Enis Baturun çoğu daha önce kitap halinde yayımlanmamış 100 denemesini bir araya getiren Yazının Ucundan bazı başlıklar: Yahya Kemalin Bavulu / Cumhuriyet Hümanisti için Profilden Vesikalık Fotoğraf / Türk Şiirinde Giyotin / Türk Edebiyatında Erotizm / Edebiyat ve Matematik / Roman Krizde mi? / Shakespeare, Yoksa Japon mudur? / Kanlı Bir Kristal: Kara Mizah / Gerçeküstücülük ve Hayat / Aforizma: Çıngıraklı Yılan Sokması / Art Deco Art mıdır? / Tanpınarın Durmuş Saatı / Cemal Süreya Şiiri / Kafkanın İç Sürgünü / Kameranın İçindeki Şair / Yusuf Atılgan / Türk Edebiyatında Paris / Haşim ve Lacan / Beckett Yokuşu / Borgesın kuyu Aynaları / Erol Akyavaşın Labirent Yazısı / Rus Avant-Gardeı 1900-1930 / Rönesansın Tanımları / Orhan Pamukun DükkanI. TADIMLIKCumhuriyet hümanisti için profilden vesikalık fotoğraf - Jön Türkün serüveni 1923te sona erdi: Toprak, rejim ve önder boyut, nitelik ve kimlik değiştirmişti. Yeni ülkenin aydını yepyeni bir bağlama yargılıydı artık; neredeyse konuşmayı, emeklemeyi, yürümeyi öğrenmesi gerekecekti: Şefik Hüsnünün Aydınlık, Yahya Kemalin Dergâh, Ziya Gökalpın Küçük Mecmua ile, daha o günlerde, bugüne dek kabaca üç temel çizgiyi oluşturan üç farklı düşünceye öncülük ettiklerine daha önce de değinmiştim: Sosyalist ve ülkücü düşüncelerin arasından Türk-İslâm sentezi görünüyordu. Açıkçası, Cumhuriyet, önderinin ve yakın çevresinin (gerçi çeşitli anlayışlar da barındırdığı görülen) fikri tercihleri açısından bu çizgilerin hiçbirine yatırım yapmaya yanaşmamakla özüne en doğru yolu seçti. Gene de, ne istendiği tamı tamına belli değildi: Kadro hareketi ve onu izleyen Kadro harekâtı, biraz da bu belirsizliğin sonucudur: Anlaşılan, ölçüler aranırken ölçü kaçırılmıştı. Bir adım sonrası da, arayışın telaşını göstermektedir: Köy Enstitüleri ve Tercüme Bürosu, düpedüz şaşı bir bilanço getirdiler tabii; oysa bir yandan da, bu iki farklı odak, Devletin Kültürü kendi haline bırakmak istemediğini göstermesi bakımından önemliydi: Herşeyden önce, doğru ya da eğri, eğitim politikası canalıcı bir yan taşıyordu ve Osmanlının mirasına alternatifli diklenme isteği tek parti sisteminin kendi içindeki tutarlılığını gösteriyordu. Ne var ki, Milli Şef dönemi de bir değer kargaşası yansıtmaktan öteye geçemeyecekti: Bunun somut örneğini hümanist düşünce kavgasını vermiş aydınlarımızın oluşturduğu yelpazede bütün açıklığıyla görüyoruz. Cevat Şakir, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Orhan Burian, Vedat Günyol... Artistik yetenekleri ne olursa olsun, bu aydınlar düşünce katında ürün vermeyi seçmişlerdi. Misyoner oldukları apaçıktı: Hem eğitimi, hem çeviriyi had safhada önemsemişlerdi. Tuhaf bir maya vardı arkalarında; Antik Yunan rahimdi onların gözünde, ama Rönesans da, doğurgan Anadolu kültürü de bir o kadar, mirasçısı oldukları hümanist düşüncenin çağdaş sözcüleri olmaya yöneltmişti onları. Hedefleri de açıktı: Halkın, köylüden kentliye, kültürün gelişiminden ve nimetlerinden nasibini almamış insanımızın (adını öyle koymadan, çünkü bilgece bir alçakgönüllülükle) aydınlatıcı kılavuzluğunu üstlenmek. Onun için de dilde açıklık ve yalınlık, yöntemde imece, üslûpta kalenderlik ve yaşama sevinci benimsenmişti. Hasanoğlandan Romanoloji bölümüne öğreticilik. Homeros, Shakespeare, Montaigne, La Fontaine, Rabelais, Rousseau, Diderot, Flaubert, Prévert: Bir uçtan ötekine Batı yazını ve düşüncesinin kilometre taşlarının Türkçeye aktarılması. Sonra Anadolu: Şifahi kültür, zanaat, sanat. Sonra çoğulluk: Sinema, arkeoloji, mimarî, resim. Arada odaklar: Köy Enstitüleri, Tercüme Bürosu, Üniversite, Yeni Ufuklar, Mavi Yolculuk. Bütün bu programın çekirdiğinde olmasa bile etrafında önemli şairler ve sanatçılar, bilim ve kültür adamları yer alacaktı: Orhan Veli, Oktay Rifat, Bedri Rahmi, Aliye Berger, Minâ Urgan, Mazhar İpşiroğlu bu isimlerden yalnızca birkaçıdır. Kaba çizgilerinde temel seçimleri ve yayılma alanı buydu hümanist aydının. Farklı bağlamlara ait olduğu düşünülebilecek düşünce ve yaratımların ortak noktalarını olabildiğince doğru saptamıştı. Aynı anda, aynı ülkede, kendisi gibi düşünmeyen aydın kafalar olduğunu farketmemesi mümkün değildi, farketti: Bazılarıyla (Nâzım, Ataç) kesişme yer ve anlarını gördü ve önemsedi; bazılarıyla ayrılıklar keskindi oysa: Kemal Tahir, o sessiz Tanpınar, sonradan gür bir ton alacak Cemil Meriç, baştan beri Necip Fazıl, olgun ve genç kuşağın sosyalistleri: Değişik burçlara çekildiler. Hümanist aydın, seçtiği zeminin polikrom olması nedeniyle kimliği bulanıklaşmış, zamanla tanımlanması güçleşmiş bir aydın türü ortaya koydu. İdealistti, kelimenin bizdeki yaygın anlamıyla ve bunu kendiliğinden erdem sayıyordu. Onun için Devletle ilişkisinin vahim bir yanı olduğunu düşünmedi: Cumhuriyete karşı değil muhalif, eleştirel bir tavrı benimsemeyi aklının ucundan geçirmedi. Yalnızca siyasetin ve ekonominin mi, eğitimin ve kültürün de Devlet eliyle yönlendirilmesini eşyanın mantığı saydığı içindir ki şüphe uyandıracak ölçüde naif idi: 27 Mayısı avuçları patlayana kadar alkışladı, 12 Martta içeri atıldı. Eyüboğlunun buna katlanamayarak öldüğü yaygın kanıdır. Öte yandan, bu naiflikle çelişen bir kurnazlık da yok değildi hümanist aydında: Hız aldığı klâsik mirasın yumuşak özellikleriyle düpedüz çelişen bir otoriter bakış ortaya çıkıyordu biraz yüzünü kazıyınca: En belirgin örneği, Osmanlı kültürüne karşı gösterdiği neredeyse toptancı reddiyedir. Bunun doğal bir sonucu olarak halkçı, didaktik, yararcı bir tavrı, bile onaylaya seçmişti. Çevrilen metinleri herkesin anlayacağı ölçüde açık, yalın, anlaşılır kılma tasası bir açıdan bakıldığında isabetli bir karardı tabii; ama, metinlerin en azından üslûp düzeyinde, asıllarına ters düşen bir uygulamayla yüzyüze gelmeleri gerçeğini örtbas etmeye yetmezdi bu. Nitekim üslûp, hümanist aydını terleten bir karabasan oldu hep: Montaigne sulandırıldı, Shakespeare ve Kafka yazmadıkları dillerden çevrildi, Hisar ve Cansever topa tutuldu. Bedri Rahmi ile Ataçın amansız polemiklerini bir de bugün, onca yıllık aradan sonra okumak gerekiyor: Halk adına savunulan konum, günbegün kültürel gerilemeyi göze almaya yol açmamış mıdır?
Enis Baturun çoğu daha önce kitap halinde yayımlanmamış 100 denemesini bir araya getiren Yazının Ucundan bazı başlıklar: Yahya Kemalin Bavulu / Cumhuriyet Hümanisti için Profilden Vesikalık Fotoğraf / Türk Şiirinde Giyotin / Türk Edebiyatında Erotizm / Edebiyat ve Matematik / Roman Krizde mi? / Shakespeare, Yoksa Japon mudur? / Kanlı Bir Kristal: Kara Mizah / Gerçeküstücülük ve Hayat / Aforizma: Çıngıraklı Yılan Sokması / Art Deco Art mıdır? / Tanpınarın Durmuş Saatı / Cemal Süreya Şiiri / Kafkanın İç Sürgünü / Kameranın İçindeki Şair / Yusuf Atılgan / Türk Edebiyatında Paris / Haşim ve Lacan / Beckett Yokuşu / Borgesın kuyu Aynaları / Erol Akyavaşın Labirent Yazısı / Rus Avant-Gardeı 1900-1930 / Rönesansın Tanımları / Orhan Pamukun DükkanI. TADIMLIKCumhuriyet hümanisti için profilden vesikalık fotoğraf - Jön Türkün serüveni 1923te sona erdi: Toprak, rejim ve önder boyut, nitelik ve kimlik değiştirmişti. Yeni ülkenin aydını yepyeni bir bağlama yargılıydı artık; neredeyse konuşmayı, emeklemeyi, yürümeyi öğrenmesi gerekecekti: Şefik Hüsnünün Aydınlık, Yahya Kemalin Dergâh, Ziya Gökalpın Küçük Mecmua ile, daha o günlerde, bugüne dek kabaca üç temel çizgiyi oluşturan üç farklı düşünceye öncülük ettiklerine daha önce de değinmiştim: Sosyalist ve ülkücü düşüncelerin arasından Türk-İslâm sentezi görünüyordu. Açıkçası, Cumhuriyet, önderinin ve yakın çevresinin (gerçi çeşitli anlayışlar da barındırdığı görülen) fikri tercihleri açısından bu çizgilerin hiçbirine yatırım yapmaya yan... tümünü göster
284 sayfa