inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (27/142)
Savunmasız (Hacker #1)
Savunmasız (Hacker #1)

7

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/meredith-wild-savunmasz-hacker-1.html Pegasus'un çıkacağı duyurusu yaptığında ilgimi çeken ve satışa açıldığında hemen aldığım bir kitap oldu. Normalde böyle hemen böyle almam kitapları ve önce birkaç yorum okurum nedense okumadım ve aldım... sonuçtan memnun muyum? Bence ortalama bir kitaptı diyebilirim. Öncelikle 5 kitaplık Hacker Serisi'nin ilk kitabı Savunmasız ve erotik romans olmasının yanında kurgusunda biraz da erotik kısımları saymazsak genç yetişkin havası da vardı. Okurken sıkmayan, akıcı, arkadaşlık ilikilerine de değinen aşk romanıydı. Erotik sahneleri aslında çoğu romanslarda gördüğümüz kadardı belki bir iki sahne fazlası vardır. Kurgusunun kaleme alışından dolay biraz genç yetişkin havası sezdiğimi itiraf etmeliyim. Bunların detaylarını yorumda anlatacağım. Yorumuma başlamadan önce kitabın konusundan bahsetmek gerekirse; Erica, üniversiteden yeni mezun olmuş ve öğrenciliğinde kendi moda sitesini kurmuş yeni bir girişimdir ve sitesine yatırımcı olacak birilerini bulmak için üniversite danışmasının da yardımıyla Angelcom adında bir şirkete görüşmeye gider. Orada işinin savunmasını yaparken şirketin ortaklarından biri olan Blake ile karşılaşır. Blake ile aralarında oluşan cinsel çekim ile ikili arasındaki gerilim artarken daha sonradan sık sık karşılaşmaları ve Blake'in radarına takılan Erica ise Blake ile aralarındaki çekimi akışına bırakırken genç adamın işi, işinin getirileri ve sonrasında olanlar ilişkilerini zorlarken her ikisinin de geçmişinden gelen sırlar ilişkilerini ne hale getireceğini okuyoruz. Öncelikle Blake'i kişilik olarak sevdim, kendini bilir hali, karakteri ve duygularını Erica'dan daha çabuk kabullenmesi ve ona göre hareket etmesini sevdim. Üstelik Erica'nın kaçma ihtiyacı olduğu ve kendisinden uzak kalmak istediğinde ona o alanı yaratmasını da sevdim. Ama en çok da kıyafet konusundaki bakış açısını sevdim. İşe giderken kot ve tişört giyip de kumarhaneye giderken takım giymesi süperdi :D Erica ise... off bazen cidden ergen triplerine girmesi vardı beni sinir etti. En basitinden çekip gitmeyi seçtiği noktalarda kalıp ne istediğin konusunda savaş... bir de o kadar kızdım, sinirlendim, çileden çıktım tavırlarından sonra yelkenleri de hemen suya indirmesi bence olmamıştı. Erica'nın işiyle ilgili daha oturaklı detaylar isterdim açıkçası... Özellikle sitesinin ilk çökmesi, hacker saldırısı mesela güzeldi, Blake ile Sid'in hackerları alt etme kısmı güzeldi ama biraz daha detay istedim... Blake'in Erica'nın Max ile çalışmasını istememesini ve ona dair yaptığı atılımların sebebini detaylı okumak isterdim. Gerçi belki ikinci kitapta anlatır bilemiyorum ama detaylı okumayı bu kitapta isterdim. Erica'nın geçmiş sırrı, babası ile ilgili detaylar da çok geçiştirilmiş hissi verdi. Tamam sırrı acı bir gerçeği açıklamıştı Blake'e ve bunu okuduk. Blake'in verdiği tepki çok güzeldi ve mantıklıydı ama Erica'nın tepkisi ve sonrasındaki çekip gitmesi falan... pek havada gibi geldi. Babasının evinde yaşananlar... güzeldi açıkçası beklemediğim sürprizler vardı... Söylemezse içimde kalır dediğim bir şey var ki o da... Blake ve Erica, Vegas'ta bir gece geçiriyorlar. Ama Erica, gecenin bir yarısı 'Vegasta olan...' yazılı bir not bırakıp gitmesi çok iyiydi. Böyle atılımları hep erkeklerden okuyunca hoş bir değişiklik oldu :D O an Blake ne düşündü diye merak etmedim değil :) Kitabın sonunda Erica ve Blake'in adada kalmaları ve sabahında yine bir siber saldırı olması... tam bitişe uygundu. Bir an Blake'i yataktan yeni kalmış, bilgisayar başına uykulu gözlerle oturmuş hackerlarla savaşmasını okumak güzeldi. Duygular da eksiklik hissettim. Bence kitabı benim nazarımda ortalama yapan şeyde buydu. Birbirleri arasındaki cinsel çekimi güzel anlatmışlardı duygusal olarak ama birbirlerine olan duyguları, sevgileri, aşkları ve kızgınlıkları, sinirleri yeterli anlatılmamış hissi uyandırdı okurken. Geneline bakıldığında güzeldi, çabuk okunan bir kitaptı ama duygu bakımından eksikti benim nazarımda. Devamını okur muyum? Başladığım serilerden nefret etmediğim sürece okuyorum ve bununda devamını getiririm ve tam da serinin hakkını veren hacker saldırıları başlamışken okumak da isterim. Belki serinin ilk kitabı diye böyle ortalamaydı devamı daha iyi olabilir diye düşünmek istiyorum. Romans severler deneyebilir ama çok büyük beklenti olmadan okuyun derim. Kitap 5 üzerinden 3'lüktü. Bir de tavsiyelerde Grinin Elli Tonu'nu severler bayılacak falan demişler ya bence halt etmişler, onun seviyesine çıkamaz bu kitap. Ama Blake, Grey'in birkaç basamak altında oturabilir ama sadece Blake :D

Atlantis'in Kurtuluşu (Poseidon Savaşçıları #3)
Atlantis'in Kurtuluşu (Poseidon Savaşçıları #3)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/alyssa-day-atlantisin-kurtusulu.html Poseidon Savaşçıları Serisi'nin 3. kitabı Atlantis'in Kurtuluşu yorumuyla karşınızdayım. Seriyi peş peşe okumaya devam ederken üçüncü kitabı da bitirmiş bulunuyorum. 8 kitaplık bir seri olan ve fantastik, mitoloji, vampirler, şekilde değiştirenleri içinde barındıran akıcı, sürükleyici, merak uyandırıcı, aksiyon dolu, aşk ve tutku dolu bir seri. Bu türün sevenlerine tavsiyem asla kaçırmamaları. Gerçi ilk kitaplar biraz zor bulunuyor ama sahaflardan falan bulup mutlaka alın derim. Bu kitap, Poseidon Savaşçılarından biri olan ve aynı zamanda ilk iki kitaptan tanıdığımız Conlan ve Ven'in kardeşi olan Justice'in hikayesiydi. En son Vampir Tanrıçası'na kardeşleri için kendini feda etmişti, bu kitapta da kaldığı yerden devam ediyor kitap. Kitap da zaten Anubisa'nın yanında dört ay kaldıktan sonra Justice'in geçirdiği değişimler, bütün o acı dolu kabus gibi günlerde tek tutanağı olan hayallerindeki kadın Keely ile geçirmektedir. Ancak içindeki Nereid ve Atlantisli kanı birbiri ile savaşırken arada kalan Justice tutarsız ve tehlikeli tavırları Anubisa'nın yanından kaçmasına olanak sağlarken kardeşlerinin ve Keely'nin yanına dönme fırsatı yakalar. Dönüğünde ise kendini bekleyen çok büyük bir sorun vardır. Zihnin gerilerinde kendini baskın bir şekilde göstermeye çalışan Nereid tarafı oldukça vahşi ve zapt edilemezken kendi içinde bir savaş verirken Keely'nin bir obje okuyucu olması ve Atlantis için önemli şeyleri görüyor olması olaylaır iyice karışık hale getirir. Kendine bir tek Keely yanındayken hakim olan Justice yapması gereken her şeyi sevdiği kadınla yapacak olması onu hem tereddütlere hem tetikte olmaya sürükler. Bir de kendine ve Keely'e aşklarını kabul ettirip devamlı beraber olmak için çaba harcamaları da gerekmektedir. Öncelikle Justice ilk kitaptan beri merak ettiklerimden biriydi. Çoook merak ettiklerimden değildi ama merak ettiklerimdendi çünkü öyle bir karakter ve duruşa sahip ki çok gizemli geliyordu ki yanılmadım da oldukça gizemliydi iç dünyası. Anubisa'nın yanında yaşadıkları çok güzel anlatılmıştı ve özellikle o asker ile olanlar çok iyi detaylardı. Kardeşleri arasındaki Nereid tarafının verdiği tepkiler ve Conlan ile Ven'in şaşkınlıkları falan çok iyiydi. Özellikle Hiçlik'ten Atlantis'e geçme noktasında olanlar güzeldi. Keely'nin obje okuyucu olması artık alışılagelmiş bir şeydi şu yönden Conlan olsun Ven olsun sevdikleri kadınların hep özel bir yeteneği oldu bu yüzden ben Keely için de öyle bir yetenek bekledim. Ki düşünülürse Alaric'in sevdiği kadın Quinn'de özel bir yeteneğe sahip... Keely'nin Justice yanındayken onu sakinleştirmesi, onu içindeki Nereid tarafını nasıl kontrol edeceğine yardımcı olması falan çok güzeldi. Aslında şöyle bir bakıldığında sanırım Justice, diğerlerinden daha güçlü.. Alaric hariç diğerlerinden çünkü Alaric'in de baş rahip olmasından dolayı doğan yetenekleri var ama Justice'in de Nereid bir anneden genler taşıyor olması ekstradan güçlü yapıyor onu. Bu arada kitabın en sevdiğim kısımlarından biri Keely, geçmişte bir baş rahibin evli olmasını görmesi Alaric ve Quinn için ön hazırlık gibi bir şeydi. Bu detayın şimdiden okumak çok güzel bir detaydı ve sevdim. Ayrıca onlara dair bir kısım vardı ki... o kısmı yorum sonunda alıntı olarak paylaşacağım birbirlerine söyledikleri sözleri :) Kitapta Riley'i görmek çok güzeldi özellikle ilerlemiş bir hamilelikle :D Hamileliğine rağmen Conlan, Ven ve diğerlerine söz geçirtebiliyor olması da harikaydı. Keely'nin de diğerleriyle olan ilişkisi, sözünü sakınmadan söylemesi tam bir Atlantisli Savaşçı'ya göre bir eş olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Ayrıca Keely'nin Justice'in kılıcına dokunduğunda gördüğü imgelemler genç adamın lanetinin altında nasıl da zor zamanlar geçirdiğine dair izleri taşıyordu. Resmen Anubisa'nın yarattığı cehennemi yaşamış adam. Şu Anubisa ne zaman ölecek meraklardayım bir kurtulamadılar şu kadından. Brennan'da ruh birleşmesinden nasibini aldı bence çünkü bir saldırı sırasında tanıştıkları muhabir Tiernan ile verdiği tepkiler her ne kadar vahşiliğini ve hiçbir duygu hissetmeyen bir savaşçı olmasına rağmen gösterdiği duygusal tepkiler böyle düşünmeme neden oldu ama onun kitabı 5. kitap ve onu o zaman okuyabileceğim. Kitabın sonundaki vampirlerle ilgili olan detaylar, savaş, anlatılanlar çok güzeldi. Zaten bu seride öğrendiğim bir şey varsa o da kitabın başında bir olay oluyor o olayı kitabın sonunda savaşarak çözüyorlar ama bu kitapta şu da vardı gelecek kitaplara sinyaller veriyordu... neler beklememiz gerektiğine dair sanırım bu kısmı daha çok sevdim o yüzden. Poseidon yine kendini gösterdi ve yaptıkları çok güzeldi. Cidden bir kez daha gördük ki Tanrıların oyuncaklarına dokunmamak gerek ve onların garip bir espri anlayışı varmış... :D ama eğlenceli oluyor ben mitlere karşı hep hevesliydim ve Posiedon benim için hep bir farklıydı bu seride de onu böyle görüyor olmak çok güzel ve cidden çok hoşuma gidiyor :D Kitaba dair eleştireceğim bir kısım var, ilk iki kitabın çevirmeni ile bu kitabın çevirmeni farklı ve bunu kitapta hissediyoruz. İlk iki kitapta Atlantisliler kapı açarlarken bu kitapta portal açıyorlar.... Ven'in adı hep Ven olarak anılırken burada Vengeance diye anıldı birkaç yerde... orijinalinde de böyle miydi bilmiyorum ama bence onu da Ven diye yazabilirdi diye düşünüyorum. Çevirmen farklılığı hissediliyordu ciddi anlamda. Keşke çevirmen ilk önce ilk iki kitabı inceleseydi ona göre çevirseydi diye düşünmedim değil. Neyse, çok sevdiğim bir seri ve seriyi bitirmeden bana rahat yok. Gerçi araya başka kitaplar sokmayı düşünüyorum ama bu seri sonlanacak :D Size de şiddetle tavsiye ederim :D

Atlantisin Uyanışı (Poseidon Savaşçıları #2)
Atlantisin Uyanışı (Poseidon Savaşçıları #2)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/alyssa-day-atlantisin-uyans-poseidon.html Poseidon Savaşçıları Serisi'ne son sürat devam ediyor ve ikinci kitap Atlantis'in Uyanışı'nın yorumuyla karşınızdayım. Öncelikle bu seri sırayla okunması gereken bir seri, her ne kadar her kitap başka bir savaşçıyı anlatsa da olay döngüsü sıralı okumayı gerektirecek şekilde akıyor. Bu yüzden birden başlayıp sırayla okunması gerektiğini söylemeliyim. Bu kitapta ilk kitap gibi akıcı, merak uyandırıcı, bol aksiyon dolu, savaşlı ve aşk, tutku doluydu. Ahh bir de sürprizlerle doluydu. Sanırım ilk kitaptan daha çok sevdim. Çünkü Ven'in hikayesi çok merak ettiklerimden olmasa da olay döngüsü ve kurgusu gereği oldukça sürpriz doluydu ve bu beni bir okur olarak inanılmaz tatmin etti. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Kralın İntikamı olan ve prens Conlan'n kardeşi Ven'in hikayesiydi. Ven, yer yüzündeki müttefiklere ve Quinn'in isyanına yardımcı olmaya çalışırken yeni bir ittifak için cadılarla görüşmek zorundadır. Görüşmek zorunda olduğu 26 yaşındaki dokuzuncu seviyeden bir cadı olan Erin ile daha ilk görüşmesinde ruh birleşmesi yaşaması ve bununla ne yapacağını bilemezken Erin'in taşlar üzerindeki hakimiyeti de öğrenmesi olayları iyice çıkmaza sokmaktadır. Erin, göründüğü gibi sadece bir cadı değil daha fazlasıdır. Sahip olduğu yetenek ve güçle çok daha büyük olaylara imza atacaktır. Ancak öncelikleri zor bir hamilelik geçiren Riley ve ne yapacağını bilemene Conlan'a yardım etmenin yanında yer yüzünde güçlenmeye devam eden ve Erin'in peşinde olan yeni düşmanları antik bir vampirle karşı karşıyadırlar. Üstelik çok kısıtlı zamanları vardır çünkü Riley'in ve bebeğinin hayatı tehlikededir. Bu seride en çok hoşuma giden şey, hemen olaylarla başlıyor olmaları... ilkinde Conlan'ın Anubisa ile yaşadığı vahşet ile başladı bu kitapta Ven'in ve silah arkadaşlarının vampir saldırısı ortasında kalması ile başladı. Cidden olay hiç durulmuyor ve benim en sevdiğim şeydir bu. Ven'in ilk kitapta da kendini hissettiren o mizahi karakterini burada da çokça gördük ve inanın öyle beklenmedik anlarda okuyorduk ki kıkırdamamak mümkün değil. Şebek ya diyesim geldi bazı sözlerine :D Cidden çok sevdim hem savaşçı kişiliğini hem aşık hem de eğlenceli kişiliğini... :D Erin ise... Erin'e karşı çok nötrüm çünkü bazen öyle hareketlerde bulundu ki işte benim kızım yürü be diyesim geldi ama bazen de öyle yeni yetme savaş görmüş ne yapacağını bilemeyen halleri vardı ki öldüresim geldi. Kızım iki dakika önce bütün vampirleri kızartıyordun eee Anubisa karşısında niye bir şey yapamadın da süt dökmüş kediden hallice oldun... Anubisa, Ven'i isterken hiçbir şey yapamadın, kız kardeşini öldürme raddesine geldi hiçbir şey yapamadın bari Justice kendini feda ederken yapaydın... Ayy şuan çok sinir oldum. Erin'in yüzünden güzelim savaşçı, pis mikrop bir tanrıçaya kurban gitti... Quinn… bu kadına bayılıyorum özellikle şu son durumu göz önüne alındığında daha da merak etmeye başladım. Neden Alaric ile onun hikayesi son kitap diye hayıflanıyorum çünkü en merak ettiğim karakterler ikisi... göz göre göre acı çekiyorlar, içlerinde aşk yakıp kavuruyor ama kavuşamıyorlar... Alaric sonunda öyle mutlu olmalı ki şu çektiklerine değmeli bence... Conlon ve Riley'i görmek güzeldi. Riley'in hamileliği ilgili detaylar çok iyiydi. Hatta Riley'in fenalaşması ve tapınakta Erin'le yaşananlar muhteşemdi. Okurken gözümde canlandırmak bile nefes kesiciydi. Çok beğendim o kısımları. Alaric'in ilk saldırı kısmında güç kullanması ve detayları çok güzel kurgulanmıştı. Erin'in mağaraya girmesi, taşlarla ilgili detaylar, tanrıça halleri, Ven ile o kısımlardaki sohbetleri çok güzeldi. Sondaki o savaş kısmı güzeldi. Sevdim hem de çok sevdim ama keşke Erin'in de daha güçlü okuyabilseydik dedim onun beceriksizliğinin sonuçlarını görmek üzücü... Yaktı Justice'in başını... Anubisa ile Justice arasında olanlardan sonra araya başka kitap sokmayı planlıyordum ama meraktan ölürüm bu yüzden hemen 3. kitap Atlantis'in Kurtuluşu'na başlayacağım çünkü Justice'in hikayesini çok merak ediyorum. Paranormal, mtolojik, vampirler, biçim değiştirenlerle dolu fantastik kitapları seviyorsanız mutlaka denemelisiniz. Çünkü cidden çok iyi bir seri...

Atlantis'in Yükselişi (Poseidon Savaşçıları #1)
Atlantis'in Yükselişi (Poseidon Savaşçıları #1)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/alyssa-day-atlantisin-yukselisi.html Uzun zamandır elimde bulunan ve bütün kitaplarını almış olduğum Poseidon Savaşçıları Serisi'nin bu ay bütün kitaplarını okumayı planlıyorum. Bu yüzden ilk kitapla başladım seriye. Öncelikle seri hakkında bilgi vereyim, toplamda 8 kitaptan oluşan ve bütün kitaplarının yayınlandığı bir seri. Ayrıca mitolojik özelliklerin yanında, fantastik bir seri de... vampirler, şekil değiştirenler, tanrılar, tanrıçalar... ne ararsanız var cinsinden ve benim gibi mitleri severseniz ve özellikle Poseidon'un adının geçtiği hikayeleri seviyorsanız mutlaka deneyin derim. Akıcı, merak uyandırıcı, hareketli, aksiyon dolu, savaşlı ve dövüşlü... bütün bunların yanında da aşk ve tutku dolu bir kitaptı. Sayfalar öyle akıcı akıyordu ki bir bakmışım 200 sayfa okumuşum sonra bir baktım kitap bitmiş... heyecanlıydı ve ne olacağını merak ediyordun... Ayrıca bazı sohbetlerde de saklı mizah gülümsetiyor, kıkırdatıyordu da... Kitabın kısaca konusuna gelirsek; Atlantis'in Büyük Prensi ve gelecekteki Kralı olan Conlan, 7 yıldır tutsak olarak tutulduğu Tanrıça Anubisa'nın elinden serbest bırakılır... Herkesin öldüğü ya da karanlık veya kötülük tarafınden ele geçirildiğini düşündüğü Conlan'ın yaralı ama iyi bir şekilde dönmesi kafasını karıştırsa da asıl olay Conlan'ın dönmesiyle ve Poseidon'un en önemli silahı Trident'in çalınır... Conlan'ın ve Atlantis'in Yedileri'nin yani en önemli yedi savaşçısının birinci önceliği Trident'i bulmaları ve onun kötülerin eline geçmeden ele geçirmeleridir ama işler hesapladıkları gibi gitmez... çünkü Conlan yeryüzüne ayak bastığında hissettiği şeyler ve duygularının ve düşüncelerinin net bir şekilde bir kadın tarafından okunabiliniyor olması daha da olayları büyütür çünkü artık Conlan'ın Trident'i bulma görevinin yanında bu kadına karşı hissettiği duygular ve çekimde vardı. Conlan, bir yanda Atlantis'e karşı olan görevini yerine getirmeye çalışırken bir yandan da ruh eşi olan Riley'i korumak ve onunla beraber olmaya çabalamak zorundadır. Riley ise sıradan bir insan ve sosyal hizmetler görevlisi iken hayatına ansızın giren bu Atlantisli'nin gerçekliği, hayatında sebep olduğu değişimler ve sahip olduğu zihinsel ve duygusal bağlantı yeteneğini bilip ona göre yönlendirmesi bütün hayatını değiştirirken bu adama karşı hissettiği duygular ise Riley'i tepetaklak ederken hayatının yönünü tamamen değiştirir. Bir de aynı yeteneğe sahip kız kardeşinin de aslında bambaşka bir kişi olduğunu keşfederken kendi geleceği için bir şeyler yapıp bir karar almak zorunda kalır. Öncelikle Conlan'ın bütün o yaşadıklarından sonra Riley için hissettikleri ve onun için göze aldıkları çok güzeldi. Ona karşı hissettiği çekimi, arzuyu ve duyguları hemen kabullenip ona göre davranması müthişti. İnkar etme çabası, sonra kabullenme kısmı olmadan direk duygularını kabullenmesi ve Riley'in de bunları öğrenmesini sağlaması ve çekinmeden söylemesi çok güzeldi. Riley'in ise içindeki o insanlıkla yaptıkları ve her şeye rağmen yardım etmek için gücünün dahi yetmeyeceği işlere kalkışması... cesareti alkışlanacak derecedeydi. Hele Poseidon'a bile kafa tutması harikaydı. İlk sohbetlerinin sonrasında kitabın sonundaki sohbet... Poseidon'a adamım seni boşuna sevmiyoruz dedim. Yedilerin tavırları, savaşçı kişilikleri falan çok iyiydi. Okumaktan ve hayal etmekten cidden zevk aldım ama aralarında bazıları da özellikle merak etmeme neden olacak tavırları oldu. Bunların başında Brennan geliyor... onun hikayesini çok merak ediyorum... Bir de Alaric… Bu ikisi özellikle merak ettiklerimden çünkü biri duygusuzluğuyla nam salarken diğer rahip olması ve verdiği bekarlık yemini ile nam salıyor... ikisini de oldukça merak ediyorum. Seri kitaplarda en sevdiğim şey, seri bittikten sonra peş peşe okuma zevkidir. Merak ettiklerimi peş peşe okuyarak öğrenme şansım olacak ve yıllarca ya da aylarca beklememe gerek kalmayacak :D İşte bu yüzden bu seri bitsin diye bekledim bitince de hemen başladım ve çok merak ettiğim Alaric ve Brennan'ı heyecanla sırayla okuyacağım. Poseidon'un Riley ile yaptıkları anlaşma ve sonrasında olanlar çok iyiydi. Hele ki kitabın sonunda vampirlerle olan savaşta Poseidon'un yaptığı hamle çok iyiydi. Hele konuşmasındaki alaycılık gülümsetti :D Tanrıların cidden değişik bir mizah anlayışı var. Kitabın zaman zaman olay döngüsünde beklemediğim şeyler olduğunu itiraf etmeliyim. Mesela en önemlisi Riley'in Poseidon'la yaptığı anlaşma kısmı ya da kız kardeşinin hamleleri... Savaş sahneleri azıcık daha detaylı ve heyecanlı anlatılabilirdi diye düşündüm ama bir yandan da bunlar süper güçlü canlılar bunları nasıl detaylandırabilirdi ki adamlar elementlere havaya suya toprağa hükmediyorlar savaşın kısa sürmesi çok normaldi... Genel anlamda kitabı sevdim ve su gibi akmasından da zevk aldım. Fantastik severlere tavsiye ederim bu seriyi ama özellikle paranormal, mitlerin yer aldığı, vampirleri şekil değiştirenleri okumaktan zevk alan okurlara da şiddetle tavsiye ederim. Ben seriye hızla devam edeceğim şimdi sırada 2. kitabım ve Conlan'ın erkek kardeşi Ven'in hikayesi var ona başlayacağım :D

Ateşböceğinin Şarkısı
Ateşböceğinin Şarkısı

8

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/ana-johns-atesboceginin-sarks.html Arkadya Kitap'ın en yeni kitabı Ateşböceğinin Şarkısı bu sefer bizlere Asya Kültürünü daha doğrusu direk lokasyon vermek gerekirse Japon kültürüne götürüyor. Yine yürek burkan, yüreklere dokunan, dramatik ama bir o kadar da umut dolu, iki gencin yüreğinde hiç dinmeyen bir sevdayı okurlarının önüne sunarken bir kızın babasını ve geçmişini tanımasının hikayesini de sunuyor. Öncelikle söylemeliyim ki kitabın kapak tasarımı çok güzel, tam bu hikayeye göreydi ve inanılmaz hoşuma gitti. Kitabın konusuna değinmek gerekirse; Tori, babasının kansere karşı savaşını kaybetmesini izlerken babasının geçmişine dair bulduğu mektup bütün hayatını değiştirir. Babasının da isteğiyle mektubu okuyan Tori, babasının annesi ile tanışmadan önceki hayatının detaylarını öğrenmek için araştırmaya başlıyor... Babasının geçmişinde on yedi yaşındayken katıldığı donanma ile Japonya'ya giden orada yaşıtı bir Japon kıza aşık olacağı ve onunla yarım kalmış bir aşkı olacağını öğreniyor. Dahası orada yaşananları o kadın, Japon kadını, Naoko tarafından öğreniyor.. yaşanan mutlulukları, heyecanları, aşkı, acıları ve kaybedişleriyle yürek burkan hikaye aslında Tori'nin de babasıyla yarım kalmış hikayesini tamamlamasını sağlıyor... Hikayesi çok güzeldi kitabın, yürek burktuğu doğru. Her ne kadar başlarda yavaş gittiğini düşünsem de sonradan olayların gidiş yönü merakımı uyandırdı ve sonunda da yürek burksa da çok güzel bir şekil sonlandı. Öncelikle Naoko'nun o sonunda ve Hajimi ile mutlu olamamasının tek nedeni babasının ve büyükannesinin bencilce düşünceleri, insanlara bakış açıları olduğunu düşünüyorum. Kızın sevmiş, heyecanlanmış değil mi? Arkasında olsanıza... yok efendim itibarımız, yok efendim kardeşlerinin geleceği, şirketimizin sonu falan filan... tabi bir de o dönemin halkının düşünce yapısı... Bazı düşünce yapılarının insanların nasıl da sonunu getirdiğini okumak üzücüydü. Kitabın bence en hüzün veren kısmı da Doğumevi'nde olanlardı... Naoko'nun aslında verdiği savaş çok daha kötüydü. Hayatta kalma savaşı, çocuğu için yapmak istedikleri, yine de babasından medet umması ve Hajimi'ye dair inancını hiç yitirmemesi... Naoko cidden çok güçlü ve zeki bir kadın olduğunu gösterdi. Belki de birçok kadının pes edeceği yerlerde savaşması gücünün göstermesiydi. İtiraf etmem gerekirse; Satoshi'ydi... böyle bir adam olmasını beklemedim. Ama sanırım böylesine bir iyi adam olması da Naoko'nun mutluluğu hak ettiğinin göstergesiydi. Kitabı okurken her ne kadar hüzünlensem de beni ağlatan tek bir detay vardı. O da Tori'nin kız kardeşiyle ilgili öğrendiği gerçeğin saklığı olduğu kısımlardı. Cidden sadece o kısımda ağladım ve bunu beklemiyordum... Yani böyle bir kitaba ne denir bilemiyorum, geçmişte böyle örneklerin çok olduğu bir gerçek ama acımasız olanlar detaylarda gerçek... doğan bebeklere ucube gibi davranılması, melezlerin dışlanması... şu dönemde bunları pek önemsemiyor olabiliriz ama o dönemlerde... acı gerçekler cidden... Güzeldi ve severek okuduğum bir Arkadya kitabı oldu. Bu tür kitapları okumak herkesin tarzı değildir bu yüzden historical fiction severlere tavsiye ederim.

Esir Yürek (Asil Korsanlar Serisi #1)
Esir Yürek (Asil Korsanlar Serisi #1)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/jennifer-royce-esir-yurek-asil.html Asil Korsanlar Serisi'nin ilk kitabı Esir Yürek. Kaçıncı kez okuduğumu bilmiyorum. Ama şimdi elimde Parola Yayınları logosuyla çıkmışken bir kez daha okuyayım dedim. Benim şöyle bir huyum var, serilerin hep aynı basım yani yayınevi logosu altında olmasın severim dolayısıyla bu kitapta Parola Yayınları'ndan çıkınca almadan olmazdı ve almışken tekrar okumadan asla olmazdı :D Zaten Fahid adamım anlatılmaz yaşanır daha da iyisi onu yaşarken Sean ve Dante'yi de yaşayabiliyor olmak :D Jennifer Royce, hep dediğim gibi kendi kültürü olmamasına rağmen ustalıkla historical romans türünü kaleme alıyor. Kurguları güçlü ve sağlam, okuru tatmin ediyor ve okurken asla şurası şöyle olsaydı diyemiyorsunuz öylesine iyi... Zaten artık o haldeyim ki direk kitabı çıktığını okuyunca hemen alma moduna giriyorum :) Jennifer Royce'un bu kitabı da akıcı, merak uyandırıcı ve oldukça sürükleyici bir kurguya sahip olan kitap kölelikten başlayarak İngiliz asilliğine uzanan bir hikayeye ev sahipliği yapıyor. Hem de ne hikaye... ahhh bir de eşsiz bir aşk ve kurulan dostlukları da es geçmemek lazım. Kitabı kısaca konusunu anlatmak gerekirse, henüz 8 yaşındayken ailesi katledilen ve kendisi kaçırılıp gemilere satılan sonrasında da Mısır'da köle olarak satılan Fahid, Lord Remington tarafından satın alındığında küçük Ayrin ile tanışır. Herkesin köle olarak yaklaştığı Fahid'e küçük kız merakla ve ilgiyle yaklaşması Ayrin ve Fahid arasında atılan ilk adım olmuştur. Bir süre sonra Fahid'in sorumluluğundayken Ayrin'in kaçırılması ise... genç adamın hayatını allak bullak eder. Fahid'in öncelikli hayatı Ayrin'i bulmakken Lord Remington genç adamı başka birine satar ve o adamın da Fahid'in küçük kıza ilgisi ve arayışına yardım edip Ayrin'i bulurlar ve evine geri getirirler. İşte olaylarda ondan sonra başlar. Çünkü Lord Remington kızını ve ailesini de alarak Mısır'ı terk edip tekrar Londra'ya dönmesi ve orada hayatlarına devam etmeleri Ayrin ve Fahid'in yollarını ayırır. Fahid ve can yoldaşı haline gelen arkadaşı Cabir ile beraber özgürlüklerine kavuşmuş halde Londra'ya döner ve onu özgürlüğüne kavuşturan adamın verdiği unvanla Lord Logan Anderson ismiyle Londra'da hayatına başlar... Tam bir yıl sonra Fahid ve Ayrin maskeli bir baloda tekrar karşılaşırlar... Genç adam karşısında güzel, alımlı, çekici bir genç kadını gören ve ona karşı hissettiği çekime karşı koyamazken bu kadının Ayrin olduğunu görmek genç adamı oldukça şaşırtmıştır. Sonrasında ise Fahid, Ayrin'e karşı yüreğinde başlayan alevi durduramazken Ayrin küçüklüğünden beri yüreğinde barındırdığı sahiplenme hissinin gün geçtikçe büyük bir aşka dönüşmüş olmasını fark etmiştir. Ancak Ayrin ve Fahid'i engelleyen çok büyük bir engel vardır ki o da kendisi ile evlenmek istene bir Lord'un elinde babasını ve ağabeylerini tehlikeye atabilecek belgelere sahip olması... Fahid ve Ayrin'in aşk yolculuğunu okuyoruz. Tabi serinin ilk kitabı olmasından dolayı Fahid'in Sean ve Dante ile arkadaş olma yolculuklarını ve korsan avcısı olma hikayelerinin de başlangıcını oluşturuyor. Ahh bir de her daim yanlarında olan Cabir'i de bolca okuyoruz. Var ya nasıl özlemişim ben bu muhteşem üçlüyü... Ne güzel de uydu Dante, Fahid ve Sean'a muhteşem üçlü kelimesi :D Okurken, özellikle korsanlarla karşı karşıya geldikleri o ilk seferi okurken resmen içim eridi... düşünsenize bir Osmanlı Kardırgası türünde bir gemide birbirinden yakışıklı üç adam... gömlekler göğüste yarıya kadar açık, saçlar omuzlarda dağılmış, ellerinde kılıçlar... bakışlar vahşi... offf… tamam sustum :D Salya akıtmayı bırakıp yoruma devam ediyorum. Mısır'daki köleliğe, kölelerinin alınıp satılmasına, kızların cariyeliğine kadar kurguda işlenen kısımlar çok güzeldi. Aslında geçmişte yaşanmışlıkları çok güzel göz önüne seriyordu. Birçok kitaplarda, filmlerde ve tarihi makalelerde gördüğümüz bir detaydı, güzel bir şekilde kurguya oturtulmuştu. Sevdim. Ayrin'i kurtarmak için Fahid'in çabalaması falan çok güzeldi. Pes etmemesi, peşini bırakmaması, azmi çok güzeldi. Özellikle tam yaklaşmışken elinden kaçırması ve cezalandırılması çok iyi işlenmişti. Ayrin'in ise yaşadığı bütün o korkunç geçmişe rağmen bir şekilde yoluna devam edebilecek gücü bulması çok güzeldi. Güçlü bir kadın olduğunu gösterdi ki zaten Fahid'e de böylesine güçlü bir kadın yakışırdı daha azı olmazdı :) Ayrin'in babasına sinir oldum. Hep kızını ikinci plana attı, yaptıklarından pişman olmadı... en son da Lord'un Ayrin ile evlenebilmek için yaptığı tehdide de ses çıkarmaması ve Ayrin'i zorlar tavrı... beni çileden çıkardı. Will ve Derek… çok tatlıydılar. Hani Fahid, Dante ve Sean gibi korsanlarımız olmasa Will ve Derek'e aşık olabilirdim. Keşke onları da bir baş göz edebilseydi. Bir an dedim ki bu ikili Ayrin'in arkadaşlarına vuruldular mutlu oldum ama tabi sonlarını göremedik. Cabir'in Fahid'e karşı Ayrin'i savunur halleri cidden çok güzeldi. Çok eğlendim hatta bazen Fahid'e karışır halleri de çok eğlenceliydi. Fahid'in babasının annesinin resmine bakarak yönünü bulabileceği kısımla ilgili sırrı çözememeleri ama bu sırrı daha ilk görüşte Ayrin'in çözmesi çok çok hoşuma gitti. Kadının gücü dedim yani... :D kadınlar daha mı zeki ne sevgili Fahid :D Kitabın sonunda saraydaki detaylar çok güzeldi. İtiraf etmek gerekirse bizimkilerin unvanlarını nasıl aldıklarını unutmuşum hatırlamak çok güzel oldu. Bölüm başlarında, Yunan Mitlerinden anlatılan hikaye çok güzeldi. İlk defa duydum ama aşırı hoşuma gitti :D Ayyy bu kitabı kaçıncı kez okuduğumu unutmuş olmama rağmen yine çok büyük zevkle okudum. Historical romans severlere mutlaka tavsiye edeceğim bir seri. Mutlaka deneyin.

Ödül
Ödül

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/06/julie-garwood-odul_2.html Julie Garwood'un okumadığım 3 güncel romansı haricinde okumadığım kitabı olmadığını göz önüne alırsak üst üste, tekrar tekrar okumaktan sıkılmayacağım bir yazar olduğunu da dile getirmeliyim. Ne historcal romansları ne de güncel romansları olsun kadın yazıyor ve bizler de zevkle okuyoruz. Ödül kitabı da çook uzun zaman sonra okumak... tekrar okumak inanılmaz güzel oldu ki zaten 1 günde bitirdim kitabı. Dün öğlen başladım ve bitirmeden bırakamadım öyle ki bitirmem gereken işleri bugüne ertelemiş olabilirim :) bu durumdan utanmıyorum tabi iş verenlerin duymasın :D Ödül kitabı, instagram sayfasımızdaki #illekitaplahistoricalokuyoruz etkinliğinde okumayı planladığımız bir kitap oldu. Ben okudum diğer arkadaşlar henüz okuyorlar sanırım :D En son 2012'de okumuşum kitabı ara ara sayfalarını karıştırsam da baştan sona bir daha okumamışım ve şuan da okumak çok güzel gitti. Özlemişim kadının kalemini, kurgularını, hikayelerini ve muhteşem İskoçlarını ve onlara kafa tutan kadınlarını ;) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Nicholaa, kendi kalesini korumak amacıyla 3 Norman baronunu ve adamlarını yenerek geri gönderdiğinde efsaneleştiğinden haberi yoktur. Sarayda hakkında konuşulduğu ve ödül haline geldiğinden de... Kral'ın en iyi adamı ve adamları Nicholaa'nın kalesini işgal edecek ve genç kadını saraya getirilmek üzere görevlendirildiğinde ne genç kadının güzelliğinden ne de zekasından haberdar olmayan adamlar zaferle döneceklerinden emindi... Gerçi zaferle döndüler de ama kaybettikleri şeylerde oldu. Royce, ne olursa olsun rakibini küçümsemeden kaleyi ele geçirdiğinde Nicholaa'nın ona oynadığı oyunlarla ve onun savaşma tarzıyla zekasını kabullense de işe katmadığı şey, kaleyi işgal etmesi ve genç kadını saraya götürmesinin sonucunda Nicholaa'nın da onun kalbini işgal etmesiydi. Royce, genç kadını yendiğinde ve saraya götürdüğünde gelişen oylar sonucunda büyük ödül olan Nicholaa, bir anda genç ve bekar baronları ödül haline getirecek bir olayı gerçekleştirdiğinde evleneceği adamı seçer... onu bozguna uğratan Royce'u… ve asıl olaylar da o zaman patlak verir... boyun eğmeyi reddeden Nicholaa ve boyun eğdirmeye çalışan, uzlaşmayan Royce… tabi onun önünde de büyük engeller vardır. Nicholaa'nın erkek kardeşleri ve Royce'un düşmanları... Bütün sorunlarla baş edebiliyorlarken asıl sorun birbirleri haline geldiğinde duygularını kabullenip de birbirlerinin mutluluğu için çabalamaya başlamaları da kitabın en eğlenceli kısmıydı. Öncelikle Nicholaa'nın kalenin işgali konusunda söylediği yalanlar ve sonrasında planları cidden çok iyiydi. Royce gibi bir askeri oyuna getirebilmesi çok zekiceydi. Ki gerçekler ortaya çıktığında Royce bile bunu kabullendi ama genç kadının düşünemediği şey savaşçının daha stratejik planları olmasıydı :D Royce'un Nicholaa'yı ısrarla kendi isteğiyle sığınma talep ettiği manastırdan çıkacak demesi ve sonunda çıkması da cidden genç adamın da en az Nicholaaa kadar zeki olduğunun kanıtıydı. Gerçi en iyi savaşçı olmasının sebebi de savaş yeteneğine zekasını karıştırmasıdır bence... Saraya yolculuk boyunca Nicholaa'nın asla pes etmeden kaçma teşebbüsleri, saraydaki olaylar çok güzeldi. Ama en güzeli herkes Nicholaa'nın güzelliğiyle mest olmuş ve onunla evlenebilmek için birbirlerine meydan okurken gelişen olaylar sonucunda ödül haline baronların gelmesi daha eğlenceliydi. Düşünsenize bir oda dolusu İskoç Savaşçı... mezbaa gibi önünüzde diziliyor ve sizin onu seçmenizi istiyorlar... biz İskoç severlerin rüyası :D Royce ve Nicholaa ile arasındaki atışmalar, tartışmalar muhteşemdi. Hatta çoğu zaman eğlenceliydi. Özellikle Royce'un Nicholaa'ya verdiği öğütler çok iyiydi ve Nicholaa'nın onu dinlemeden kendi işlerini düşünerek zaman geçirmesi çok eğlenceliydi. Aralarındaki tutku ve aşk çok güzeldi. Kalpleri birbirlerini isterken bunu anlamamaları ve çevresindeki herkes bunu görürken kendilerinin bunu fark etmemeleri çok tatlıydı. Royce'un Nicholaa'nın kardeşine karşı tavırları takdirlikti. Justin'in tek kolunun olması sonucunda ona yardım çabaları, onu eğitmesi çok iyiydi. Tam bir eğitmen ve savaşçı barondu. Nicholaa'nın da bunu fark etmesi çok iyiydi. Royce'un satranç taşları ile ilgili detayları çok sevimliydi özellikle Nicholaa'nın isteklerini yerine getirme çabası onu mutlu etme çabasının yanında Nicholaa'nın da kocasını mutlu etmek için ona boğun eğme modu… çok eğlenceliydi. Ama en güzeli de Royce'un Nicholaa'nın sapan marifetini öğrenmesi, hamile olduğunu öğrenmesi... çok güzeldi. Ayyy öyle sahneler var ki detaylı anlatmak istediğim ama spoiler olacağı için susuyorum kendimi frenliyorum ama öylesine güzeldi ki kitap anlatamam... Bence mutlaka okumalısınız cidden çok iyiydi. Uzun zamandır okumamıştım Garwood kitabı nasıl özlemişim anlatamam. Benim için favori yazarlardan biri ve keşke daha çok kitabı çıksa doyasıya okusa diyorum. Siz de mutlaka okumalısınız... belki kitaplarını zor bulabilirsiniz yeni basımları olmadığı için ama denk gelirseniz mutlaka okuyun derim ben.