https://illekitap.blogspot.com/2020/05/lisa-valdez-sabr-passion-quartet-2.html Lisa Valdez'in Passion Quartet Serisinin ikinci ve son kitabı Sabır'da okundu ve yorumuyla karşınızdayım. Tutku kitabını bu ay okumuştum araya başka kitaplar sokmuş olsam da Sabır devamlı gözüme çarpıyor beni oku diye bağırıyordu ve dayanamadım elime attım Köle Serisi'nin bitirir bitirmez... Keşke Tutku'dan sonra okusaydım diye düşündüm okurken çünkü, bence, ondan çok daha güzel ve çok daha iyiydi. Her şey bir yana biz Christian Grey hayranları olarak bu kitapta Grey'in atası olabileceğini düşündüm bir adam vardır. Matthew Morgan Hawkmore... kesinlikle Grey'in kökenleri bu adamdan geliyor... öyle düşünmeme engel olamadım, gerisini siz düşünün ;) Kitabın konusundan bahsetmeyeceğim çünkü arka kapak yazısından daha fazlası spoiler olur diye düşünüyorum. Bu yüzden o kısmı es geçip direk yorumuma giriyorum. Öncelikle Matthew'un gayri meşru olduğunu ve bunun doğuracağı sonuçları az çok ilk kitap Tutku fark etmiştim. Çünkü Mark ne kadar bunu engellemeye çalışsa da bir şekilde duyumuştu ve bu durumun bir takım olumsuzluklar doğuracağının farkındaydım ama nişanlısının babası tarafından böylesine düşman olarak belirleneceğini düşünmemiştim. Resmen eski kayınpederi, Lord Benchley pisliğin teki çıktı ve kendi pisliklerini örtmek için ve hırsı için Matthew'u yok etmeyi planladı... tabi başarılı olup olmadığı kitabın içinde saklı... böyle söyleyince gizemli gelmedi çünkü biliyoruz ki başarılı olamayacaktı genelde kitaplarda olamazlar da... ama bunun Matthew'a nasıl dönüşleri olacağı işte asıl gizem bu.. o da kitapta saklı ;) Matthew ilk olarak Patience'ı ilk kitapta görmüş ve etkilenmişti bunu okumuştuk. Ancak bu etkilenmenin basit bir şey olmadığını bu kitapta görüyoruz. Çünkü aralarındaki çekim, kıvılcım ve farkındalık öylesine güçlü ki... okur bile ateşin arasında kalıyor resmen. Matthew'un kendini bilir halleri, ne istediğini bilmesi ve hedefe kitli hareket etmesi çok güzeldi. Kitaplarda böylesine güçlü karakterleri okumayı severim. Ne istediğini bilen ve ona göre hareket eden... Patience konusunda da böyle bir hareket sergilemesi ve duygularını inkar etmeden kabul eden bir adam olması çok iyiyd. Genelde bir inkar sonra kabulleniş gelir ya bunda o yoktu bu yüzden daha çok sevdim. Patience ise... ablasından daha farklıydı. Tutkuları olan bir kadın olmasının yanında her şeyin farkında olan ve korkusuzca Matthew'a adım atması çok iyiydi. Kartları açıktı ama onun kartlarının açıklığını bir tek Matthew görebiliyordu... yani görebilene açıktı... Matthew ve Patience arasında yaşanan tutku anlarını kitaba bırakıyorum ama onun haricindeki kısımlar çok tatlıydı. Matthew'un Patience ile ilgilenmesi, onun için çırpınması çok güzeldi. Özellikle en son Angel Malikanesi'nde çello ile ilgili konuşmaları... nasıl da sevdiğinin yaralarını görüp onları sarmak istiyor... Zaten Matthew'un sevdiği kadın için her şeyden vazgeçer halleri hayran olunasıydı. Özellikle onun için elmas tokaları saklaması... ya da o sevmiyor diye Angel Malikanesi ile ilgili aldığı kararlar ve diğer bütün kararlar çok tatlıydı. İşte seven adam! dedirtti. Ama tabi sadece Matthew yapıyor gibi görünmesin... Patience'ın bütün dedikoducu markizler ve tayfalarına Matthew'u savunması da takdire şayandı... Tam birbirlerini bulmuşlardı :D Mark ve Passion'u burada da okumak çok güzeldi. Keşke daha fazla okuyabilseydik dedim. Aslında sanırım en büyük keşkem yazar Primrose'un hikayesini de yazsaydı olurdu. İçimden bir ses ona da yakışacak adam Matthew'un dostu Roark Fitz Roy olurdu :D En azından Matty Hala gözüne Fitz Roy'u kestirmişti ve kadın gözüne kestirdiğini çift yapmayı beceriyor. :) Neyse... ben bu kitabı ilkine nazaran daha çok sevdim ve okumak çok hoşuma gitti. Ki dediğim gibi Grey'n atalarına rastladığımı düşündürten çok fazla detay vardı. Historical romanslarda pek görmediğimiz bir şey bu... Sizlere de tavsiye ederim ama belirtmek isterim ki kitap +18 sahneleri fazlasıyla var bunu bilerek okuyun lütfen...
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/islca-kole-ask-kole-3.html Bir serinin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. Size de oluyor mu bilmiyorum ama severek okuduğum seriler bitince cidden üzülüyorum. Kendimi boşluğa düşmüş hissi uyanıyor içimde. Gerçi sevmediğim serilere devam etmiyorum ama neyse :D Işılca'nın Köle İntikam kitabındaki kurgu son sürat bu kitapta da devam ediyor. İntikam hırsının nasıl da etrafına ve kendine zarar verdiğini görüyoruz. Okuyoruz... ama tabi kitaplarda bunların yanında aşka dönüşmesini de okuyoruz. Kitap, Köle İntikam'daki hikayenin devamı. Edward ve Jaymie'nin çocukları Stew ve Mira'nın krallıktkai haklarına kavuştuklarını okumuştuk. Sonrasında ise Aidan intikam için Daisy ve Mira'yı kaçırmıştı. Hatta Mira'nın bile yaptırdığı köle dövmesiyle amacını da belli etmişti ve öyle bitmişti. Bu kitap oradan başlıyor. Bir yerde Mira'nın annesine benzer bir kaderi yaşadığını okuyoruz. Tek farkla Aidan, Edward kadar kötü değildi. En azından onun amacı daha mantıklıydı Edwrad'ın ki gibi değildi. Baya kitabın yorumuna başladım. Ama öncesinde kitabın konusundan biraz bahsedeceğim. Aidan, Mira'yı kapalı bir hücreye kapatıyor. Üç ay gibi bir süre orada kalıyor ama bir gün gardiyanlarından birinin saldırısı sırasında onun elinden kurtulup da Marlon'ın öğrettiği dövüş yetenekleri ile gardiyanı ayarlayıp kurtulduğunu düşündüğü anda başına aldığı bir darbe sırasında hafızasını kaybediyor. Tabi çatlak kafatası, kırık bacak ve el, kol bunun yanında morarmış bir çok yer ve zedelenmiş bir çok kasın yanında iyileşmeyen tek şey yaşadığı travmatik olay sonucunda hafızasını kaybediyor. Aidan'da bunu fırsat bilip onu kendine köle yapıyor. Hiçbir şey hatırlamayan Mira, köle hayatına alışmaya ve kuralları öğrenmenin yanında Aidan planlarını ileri götürüp Mira'nın çekimine karşı gelemiyor ve onunla birlikte oluyor. Mira'nın kardeşini öldürmesinden ve ailesinin de babasını öldürmesinden suçlu olduğunu düşünmesi Mira'ya karşı hissetmeye başladı duyguları bastırmaya çalışmasının yanında Mira'ya kapılan Aidan için hayat Mira'nın hamile kalmasıyla daha da çıkmaza giriyor. Planlarını erkene alıp da 7 aylık hamile ve hiçbir şey hatırlamayan, Aidan'ın dediklerine inanan bir Mira'yla saraya gidip de Stew ve ailesinin karşısına dikildiğinde olaylar kopma noktasına geliyor. Ama diğer yandan da doğru olarak bildiği bütün gerçeklerin sınandığı bir zamana giriyor. Çünkü öldü sandığı babası ve kardeşi yaşamaktadır. Aidan, şimdi karar almak zorundadır. Mira ve bebeğine kendini affettirip aşkını mı yaşayacak yoksa Mira'sız hayatı kabul mü edecektir. Aidan'ı haklı bulduğum zamanlar oldu. Hiçbir zaman sarayı istemeyen, kral olmak istemeyen bir prensken darbe ile ailesinin elinden alındığına inanmak onu böyle bir intikam planına sürükledi. Yanlışları olduğu gibi haklı tarafları da vardı... Ama sonunda da çok çekti be... kıyamadım... çok güzel sevdi ve çok ikilemde kaldı canım... Mira ise... kızım sen köleyken bile adama çektirdin bir de her şeyi hatırladığında adamın burnundan getirdin ama zaten senin gibisi yakışırdı Aidan'a :D bir yerde babasının kızı dedim. Cidden Mira süperdi :D Stew ve Felicia'yı evli ve çocuklu görmek çok güzeldi. Özellikle bazı sohbetlerinde çok güldüm. Bir yer de Stew nasıl bir psikopatla evliyim dediği bir sahne var kahkaha attım :D ama ikili arasındaki uyum muhteşemdi. Aşk ise harikulade, Stew'e daha başka bir karakterde eş yakıştıramazdım. Özellikle Felicia'nın ben kraliçeyim karşı gelme bana tavırlarına çok eğlendim :) Kadın kraliçe falan ama halktan biri de :D Daisy'nin olayları ele alış şekli ve Marlon'la beraber hareketleri süperdi. Kral Richard ve Cedric geldikten sonraki olay döngüsü de güzeldi. Mira ve Aidan'ı güzel oyuna getirdiler. Gerçi kendi hallerine bıraksaydılar bir şekilde onlar yollarını bulur beraber olurlardı. Mira'nın hamile kalması ve tam Aidan her şeyden vazgeçmişken bu hamileliği öğremesi çok tatlıydı. Aidan cidden çok tatlı bir aşıktı. Hele Mira'nın ikinci hamileliği ve ikiz olacağı haberi bütün herkesi şaşırttı ve yerinden oynattı. Stew'in verdiği tepki çok tatlıydı... Balo sonundaki basın toplantısı güzel kurguydu. Orada Mira'nın usta manevraları çok iyiydi. Aidan ile ilk karşılaşmalarından bahsetmesi süperdi. Ama o anın en bomba kısmı Aidan'ın hastalanmasıydı. Neden bir insanoğlu elimizdekinin değerini kaybetmeye yakın olduğumuzda anlıyoruz ki? Mesela Edward, Jaymie intihar ettiğinde aklı başına geldi. Aidan'ın doğumda Mira'nın her şeyi hatırlaması ile onu kaybedecek olmanın verdiği korkuyla çırpındı durdu... Mira, Aidan'ın hastalanması ile aklı başına geldi. Cidden elimizdekinin değerini kaybetmeye yakın fark ediyoruz. Kitapta yine eksik dediğim kısımlar vardı ne yazık ki. Öncelikle kitabın sonundaki Mira'nın Aidan'a evlenmeyi kabul ettirmesi falan güzeldi de o sahneden birkaç sayfa daha okuyabilirdik. Mesela bir bölüm daha olup da diğerlerinin bunu öğrenmelerini falan da okuyabilirdik. Olabilirdi bence. Aidan'ın krallığı ele geçirme planları falan güzeldi ama oturmayan bir şeyler var hissi verdi ne yazık ki. Ama geneline bakıldığında sevdiğimi söylemeliyim.
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/islca-kole-itikam-kole-2.html Köle Serisi'ne son sürat devam ediyorum. Açıkçası bu seride bu kitapları yani İntikam ve Aşk kitaplarını hep Daisy'nin hikayesi olarak düşünmüştüm ama yanılmışım. Şöyle yanılmışım, ilk kitabın devamı kesinlikle o kesin ama bu kitaplar Edward ve Jaymie'nin çocuklarının hikayeleri... Klasik onların aşk hikayesi anlamında değil tamamen Jaymie ve Edward'ın hikayesi sonlanıyor ve çocukları Stew ve Mira'nın hayatta kalma savaşlarını konu alıyor. Bu yüzden kesinlikle sırayla okunması gereken bir seri. İlk kitap ne kadar aşka yoğun verilmişse bu kitap o kadar intikam, adalet arayışı, politika savaşları, arkadaşlıklara, aile ilişkilerine ve hayatta kalma savaşına verilmişti ama sanırım Aşk kitabında daha fazlası olacak aşk anlamında. Yine akıcıydı, sürükleyiciydi dün akşam başladım ve iki saat önce bitti kitap, su gibi aktı gitti ve şimdi devamını okuyacağım çünkü çok merak uyandırıcı bir şekilde bitti. Merak ediyorum devamını... Bu yüzden okumaya niyeti olanlar kesinlikle İntikam ve Aşk'ı beraber alıp okumalılar. Kitabın konusuna değinecek olursak; Jaymie ve Edward tam hayatları yoluna gitmiş çocukları ile beraber mutlu yaşarken ve dünya barışı adına büyük adımlarla halkın mutlulukla yaşamasını sağlamışken Edward'ın eski nişanlısı Lisa, hain bir planla düzenlediği darbeyle Edward ve Jaymie'yi ve iki oğlunu öldürür. Hayatta kalan Stew ve Mira, en büyük oğlu ve tahtın varisi ve en küçük kızı Daisy ve Marlon sayesinde kurtulurlar bu darbeden ve bir şekilde izlerini kaybettirip 20 yılı devirirler. Bu sırada Lisa, Edward'ın kuzeni ile evlenmiş kraliçe olmuş ve amacına ulaşmıştır. Ancak kocasını da kısa zamanda kaybedince kocasının kardeşine göz koyarak onu çocuklarıyla iki oğlunun hayatıyla tehdit edip evlenir ve bu şekilde kraliçe olmaya devam eder. Kral Richard, oğullarının hayatı için Lisa'ya tahammül ederek geçirdiği 20 yılın sonunda bir şekilde saygıyla andığı ve hak etmediğini düşündüğü tahtta kalmasına rağmen Edward'ın izinden gitmeyi kendine borç bilir ve onun izinden gider. Ama Lisa'nın hesap etmediği hiçbir zaman ulaşamadığı Stew ve Mira'nın için için intikamla yanması ve hak ettiklerini konumu geri istemeleridir. Kitapta Edward ile Jaymie'nin ölümüne değinirken Stew ve Mira'nın büyümelerine, planlarına, hayatlarını anlatıyor. Bunun yanında Kral Richard ve onun iki oğlu Cedric ve Aidan'a da değiniyor. Onların da tıpkı babaları aslında hiç istemedikleri konumda olmalarını anlatıyor. Açıkçası kitap Edward ve Jaymie'nin ölümünden başlıyor ilk okuduğumda ne oluyor ya diye düşünüp içim bir garip olup acaba bıraksam da okumasam mı diye düşünerek başladım. Ki açıkçadı ilk 20 sayfa da baya bırakmayı düşündüm çünkü Köle kitabı benim hep favorimdi ve Jaymie ve Edward aşkı çooook zevk alarak okuduğum bir aşktı. Onların ölümlerini okumak cidden çok sinir bozucu bir deneyim oldu benim için. Düşünsenize çok severek okuduğunuz karakterlerin kitabın sonunda öldüğünü... resmen ellerim titredi, tüylerim diken diken oldu... Neyse bu konu üzerinde çok durmamayı tercih ederim. Stew'i zaten Köle kitabından tanıyoruz. İlk çocukları, hani zaten Edward'da demişti ya sen de istersen Stew koyalım diye... işte o Stew… tam bir Edward gibi bir adamdı ama daha çok annesinin manevi özelliklerini babasının hükümdarlık duruşunu almış... bazen sözleri, duruşu ve karakterinde tam da Edward ve Jaymie'nin çocuğu dedirtti. Mira ise... her ne kadar dış görünüşü anasının kopyası olsa da kesinlikle Edwrad'ın kızıydı... :D Bazen öyle bir tavır içine giriyordu ki Edward'da böyle yapardı ya da derdi dedirtiyor :D Daisy ve Marlon… cidden takdire yakışır hareket ettiler. Resmen Marlon, Edward'a sözünü tuttu ve çocuklarını büyütüp sahip çıktı hatta sadece onlara değil bence bir çok yönden Daisy'e de sahip çıktı. Stew'in şirketine EJ adını vermesi çok manidardı :D Kral Richard'ın tavrı cidden çok iyiydi. Kitabın sonlarına doğru Stew planını uygulamaya başladığında da oldukça olgunlukla karşılaması ve direk tahtı sahibine vermesi, emanet aldım ve sahibine veriyorum halleri çok güzeldi. Gerçi Richard hep ben doktorum kral değilim diyordu ve bunu da çok güzel gösterdi. Lisa... şeytan... tam bir şeytan valla... ama Mira'nın Jaymie'ye benzerliği nasılda çıldırttı... :D keşke azıcık daha çıldırtsaydı. Aidan… kitabın en başından beri hayran olduğum bir diğer karakter. Cidden ham karakter hem tavır olarak, hayranlığımı kazandı ve aslında Stew ile müttefik olsalardı çok güzel yakışırlardı saraya... Aidan'da tam bir prenslik duruşu vardı... hatta belki kral... Ama sonrasında… onu hiç yargılamadım çünkü kendimi onun yerine koyduğumda gördüğü şeylere, kardeşinin vuruluşu ve sonrasında babası ve kardeşinin ölüm haberi... bu durumda bende onun gibi intikam diye yanıp tutuşurdum. Bu konuda onu yargılamadım ki zaten Stew'de ailesinin ölümünü görünce intikam istemedi mi aynı şey Aidan için de geçerli bu durumda. Felicia… kızım sen bu kitabın en bomba karakteriydin itiraf etmek gerekirse. Resmen okumaktan en keyif aldığım satırlardı. Kitabı okurken hep Aidan'ın Mira ile karşılaşmasını ve birbirlerine vurulmalarını bekledim ama o da tam darbe zamanına denk geldi. Stew'in tahtı ele geçireceği döneme... Aidan'ın başına gelenler kötü oldu be... Mira'da bazen annesinin kaderini mi yaşayacak acaba dedim ki kitabın sonu yaşayacak dedirtti açıkçası... Aidan umarım Edward gibi kırıcı olmaz... gerçi damat kayınpedere çekermiş derler öyle olursa vay Mira'nın haline. Kitabı genelinde çok sevdim ama eksik bulduğum kısımlarda vardı. Mesela, kitabın başında Kral Edward'a karşı yapılan darbenin daha detaylı anlatımı isterdim. 10 sayfa daha uzun olsaydı da o kısımların öncesine de değinilseydi dedim. Diğer yandan da Stew'in karşı hamlesi ve darbe girişiminde daha detay isterdim açıkçası. O darbe girişi çok güzel anlatılmıştı, balodaki hamleler, organize halleri çok güzeldi. Bir yerde yabancı bir film sahnesi gibiydi ama sonlarına doğru çok hızlı geçti ve daha detay istedim o sahnelerde... Geneline bakıldığında beğendim. Özellikle Mira ve Stew arasındaki ilişkiyi, Mira'nın eğitimini, Felicia ile Stew'in ilişkisi çok güzeldi. Severek okudum ve şimdi hemen elime 3. kitabı alacağım çünkü Stew bu kitapta kendi hikayesinde mutlu sona ulaştı aşkı ve tahtı ellerinde. Sırada Mira var ve onunki Stew'dan daha zorlu bir yol gibi olacak. Aidan ve Mira'nın hikayesini merak ediyorum. Hemen başlayacağım.
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/islca-kole-kole-1.html Ben bu kitabı 2013 yılında ilk basımıyla okumuştum ve öyle karmaşık duygular içerisine girmiştim ki kitabı okurken hala hatırlarım. İşin ilginci bu kitabı ikinci kez okumama rağmen hala aynı duyguları yaşarım. Her seferinde Edward'a yaptıklarından dolayı kızarım ama yine de aşkına sahip çıkma savaşında da hayranlık duyarım. Işılca'nın okuduğum kaçıncı kitabı bilmiyorum ama Duygu, Ali, Sedat ve Bekir kitaplarının yazarından bir hikaye bu da. Biraz Modern Peri Masalı tarzındaydı. Modern çağda yaşayan bir kraliyet ailesi ve kölelik... sonucunda doğan büyük bir aşk :) 3 Kitaplık bir seri, ilk kitabı ikinci hatta üçüncü farklı bir yayınevi baskısı bu yanılmıyorsam. İndigo Kitap logosuyla seri tamamlandı ve diğer kitapları da çıktı. Bu sefer başladım ve seriyi bitirmeye niyetliyim bu yüzden yorumları peş peşe gelecek ;) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Veliaht Prens Edward, yanında çalışan ve ona hizmet eden kölesi Jaymie'ye aşık olup aşkına da karşılık almaya başladığında bütün huysuzluğu, siniri, agresifliğini geride bırakıp mutlu olmaya başladığında önünde büyük bir engel vardı. Kendisi bir prensti ve kanını bir kölenin kanıyla karıştıramaz, çocuk yapamaz, eş olarak alamazdı. Bütün yasalar buna karşıydı. Her ne kadar köle karşıtı insanlar olsa da Kraliyet ailesi köleliği devam ettiriyor bağlı oldukları Yaşlılar Heyeti de köleliğin devam etmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama Edward bütün yasaları es geçip Jaymie'yi karısı olmasını ve çocuklarının annesi olmasını istiyordu. Köle yasalarına karşı savaş verirken Jaymie'nin aşkı ve hayat karşısındaki toyluğu, kardeşiyle ilgili tehdit edilmesi ve büüykannesi Marie'nin aklına girmesi sonucunda Edward'a güvenmek, aşkına sahip çıkmak yerine Kral ile bir anlaşma yaparak Edward'dan kaçar... Edward bu durumda çıldırsa da için için yanan intikam isteğiyle Jaymie'nin peşine takılır. Amacı onu bulmak, tekrar kölesi haline getirmek, kaçmak için yardım istediği ve evlendiği en yakın koruması Marlon'ın ihanetinin de intikamını almaktadır. Ama onları bulduğunda verdiği sınav, aşkı ve intikam isteği arasında kalması... birçok şeyle tekrar yüzleşmek zorunda kalmasına neden olur. Ama en çok hayatının aşkı Jaymie'y kaybetme sınırına geldiğinde verdiği tepkiler sonucunda aşkın mı yoksa intikam duygusunun mu kazanacağını okuyoruz. Öncelikle ilk okuduğumda da şimdi okuduğumda da düşündüğüm şey ve hissettiğim duygu Edward'a üzülmek, sinirlenmek, nefret etmek ama sonrasında tekrar üzülmekti. Tıpkı en başından beri Jaymie'ye hep üzülüp attığı yanlış adımlarla aşkını zor durumda bıraktığı için kızmam gibi... Edward'ın Jaymie'yi çok güzel sevdiğini düşündüm. Cidden çok da güzel sevdi. Her ne kadar sevdiği insanın da en çok canını acıtan kendisi olsa da bunun sevmenin nasıl bir şey olmadığını ve sevgiye aç ruhunun reddedilmeyle, terk edilmeye tepki vermesinden kaynaklandığını düşündüğüm zamanlar da oldu. Edward sevmeyi Jaymie ile öğrendi, sevdi, kırdı döktü, hırpaladı, canını fazlasıyla acıttı ama sevmeyi de öğrendi sonunda. Jaymie ise... yaşadıklarını hiç hak etmedi. Düşünülürse bence şu kitaptaki en masum kişiydi Jaymie. Tek suçu prense aşık olmuştu. Büyük bir entrikanın içinde kaldı, tehditler, köle yaşamı, tereddütleri, korkuları ve bunun yanında toyluğu hatalarının başlangıcı oldu. En büyük hatası Edward'a güvenmemek oldu ama bir tarafta aşık olduğu adam bir yanda onu büyüten kadın büyükannesi Marie olunca dinlediği kişi Marie oldu. Ve belki de en büyük hatasıydı. Evet, Marie belki oğluyla gelininin hayatına mal olan olalar zincirinden dolayı korkuyordu bu korkularıyla Jaymie'yi yönlendirip kızın büyük mutsuzluğuna neden oldu. Herkes Jaymie adına karar verdi, bir şeyler yapmasını istedi ve hepsi doğru olduğunu iddia etti ama bir kişi de çıkıp Jaymie sen ne istiyorsun demedi. Jaymie karşı çıkıp kendi istediğini söylediğinde bile sanki yanlış bir şey istiyormuş gibi muamele ettiler... Jaymie ve Edward'ın yaşadıklarında bence en çok da çevresindekilerin hatası vardı. Hele Kral... ya senin oğlun aşık olmuş, mutlu görüyorsun niye bunu baltalıyorsun değil mi? Kraliçe'ye ne demeli... resmen üvey oğluna göz koydu... o yüzden de onun mutsuz olması için türlü türlü entrika çevirdi... o da Jaymie'nin üzerinden prim yapıp onun toyluğunu kullananlardan biri çıktı. Edward'ın verdiği bütün savaşlara rağmen Jaymie'yi yakaladığında yaptıklarının affedilir tarafı yoktu. Jaymie'nin canını fazlasıyla yaktı. Hem ruhen hem bedenen fazla hırpaladı... bir de en büyük zayıflıklarından vurması ise... Jaymie için son nokta oldu. Ama sonra da çok güzel uslandı be... resmen Jaymie'nin yeniden güvenini kazanabilmek, kendisine tekrar aşık olması için çok güzel çırpındı... Kaybettikleri yıllarda yaşayacakları aşkı yaşadıkları sonunda ama Jaymie gitmeseydi o aşkı, o savaşı daha önce yaşarlardı da bence... Edward sahip çıkardı, savaşırdı sonuna kadar aşkı için. Gerçi son kozunu çok iyi oynadı Edward ve kazandı... hamleleri bu sefer daha netti, itiraz kabul etmemecesine attı adımlarını. Jaymie kalbinde büyüttüğü aşka böylesine vurgun yemesi çok fena yıktı. Verdiği savaş belki de birçok kişinin veremeyeceği kadar büyüktü. Sonunda da pes etti ama o pes ediş aşkını kazanmasına neden oldu. Bu kitapta da en çok mutluluğu hak eden kişiydi Jaymie… sonunda da kazandı bence... Marlon… adam bu kitabın Edward'dan bile daha iyi seven adamıydı. Cidden sevmenin sahip olmak, onunla yaşamak olmadığını çok güzel anlattı. Hatta Edward'ın bile dediği gibi hangimiz daha çok seviyoruz Marlon mu ben mi? öyle bir aşkla sevdi Jaymie'yi. Dürüstçe tekrar Edward'ın karşısında durup da yaşadığı onca şeye rağmen Jaymie şimdi gelsin yine hiçbir beklentim olmadan ona yardım ederim demesi... işte aşk bu dedirtti. Marlon, bence Edward'dan daha güzel sevdi. Daha saf sevdi. Daha huzur verici sevdi. Daha güven verici. Kitabın sonlarına doğru herkesin hatalarını anlaması ise... şaka gibiydi. Yap yap sonra pişmanım hakim bey... oldu paşam aklın daha önce neredeydi. Marie, Jaymie hastanedeyken geldi Edward'da ahkam kesiyor, suçluyor da bir gün aynaya bakıp torununun böylesine acı çekmesinde parmağı olduğunu düşünmüyor. Edward'ın babasına, Kralına karşı aldığı tavır çok iyiydi. Hele bir de tekrar bıçaklanmak istemediğini söylediği kısım... ciddi bir meydan okumaydı... Jaymie için krallığı hiç sayması ise... işte muhteşem satırlardandı. Edward'ın kendini Jaymie'ye affettirmek için çabalaması çok tatlıydı. Evet bütün yaptıklarında kızdım kabul ediyorum ama affettirme çabalarında da ben de affettim. Benim bile gönlümü aldı haylaz prens :D Angela ise... Prenses Angela... asilliğini ve gururunu çok güzel sergiledi. Lisa gibi ucuz bir kadın olmadığını çok güzel gösterdi. Bu kitapta en takdir edilesi karakterdi bence. Neyse... çok uzatmayayım yoksa yavaş yavaş çok fena spoilere gireceğim :D Ben kitabı cidden sevdim. Her ne kadar çok kızdığım ve beni sinirlendiren şeyler olsa da güzel bir aşk hikayesiydi. 650 sayfa olmasına rağmen su gibi aktı. Bazen niye bu kadar kalın daha ince de olabilirdi dediğim zamanlar olmuştu ama bu ikinci okuduğum da hiçbir detayı gereksiz olmadığını ve her bir olayın yaşanması gerektiğini tekrar fark ettim. Evet bu kitabı bu kadar satırı hak etti. Bana sorarsanız bir 10 sayfa daha olmalı ve son Jaymie ve Edward'ın mutluluğu detaylandırılmalıydı :D Işılca kalemini sevdiğim Türk yazarlardan biri. Elimde bu serinin haricinde iki kitabı daha var hepsini okuyacağım kısa zamanda :D ama önceliğim bir seri şu anda ;)
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/lisa-valdez-tutku-passion-quartet-1.html Koridor Yayınları'ndan çıktığında ilgimi çekmişti ama o zamanlar nedense alıp okumamıştım şimdi Nemesis'ten yeniden çıkınca dedim ki alayım ve okuyayım. Bu bir işaret.. bir de okuyanları görünce içinde bir kıskançlık oldu bu türü seven biri olarak neden okumuyorum acaba diye... İlk iki kitabı beraber aldım ayrıca kapaklarını da çok sevdim :D Öncelikle 3 kitaplık bir seri olan Passion Quartet'in ilk kitabı Tutku ve ikinci kitabı da Sabır ancak öğrendiğim kadarıyla üçüncü kitabı henüz çıkmamış. O da muhtemelen bu kitap karakterlerinin kardeşleri olan Primrose'un kitabı olacak. Böyle serilerin yarım kalmasına sinir oluyorum ama bu sefer yayınevimiz suçlu değil çünkü yazar henüz çıkarmamış... :( Keşke çıkarsa çünkü bu kitapta Passion'ın diğer kardeşi Patience ve Matthew'un ilişkisine hafiften vurgu yapıldı ve eminim ki Sabır'da da Primrose'un kitabına hafiften vurgu yapılacak ve biz bunu göremeyeceğiz. Neyse; kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; iki yıl önce kocasını kaybeden Passion yas sürecinin bitmesine sayılı zaman kala Londra'da zaman geçirmeye ve halasına eşlik etmeye gelmiştir. Kristal Saray'da gezilecek yerleri gezip ziyaret ederken bir yabancıyla, tesadüfen tanışmadığı adını bilmediği ama onu yaralanmaktan kurtaran bir yabancıyla gotik mobilyalar bölümünde bulunan bir panonun arkasında tutkulu bir sevişme yaşar. Her ne kadar etkisinde kalsa da ertesi gün tekrar aynı panonun önünde sözleşmeden buluşan yabancı ve Passion, genç adamın adının Mark olduğunu öğrenir ve onunla gizli bir ilişkiye başlar. Birbirleri hakkında hiçbir şey bilmezken ve Mark'ın unvanından ve kim olduğundan bihaberken aralarındaki ilişki basit bir tutkudan çok aşka doğru yönelmeye başlar. Ama Mark'ın baş etmesi gereken daha büyük sorunlar vardır. Çünkü saklanması gereken bir sırrın en büyük delili olan mektupla şantaj yapılmaktadır. Mark kardeşini korumak için şantaj yaban Bayan Lawrance'in kızı Charlotte ile evlenmesi gerekmektedir. Ancak, Charlotte'un Passion'ın kuzeni olduğunu bilmiyor ve öğrenmesi ise büyük sorunlara yol açmaktadır. Mark, nasıl bir yol izleyecek, aşık olduğu kadını elinde tutabilmek ve onunla olabilmek için ne yapacak onu okuyoruz. Passion, bir yanda sevdiği adam bir yanda kuzeninin mutluluğu arasında nasıl bir tercih yapacak onu okuyoruz. Bir de tutkunun aşka dönüşmesini izliyoruz... belki de hep aşktı ama Mark ve Passion onu basit bir tutku sandılar. Öncelikle demek istediğim bir şey var, kitabın başlarında Passion ve Mark resmen tavşan gibiydiler. Yanlış bir tabir olabilir belki ama yani hep tavşan gibi çiftleşme modundaydılar, o sayfalar daha ne kadar böyle devam edecek, ne zaman olaylar başlayacak modunda okudum ama çok şükür ki 120'den sonra konu oluşmaya ve olaylar başlamaya başladı. Bir an hep bunları okuyacağım sandım. Ama neyse ki olaylar başladı kitapta da Mark ve Passion haricinde birilerinin de olduğunu gördük. Mark ve Matt arasındaki kardeşlik çok güzel anlatılmıştı. Mark'ın gerçeği bilmesi ama buna rağmen öz kardeşi olmasa da Matt'i sevmesi, savunması ve onun için kendinden vazgeçmesi süperdi. Passion'un da aynı fedakarlığı kuzeni Charlotte için yapması çok tatlıydı. Bu konuda tam bir çift gibiydiler. İkisi de kendilerini ikinci plana atıp sevdikleri kişileri önemsediler. Mark'ın annesine ve Charlotte'un annesine sinir oldum. Resmen kadınları bir damla suda bile boğabilirdim hatta suyu ziyan etmemek için direk susuz boğardım öyle annelerdi. Yani ne kadar babasından nefret etsen de oğlunun ne suçu vardı da Mark'tan böylesine nefret ettin. Hadi Mark'ı geçtim ya Charlotte'un annesi... o da nasıl bir hırs ki kızını kurban ediyorsun bir de senin için kızım ayakları yapıyorsun... Charlotte sonunda iyi cevap verdi annesine ama... geç oldu ama çok da geç olmadı... zamanlaması süperdi. Passion ile Mark'ın yaşadıkları ise... zaman zaman yürek burkucu hale geldiğini itiraf etmeliyim. Özellikle son seni seviyorumlarla gelen veda... verilen sözler... kaderlerini kabullenişleri... muhteşemdi... Çok güzel sevdiler ve ellerinde sadece aşkları kaldığında o aşka yaşamayı kabul edip kaderlerini kabullendiler... süperdi. Cidden muhteşemdi. Kitabı historical romans türünde olmasına rağmen erotik romans olduğunu da söylemeliyim. Özellikle +18 sahneleri olan bir kitaptı bu yüzden bu tür sahnelerden rahatsız olanlar kesinlikle okumasın. Ama bu türü sevenlere de ve sevişme sahnelerinden rahatsız olmayanlara tavsiye ederim ;) Bu arada bu kitaba 5 üzerinden 4 veriyorum sebebi ise, yukarıda bahsettiğim kitabın başındaki Mark ve Passion'ın tavşan gibi olmaları... :)
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/gulsah-elikbank-asklar-gece-olur.html ~~~*~~~ "Sen çok kolay evet diyen bir kadınsın, evet. Ama aklı başında her erkek, bu kadar kolay evet diyen bir kadının, en küçük hatasında arkasına bile bakmadan gideceğini de bilir." ~~~*~~~ Bu kitap çıktığından beri dikkatimi çekiyordu, bu yüzden almıştım. Ama okumak bu zamana denk geldi. Neredeyse 1 senedir radarımdaydı yeni aldım ve kısa zamanda okuduklarımdan oldu. Gülşah Elikbank'ın daha önceden Aşkın Gölgesi kitabını okumuştum ve açıkçası çok da beğendiğimi hatırlıyorum kitabı. Gülşah Hanım'ın cidden yüreğe dokunan hikayeler kaleme aldığını düşünmüştüm ki hala da bunu düşünüyorum. Cidden okuru kitabın içine alıp da kurgunun içine sokabiliyor bu konuda çok güzel başarıyor kitaplarıyla. Psikoloji konusunda oldukça ileri düzeyde bilgi sahibi olduğunu düşünüyorum Gülşah Hanım'ın çünkü bunu özellikle bu kitapta oldukça hissettiriyor. Ki zaten bir yönden de bu konuda eğitimi var yanılmıyorsam, bunu da hissettim. Zaman zaman aşk kurgusu üzerinde aşıkların psikolojilerine, onların neler hissettiğine ve herkes tarafından farklı açılarda kaleme alması çok güzeldi ama itiraf etmek gerekirse de bazen de karamsarlıktan içim bayıldı. Hatta biraz sanırım kişisel gelişim kokusu da vardı kitapta. Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; geçmişleri konusunda değişik şekilde yaralı olan Hakan ile Melis, henüz on dokuz yaşlarındayken birbirlerine aşık olup da beraber olmaya karar verirler. Ancak hayata bakış açıları, ona göre yaşamaları sonucunda yapılan hatalar yollarının ayrılmasına neden olur. Aradan geçen 14 yıl sonra Hakan bütün pişmanlığıyla tekrardan Melis'in karşına çıkıp da kendini affettirme çabası, kendini toparlama çabası, aşkını geri alma çabasını konu alırken Melis'in bu durum içinde kendi içinde yaşadıkları, çevresinde yaşadıkları ve düşünceleriyle çelişkilerini okuduk. Tabi sonu mutlu sondu çünkü Melis güzeldi sevdi ama Hakan'da bütün yanlışlıkların arasında çok güzel sevmiş bunu gördük. Aslında kurgu çok güzeldi, kaleme alış şekli de öyleydi ama Melis'in içindeki yaşadıkları ve içinde yaşadıkları, duyguları, düşüncelerine verilen ayrıcalık bir yer de beni off yeter bu kadar melankoli deme noktasına getirtti. Belki Melis'in nedenleri niçinleri için bu gerekliydi ama bana şu anda çok ağır geldi. Bu kurgu aslında tam romans gibi yazılsaydı biz romans severlerin bayılacağı bir kitap olurdu. Ama benim için bu kadar psikolojik sorgulamalar ağırdı, belki başka zaman olsa severdim ama bu dönemde ve şu zamanda ne yazık ki yanlış zamandı beni için. Bunların yanında, Melis'in bütün o karmaşasaya, yanlış adımlara, hatalara rağmen sevgisi nasıl da güzeldi. Hakan da böylesi bir sevgiyi nasıl da güzel hak etti. Bence güzel de bir aşk hikayesiydi. Özellikle o son yok mu.. bir an Hakan acaba dedim ama yanılttın beni... cidden Melis gibi bir kadını hak edecek bir adam olma yolunda bir adım attın. Bu tür kurguları aslında çok okuyoruz, ama hiçbiri böylesine derinlemesine psikolojik olarak irdelenmediği için bu kitap türlerinin arasında yerini ayırdı. Ayrıca çok da güzel cümleler vardı kitapta hepsini işaretledim ama hepsini paylaşamayacağım ne yazık ki ama birkaç tanesini art arda yorumun sonunda paylaşacağım. Ancak alıntılar karışıktır kitaptaki sırayla değildir bilginiz olsun ;)
https://illekitap.blogspot.com/2020/05/elizabeth-hoyt-gizemli-sevgili.html İlk okuduğumu Elizabeth Hoyt kitabıyla karşınızdayım. Bu yazarın kitaplarını çok övüyorlar ve bende bir historical romans sever olarak okumalıyım diye düşündüm. Pegasus Yayınları'ndan çıkan kitaplarını topluyorum bu yüzden henüz yayınlanmaya başlayan Nemesis'ten çıkan kitabıyla başlayayım dedim. Hem de yeni serisinin ilk kitabıydı denemek için güzel bir atılımdı benim için. Öncelikle yazarın kalemini sevdim. Kurgularını kaleme alış şeklini sevdim. Başlarda sıkıcı gelse de sonrasında akıcı ve güzel bir kalemi vardı. Başlarda ağır ilerliyordu kitap açıkçası böyle devam ederse zor biter diye de düşündüm ama sonra güzel açıldı. O bakımdan güzeldi ve sevdiğimi söylemeliyim. Kitabın kısaca konusuna değinmeyeceğim, arka kapak yazısı yeterince açık bir şekilde anlatıyor konusunu çünkü. Freya'nın görevi ve ait olduğu topluluğa dair yaptıkları çok güzeldi. Bu türde güçlü kadın karakterleri okumak ve kendi fikirleri olan kadınları görmek çok güzel oluyor. Freya'da onlardan biri ve tavrı, duruşu, cesareti çok güzeldi. Bu türün kitaplarında okuduğumuz kadınların aksine de oldukça cesur geldi bana açıkçası. Yani gözü kapalı davranıp Harlowe ile yaşadıkları ve cesareti güzeldi. Freya'nın bu gözü karalığını sevdim. Harlowe ise... diğer kitaplardaki karakterler gibi değildi. Yani o kitaplardaki karakterlerin aksine daha normaldi... o burnu havada, kendi bildiğini okuyan tavrı yoktu bence her ne kadar öyleymiş gibi görünse de bence değildi. Bunu sevdim. Her ne kadar bir Dük olsa da o mevkinin verdiği gücü elinde bulundurmasına rağmen onu kullandığı zamanlar çok nadirdi. Harlowe'un Freya'yı tanıdığı, onunla beraber olma çabaları çok güzeli. Evlenme teklifi ettiği kısımlar da... özellikle sevdiği kadın için göze aldıkları da çok tatlıydı. Messsaline'nın hikayesi serinin ikinci kitabı ve merak ettiğimi söylemeliyim. Çünkü onun da hikayesine hafiften değinir gibi oldu ve bence oldukça ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Bu arada bölüm başlarındaki peri hikayesi çok güzeldi. Ancak bütün bunların yanında, kitapta yarım kalmış hissi veren hikayeler vardı, keşke onların da sonuçlarını net öğrenme şansımız olsaydı. Mesela Arabella'nın aşık olduğu ama annesinin tereddütlü olduğu genç adam... ya da Harlowe ile Freya'nın ailesi arasındaki sıkıntı? Nasıl sonuçlanacaktı? Bunları da görmeyi isterdim açıkçası... Kitabı sevdim, dediğim gibi başlarda ağır ilerledi ama geneline bakıldığında sevdiğimi söylemeliyim. Benim için 5 üzerinden 4'lüktü. Kesinlikle yazarın diğer kitaplarını da deneyeceğim.