Amerikan edebiyatının en saygın yazarlarından Herman Melville’den, varoluşçuluk, absürdizmin ve modernizmin başyapıtlarından biri kabul edilen bir Wall Street öyküsü.
Avukat anlatıcımız, 19. yüzyıl New Yorku’nda, Wall Street’teki hukuk bürosuna üçüncü bir yazıcı olarak Bartleby adında kasvetli gözüken, ama çalışkan bir genci alır. Fakat yazıcının giderek artan kayıtsız davranışları, çok geçmeden yaşlı adamı huzursuz etmeye başlar.
Bartleby’nin etrafındaki hengâmeye, iş hayatına ve hızla yerleşmekte olan bir meslek geleneğine aykırı olan tarafı, bir şey yapmamayı tercih etmesidir. Peki bu tercihi yapmış olan insanı hayatta neler bekler? Melville’in hiçbir eserine benzemeyen bu öyküsü, özgür iradenin tuzaklarını konu olan ve çağımıza da seslenen bir alegori niteliğinde.
"Evrenin gündelik ironilerinden biri olan gerçek faydasızlığı gösteren, üzücü ve gerçek bir kitap."
Jorge Luis Borges
Amerikan edebiyatının en saygın yazarlarından Herman Melville’den, varoluşçuluk, absürdizmin ve modernizmin başyapıtlarından biri kabul edilen bir Wall Street öyküsü.
Avukat anlatıcımız, 19. yüzyıl New Yorku’nda, Wall Street’teki hukuk bürosuna üçüncü bir yazıcı olarak Bartleby adında kasvetli gözüken, ama çalışkan bir genci alır. Fakat yazıcının giderek artan kayıtsız davranışları, çok geçmeden yaşlı adamı huzursuz etmeye başlar.
Bartleby’nin etrafındaki hengâmeye, iş hayatına ve hızla yerleşmekte olan bir meslek geleneğine aykırı olan tarafı, bir şey yapmamayı tercih etmesidir. Peki bu tercihi yapmış olan insanı hayatta neler bekler? Melville’in hiçbir eserine benzemeyen bu öyküsü, özgür iradenin tuzaklarını konu olan ve çağımıza da seslenen bir alegori niteliğinde.
"Evrenin gündelik ironilerinden biri olan gerçek faydasızlığı gösteren, üzücü ve gerçek bir kitap."
Jorge Luis Borges
Nereden başlayacağım, nasıl yazacağım bilmiyorum. Hayvan gibi kitap yapmışlar.
Şimdi öncelikle Kafka' nın Dönüşüm' üne gidiyoruz. Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyanıyordu, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buluyordu filan filan. En büyük kaygılarından biri işe gidememek oluyordu hatta. Sonrasında da ''acaba Samsa sistemin içerisinde bir böceğe mi dönüştü, bütün insanlar bir böcekti de Samsa, Kafka' nın bize bunu anlatmak için seçtiği bir kurban mıydı; yoksa Samsa sistemin dışına çıkmaya karar verdiği için mi toplum onu bir böcek olarak mı görmeye başladı'' gibi bir tartışmaya neden olmuştu.
İşte bu kitap Kafka' nın Dönüşüm' ünden çok daha önce yazılıyor. Hikaye kısmını bir kenara bırakalım, o oldu, bu geldi, bu gitti diye bakınca kitaba, ortalama bir kitap diye yorumlarsınız zaten kitabı. Bir adam var, garip bir adam, şu oluyor, bu oluyor filan filan... Biz şimdi özellikle şakirtlerin çok sevdiği o kelimeyi kullanarak dalalım kitaba; altta yatan ''mana'' Orada bir hikmet var arkadaşlar. Şaka lan şaka yok hikmet filan. Birazcık kitap okumayı bilen biriyseniz zaten az çok her şeyi görürsünüz, kitapta anlatılmak istenen meseleyi kavrarsınız. Geçen bir panele katıldım, noktaları birleştirelim mottosuyla düzenlenmişti. Şimdi biz de noktaları birleştireceğiz burada;
1. nokta: Mekan Wall Street. Basit bir google aramasıyla görebileceğiniz üzere paranın kalbi mekan.
2. nokta: Anlatıcı bir avukat. Paranın kalbinin olduğu yerde para kazanma amacıyla bir iş yeri 'işleten' ve görevi adaletin sağlanmasına yardımcı olmak olan bir adam.
3. nokta: Bartleby yapmamayı ''tercih eden'' bir adam.
4. nokta: Anlatıcı, yani avukatın son cümlesi; ah insanlık.
5. Yalnızlık teması. Bu tema kitapta hayvan gibi var hem de. Kitabı uzun uzun inceleyip yorumlayıp sistem eleştirisine odaklanıp da o sistemin yarattığı en önemli hastalığı es geçmek bana ilginç geliyor.
Avukat, yanına bir katip alıyor. Halihazırda zaten 3 kişinin işveren pozisyonunda bir avukat var ortada. Bu üç kişinin her birinin kendine özgü özellikleri var ancak (yalnızlık burada başlıyor bence daha hikayenin başında) bu özellikler sadece işverenin işi ile ilgili olarak ele alınıp değerlendiriliyor. Kitap boyunca aslında ne kadar sağ duyulu ve vicdanlı davrandığını sıklıkla göreceğimiz avukat bile senelerdir yanında çalışanların kişiliklerini, sadece iş yerine olan artı ve eksileri ile ele alıyor. Sisteme bakar mısın, düzene bakar mısın? Çarklar dönsün de nasıl dönerse dönsün. Mesele çarkın dönmesi ve kişilerin duyguları, karakterleri vs. çarkların dönüşünü sağlamak için kullanılıyor. Örneğin iki yardımcının birinin öğleden önce birinin öğleden sonra uyumsuz tavırlara bürünmesi iş yerindeki düzeni aksatmadığından sorun teşkil etmiyor. E ulan adamın iş yeri tabii ki oranın menfaatlerini düşünüp ona göre yorumlayacak diyenler için diyorum ki Bartleby' i hiç mi anlamadınız siz? Zaten sizin gibi düşünenlere düşüncelerini sorgulatmak için Bartleby' i o büroya sokuyor yazarımız. Bak buradan özel mülkiyetin gerekliliği sorgusuna kadar gider bu olay. Bartleby büroya geliyor, ilk başta oldukça da çalışkan bir adam izlenimi yaratıyor. Sonra hiçbir iş yapmamaya başlıyor. İş yapmıyor ama maddi manevi bir zararı yok. Yani belki en fazla bir masa kaplıyor hepsi o. Evinizin bodrumuna girip de oraya yavrulayan bir kedi size na kadar zarar veriyorsa Bartleby de en fazla o kadar zararlı çevresine. Ama o kediyi oradan atmak isteyen sayısız teyze dolu bu ülkede, bu dünyada. Yine de iş arkadaşlarının ve büro sahibinin Bartleby' iyi istememesi elbette anlaşılabilir bir durum yalnız büroya gelen diğer insanlara ne oluyor da onlar da sürekli avukatımızı sıkıştırıp o adamı neden barındırdığını sorguluyorlar? İşte orası tam bir Dönüşüm hikayesi ya da ''Boyalı Kuş'' metaforu sanki. Sistem bu, böyle çalışıyor, müthiş işliyor. Başka bir makinede bir çark dönmüyorsa, diğer bir makinenin çarkı, kendini o dönmeyen çarktan da sorumlu hissediyor. Belki kendisinin neden sürekli dönmek zorunda olduğunu sorgulamaktan korktuğundan dönmeyen çark görmek istemiyor. Bakın sistem dediğiniz şey biziz sadece. Kız arkadaşınla sokakta öpüşemezsin, ben de öpüşmem ama İstanbul, Eskişehir, İzmir gibi kentlerin barlar sokağında öpüşürüm, hiçbir şey de olmaz. Neden? Çünkü mesele eylem değil, diğer insanların buna tepkileri. İşte sistem bu. Tüm bunların kitapla ne alakası var? Çok alakası var. Bartleby bu. Bartleby sokakta öpüşen çift, Bartleby cami önünde içki içen adam, Bartleby kimseye zararı olmadığı halde, o kimseler tarafından inşa edilmiş maddi ve manevi değerlere saldıran bir savaşçı. Her ne kadar Bartleby eylemsizlikle özleştirilmişse de aslında o büroya girmesi bir eylemdir, o bürodan çıkmaması da bir eylemdir. Bir insan kendisine ait olmayan bir yerden neden gitmez? Mesele gitmemesi değil, 2 polis çağırırsın gelir alırlar zaten.
Şimdi çok uçuk bir şey söyleyeceğim, kitaptaki asıl karakter Bartleby değil, asıl hikaye avukatın kendisi.
Bir süre sonra bürodaki insanlar da tercih lafını kullanmaya başlıyorlar kitapta. Çünkü hiç tercih etmemişler. Yaşamak için para kazanmak gerek denmiş onlara, hepimize dendiği gibi onlar da kazanmamayı tercih etmemişler.
Şimdi götten uydurduğum en uç cümleyi yazacağım; Bartleby belki de gerçekte hiç olmayan bir karakter, Bartleby avukatın insan yanının bir simgesi. Sistemin içindeki yerinin sorguluyor avukatımız, insan yalnızlığıyla yüzleşiyor, herkesin ne kadar yalnız olduğunu görüyor, özgür iradenle seçtiğini sandığın şeylerin aslında belki de sana seçmen için sunulan şeyler olabileceğini görüyor, tüm çabasın rağmen sistem onun insanlığını korumasına izin vermiyor, ve sonunda insanlığının ölümünü görüp ah insanlık diye bitiriyor.
Tamam bu çok uçuk bir yorumdu biliyorum ama kitap kıyısından köşesinden buna da dokunuyor işte. Biraz insan olun diyor kitap. Gidin büroda oturun hiçbir iş yapmayın demiyor, ama bürodaki etraftaki hayatlara biraz dokunun ve kendi hayatınıza da dokunulmasına izin verin diyor. Ya da demiyor da keşke bu mümkün olsaydı diyor. ''Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'' diyor. Varız, yalnızız ve yalnız olarak göçüp gideceğiz diyor. Sevgililer, evlilikler, aşklar, dostluklar bu yalnızlığı yok edemeyecek diyor. Sistem bizden önce olduğu gibi bizden sonra da devam edecek diyor. Evrenin bize ''sen mi büyüksün, ben büyüğüm ben, evet ben, gözümde pul kadar değerin yok'' dediğini söylüyor.
Katip Bartleby geldi, iyi çalıştı, sonra hiçbir şey yapmamaya başladı ve sonra da yok olup gitti. Bir halt değişmedi, sadece avukatımız insanlığın ölümünün ne kadar sıradan, ne kadar kolay, ne kadar basit olduğunu gördü. Para, ev, araba, ofis, dostlar, arkadaşlar.... hepsinin anlamsızlığını gördü, varolmanın dayanılmaz hafifliğini kavradı.
Evet dünyada iz bırakmak, evet insanlığa yardımcı olmak filan filan. Bartleby tüm bunları yapmış bir adam bakınca. Peki bunlar Bartleby' nin umurunda mı? Bence umursamamayı tercih ederdi. Sevişmek, içmek, aşk farkında olsanız da olmasanız da çoğunlukla avuntudan ibarettir aslında, kendi çaresiz yalnızlığınız karşısında.
Camus'un Yabancı'sının atasıdır. Muazzamdır, güzeldir...
İlginç bir öykü. Sonuna kadar merakla okuduğumu söylemeliyim. Lakin benim birikimimin bu kitaba anlamaya yettiğini söyleyemeyeceğim. Girişte çevirmen Kaya Genç, öykünün çağrıştırdığı önemli meseleleri dile getirmiş: Efendi-köle; emreden-emredilen ilişkisi üzerinde durmuş. Kitabı okurken Gezi parkı eylemleri sırasındaki pasif direniş örnekleri aklıma geldi. kaya Genç'in gösterdiklerinin biri aklıma yer etti sadece: Bir gün biri kendisine verilen bir işi "yapmamayı tercih ediyorum" diyerek reddederse, o kişi o işi daha evvel mecbur olduğundan değil "tercih ettiği" için mi yapmış demektir. Hal böyle olunca o kişi hiçbir zaman kendisini bir efendi-köle ilişkisine yerleştirmemiş oluyor. Özgürlük, yapmayı ve yapmamayı tercih etmekte mi yatıyor?
Hasılı, onlarca soru akla gelebilir kitabı ve önsözü okuyunca. Tüm bu soruları çıkarınca geriye sürükleyici ve absürd bir öykü kalıyor ama.
Sevenlerinin, George Perec - Uyuyan Adam'ı da okumalarını tavsiye ediyorum.
Kitabın kahramanı Baytleby’e hem sinir olup, hem gülüp, hem de fena halde üzüldüğüm bir kahramanım olmamıştı hiç. Okurken tavırlarına, neden böyle yaptığına bir türlü anlam veremedim ta ki kitabın sonuna kadar. Ben olsam Bartleby gibi davranır mıydım bilmiyorum ama bazen yalnızlar ve hayattan kendilerine dair hiçbir umut ışığı göremeyenler için bu hayat çekilmez oluyor onunda farkındayım.
Bartleby; katiple tanışmadan önce ölmüş kişilere giden mektupların yakılmasıyla görevli bir departmanda çalışmış ve o insanların belki de hayata tutunmalarını sağlayacak şeylerin (para-özür-hediye vs.) kendi ellerinden her geçtiğinde kendisi de giderek tükenmiştir. Yaşadıkları çevreye ve ya çağa ayak uyduramayan insanlar yaşarken de ölürken de yalnızdırlar. Kitapta Bartleby ise direnişte bulunmadan direnen, düzenin karşısında sessizce duran, yaşarken ölmeyi seçenlerden…
Bartleby’in kendi özgür iradesiyle her şeye karşı söylediği “yapmamayı tercih ederim” tavrını mecburen yapmak zorunda olduğumuz şeyler karşısında yapamıyoruz ne yazık ki ..Kitaptaki Bartleby’in tavrı patronunu vicdanlı ve empati yapmaya sürüklüyor bu da örnek alınası bir davranış şekli..
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
- Mutluluk ışıkla cilveleşir, biz de dünyanın neşe dolu olduğunu düşünürüz.
-Dar görüşlü kişilerin bitmek bilmeyen uzlaşmazlıkları, sonunda daha yüce gönüllü olanların en iyi kararlarını bile yıpratır.
- Samimi bir insanı pasif bir direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz.
Kitap ince olmasına karşın çok dolu bir kitap. Pek çok yazara ilham vermiş olan yazarın kalemi çok güçlü. Kitaba başladığınız da acaba ne olacak diyorsunuz. Sonra, katibin ilginç tavırları ve niye bu adam böyle diye düşünüyorsunuz? Gelişen olaylar ve son sayfa da artık içinize bir hüzün doluyor. Sindire sindire okunması gereken bir kitap....
Orta uzunlukta bir öykü aslında. Bir klasiği eleştirmek ne derece doğru bilmiyorum ama Önsöz ve sonsöz öyküden daha çok yer kaplamış. Eseri değil kitabı eleştirdim yani...
''Azimli bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur.''
Karton Cilt, 91 sayfa
2014 tarihinde, İletişim Yayıncılık tarafından yayınlandı