Bu kitapla çok kıymetli bir arkadaşımın okumamı istemesiyle tanıştım. Birçok olumsuz yorum okumuş ve biraz mesafeli yaklaşmıştım. 80 sayfa ve akıcı bir dille yazıldığı için hemen bitti. Katip Bartleby bir hukuk bürosunda işe girer ve zamanla ondan istenilen işlere ''Yapmamayı tercih ederim'' diye yanıt verir. Bu tepkiyle ilk kez karşılaşan patron şoke olur. Zamanla adam hiçbir iş yapmama kararı alır ve ne dense ''Yapmamayı tercih ederim'' der. Bence bu direniş falan değil. İlk önce şunu düşündüm; bu adam ölmek istiyor ama intihara cesareti yok, bu yüzden karşısındakini gıcık edip kendini öldürtmeye çalışıyor. Sonra baktım adamın öyle bir niyeti yok. Bu bildiğin içi boşalmış, uyuz, saçma sapan bir insan. Neye direniyor? Kime kafa tutuyor? ''Havan kime aslanım'' diyeceğim bundan kedi bile olmaz, miyavlamaya üşenir. Bilmiyorum bu kitaba başka bir yerden mi bakmak gerekir ama tek başıma adamın gırtlağına çökmek, patronuna da iki tokat atmak dışında pek bir şey düşünemedim. Tuhaf bir hikaye okumak isteyenler, buyurabilir.
Türklerle yapılan savaşta, bir top güllesinin bedenini ikiye ayırdığı vikontun bedeninden iki ayrı insan oluşur (?) Bunların kesin çizgilerle birbirinden ayrılan Kötü Vikont ve İyi Vikont olduğu anlaşılır. İlk önce Kötü Vikont köye döner ve tabiri caizse halkın ağzına limon sıkar. Niye limon? Adamlar onu görünce yüzlerini ekşitmeden duramazlar da ondan. Kötü Vikont tam bir psikopattır, her şeyi ikiye ayırır. Dallarda yarısı uçmuş armutlar, yerlerde yarısı gitmiş mantarlar, yarısı gitmiş sincap bile vardır artık. Canidir. Acımasızdır. Bazen öyle sinsi yaklaşır ki elinizi eşek arısı kovanına sokturup, kahkaha atar. İyi Vikont köye gelince, kötüsüne alışmış olan halk vikontun numara yaptığını sanır ama diğer yarısı olduğu sonradan anlaşılır. O da nerde yardıma muhtaç insan var oradadır. Hastalara bakar, hep iyiliğin peşinden koşar. Ve bir gün karşı karşıya gelirler. Ne mi olur? Söylemem. :) Ben çok keyifle okudum, ilgi çekici, tuhaf bir hikayeydi. Kitabın basımı da çok güzel, keyifle okutuyor insana. Çizimli bir kitap, çizimler gereksiz olmuş bence ama onlar da komik. Sembollü hikayeleri sevenlere, tavsiye ederim.
649 sayfalık romanın bitmesinin haklı gururunu yaşıyorum :) Kitaba dikkatimi romantik bir şeylere yönlendirip, hayatımın debdebesinden biraz uzaklaşabilme umuduyla başladım. Aşk kimin dikkatini dağıtmaz ki? Lakin kitap daha çok fabrikalardan, bunların işleyişinden, grevden, işçiden, iş verenden, ekonomiden bahsediyor. Fonda da bir tutam aşk var ama yemeğe tat verecek kadar değil. Margaret Hale'nin yaşamının 2 senesi anlatılmış. O kadar çok ölüm oldu ki, yeter artık sen de öl bitsin bu işkence dedim. Gaskell kızın hayatında ateş etmedik kimseyi koymadı, derdi neydi anlamadım :) Çeviride ve baskıda sıkıntılar var. Bazen mantık hatalarıyla karşılaştım. Kitabın kapak tasarımı insanda aşk romanı olduğu izlenimi uyandırıyor. Çeviriyle mi Gaskell'İn kalemiyle mi alakalı olduğunu pek anlayamadım ama 500'lü sayfalara kadar, kitaptaki duyguları hissedemedim. Bir işçinin yaşadığı olay, acı verici olmasına rağmen ancak bu kadar duygusuz anlatılabilirdi. Kızın yaşadığı 4. ölümde ancak acıyı hissedebildim. O da şok edici oldu, en sıradan ölüm olmasına rağmen... Kitap sizi içine çekmede biraz sıkıntılı olsa da, okunabilir. Dönemi değerlendirdiğimizde, çok da başarısız sayılmaz. Zaten yazar da bazı yerleri çabuk çabuk yazması gerektiği için okuyucudan bir nevi özür dilemiş. O zaman şartlar ne gerektirdiyse artık. Biraz daha yumuşak geçişler yapılabilseydi, hangi zamandan bahsedildiği daha doğru verilseydi kitap daha sevilebilirdi. Bir sonraki paragrafta dört ay sonrasından bahsedildiğini anlamak biraz müneccimlik gerektirebiliyor. Elinizde varsa okuyabilirsiniz, ama almak için ekstra bir çaba göstermenize gerek yok.
Çok hoş bir kitap. Sahip olduğumuzu sandığımız her şeye, bu modern dünyaya, medeniyetten (!) uzakta yaşayan bir zencinin bakış açısı mükemmel. Okunması gereken, bakış açımız üstünde bir kez daha bizi düşündürten bu kitap, ille okunması gereken bir kitap. Okuyun, okutun, hediye edin efendim.
Bir geri zekalının romanı. Sakın yanlış anlaşılmasın romanın başkarakteri gerçekten geri zekalı. Yaşayacak kadar akla sahip birinin, zekası ve kalbiyle hayatı yorumlayışı ve başka hayatları hiç edişi, insanın kalbini şu sıcakta daha bir terletiyor. Koleksiyoncuya bir gün piyango gibi bir şeyden para çıkar ve o parayla yaşanabilecek onca güzel şey varken, bu kıt gider bir sanat öğrencisi kızı kaçırır. Kendince aşıktır. Kızın kurduğu cümlelere verdiği tepkiler, o anlamayan halleri ve korkunç bencilliği insanı çıldırtıyor. Kız ne derse alır Fransız parfümü ister, 14 şişe parfüm getirir. Kız şoke olur, çünkü bu çok paradır. Ama neye yarar? Aradaki zeka, kültür ve zevk farklılıklarının uçurum olduğu bu psikolojik gerilim romanını gerçekten beğenerek okudum. Tabi o kelebekleri kanatlarından tutup, bir yöntemle ölmelerini izleyen koleksiyoncu ruh hastasını dan dun odunla dövmek istemedim değil. Kıza o kadar üzüldüm ki sanki gerçekmiş gibi onun hapis hayatını yaşadım. Kitabın sonu da ayrı bir darbe indirdi beynime. Boyalar, renkler hep ilgimi çeker. Fonda bu kaçırılma olayı var ama sanatla ilgili güzel tespitler, bakış açıları, konuşmalar da var. Bu kitabı zekasızlığın bir insana neler yaptırabileceğini görmek, gerilmek, biraz da sanatla ilgilenmek isteyenlere tavsiye ederim.
Vakit kaybı bir kitap. Petersburg Öyküleri zaten ne anlattı, yazar bunları niye yazdı, basan niye bastı bilmiyorum. Zaten Neva Bulvarı öyküsünün sonunda kendisi de bunu belitmiş. Bir tek Palto öyküsü biraz beğenilebilir. Onun dışında okumak yerine gidip uyumayı tercih ederim.
Vakit kaybı bir kitap. Petersburg Öyküleri zaten ne anlattı, yazar bunları niye yazdı, basan niye bastı bilmiyorum. Zaten Neva Bulvarı öyküsünün sonunda kendisi de bunu belitmiş. Bir tek Palto öyküsü biraz beğenilebilir. Onun dışında okumak yerine gidip uyumayı tercih ederim.