Çağdaş insan için özgürlüğün anlamı nedir? İnsan neden kendi özgürlüğünü diktatörlerin eline bırakmakta ve bir robot gibi yaşamaya razı olmaktadır? Özgürlüğüne sahip çıkamayan insan, biyolojik olarak bir canlı olmasına karşın, ruhsal açıdan bir robot gibidir. Zihinsel ve coşkusal yetenekleri körelmiştir, canlı değildir artık. Yeni ve kalıcı hiçbir şey üretemez. Yaşama karşı tam bir açlık içinde olmasına karşın uzak durur ondan, kaçar. Çünkü davranışları ve kararları kendisine ait değildir.
Çağdaş insan için özgürlüğün anlamı nedir? İnsan neden kendi özgürlüğünü diktatörlerin eline bırakmakta ve bir robot gibi yaşamaya razı olmaktadır? Özgürlüğüne sahip çıkamayan insan, biyolojik olarak bir canlı olmasına karşın, ruhsal açıdan bir robot gibidir. Zihinsel ve coşkusal yetenekleri körelmiştir, canlı değildir artık. Yeni ve kalıcı hiçbir şey üretemez. Yaşama karşı tam bir açlık içinde olmasına karşın uzak durur ondan, kaçar. Çünkü davranışları ve kararları kendisine ait değildir.
yaşama ekonomik temelli bir özgürlük alanı sunulan ama aslında özgür olmayan hem isteyen hem çatışan bireye kuş bakışı
bu kitabı üçüncü okuyuşum. kişinin hem kendi yaşamı , hem de toplumsal bakış açısını geliştirmesi için güncelliğini kaybetmeyecek bir kitap.
Yazar metnini her nevrozun dinamik bir uyum sürecinde oluştuğunu belirterek açmış. John Milton ve "Kayıp Cennet" vurgusuyla isyanın insanlığın ve bireyselliğin başlangıcı olduğunu ifade etmiş. Birey olma sürecini Freud'un kuramları üzerinden öncelikle biyolojik ardından sosyolojik bağlamda irdelemiş. Tarihsel açıdan bakıldığında birey olma süreci uyumlu ve dengeli değil bu yüzden çelişkilere ve ikamelere sahip çıkarımını yapan yazar, İnsanın kendine güvence sağlayan baları yitirdiğinde özgürlüğün yük haline geldiğini kuşku ve belirsizlikten kurtulmak adına benliğini feda ettiğini ve boyun eğerek güvenceye kavuştuğunu savunmuş.
Bruckhardt alıntıları yaparak Ortaçağ toplumunun sosyolojik yapılanmasını açılımlamış. Bir yerde Freud'un kişisel gelişim aşamlarını tarihe ve toplumlara uyarlamış olan yazar, ardından Aquinas vurgusu yaparak insanın isterse Tanrı'nın lütfunu dahi geri çevirebileceğini söylemiş. Lutherciliğin açılımını yapan yazar, dünyevi çileciliği yücelten Luther'in görüşleri arasından ciddi ikilikler ve çelişkiler olduğuna dikkat çekiyor. Calvinizmin determinist açılımlarını yapan yazar, kuşkunun tekrar tekrar giderilmesi için kişinin ait olduğu topluluğun Tnarı'nın seçtikleri olduğu konusunda fanatik bir inanca ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş. Calvinizm gibi determinist postulatlarda dahi kuşku ve güçsüzlük duygusunun aşılması için " bireyin" etkin olması gerektiği vurgulanmış. Doğrudan ifade şansı bulamamış bastırılmış düşmanlığın, bütün kişiliği egemenliğine aldığını kişinin kendisiyle ve başklarıyla olan ilişksini yönetmeye başladığını ifade eden yazar; insanların üzerinde sınırsız baskı kurmak isteyen, onların boyun eğmesini ve kendilerini aşağılamasını bekleyen bu zorba tanrının, Luther ve Calvin'in tanrısının, orta sınıfın yükselen düşmanlık ve kıskançlık hislerini yansıttığına dikkat çekmiş.
Kamuoyu ve sağduyu gibi adsız otoritelerin rolünü göz ardı etmeye yatkın olduğumuzu söyleyen yazar, iinsanın herkesinden beklentisine uymaya hazır olduğunu ve farklı olup dışlanmaktan korktuğunu belirtmiş. Gelişen kültürel düzeyin ve Tanrıyla bireysel ilişki; insanın laik etkinliklerinin bireysel yapısına yönelik psikolojik bir hazırlık olduğunu ifade eden yazar, Ortaçağda sermayenin insanın kölesi olduğunu modern çağda ilişkinin tersine döndüğünü belirtiyor. İnsanın kendisini insanlık dışı hedeflere feda etmeye bu denli hazır oluşundaki payı Protestanlığa yükleyip Hırs ve açgözlülükle ilgili görüşlerinde Adlerci savlar ileri sürmüş. Bütün insanca ilişkilerde piyasa kurallarının hakimiyetine dikkat çeken Fromm, İnsanın artık yalnızca meta değil kendini de satmakta olduğunu ve kendini meta gibi hissettiğini belirtmiş.
Reklamların müşterinin eleştiri yeteneiğini körelttiğini hayal kurdurarak doyum sağladığını aynı zamanda güçsüzlük ve küçüklük duygularını arttırdığını ifade eden yazar, nevrotik kişiliklerin bireyselliklerini ve özgünlüklerini övmüş. Ayak uydurma anlamında normal olan kişilerin aslında nevrotik kimselerden daha az sağlıklı olduğunu, ayak uydurmak adına kendi benliğinden vaz geçip bu esnada özgünlüğünü ve benliğini yitirdiğini belirtmiş. Nevrotik benlik savaşında bütünüyle boyun eğmeye hazır olmayan kişidir. Psikosomatik tepkimelerin mazoşizm ile bağlantılı olduğunu savunmuş. Sadizm ve mazoşizmin kişinin yalnızlığına zayıflaığına katlanamamasından kaynakladığını söylemiş. Buyurgan otoritenin yerini, "adsız otorite" almıştır diyen Fromm, sağduyu, bilim, ruh sağlığı ve normallik adları altında güçlü bir görünmez denetim mekanizması oluşturulduğunu ifade etmiş. Yıkıcılık dürtülerini açıklamak adına " Thanatos" kavramı ve ruh ekonomisi kullanan yazar, yıkıcılığın yaşanamamış yaşantıların sonucu olduğunu belirtmiş.
Sosyal istenirliği örneklerle açıklayan Fromm, çeşitli vaka analizlerini okuruna sunmuş. otoriter sistemler özgürlük arayışına yol açan koşulları yok edemez diyen yazar, Nazi Almanya'sını irdelemiş. "Kavgam" dan çok sayıda alıntı yapmış, sosyal darwinizm ve ırk ıslahı arzusundan bahsetmiş. Duygusuz yaşamın ideal hale geldiğini belirten yazar, günümüzde "duygusal" olmanın sağlıksız, dengesiz olmak anlamına geldiğini söylemiş.
Sadizm-mazoşizm
yabancılaşma
birey olabilme
yalnızlık
benlik
kitle psikolojisi
''birey ister devlet olsun ister ekonomik çark, kendisi dışında hiçbir güç ya da yetke tarafından saptırılmamalı, kullanılmamalı, bunlara boyun eğmek durumunda bırakılmamalıdır; ve son olarak bu toplumda, insanın bilinci ve idealleri, dışsal taleplerin içselleştirilmiş hali değil, gerçekten kendisinin idealleri ve bilinci olmalı, birey, kendi benliğinin başkalarınınkinden farklı özelliklerinin sonucu olarak ortaya çıkan amaçları dile getirebilmelidir. bu amaçlar, modern tarihin önceki hiçbir evresinde tam olarak gerçekleştirilmedi''
239 sayfa