..İnsanlar ilk söze başlamakta güçlük çekerler. Tamamen açık ve doğru konuşmak için iki günden beri hazırlandım. Bunu başaracağımı da umuyorum. Belki bir yabancı olan size, bütün bunları anlatışımın sebeplerini henüz kavrayamıyorsunuz. Fakat, bu olayı düşünmeden bir günüm, hatta bir saatim bile geçmiyor. İnsanın hayatı boyunca ömrünün yalnız bir noktasına, bir tek güne gözlerini dikip kalmasının dayanılmaz bir şey olduğunu söylersem, ihtiyar bir kadın olan bana inanmamanız için bir nedeniniz kalmaz. Çünkü size bütün anlatacaklarım, altmış yedi yıllık bir yaşantıda yalnız ve yalnız yirmi dört saatlik bir devreyi doldurmaktadır. Ben de çoğu zaman saplantı haline gelinceye kadar kendi kendime, bu çok uzun zaman boyunca insanın bir tek ama yalnız bir tek delilik anı olduysa ne çıkar bundan? dedim. Fakat, çok gizemli bir ifade ile adına vicdan dediğimiz o şeyden insan kolay kolay kurtulamıyor. Sizin bu Mme Henriette işini bu kadar nesnel, tarafsız bir şekilde incelediğinizi görünce, hayatımdaki o bir tek güne dair birisinin karşısında serbestçe konuşmaya karar verebilirsem, böyle saçma bir şekilde hep geçmişe doğru yönelmenin ve kendi kendimi suçlamanın belki de sona ereceğini düşündüm. Anglikan dininden değil de Katolik olsaydım, günah çıkartma imkanı bana çoktan bu sırrımı affettirmek fırsatını verecekti. Fakat bizler bu teselli imkanından mahrumuz. Onun içindir ki, ben bugün, sizi kendime sırdaş edinerek kendi kendimi affetmek yolundaki bu acayip teşebbüse girişmiş bulunuyorum. Bütün bunların çok garip olduğunu bilmiyor değilim ama teklifimi, hiç çekinmeden kabul ettiniz. Bunun için de teşekkür ederim size. Evet, size hayatımın yalnız tek bir gününü anlatacağımı söylemiştim...
..İnsanlar ilk söze başlamakta güçlük çekerler. Tamamen açık ve doğru konuşmak için iki günden beri hazırlandım. Bunu başaracağımı da umuyorum. Belki bir yabancı olan size, bütün bunları anlatışımın sebeplerini henüz kavrayamıyorsunuz. Fakat, bu olayı düşünmeden bir günüm, hatta bir saatim bile geçmiyor. İnsanın hayatı boyunca ömrünün yalnız bir noktasına, bir tek güne gözlerini dikip kalmasının dayanılmaz bir şey olduğunu söylersem, ihtiyar bir kadın olan bana inanmamanız için bir nedeniniz kalmaz. Çünkü size bütün anlatacaklarım, altmış yedi yıllık bir yaşantıda yalnız ve yalnız yirmi dört saatlik bir devreyi doldurmaktadır. Ben de çoğu zaman saplantı haline gelinceye kadar kendi kendime, bu çok uzun zaman boyunca insanın bir tek ama yalnız bir tek delilik anı olduysa ne çıkar bundan? dedim. Fakat, çok gizemli bir ifade ile adına vicdan dediğimiz o şeyden insan kolay kolay kurtulamıyor. Sizin bu Mme Henriette işini bu kadar nesnel, tarafsız bir şekilde incelediğinizi görünce, hayatımdaki o bir tek güne dair birisinin karşısında serbestçe konuşmaya karar verebilirsem, böyle saçma bir şekilde hep geçmişe doğru yönelmenin ve kendi kendimi suçlamanın belki de sona ereceğini düşündüm. Anglikan dininden değil de Katolik olsaydım, günah çıkartma imkanı bana çoktan bu sırrımı affettirmek fırsatını verecekti. Fakat bizler bu teselli imkanından mahrumuz. Onun içindir ki, ben bugün, sizi kendime sırdaş edinerek kendi kendimi affetmek yolundaki bu acayip teşebbüse girişmiş bulunuyorum... tümünü göster
bir çırpıda bitirebileceğiniz kadar sürükleyici iki öykü var kitapta. hikayelerde yer yer freudiyen paradigmanın izlerine rastlarsınız. karakterlerin duygusal analizi son derece tutarlı. zweig'in hayatın içinden söküp aldığı iki güzide hikayeyi okumadan geçmeyin.
Bir kadının 24 saat içinde duygularının ne derece değişebileceğini gösteren yalın bir kitap.
Elime alınca bitirmeden bırakamadığım, akıcı ve merak uyandırıcı bir kitap. Yaşlı bir kadının gençliğinde yaşadığı ve onda büyük etkiler bırakan bir gününü güvendiği bir adama anlatmasını konu alan yazar bunu müthiş bir dille anlatarak konuya dahil olmanızı sağlıyor. Çok sevdim
Herkesçe malum olaya, bir kadın yaşamının bazı anlarında kendi iradesi ve deneyimi dışında gizemli güçlerin etkisinde kalır şeklinde olumsuz yaklaşmak, aslında yalnızca kendi içgüdümüze ve doğamızın şeytani yönlerine karşı duyulan korkuyu ifade ediyor. “kolayca baştan çıkarılanlara” göre kendini daha güçlü, daha akıllı ve daha temiz hissetmek bazı insanlara haz veriyor olmalı. Diğer yandan, ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışılageldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum.
******
… değerli olan her zaman için gerçeğin yarısı değil, tamamıdır.
Cok begenerek okumustum, kesinlikle okumayan herkese tavsiye ediyorum.
Stefan Zweig bence XX. yüzyıla damgasını vurmuş bir yazar.
Böyle bir dehanın Nazi Politikası nedeniyle bitmemiş hikayeleri varken intiharı seçerek hayatına son vermesi ne yazık!
Bu kitabında 2 hikaye birden yer alıyor.
"Bir Kadının Yaşamından 24 Saat" i çok beğendim. Her zaman ki gibi Zweig hikayeyi kısa tutmuş ve yine bir karakterine öyküsünü kendi ağzından anlattırmış. Aynı yöntemi "Satranç" isimli eserinde de kullanmıştı ve bence bunu en başarılı şekilde uygulayan isimlerden biri.
"Bir Yüreğin Ölümü" beni çok etkilemedi. Yazarın okuyucaya hissettirmek istediği duyguları malesef alamadım. Ancak tasvirler ve anlatım şekli yine ders niteliği taşıyor.
Sadece 1 gününüzü ayırarak bitirebileceğiniz bir kitap. Tavsiye ederim.
Zweig'dan yine karakterlerin duygularını okura geçiren bir roman.
Joseph Fouche biyografisiyle etkilenip, Satranç'la bıraktığı sarsıcı etkisi ile Stefan Zweig'in tüm eserlerini okumaya karar verdim. Fransa'nın Riviera kentinde bir pansiyonda geçen öyküde, tutkunun derinliğine inip bir kadının 24 saatini, savruluşunu anlatıyor. Mrs. C.'nin samimi itiraflarını okurken, tutkunun insanı nasıl derinden etkilediğini bir kez daha gördüm.
Stefan Zweig'in psikolojik çözümlemelerinden birisi daha. Anlatım itibari ile akıcı bir kitap. Zweig ustayı sevenlerin seveceği ve okuyacağı bir kitap.
119 sayfa