Meşa Selimoviç, Derviş ve Ölüm'de mutlak dinî doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan Mevlevî şeyhi Ahmed Nureddin'in, erkek kardeşinin suçsuz yere tutuklanıp idam edilmesinden sonra düştüğü derin karmaşayı resmediyor. Suç, ceza, adalet, din ve otorite kavramları çerçevesinde insanın ruh dünyasındaki çelişkileri, gelgitleri incelikle işliyor.
1967'de yayımlanan Derviş ve Ölüm, değişik dönemlerde birçok eleştirmenin övgüsünü kazanan, sinemaya uyarlanan, MEB'in tavsiye ettiği 100 Temel Eser listesinde yer alan, otuz dile çevrilmiş ve birçok önemli edebiyat ödülüne layık görülmüş bir başyapıt.
“Modern(ist) edebiyatçıların benmerkezci hayalciliğin pençesinde kıvrandığı bir dönemde Selimoviç, dervişliğe, ölüme ve adalet(sizlik)e ilişkin bu ölümsüz eseri yazmıştır. […] Mahmut Kıratlı’nın enfes çevirisinden okuyacağınız eser, bu yönüyle, yani ahlaki olanla politik olan arasındaki çatışmayı eksene alması, geleneksel bilgeliğin modern zamanlarla karşılaşması, ‘öteki’nin ölümü üzerinden adaleti sorgulaması bakımından son derece değerli bir hikâyedir; çok önemli bir meseleyi önümüze getirir.”
Sadık Yalsızuçanlar
Meşa Selimoviç, Derviş ve Ölüm'de mutlak dinî doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan Mevlevî şeyhi Ahmed Nureddin'in, erkek kardeşinin suçsuz yere tutuklanıp idam edilmesinden sonra düştüğü derin karmaşayı resmediyor. Suç, ceza, adalet, din ve otorite kavramları çerçevesinde insanın ruh dünyasındaki çelişkileri, gelgitleri incelikle işliyor.
1967'de yayımlanan Derviş ve Ölüm, değişik dönemlerde birçok eleştirmenin övgüsünü kazanan, sinemaya uyarlanan, MEB'in tavsiye ettiği 100 Temel Eser listesinde yer alan, otuz dile çevrilmiş ve birçok önemli edebiyat ödülüne layık görülmüş bir başyapıt.
“Modern(ist) edebiyatçıların benmerkezci hayalciliğin pençesinde kıvrandığı bir dönemde Selimoviç, dervişliğe, ölüme ve adalet(sizlik)e ilişkin bu ölümsüz eseri yazmıştır. […] Mahmut Kıratlı’nın enfes çevirisinden okuyacağınız eser, bu yönüyle, yani ahlaki olanla politik olan arasındaki çatışmayı eksene alması, geleneksel bilgeliğin modern zamanlarla karşılaşması, ‘öteki’nin ölümü üzerinden adaleti sorgulaması bakımından son derece değerli bir hikâyedir; çok önemli bir meseleyi önümüze getirir.”
Sadık Yalsızuçanlar
kelime üslubuyla akıllara zarar muhteşem ötesinde :)
Meşa (Mehmet) Selimoviç 1942 yılında faşist Hırvat güçler tarafından kurşuna dizilen ağabeyinin ölümü, kendisi üzerinde büyük bir etki bırakmış ve bu romanı yazmış. Kitabın adına bakarak daha baştan yanlış bir algılama içine girebiliriz. Çünkü bu kitaptaki derviş bildiğimiz dervişlerden çok farklı. Adı derviş olan fakat güncel hayat içinde tümüyle ihtiras, kin ve intikam duygusu hala üzerinde etkili olan bir derviş. Ayrıca yazarın mevlevilik konusunda nekadar bilgili olduğundan şüpheliyim. Romanın baş karekteri mevlevi şeyhi Ahmed Nuruddin'in ölümü yaklaşanları teselli etmek için çağrıldığında yaptığı teselli konuşmalarındaki ölüm anlayışı, ölüme Şeb-i Aruz, kavuşma gecesi diyen Hz. Mevlana'nınkinden çok farklı.
Eğer dervişlik, tasavvuf, mevlevilik konusunda bir roman okumak istiyorsanız beklentinizi karşılayacak bir eser değil.
Kitaptan hoşuma giden bir kesit:
Öldüğüm gün taşınırken tabutum acı duyacağını sanma bu dünyanın ardından...
Ağlayarak yazık oldu diye konuşma.
Yok oluyorlar mı batınca güneş ve ay?
Ölüm sandığın şey, aslında doğuştur.
Zindan gibi görünür mezar, oysa ruh özgürlüğe kavuşur
Hangi tohum büyümez ekilince toprağa?
İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa?
Şiir gibi bir Roman.
Bana göre son yüzyılın en kaliteli romanlarından biridir.
Selimoviç’in 1962′de yazmaya başlayıp 1966′da tamamladığı eser, Türkçede ilk olarak 1973 yılında yayımlanmıştır. Meşa Selimoviç‘in eserinin başına koyduğu açıklamaya göre, 1942 yılında faşist Hırvat güçler tarafından kurşuna dizilen ağabeyinin ölümü, kendisi üzerinde büyük bir etki uyandırmıştır. Daha o dönemden itibaren bu trajediyi yazmak istemiştir.
Ancak kişisel olduğu kadar evrensel boyutu da olan böyle bir konuya, olayın sıcaklığı geçmeden duygusal yaklaşabileceğini ve yeterli ifade kudretine sahip olmadığını düşünerek planını devamlı ertelemiştir. Ancak 1962′de bu konuda yazabileceğine inanmış ve Derviş ve Ölüm‘ü yazmaya başlamıştır. 1962′de artık bu konudaki romanını yazabileceğine inanan yazar, eseri üzerinde çalışmaya başlamış ve dört yılda bitirmiştir.
.''öldüğüm gün taşınırken tabutum acı duyacağını sanma bu dünyanın ardından...
ağlayarak yazık oldu diye konuşma.
yok oluyorlar mı batınca güneş ve ay?
ölüm sandığın şey, aslında doğuştur.
zindan gibi görünür mezar, oysa ruh özgürlüğe kavuşur
hangi tohum büyümez ekilince toprağa?
insan tohumundan şüphen mi var yoksa?''
Bosnada inançlarına koru körüne bağlı bir dervişin değişim öyküsü muhteşem bir eser. okunulması gereken ilk 100 itap arasına girer bence.
İnsanoğlunun acı ve pişmanlıklarını melankolik bir tavırla ete kemiğe büründüren harika bir kitap. Düz yazıyla yazılmış bir ağıt. Yazarın üslubunu insan psikolojisini anlatım şekli açısından Dostoyevski' ye yakın buluyorum. Kitabın giriş kısımları biraz sıkıcı gelebilir ama ilerledikçe ayırdığınız vaktin karşılığını fazlasıyla verecektir.
cidden çok harika bir kitaptır. Dostoyevski tadındadır hatta belki dahada güzeldir.
kitabın ilk yarısına kadar ne okuduğumu anlamadan okuyup ilerleyen sayfalara bakıyordum. ne okuduğumu anlamama rağmen kitabın sayfalarının akması ise daha ilginç bişeydi... kitabı yarılayınca şeyh nurettinin dünyasına girdiğimi farkettim. otururken yemek yerken, yolda giderken farkında değildim ama şeyh nurettinin ruhunu taşıyor gibiydim.
molla yusuf, hasan, sinaneddin, ali hoca, zindan bekçisi cemal... karakterlerin her biri peşim sıra takipte.... sanırım eğlencelik bir kitap bulup okumam gerek yoksa bu ruh hali, bu melankoli beni dünyadan edecek....
**vakıa suresi ve cemal sanırım unutulmaz zihnimde
** hasan ... o dağınık serkeş, yurt tutmaz, bazan bir eşkiyayı andıran bazan yufka yürekli candan dostu andıran karakter onu unutursam kitabı unutmuş sayarım kendimi :)
Ciltsiz, 20. Baskı, 459 sayfa
Mayıs2018 tarihinde, Timaş Yayınları tarafından yayınlandı