Klasik roman kalıplarına nispeten sadık kaldığı bu otobiyografik ilk romanında Joyce, eğitim yıllarına geri döner ve genç bir sanatçının Cizvitlerin katı disiplini içerisinde, kendi özelliğini keşfetme ve inanç sorunlarıyla boğuşma serüvenini ele alır.
Klasik roman kalıplarına nispeten sadık kaldığı bu otobiyografik ilk romanında Joyce, eğitim yıllarına geri döner ve genç bir sanatçının Cizvitlerin katı disiplini içerisinde, kendi özelliğini keşfetme ve inanç sorunlarıyla boğuşma serüvenini ele alır.
`Dubliners`'deki yalın ifadelere yakınlığı bir kenara bilinç akışı eserlerin rahatlıkla okunabildiği belki de bir kaç romandan biridir. Hem o kadar yoğun değil hem de pek çok defa bilince geçmeden önce okurun 'düşündü' diye uyarıldığına rastlayabiliyoruz. Yine de `a portrait of the artist as a young man`,James Joyce diyince Ulysses'i anmamak olamayacağından okunması zor bir roman oluyor.
En güzel yanı benim için Ulysses'in, içinde büyük gizem barındıran karakteri Stephan Dedalus'u tekrar ve bu defa daha yakından inceleyebilme keyfiydi. Dini ve politik bir hengamenin İrlandalılığında henüz etrafını anlamlandırmaya çalışan bir çocuk Dedalus. Kitabın genel havasını pek de kapsamayan bir anne motifi ilk dikkati çeken çok şey oluyor. Annesinin kendisinin öpüp öpmediğini soran suale vardığı evet-hayırlı iki cevabın da arkadaşlarını güldürmesini anlamlandıramayan çocuk Dedalus, gençlik yıllarında yine anne motifi üzerinden bir konuşmayı sürdürürken Freudcu soluk tanımlamanın hüznünü arşınlıyor.
Cizvitlerin sıkı disiplini altında aldığı eğitim, masa başlarında ailesinin büyüklerinin politika üzerine tartışmalarına kulak veren bu çocuğun muhtemelen -Joyce'un- ilk fark ettiği şey din ve politikanın iç içe geçip kendilerini sulandırması oluyor. Fakat bu karşılıklı beslemede Dedalus'un kendisini nereye konumlandıracağını okur olarak merak ediyorsunuz -ulysses'i okuyanlar Dedalus'u ve dolayısıyla Buck Mulliganlı bölümleri hatırlayacaklardır-
Ve başından geçen ilk cinsel deneyimin ardından ruhu ateşler içinde yanar. Ne yapacağını bilemez, çünkü yaşadığı sancının sebebi aşk belası değildir. günah çıkarmaya kendini ikna edişinin ardından bir süreliğine sıkı bir dindar olacaktır.
İşte dedalus'un içinde bulantıya neden olan şeyi kavraması böylece gerçekleşir. Artık kavrayışının dışında çıkmış olan yerleşik politik ve dini geleneklerin sıkı biçimde kabul ettirildiğinin farkına varır. Dedalus'un dini düstur konusunda yaşadığı gelgitler ve kendisine gelen rahiplik teklifi sonrası yaşadığı `epiphany`en yakınlarına kardeş demekten alıkoyacaktır.
Joyce'un özellikle din üzerinden gerçekleştirdiği yoğun anlatılar Dedalus'un arayışlarının sadece bir kaç ayakizidir. Milliyetçilik, Aşk ve Sanat bu takibin diğer önemli kavramları olacaktır.
Üniversitedeki arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmalar o yaşların en dokunaklı uğraşlarıdır belki. Çevresinde şair olarak anılan bu genç adamın hayranlık ve kıskançlıkla kendine çevrilen yüzlere aldırmazlığı ile noktalanırken irlanda milliyetçiliği üzerine sorgular durur kendisini;
"Konuştuğumuz dil benden önce ona ait ev, isa , bira, efendi, sözcükleri onun dudaklarına bende olduğundan ne kadar farklı! Ben bu kelimeleri ruhumda herhangi bir huzursuzluk duymadan yazıp söyleyemiyorum. Onun dili, hem o kadar tanıdık hem de o kadar yabancı, benim için hep sonradan edinilmiş bir dil olacak. Onun sözcüklerini, ben yapmadım ama kabul etmedim. Sesim onları hep yadırgayacak. Onun dilinin gölgesi ruhumu kemiriyor."
bir başkasında `Stephan`'ın da özgür dil özgür ulus muhabbetine yakınlaştırmaya çalışan bir arkadaşıyla tartışır;
"Beni ortaya çıkaran bu ırk ve bu ülke ve bu hayattır, dedi. Kendimi olduğum gibi dile getireceğim."
"Bizden biri olmaya çalış, diye tekrarladı Davin. Senin de yüreğin İrlandalı ama fazla gururlusun."
"Atalarım irlanda dilini terk edip başka bir dil edindiler, dedi Stephan. Bir avuç yabancının onları boyunduruk altına almasına izin verdiler. Onların borçlarını ben kendi hayatım ve kendi kişiliğimle öder miyim sanıyorsun?"
Ve konuşmanın devamında dedalus, ulusçuluk,dil ve dinin ağlarından kaçmaya çalışacağını ifade eder. İrlanda reflekslerini az çok takip eden biri olarak o zamanki tartışmaların gölgesini takip ederek bizim üstümüze su sıçratmayayım, yine de Dedalus'un çizdiği çizginin bir sanatçı tavrı olarak bizzat - Joyce'un- tavrı olduğunu idrak etmek oldukça rahatlatıcı oluyor. Çünkü ideolojinin ne çeşit bir aptallık olduğunun farkına varmak - suya sabuna dokunmamak- anlamına gelmiyor.
Ayrıca kitapta en sevdiğim kısım ise, varlıklı bir çocukluğun ardından zaman geçtikçe yoksullaşan Dedalus ailesinin taşınıp durma seansları sürüp giderken, bir akşam eve gelen Stephan kardeşlerine sorar; "niye taşındıklarını sormamın bir sakıncası var mı," diye, aldığı yanıtın ardından en küçük kardeşi 'OFt in the Stilly Night' şarkısını söyler.
Kendisi de onlara katılmadan önce ailesinin yoksulluğuna maruz kalan bu çocukların seslerindeki yorgunluk tınılarını dinler.
Sonuçta hayat müşterektir ve her ne hikmetse hayatta karşı herkes aynı zamanda sorumluluk sahibidir.
James Joyce ilginç bir insan. Böyle farklı insanları ve yapıtlarını okumak insanın ufkunu geliştirir. İrlandaya olan sempatimden dolayı okumuştum ama edebiyata getirdiği yeni anlatım tarzıyla dönemin çığır açan yazarlarından biri.
Oldukça zor bir roman. Zor romanların ortak özelliği sanırım simgesel ve öznel olmaları. Joyce ,10 senede yazdığı romanının bir çırpıda okunup anlaşılmasını istememiş tıpkı benim romanlarımı otobüste,yolda değil zaman ayırıp dikkatle okuyun diyen Virginia Woolf gibi. İrlanda ve Hristiyanlıkla ilgili bilginiz varsa daha kolay okuyabilinecek bir roman. Joyce'un simge dünyasınıda anlayabilmekde işin sırrı.
Karton Cilt, 295 sayfa
iletişim yayınları tarafından yayınlandı