Hayırla birlikte, Adalet Ağaoğlu, içinde yaşadığımız Dar Zamanlara uçsuz bucaksız bir genişlik vermeyi başarmıştır: Bir Düğün Gecesinin bittiği yerden başlayarak, Türkiyenin son dönemini sarsan bütün sahneleri içeren bu romanla, ek debili bir ırmağı deltaya getiriyor. TADIMLIKİçinde çok hoş duygularla uyanıyor. Son günler uyuyamadığı uykuların hepsini birden uyumuş. Beyni aydınlık, düşünceleri açık seçik: Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil. Cesare Pavese, bin dokuz yüz elli. Zayıf kadınlar ha? Stefana ne buyrulur, genç, güçlü kuvvetli Mayakovskiye ne buyrulur, ya Kirillova, peki kendinize ne buyrulur? Sorun zayıflık olsa! Başkaldırı... Başkaldırı... Parçalanmış değerler karşısında hayatla uyum sağlamak ikiyüzlülüktür. Nükleer çağın değerleri... Doğal ölüm denen şey, gittikçe sayısından eksiltmektedir. Bu noktada, bütün seçilmiş ölümler cinsiyetsizce ele alınmalıdır. Değer ölçülerini yitirmiş bir zamanda, onların karşısına kaçış-direniş, güç-güçsüzlük gibi ölçüler konulmamalıdır. Beyni aydınlık, düşünceleri açık seçik. Eh, evet, boynu yine biraz tutulmuş, kolları da uyuşmuş. Fakat işte bukadar. Oda loş ve herhalde soğuk. Burnunda, yanaklarında nemli bir serinlik var. Çünkü aylardan Aralık. Çok belli bir nedenle de, ayın gününü çıkarmak hiç güç değil. Bugün, o gün işte. Resmi kağıttaki yazıya, ekindeki çağrı kartına göre, Aralıkın yirmi ikisi. Kuşkusuz ayın bir de yılı var. Ama üç yüz altmış beş günde bir gün için o kadar da önemli değil. Zaten zaman öyle hızlı akıyor ki, bugünden yarın oluyor. Üstelik yıl dediğin, sadece bir özettir: Savaşlar daha yaygınlaşmıştır, telefonlar ekranlıdır, yiyecekler daha tehlikelidir, domateslerin büsbütün tadı tuzu kaçmıştır, hayatlar daha sıkı bir denetim altındadır, intelsatlar yukarda dört dönmektedir, yine de günübirlik yeni tadlar tuzlarla yeni özgürlükler aranmaktadır. Kimbilir, insanlar kendileri için bile daha az düş kurmaktadır, yetiniş yaygınlaşmaktadır. İşkillenecek ne var ki? Beyni aydınlık işte, düşünceleri açık seçik. Gözlerini yeniden yumuyor. Yatağında küçük bir kızın yarasız beresiz, serin gülümseyişiyle gülümsüyor. Sırtını cama dönüyor; dönmesiyle sol bacağında hafif bir kasılma duyuyor: O gün bugündür, biraz ayakta kaldığım zamanlarda sol ayak bileğim şişer, ama bu kasılma ilk. Yenins. Hep yirmi yaşında. Yine hiç bozulmamış duru bakışları onun. Yine tutku. Yine inanç. Düş. Yenins hiç şaşırmaz ki. Yine şaşırmıyor. Bu kasılmayı, o hafif aksak yürüyüşü doğal sayıyor. Bunun böyle olması gerekiyordu, böyle oldu. Bu da öyle olacak: Belli bir gün, belli bir saat, belli bir ân, bir deniz kıyısı, denizde bir sandal ve çağırışı sandalın: Aysel. Aysel, kıyıda, sandala hayli kuşkulu bakıyor: Yenins benim on yaş, yirmi yaş, yüz yaş daha yaşlı olacağımı, bacak kasılması biryana, artık bastonsuz yürüyemeyeceğimi de biliyor muydu? Bastonumla uzaklara gidemezdim. Ancak onur plaketine. Ancak o kadar...
Hayırla birlikte, Adalet Ağaoğlu, içinde yaşadığımız Dar Zamanlara uçsuz bucaksız bir genişlik vermeyi başarmıştır: Bir Düğün Gecesinin bittiği yerden başlayarak, Türkiyenin son dönemini sarsan bütün sahneleri içeren bu romanla, ek debili bir ırmağı deltaya getiriyor. TADIMLIKİçinde çok hoş duygularla uyanıyor. Son günler uyuyamadığı uykuların hepsini birden uyumuş. Beyni aydınlık, düşünceleri açık seçik: Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil. Cesare Pavese, bin dokuz yüz elli. Zayıf kadınlar ha? Stefana ne buyrulur, genç, güçlü kuvvetli Mayakovskiye ne buyrulur, ya Kirillova, peki kendinize ne buyrulur? Sorun zayıflık olsa! Başkaldırı... Başkaldırı... Parçalanmış değerler karşısında hayatla uyum sağlamak ikiyüzlülüktür. Nükleer çağın değerleri... Doğal ölüm denen şey, gittikçe sayısından eksiltmektedir. Bu noktada, bütün seçilmiş ölümler cinsiyetsizce ele alınmalıdır. Değer ölçülerini yitirmiş bir zamanda, onların karşısına kaçış-direniş, güç-güçsüzlük gibi ölçüler konulmamalıdır. Beyni aydınlık, düşünceleri açık seçik. Eh, evet, boynu yine biraz tutulmuş, kolları da uyuşmuş. Fakat işte bukadar. Oda loş ve herhalde soğuk. Burnunda, yanaklarında nemli bir serinlik var. Çünkü aylardan Aralık. Çok belli bir nedenle de, ayın gününü çıkarmak hiç güç değil. Bugün, o gün işte. Resmi kağıttaki yazıya, ekindeki çağrı kartına göre, Aralıkın yirmi ikisi. Kuşkusuz ayın bir de yılı var. Ama üç yüz altmış b... tümünü göster
Adalet Ağaoğlu'nun "Dar Zamanlar" serisinin nihayeti. "Son kitabı" da diyebilecekken "nihayet" dedim; şundan ötürü:
"Bakarsın çok özlenmiş biri az sonra nihayet çıkagelir; telefon nihayet herkes için iyi olacak bir haberi taşıyarak çalabilir; bir ses nihayet "sürdürecek miyiz böyle?" diye sorabilir. Böyle? ya da diyebilir ki "işte artık kendimle yüzyüzeyim; Rahat değil, ama bunda insanı bağımsız kılan bir yan var; yeryüzünün tek benzersiz şiiri."
Aysel'in nihayet uçtuğu çıplak gözle takip edilebiliyor. bildiğin, yerden yükseliyor kadın. "Hayır" diyerek yeryüzünün tek benzersiz şiirini yazıyor. Öyle bir "bilmek", öyle bir "görmek" ki akşamüstlerinin kimsesizliği kadar kesin. Ve elbette can yakıcı. "Bok vardı sanki" dedim ben ara ara okurken, "yeryüzünün tek benzersiz şiirini yazıyorsun."
Üçlemenin finali, ilk iki kitabın aksine daha soyut bir anlatım içeriyor. Yani ilk kitaptaki bilinç akışı ve ikinci kitaptaki iç ses teknikleriyle birlikte her kitapta farklı bir yazım tarzı kullanılmış. Sırf bu bile eseri farklı bir seviyeye yükseltiyor.
Başlangıç gibi kapanış da başkarakter Aysel ile oluyor. Bu sefer 80'lerin Türkiyesi resmedilirken, yine dönemin siyasi gündemiyle birlikte gözler aydınlara çevrilmiş. "Hayır" demesini bilen ve bilmeyen aydınların seçtikleri yollar Türkiye'nin yakın tarihine çıkıyor.
Bir bütün olarak bakıldığında ise üçleme, içerdiği dönemin portresini oldukça canlı bir şekilde ortaya koyan, lafını esirgemeyen, net bir yazım diline sahip Türk edebiyatının yüz akı eserlerinden biri.
245 sayfa