Birinci Dünya Savaşı da, bütün savaşlar gibi çok acımasız ve yıkıcı olmanın ötesinde insan mantığına ve doğasına aykırıydı. Ne için savaştıklarını hiç anlayamayan insancıklar, dehşet içinde dövüştüler, yaralanıp sakat kaldılar, öldüler veya değişip bozuldular ve bir daha asla eski benliklerini bulamadılar. Yıllarca siperlerde sürüklenirken, ruhlarındaki tüm renkler uçup gitti, ancak insan olmak öyle bir şeydi ki, hayat bazen sadece bir kanaryanın cıvıltısından ve korkuyla atan yüreğinden ibaret olabiliyordu... Öksüz ve yetim Stephen Wraysford 1910 yılında, yirmi yaşındayken, İngiltereden bir iş gezisi için Fransaya gider
Birinci Dünya Savaşı da, bütün savaşlar gibi çok acımasız ve yıkıcı olmanın ötesinde insan mantığına ve doğasına aykırıydı. Ne için savaştıklarını hiç anlayamayan insancıklar, dehşet içinde dövüştüler, yaralanıp sakat kaldılar, öldüler veya değişip bozuldular ve bir daha asla eski benliklerini bulamadılar. Yıllarca siperlerde sürüklenirken, ruhlarındaki tüm renkler uçup gitti, ancak insan olmak öyle bir şeydi ki, hayat bazen sadece bir kanaryanın cıvıltısından ve korkuyla atan yüreğinden ibaret olabiliyordu... Öksüz ve yetim Stephen Wraysford 1910 yılında, yirmi yaşındayken, İngiltereden bir iş gezisi için Fransaya gider
Birinci Dünya Savaşı'nı oldukça çarpıcı bir şekilde aktaran fakat bu etkiyi roman boyunca sürdüremeyen bir eser. Şimdi bu geri dönüşlerle anlatma işinde büyük bir incelik var. Eğer zaman değişikliği doğru noktada yapılmazsa bütün etkileyicilik kaybolup araya reklam girmiş hissi veriyor. Hele de bu eserdeki gibi geriye değil de ileriye doğru anlatılmış hissi verecek kadar ciddi bir konu ele alınıyorsa. Böyle durumlarda gelecekten araya giren kısımlar okuyucuyu akıştan koparıyor. Bu roman tam da bu sorundan bolca muzdarip. Bir de baştan savaşa gelene kadar olan kısım gereksiz bir uzatma ve erotizm içerdiğinden sonrasında yine bir atlamayla aniden ortasından dalınan savaş anları suni geliyor. Oysa ki kesintisiz aktarılan bölümlerde savaşın acımasızlığı, askerlerin psikolojisi özellikle de tünellerde verilen mücadeleler çok etkileyici ve insanı sorgulatacak cinsten. Fakat işte bütüne bakıldığında tıpkı cephedeki askerlerin yaşadıklarına rağmen Londra'da günlük hayatını devam ettirip bir yerlerde süren savaşı hatırlattıkları için cepheden dönen askerlerden tedirgin olan insanlar gibi okuyucu da sayfaları sıkıntıyla çevirip etkilenmeksizin kitabın sonuna varıyor. Ki zaten finalin bağlanma noktası da ne kadar bir nevi yıllar sonra yerine gelen bir vasiyet olarak anlamlı olsa da Stephen karakterinin tünelde yaşadıklarıyla aşık bile atamayacağından çok yanlış bir final tercihi olmuş bana göre.
Yani diyeceğim odur ki, bir Savaş ve Barış kolay yazılmıyor demek.