; Mevlüt'ün akrabalarının büyük hayallerinin olması ve bu hayalleri gerçekleştirmelerine rağmen hayal edildiği zaman ki büyüklüklerini yitirmiş olduklarından dolayı sürekli mutsuz ve sinirli olmaları.Ki böyle insanlara günümüzde çok fazla rastlıyoruz. Bu durum; fazla hırs yada doyumsuzluk olarak nitelendirebilir. Diğer yanda; tüm değişimlere rağmen değişmeyen Mevlut'ün zaten küçük olan hayalleri ve istekleri gerçekleşirken, her ne kadar istediği gibi olmasa da olduğu gibi kabullenişi gerçekten kafasında bir tuhaflık olduğu hissini uyandırıken; Mevlut yaşadıklarıyla beklenenin beklendiği gibi gelmeyeceğini ama gelenin; gelmesini beklediğinden çok daha fazla mutluluk kaynağı olacağını yaşayarak aktarıyor bize. Böylelikle kabullenişlerinin kabul edilemeyecek yanları olmadığını göstermeye çalışıyor. Ve kitap okumanın en güzel yanı iyi kötü her kitapta karşınıza bir araştırma konusu çıkması.Bu kitaptada "bozada alkol var mı yok mu?" onu araştırdım. Osmanlı döneminde 4. Murat bozayı içinde alkol var gerekçesiyle yasaklamış.Ancak edindiğim bilgilere göre ben Vefa Bozacısının yalancısıyım :) "Bozanın temel maddeleri su, şeker, mısır ve buğdaydır. Bu karışıma dışarıdan herhangi bir alkol eklenmez. İçindeki karışımlar fermantasyon sonucu etil alkol oluşturur ki bozada alkol var diyen o zaman mayalı ekmekte yemesin" nokta:)
Sartre'yi ilk Jean Genet "Gülün Mucizesi" kitabını okurken farkettim. Hırsızlıktan müebbet yiyen bir adamın hapishanede yazdıklarını destekleyen ve dönemin Cumhurbaşkanına onun aftan yararlanması için dilekçe yazan yazardı Sartre. Sonra onu merak ettim ve "Bulantı"yı okuma maceram böyle başladı. Yaşanmışlıkları olan insanların yazdıklarını, hayatın tüm gerçeklerini çıplaklığıyla önüme koyan bak bu da var diyen yazarları seviyorum Genet bende böyle bir izlenim bırakmışken Nobel ödülünü reddeten bu şahane yazarla ilgili dikkatimi çeken bazı noktalar var mesela; Babasını 1,5 yaşında kaybeden Sartre ”Babam ben bir buçuk yaşımda iken ölme nezaketini göstererek, beni baba otoritesi yükünden kurtardı” diyerek aile, toplum, ulus vs. gibi değerlere karşı isyanını dile getirmiştir.Bir başka detayda; bir ara “Bulantı”yı yazdığı sıralarda bunalımlı bir devre yaşamış ve alışkanlık yapmadığı savunulan ve 4-12 saat etkili olan bir sanrı uyandırıcı Mescalin’i kullanmıştır.Görsel sanrılar eserlerine yansımış ve Sartre’a psikolojik şoklar yaşatmıştır. Sartre; felsefi düşüncelere radikal değişiklikler getiren varoluşçuluğun önemini vurgulayan yazarlardandır. Sartre'ye göre İnsan sadece vardır. Belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan oluşurken bir taslak belirlenmemiştir. Önce varolur sonra kendi kendini gerçekleştirir. Yani kendisini nasıl yaparsa, öyle olur.Sartre görüldüğü gibi kaderciliğe inanmıyor bu nedenle Nietzsche gibi Ateist olduğu yönünde düşünceler olsada kitabındaki kahramanına söylettirdiği "Bütün insanların evet bütün insanların hayranlığa eşdeğer olduğunu biliyorum. Sizde hayranlığa değersiniz bende. Tanrı'nın yarattıkları olmamız bakımından tabi". Bu söylem bizde ki Yunus Emre'nin "severim yaradılanı yaradandan ötürü"ile eşdeğer.Varoluşçuluk kavramı ile de Ateistliğe olmasa da Deistliğe daha yakın görünüyor. Bulantı adlı eserinde varoluş çabası içindeki bir adamı anlatıyor. Kahramanımız dünyanın anlamsızlığını, yüreğinde bulantı duyacak derecede açık seçik görebilen, ama bu gerçek karşısında yaşamını değiştiremeyecek kadar uyuşuk bir adamdır.Kinyas ve Kayra'yı okurken resmen hiçlik duygusuna kapılmıştım ama burada öyle değil hiçlik yok aksine herşey var.Evet her şey anlamsız ama her şey varolduğu için anlamsız. Bizde varız ama bunun için sebep yok.Kitapta hep bir sorgulama var mesela elim burada ama neden burada, kolum burada ama neden burada sonra bakıyor elim kolum sebepsiz yere burada falan:) Varoluşuna sebep arıyor ama bulamıyor var ama varoluşunun sebebi yok falan:) Bir kitap okuyucusuna bu kadar ulaşırdı tebrik ediyorum okurken bende de bir "bulantı" oluştu:) Zaman zaman bende öyle düşünmüyorum dersem yalan olur:) Sonra dedim ki kendi kendime demek ki bende varoluşçuluğu savunan bir kişiliğim yıllardır hayatın tanımını yaparken "hayat; anlamsızlıklar içinde anlam arama sanatıdır"diyordum. Sonra kendime geliyorum "varoluşumu başka varoluşlarla anlamlandırmadan var olmak çok saçma" deyip tüm anlamsızlıklaştırdıklarımdan vazgeçiyorum. Kitabı okurken kafam gitti geldi bunalıma girdim Sartre okumak yanında Eco masal kaldı:) Kitaptan altını çizdiklerim: -Gövde, bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben sürdürür, ben geliştiririm. -Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum. -Topluluk içinde yaşayanlar, kendilerini, arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişlerdir. Benim arkadaşım yok. Tenimin bunca çıplak olması acaba bu yüzden mi? Buna insansız doğa denebilir. -Tutkum ölmüştü artık. Yıllarca onunla dolup sürüklenmiştim, ama şimdi içim bomboştu. -Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar; vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutlululuk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir. -Anılarımı şimdiden türetiyorum. Şimdinin içine fırlatılmış, orada bırakılmışım. Geçmişime yeniden dönmek istiyorum ama tutsaklığımdan kurtulamıyorum. -Gizli kapaklı şeyler, ruh halleri, anlatılmaz duygular istemiyorum artık. Ben ne papaz, ne kız oğlan kızım, iç hayatım diye tutturamam. -Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız. -Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan -Bizi, birbirimizden ayıran gerçeği kavradım birden: Onun üzerinde düşünebileceklerim ona erişmiyordu; romanlarda görülen ruh biliminden fazlası elimden gelmiyordu. Oysa onun yargısı beni bir kılıç gibi biçiyor ve varolma hakkımı bile sorguya çekiyordu. -Şimdi var olandı; şimdi olmayan hiçbir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç değildi. Ne eşyada, hatta ne de düşüncemde var oluşmuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım.
Günlük yaşantımızda biz ve karşı taraf arasında çeşitli konular üzerinde ayrıma düştüğümüzde bazen yumuşak bazen sert dille ama bir şekilde tartışma ortamı içinde kalmamız kaçınılmazdır.Kitapta Harward Tartışma projesi diye anılan yöntemle bu tür ortamlarda anlaşmaya varabilme umuduyla iletişim yöntemlerini ilkeler halinde anlatılmıştır. Bu ilkeler; - Pozisyonlar üzerinde pazarlık yapmayın - İnsan faktörünü sorundan ayrı tutun - Görüşlerin değil ortak çıkarların üzerinde durun - Karşılıklı kazanç için seçenekler yaratın - Objektif kriterler üzerinde ısrar edin - Karşı taraf daha güçlü ise ne olur? - Karşı taraf oyuna katılmazsa ne olur? - Karşı taraf hileye başvurursa ne yaparsınız? Gibi konular ele alınmış.Genel hatlarıyla "BİZ" ilke yöntemiyle tartışmak her zaman kazançlı bir yoldur.Ve kendinize zaman zaman sunu hatırlatın: Kazanmak için uygun bir yol bulmalıyım ve hakkettiğimi elde etmek için daima dürüst olmalıyım.
"Vakit nakittir" hepimizin çok iyi bildiği zamanın çok değerli olduğunu ifade eden bir özdeyiştir.Zamanla para özdeştirilmiş olsada zaman ve para arasında değerli olmaları dışında bir benzerlik yoktur. Zaman; paranın aksine tüm insanlığa son derece adaletli ve eşit olarak dağıtılmıştır.Herkesin bir gün içinde 24 saati, bir yıl içinde 365 günü vardır. Zamanınızı özel olarak tutmak ya da harcamak mümkün değildir. Biz nasıl davranırsak davranalım akıp gider.Ama paramızı biriktirebiliriz, harcayabiliriz, bankaya yatırıp istediğiniz kadar saklayabiliriz, borç verebiliriz. Zamanla bunların hiçbirini yapamayız. Bu yüzden zamanı yönetmek pek mümkün değildir, ancak kendi hayatımızı yönetebilirsek zamanı verimli değerlendirmiş oluruz. Zaman göreceli bir kavramdır.Bazen hiç geçmiyormuş gibi gelirken bazen su gibi akıp gider.Yıllar önce beni çok etkileyen şöyle bir yazı okumuştum. Bir senenin değerini anlayabilmek için o yıl YGS' yi kazanamamış ya da sınıfta kalmış öğrenciye sorun. Bir ayın değerini anlayabilmek için prematüre bebek dünyaya getiren anneye sorun. Bir haftanın değerini anlayabilmek için bir derginin editörüne sorun. Bir dakikanın değerini anlayabilmek için treni henüz kaçırmış birine sorun. Bir saniyenin değerini anlayabilmek için kazayı kıl payı atlatmış birine sorun. Bir milisaniyenin değerini anlayabilmek için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan kişiye sorun. Zamanı iyi yönetememenin belirtileri: -Sürekli olarak işleri yetiştirememe stresi, acelecilik. -Görüşülecek kişiler ve ziyaretçiler için zaman ayıramamak. -Yapmaktan hoşlanılmayan işler ve seçenekler arasında sürekli bocalamak. -Hiçbir şey yapmadan günü boşa harcamak. -Zamanın büyük bir bölümünü yapılması gerekmeyen işlere harcayarak, yapılması gereken işlerin altında ezilme duygusu yaşamak. -Dinlenmek ve diğer insanlarla iletişim için zaman ayıramamak. -Cevaplanacak yazılara cevap verememek. Etkili zaman kullanımı için yapılması gerekenler: -Doğru işleri yapmak -Öncelikleri belirlemek -Hedefleri belirlemek -Hedefleri planlara dönüştürmek -İşlerimizi ve çalışma ortamımızı düzenlemek gerekir. Kitaptan çıkardığım sonuçlar bunlar.Kendi adıma düşüncelerime gelirsek; Neler yapılacağı belli ama burada yazılanlar daha çok iş hayatını baz alınarak anlatılmış.Üst düzey yönetici yada kurumsal firmalar için geçerli olabilir belki ama genelde içinde bulunduğumuz sistem gereği iş hayatında plan, program yada zaman yönetiminden bahsetmek pek mümkün değil..İşler çözülmek, kolaylaştırılmak üzere değil sanki ego tatminine dönüştürülmüş gibi..O yüzden gerekesiz iş yükü bitmek bilmezken insanlar hırpalanıyor bezdiriliyor diye düşünüyorum.İş hayatına müdahale edemezken, kendi idaresini yapabileceğim özel dünyamda bazen bana da zamanın yetmediği oluyor. Şöyle bir bakınca, işyerinde geçen mesai + kitap okuma + aile/arkadaş ziyaretleri + telefon görüşmleri + zorunlu ev ihtiyaçları (yemek+temizlik+alışveriş vs) + spor + eğitim hayatı vs. Off yazarken bile günlük ve süreklilik arzeden bu işleri nasıl yetiştirebileceğim hissine kapıldım:) Ama benim bu gibi durumlarda zaman yönetimi için izlediğim yol önceliklerimi belirlemek..
Canan Tan kitaplarını hep sınav dönemlerinde edebi eser niteliği taşıyan kitaplardan önce yani yemek öncesi aparatif niyetine okurum çünkü bildiğin Türk filmi:) Beyni yormuyor, çalıştırmıyor, bişeyde katmıyor. 422 sayfadan bilgi anlamında bir iki bişey bulursan ne ala..Bu kitabında organ bağışı konusunda hassasiyetimizi artırmayı hedeflemiş ki benim için çok önemli bir konu sırf bunun için okuma gereği hissettim. Verdiği bilgiler tatmin ettimi hayır ama kişiyi araştırmaya itiyor. Benim organ naklinde merak ettiğim şey; tıbben rastlantısal olarak dile getirilen ve bir türlü çözülemeyen yeni beden & eski ruh kavramının kaosuydu..Yani kalple birlikte duygularda nakil olabiliyor mu? Burda Arda örneğinde olduğu gibi..İşte biraz araştırmayla ve kitapta Arda'nın "sana Deniz olarak değil Arda olarak aşık oldum" demesinde ki gibi "kalp sadece organ aslonan beyin" sonucuna varılabilir. Her kitabında kadın kahramanlarına onca acıyı yaşatması, diplere vurdurması ama güçlenerek ayağa kaldırması nedeniyle Canan Tan'ın kesinlikle feminist bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. Ktiaptan altını çizdiklerim: - Geç olmuştu zaten, ama çok önemli birşey öğrenmiştim. Hiçbirşeyi ertelememeyi.. - Neye inanacağınıza bazen tıp değil,kalp karar verir.