Bu Kalem Bukalemun Enis Baturun, düşler, gündüzleri, librettolar, kuruntular, oyunlar, romanlar, parçabaşı dikişler ve hurufi notlarından oluşuyor. Seksen beş parçalık bu toplamda, fondaki müzik sürekli değişiyor. Bazen bir Miles Davis işitebilir, bazen bir sufi müziği ya da bir Erik Satie tınısına denk gelebilirsiniz. Ama önde gelen, esas olan hep bir yazıyı yoklamaktır. Bu Kalem Bukalemun: 1972-1986 yıllarına ait bir (kişisel) yazı tarihi. TADIMLIKSuyun kıyısına iniyorum. Uzun, kırıkdökük iskelenin iki yakasında, hemen tümü maviye boyanmış kayıklar salınıyor. Kıyıda paçalarını sıyırmış iki balıkçı, ağızlarına yapışacak denli küçülmüş birer izmaritin son küllerini aynı anda, önceden anlaşmış gibi bir solukta savuruyorlar. Sağ yanıma bakıyorum: Az ileride, hemen suyun berisinde, iki katlı, balkonlu, parmaklıklı bir ev. Kıyı mimarisiyle ilgisi yok bu yapının; oldukça zevksiz, en azından sevimsiz, sıradan bir külçe. Birden Enis geçiyor yanımdan. Benim dikildiğim, burada olduğumun farkında gerçi, ama, belli ki tanışmıyoruz. Yanımdan geçer geçmez sağa yöneliyor; evin yolunu tutuşunu seyrediyorum. Eve yaklaşıyor hızla, öte yanda kalan köşesine seyirtiyor, borunun tutamaklarına basarak, alışık adımlarla, neredeyse bir merdiveni tırmanıyormuşçasına, ikinci katın balkonuna ulaşıyor, şaşkınlıkla balıkçılara yanaşıyor, Enisin davranışına bir anlam veremediğim, biraz (sanıyorum) beni tanımamış olmasına içerlediğim için onları uyarıyorum. Kayıtsız gözlerle bakıyor ikisi de yüzüme: Enisin kendi evi bu, kapıdan ya da bacadan girmesi kimi ilgilendirebilir....
Bu Kalem Bukalemun Enis Baturun, düşler, gündüzleri, librettolar, kuruntular, oyunlar, romanlar, parçabaşı dikişler ve hurufi notlarından oluşuyor. Seksen beş parçalık bu toplamda, fondaki müzik sürekli değişiyor. Bazen bir Miles Davis işitebilir, bazen bir sufi müziği ya da bir Erik Satie tınısına denk gelebilirsiniz. Ama önde gelen, esas olan hep bir yazıyı yoklamaktır. Bu Kalem Bukalemun: 1972-1986 yıllarına ait bir (kişisel) yazı tarihi. TADIMLIKSuyun kıyısına iniyorum. Uzun, kırıkdökük iskelenin iki yakasında, hemen tümü maviye boyanmış kayıklar salınıyor. Kıyıda paçalarını sıyırmış iki balıkçı, ağızlarına yapışacak denli küçülmüş birer izmaritin son küllerini aynı anda, önceden anlaşmış gibi bir solukta savuruyorlar. Sağ yanıma bakıyorum: Az ileride, hemen suyun berisinde, iki katlı, balkonlu, parmaklıklı bir ev. Kıyı mimarisiyle ilgisi yok bu yapının; oldukça zevksiz, en azından sevimsiz, sıradan bir külçe. Birden Enis geçiyor yanımdan. Benim dikildiğim, burada olduğumun farkında gerçi, ama, belli ki tanışmıyoruz. Yanımdan geçer geçmez sağa yöneliyor; evin yolunu tutuşunu seyrediyorum. Eve yaklaşıyor hızla, öte yanda kalan köşesine seyirtiyor, borunun tutamaklarına basarak, alışık adımlarla, neredeyse bir merdiveni tırmanıyormuşçasına, ikinci katın balkonuna ulaşıyor, şaşkınlıkla balıkçılara yanaşıyor, Enisin davranışına bir anlam veremediğim, biraz (sanıyorum) beni tanımamış olmasına içerlediğim için onları uyarıyorum. Kayıtsız gözlerle bakıyor ikisi de yüzüme: En... tümünü göster
194 sayfa